31 Ekim 2007 Çarşamba

INDY GELIYOR INDY


Kadro hazır ve filmi hazırlıyor. Spielberg maceranın dördüncüsü için 19 yıl sonra yine Harrison Ford'la beraber (Indiana Jones rolü için başkası zaten düşünülemez). Arada Mummy serisi, Sahara gibi bazı esinlenmeler izledik ama hiç birisi klasik üçleme gibi olamadı. Karen Allen (resimdeki tek bayan) serinin ilk filmi Raiders Of The Lost Ark'ta da kadrodaydı. Yıllar görünüşe göre ona pek acmıasız davranmamış. Kadroda bu sefer Cate Blanchett de var.


Her ne kadar Spielberg'in son dönem ürünleri (War of The Worlds gibi) bizi pek memnun etmese, uzun dönem sonra gelen seri tamamlamaları pek hoş sonuç vermese de merakla bekliyoruz. Bir Indiana Jones filmi sonuçta bir Indiana Jones filmidir.

RODA JC SEPP HERBERGER'IN KULAKLARINI ÇINLATTI


Hollanda Kupası'nda dün ve bugün kupa günü. Dünün en göze çarpan mücadelesi Kerkrade'deydi. Sezonun sürpriz ekiplerinden De Graafschap ilk yarıda 2-0 öne geçtiği 90. dakikasına 2-1 önde girdiği maçı uzatma dakikaları sonunda 3-2 kaybederek kupaya veda etti.


Bu akşamın maçı Arena'da. Ajax gol makinesi ve arkadaşlarını konuk ediyor. Heerenveen Amsterdam'da tur arayacak. Alves son 2 sene olduğu gibi "formda". Güzel bir maç olacak. Amsterdam kentinde Martin Jol sesleri yükselmeye başladı. Bu akşamki maç bazı gelişmeleri hızlandırabilir. Zira Ajax sezon başından beri genel olarak hayal kırıklığı yarattı.

ANFIELD'DA HESAP GÜNÜ


Robbie Fowler 2006 yılında Rafa Benitez tarafından Anfield semalarına geri çağırıldığında 18 ay sonra olacakları tahmin etmemişti büyük ihtimal. 18 ay sonra Benitez'in deyimi ile "artık üst düzey takımlarda oynayacak seviyede olmadığı" için serbest bırakıldı. Şu an Cardiff'te. Bu akşam Anfield Road'a tekrar çıkıyor. Carling Cup mücadelesinde Liverpool karşısına. Benitez "hala üst seviye karşılaşmalar için ihtiyaç duyulan bir oyuncu olduğunu düşünmüyorum, ama umarım bu gece gol atmaz" diye demeç verdi. Eğer Fowler gol atıp Liverpool'a bir tekme daha vurursa Benitez bir daha üst seviye karşılaşmaları çok seyrek görebilir. Zira harcanan yüksek transfer paraları ve şu anki tablo İspanyol Hocayı topun ağzına oturtmuş durumda.

MEHMET ÇİFTÇİ İSPANYA'DAN YUMURTLUYOR


İlk olarak onu Nihat Kahveci Real Sociedad’da oynarken kırmızı ekranın köşesinde çıkan ifadesiyle tanıdık. Okay Karacan ve Murat Kosova bir Zafer Arapkirli’ye (Londra) bir Lütfullah Göktaş (Roma) bir de Mehmet Çiftçi’ye bağlanırdı. Daha o yıllardan hatırlarım ilk iki isim gayet sakin biçimde gelişmeleri bildirirken, bu arkadaşımız nerde bir flaş haber, nerde bir şok gelişme (kendi deyimiyle) dile getirir dururdu. Derken bu arkadaş haber verme olayını aşıp “ifade edildi, bildirildi, öğrenildi” katmanına geçiş yaptı.

Türk Basını’nda Büşah Gencer, Ersan Çelik, Meriç Tunca üçlüsünün başlattığı paşabahçeden uydurma ekolünün İspanya temsilcisi Mehmet Çiftçi (resime göre sol taraftaki şahıs) artık gün aşırı mahsul veriyor. Aylar önce Roberto Carlos'un şeker hastalığı yüzünden Fenerbahçe'de başarılı olamayacağını yazdı, yakın zamanda Kezman'ı David Villa'nın yerine Valencia'ya transfer etti, kesmedi dün Fatih Terim’i Valencia’nın başına getirdi. Bugün Avrupa’da Galatasaray’ın yıldızını söndürdü. Yarını bekliyoruz. İlginç şahsı milliyet’ten takip edebilirsiniz. Reklamını bile yaptık daha ne olsun.

30 Ekim 2007 Salı

RICHARD KRAJICEK - MALIVAI WASHINGTON



1996 Wimbledon tek erkekler finali tenis tarihinin en ilginç finallerinden birisiydi, Hollandalı Richard Krajicek Pete Sampras'ı çeyrek finalde eleyerek sadece Wimbledon değil tüm Grand Slam tarihinin en büyük sürprizlerinden birine imza attı. Krajicek bu galibiyetin önemini daha sonra anlayacaktı, çünkü bu maç Pete “The Pistol” Sampras’ın 1993-2000 yılları arasında Wimbledon kariyerindeki tek yenilgi olarak kalacaktı. Finaldeki rakibi ise 1975’ten beri finale yükselen ilk Afro-Amerikan tenisçi olan MaliVai Washington’dı. Sürpriz finali Krajicek 3 sette kazanıp şampiyon oldu. Bu da onların hayatlarındaki en güzel gün olarak kaldı. İkisi de bir daha herhangi bir Grand Slam’de bırakın şampiyonluğu final dahi oynayamadılar. Washington 1999, Krajicek de 2003 yılında tenisi bıraktı.

V


People should not be afraid of their governments. Governments should be afraid of their people.


Tek kelimeyle eşsiz bir film. V For Vendetta

3:10 TO YUMA


Hikayeyi ele alış tarzı açısından Clint Eastwood'un Unforgiven'ını andırıyor. Filmin baş kahramanı bir ayağı iç savaşta arkadaşının kendisini vurması ile aksak kalan, karısının kendisiyle beraber olmayı 3 sene önce bıraktığı hayatının son döneminde her şeyini kaybetmeye giden bir adam. Kısacası kara bir western kahramanı. Karşısındaki adam ise götürülmeye çalışıldığı hapishaneye zaten daha önce 2 kez götürülüp kaçmış bir adam.


Christian Bale ve Russel Crowe'un oyunculuklarıyla öne çıkan bir film 3:10 To Yuma. IMDB kullanıcıları bu aralar çok bonkör puan dağıtıyorlar ama eli yüzü düzgün westernlerden birisi.

90'LI YILLARIN CINDERELLALARI 9/10: FAUSTINO ASPRILLA




Kolombiya Milli takımı 1994 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde düzenlenen Dünya Kupası’nın en büyük hayal kırıklıklarından biriydi. Aslında Kolombiya herhangi bir uluslararası turnuvada hayal kırıklığı yaratacak kadar büyük bir takım değildi, ama gerek Güney Amerika elemelerinde gösterdikleri performans (Arjantin’i kendi evlerinde 5-0 mağlup etmişlerdi) gerekse de Oscar Cordoba, Faustino Asprilla, Freddy Rincon, Victor Aristizabal, Carlos Valderrama, Adolfo Valencia gibi üst düzey oyuncuların varlığı onları turnuvanın sürprizleri arasında ilk sıraya yerleştirmiş, hatta bazı yorumcular (buna Türkiye’deki dahil) Kolombiya’nın kupayı kazanabileceğini belirtmişti.

Ancak Kolombiya beklenenlerin yarısını bile vermekten uzaktı. Birleşik Devletler’de 1 galibiyetle grup sonuncusu oldular. Evlerine döndüler. Sonra da bilinen Escobar faciası.

İşte o Kolombiya’nın turnuvadaki en büyük umudu Faustino Hernan Asprilla Hinestroza, Amerika’ya mükemmele yakın 2 yıllık bir Parma kariyeri ile gelmişti. 80’li yılların sonunda kendini tanıttığı Atletico Nacional kariyerinden sonra Serie A’ya transfer olan golcü Parma’nın 1993 ve 1994 yıllarında önce Avrupa Kupa Galipleri Kupası’nı kazandığı izleyen yılda da final oynadığı yıllarda takımın en önemli oyuncularındandı. Ardından 1995 yılında Parma ile bir de UEFA Kupası kazandı. Daha sonraki adres St. James’ Park oldu. Newcastle formasını giydiği 2 sezonda Parma’daki kadar başarılı olamayan futbolcu 1998 sonbaharında bir anlamda yuvaya geri döndü. İlginçtir o sene Parma UEFA Kupası’nı tekrar kazandı ilave olarak da İtalya Kupası’nı müzesine götürerek duble yaptı. Böylece İtalyan takımının 90’larda estirdiği fırtınanın tüm temel taşlarında Asprilla kadronun bir parçasıydı.

Ancak 1999 yılı onun kariyerindeki son kurşunuydu. Sonra baş aşağı giden bir kariyer. Bir sezonu zor tamamlayabildiği arka arkaya gelen Palmeiras, Fluminense, Atlante, Atletico Nacional,Universidad de Chile ve Estudiantes La Plata takımlarını içeren Güney Amerika turu. Bu 5 yıllık sürede Tino sadece 60 civarında maça çıkabilmiş ve 20 civarı gol atabilmişti. 2004 yılında futbolu bırakarak Kolombiya’da alt yapı çalışmalarnda yer almaya başladı.

Asprilla attığı gollerden sonra attığı taklalar, genelde (özellikle Newcastle kariyerinde bu çok belirgindi) kendisine nedense hep bol gelen ve üzerinde çarşaf gibi duran formalar ile hatırımızda. Vücudunun bu çevikliği ve esnekliği sebebi ile ona takılan lakaplardan birisi de “Ahtapot”tu.

STAM NOKTAYI KOYDU


90'lı yılların ortası ile 2000'li yılların başları arasındaki dönemde Avrupa Futbolu'nun en iyi defans oyuncularından olan Jaap Stam 35 yaşında profesyonel futbol kariyerine noktayı koydu. Doğduğu kent Kampen’ın yakınlarındaki FC Zwolle’da futbol hayatına başlayan defans oyuncusu PSV’de geçirdiği başarılı yıllardan sonra Manchester United’a transfer olmuş ve Kırmızı Şeytanlar’ın 1999 yılındaki efsane “treble”ında (Premier Lig Şampiyonluğu, FA Cup Şampiyonluğu, Şampiyonlar Ligi Şampiyonluğu) büyük pay sahibi olmuştu. Ancak tamamen maddi sebeplerle Lazio’ya satılması (bu karar o kadar tepki çekmişti ki United kaptanı Roy Keane bile memnuniyetsizliğini açıkça deklare etmişti) ve ardından gelen Milan macerası Manchester United’daki kariyer zirvesi kadar etkili olmasa da Stam hep üst düzey bir defans oyuncusu olarak kaldı. Manchester United onun gidişinden sonra Laurent Blanc’la boşluğunu doldurmaya çalışsa da Rio Ferdinand’ın gelişine kadar büyük zorluklar çekti.


Geçtiğimiz sezon başı ülkesine dönerek Ajax forması giymeye başlayan Stam bu hafta oynanan Utrecht maçından sonra futbolu bıraktığını açıkladı. Hollandalı futbolcu kararına gerekçe olarak artık sahada yapmak istediklerini yapamadığını ve geçmişteki performansının ancak %50'si seviyesinde bir performans sergileyebilmesini gösterdi.

29 Ekim 2007 Pazartesi

AMERİKALI - 1


Dünya üzerinde faal futbol hayatını sürdüren en iyi bir kaç kaleciden biri. Galatasaray'da oynarken Greame Souness yönetiminde Türkiye Kupası'nı kaldıran takımda Fenerbahçe ile oynanan final serisinde harika oynamıştı. Daha sonra kısa bir Colombus Crew macerası. 3 yılda Liverpool formasını sadece 30 kez giydiği yedeklik dönemi. Daha sonra da onun ne kadar iyi bir kaleci olduğunu İstanbul tecrübesinden bilen Greame Souness’la tekrar yollarının kesiştiği Blackburn yılları. Brad Friedel 6 yıldır Blackburn şehrinde. Yaptığı kurtarışlar ile kazandırdığı puanların haddi hesabı yok. Özellikle 2002 yılında Blackburn’un Highbury’de rakip kaleye (mecazi anlamda değil gerçek anlamıyla) 2 kere gidip 2-1 kazandığı Arsenal maçında oynadığı oyun hala akıllarda. Friedel bizzat televizyondan izlediğimiz o maçta 5-6 tanesi yüzde yüz olmak üzere yaklaşık 10 tane gol pozisyonunu kurtararak 3 puanı adeta tek başına almıştı. Keza o yıl Lig Kupası’nda yaptığı kurtarışlar Blackburn’e kupayı getirdi. 2002-2003 sezonunda tam 15 maçı gol yemeden bitirerek yılın 11’ine seçildi.



Friedel bu hafta da şaşırılmayanı yaparak White Hart Lane deplasmanında Tottenhamlı forvetlere (penaltı dışında) geçit vermeyerek alınan 2-1’lik galibiyette büyük pay sahibi oldu.

36 yaşında ama 20 yaşlarındaki bir kalecinin çevikliğinden hiç aşağı kalır bir yanı yok.


R.E.M.


Radiohead ve bize sundukları enfes videolardan söz ederken bu dalda harika örnekler veren bir diğer grup REM'den bahsetmemek olmaz. (ki ilginç Radiohead ve REM çoğu tunreye beraber çıktıkları gibi REM vokalisti Michael Stipe Radiohead albümlerinde de zaman zaman vokal yapıyor)

Aşağıda harika üç örnek var

Everybody Hurts
Imıtation Of Life
Bad Day

SHUN GODAI




"Hayvan Adam" dan sonra bir başka egzantrik kişilik. Yokuş halindeki futbol sahaları, şut çekilince elips halini alan toplar, topla rakip kaleye gidilirken yaşanan 5 dakikalık flashbackler, kartal, akuda, vuruşları....Hepsi vardı bu çizgi filmde de. Star televizyonunda Cumartesi Pazar sabahları yayınlanan çizgi filmin kahramanı Shun Godai 18'inden sonra futbolcu olmuş bir kişilik olarak Tsubasa gibi kökten futbolcu değildi. Bu yüzden Gol Kralı Kemal Sunal'ın gözlüklerini çıkardıktan sonra futbolcu olması gibi bir kaderi paylaşmıştır.

Bu çizgi film de başlangıcıyla bize gaz veren ama "Genki"gibi son bölümü yayınlanmadan biten ve hevesimizi kursağımızda bırakan çizgi filmlerdendi.

HAFTA SONU



Tottenham ve Milan sezonun hayal kırıklığı biz olmalıyız diye birbirleriyle yarışıyorlar. Milan evinde Roma’ya, Tottenham da evinde Blackburn’e kaybetti. Ramos maçı White Hart Lane tribünlerinden takip etti. Sanırım yokuş aşağı son hızla giden bir takımın başına geldiğinin bilincindedir. Bu arada Blackburn da kazanmaya devam ediyor. Beşinci sıraya tırmandılar.

Milan’da olanları ise açıklamak zor. Son 5 senede Avrupa’nın en başarılı 2-3 takımından biriydi Milan. Bu sene Serie A’da bir haller oldu. Maç kazanamıyorlar. Kendi basınımızın bir çok yanını feyz aldığı İtalyan basını Jose Mourinho ismini dile getirmeye başladı. Liderle değil küme düşme hattıyla aralarındaki puan farkını söyleyelim. 3. Tabi biraz fantazi yapmak olacak ama üst tarafla 11 puan fark varken bu senenin şampiyonluğundan bahsetmek biraz zor.

Son söz İskoçya’dan. Cuma günü belirtmiştik. Tannadice Park’ta arzuladığımız oldu ve Dundee United Rangers’ı 2-1 mağlup etti. Puanları rakibiyle eşitledi. Üçüncülüğe tırmandı. Lider Celtic’le arasında 3 puanlık bir fark var. Hibernian ise iki haftadır mağlup oluyor.

28 Ekim 2007 Pazar

SİNEMA TARİHİNİN EFSANE SAHNELERİ 9/10: SHINING


Listedeki ikinci Kubrick klasiği. Stephen King’in aynı adlı romanından uyarlanan film bir çok kaynakta “gelmiş geçmiş en iyi gerilim-korku filmi” sıralamasında genelde “Psycho” ve “Exorcist” ile çekişir. Ama bize göre o dingin havası ve eşsiz Kubrick dokunuşuyla açık ara birincidir.

Orta yaşlarında olan bir yazar son kitabını yazmak için sessiz, sakin, medeniyetten uzak bir ortam aramaktadır. Ancak yazın müşteri ağırlayan ve kış döneminde ıssız bir adadan farksız olan Overlook Oteli’nin mevsimlik misafiri olmak onun için biçilmiş kaftandır. Ancak karısı ve küçük oğluyla beraber otele yerleşmesinden kısa süre sonra gerek ilham eksikliği gerekse otelin tarif edilemez dingin, ıssız, soğuk havası adamı cinnete sürükler.

Geçirdiği cinnet sebebiyle baltayla kendi oğlunu ve karısını kovalayacak kadar cinayet ileri giden baba Jack Torrance rolünde, Jack Nicholson bize kariyerinin en iyi performansını veriyor. Üzerine bir de iki elin parmaklarının sayısını geçmeyecek kadar oyuncu kadrosuyla muhteşem yönetmenlik sanatını konuşturan Stanley Kubrick eklenince (sırf Danny Torrance devasa otelin içinde bisikletiyle dolaşırken bisikletin önce çıplak zemin sonra da halının üstünde hareket etmesi ve bunun arka arkaya tekrarlanması ile oluşan doğal gerilim tınısı için bile Kubrick omuzlara alınmalı) ortaya bir klasik çıkıyor.

Shining’in dillere destan bir başka özelliği kontrol manyağı lakabıyla meşhur olan Kubrick’in çekimler sırasında sahneleri tekrar ettirmesi ile ortaya çıkan rakamlar. Kubrick, Nicholson’ın otel lobisinden içeri girdiği tek plandaki yürüyüş sahnesini 64 kez, Shelley Duvall’in otel koridorlarında koştuğu sahneyi ise Duvall’in yeteri kadar korkmuş görünmemesi sebebi ile 127 kez tekrar ettirmiştir. Hatta Nicholson’ın bu tekrarlar sebebiyle gerçekten bir cinnet geçirip rolüne adapte olduğu söylenir.

Bu filmle ilgili en bilinen sahne Jack Torrance’ın Wendy’nin saklandığı banyo kapısını baltayla kırıp, kafasını “Here’s Johnny” diyerek çıkardığı efsane sahnedir. Ama bizim favorilerimiz, haftalardır kosasının bir şeyler yazdığını sandığı daktiloda aslında aynı cümlenin ("All work and no play makes Jack a dull boy") defalarca tekrarlanarak farklı şekillerde yazdığını fark eden Wendy ile Jack arasındaki diyalog sahnesi.  En alttaki Youtube linkini ısrarla izlemenizi ravsiye ediyoruz.

Ufak 2 notla bitirelim Stephen King, filmden sonra Kubrick’in kitabı yeteri kadar anlayamadığını belirtmiş (iyi ki anlamamış) ve filmi beğenmediğini söylemiştir.Son olarak da Kubrick gerçekte de var olan Overlook Oteli’nin yöneticilerinin isteği üzerine, filmde lanetli biçimde anlatılan 217 nolu odayı, daha sonra otelin gerçekteki ziyaretçilerinin kullanmak istemeyeceğini düşünerek otelde aslında olmayan 237 nolu oda ile değiştirmiştir.


Jack Torrance: Wendy, let me explain something to you. Whenever you come in here and interrupt me, you're breaking my concentration. You're distracting me. And it will then take me time to get back to where I was. You understand?
Wendy Torrance: Yeah.
Jack Torrance: Now, we're going to make a new rule. When you come in here and you hear me typing
[types]
Jack Torrance: or whether you DON'T hear me typing, or whatever the FUCK you hear me doing; when I'm in here, it means that I am working, THAT means don't come in. Now, do you think you can handle that?
Wendy Torrance: Yeah.
Jack Torrance: Good. Now why don't you start right now and get the fuck out of here? Hm?
Jack Torrance: What are you doing down here?
Wendy Torrance: [sobbing] I wanted to talk to you.
Jack Torrance: Fine, lets talk. What do you wanna talk about.
Wendy Torrance: I can't remember.
Jack Torrance: Maybe it was about Danny, maybe it was about him. Maybe it was about what should be done with him. What should be done with him?
Wendy Torrance: I don't know.
Jack Torrance: I don't think that's true. I think you have some very definate ideas about what should be done with Danny and I'd like to know what they are.
Wendy Torrance: I think maybe he should be taken to a doctor.
Jack Torrance: You think maybe he should be taken to a doctor?
Wendy Torrance: Yes.
Jack Torrance: And when do you think that maybe he should be taken to a doctor.
Wendy Torrance: As soon as possible.
Jack Torrance: [mocking/imitating her] As soon as possible.


http://www.youtube.com/watch?v=dS95mIo8GPY

VER ALVES'E YAZ DEFTERE



Eredivisie dün oynanan 4 maçla devam etti. Heerenveen VVV Venlo deplasmanında 4-0 kazanırken gollerin ikisini 3 hafta önce sahalara dönen ve blogda defalarca kendisinden bahsettiğimiz Afonso Alves kaydetti. Böylece Alves 3 hafta içinde attığı gol sayısını 10’a yükseltti. Devre arasında herhangi bir takıma transfer olmazsa sezon sonu kaç gole ulaşacağını tahmin etmek istemiyoruz. Hollanda’da bununla ilgili bahisler şimdiden dönmeye başladı.

Lider Feyenoord Enschede deplasmanında Twente’ye 2-0 ile boyun eğerek PSV ve Ajax’a bugün için umut verdi. Son sıraları ilgilendiren karşılaşmada Excelsior ve Heracles 1-1 berabere kalırken, bu senenin sürpriz çıkışlarından De Graafschap Roda deplasmanından 1-0’lik yenilgiyle eli boş döndü.

Bugün haftanın maçı Galgenwaard’da Utrecht ile Ajax arasında.

Avrupa’da dün alınan 2 flaş skordan da bahsetmek lazım. Chelsea Stamford Bridge’de ligin zirve adayı ekiplerinden Manchester City’i 6-0 mağlup ederek “ben hala burdayım” sinyalini verdi. Tabi bu skor için “Avram Grant yavaş yavaş ısınıyor”dan ziyade “Ten Cate’in gelişinin etkileri görülmeye başlandı” desek daha doğru olur kanaatindeyiz.

Diğer önemli skoru çizmeden. Zirve adayı Juventus Napoli deplasmanından 3-1’lik mağlubiyetle evinde döndü. Inter bu sene de yalnız yürüyecek gibi görünüyor.

27 Ekim 2007 Cumartesi

VAY ANASINI BİR GOL DAHA YEDİK SAYIN SEYİRCİLER



TRT Spikeri Abidin Aydoğdu'nun 80'li yıllarda milli takım olarak 8 gol yediğimiz İngiltere maçında muhtemelen oyunun sonlarına doğru olan gollerden birindeki yorumu başlıktaki cümle.

Kayserispor. 2003-2004 yılında Süper Lig'e çıktılar. Yani bu sezon onların süper ligdeki dördüncü sezonu.Birinci sezonda güç bela kümede kalabildiler. İkinci sezon ligi beşinci bitirdiler. Geçtiğimiz sezon yine beşinci oldular. Bu sezon takımın başında, son iki sezonun lig beşincisi Ertuğrul Sağlam’ın Beşiktaş’a gidişi ile yerine getirilen Tolunay Kafkas var. Dün Trabzonspor’u 90. dakika golüyle 1-0 mağlup ettiler. Maç içinde ve sonunda Kayserispor’lu taraftarlar Kafkas’ı istifaya davet ettiler. Yalnız bir nokta var. Takım ligin beşinci sırasında. Yani 2 sezon boyunca büyük çıkış yaptığı söylenen Kayserispor o yılarda neredeyse yine orda. İsitfa isteğinin gerekçesi kötü futbol. Peki



Everton. İngiltere futbol tarihinin en başarılı takımlarından biri ve bir çok kişiye göre de en büyük 5 takımından birisi. İngiltere Ligi’nde 9 kez mutlu sona ulaşmışlar. Takım son yıllarda Liverpool’ın başarılarının gölgesinde. 2002 Mart ayında şu anki menajer David Moyes iş başı yapmasa belki de küme düşeceklerdi. Moyes o günden beri takımın başında. Elde ettiği en iyi derece lig dördüncülüğü. Premier Lig tarihindeki en iyi dereceleri. Şu anda ligde 11. sırada. Takımın başında 5 yıldır bulunan David Moyes’in bir kere bile koltuğunun salantıda olduğunu duymadık. Tarihinde 9 şampiyonluk bulunan bir kulübe yaşattığı en iyi derece dördüncülük olan bir adamdan bahsediyoruz. Sebebi de Ferguson, Wenger örneklerinde gördüğümüz istikrarın ne kadar önemli olduğuna olan inanç belki de.

Bir şeyler canlandı mı? Milli takımlar tarihimizde İngiltere’ye kaç gol atmıştık hatırlayan var mı?


Yazmıştık yine yazıyoruz. 70 milyon tane teknik direktörün olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Ama tekniğimiz de direktörlüğümüz de çok zayıf.

KARTAL-SAKARYA



Daha önce Kartal'ın son iki senede görülen Ipswich Townvari çıkış sinyallerinden bahsetmiştik. En ciddi sınavlarına yarın çıkıyorlar. İkinci birinciye karşı. Lider Sakarya'yı Kartal'da konuk ediyorlar. Tatangalar İstanbul'da iddialı. Önemli taraftar desteği arkalarında.

RAMOS IS READY TO KEEP LONDON TIDY


Juande Ramos'un Tottenham'a transferi artık kesin gibi. Co-pilot koltuğu için ise Uruguay'lı eski Spurs oyuncusu Gustavo Poyet ve Tottenham tarafları çoktan isteklerini belirttiler. İş Leeds United yönetiminde. 2001'den beri Poyet, Chelsea'den takım arkadaşı Dennis Wise ile Leeds'in başında. Eğer oradan da izin çıkarsa Londra'da Latin rüzgarı esmeye başlayacak. 

26 Ekim 2007 Cuma

HAYVAN ADAM


Yakında çocukluğumuzu etkileyen çizgi film karakterleriyle ilgili bir inceleme planı içindeyiz ama ondan önce şu nev-i şahsına münhasır kişilikten bahsetmemek olmaz. Animasyon tarihinin doğuştan kaybeden kişiliklerindendir. İsimden kaybetmektedir. "Hayvan adam" (orijinali beast man). İskeletorun sağ koludur izlediğimiz kadarıyla ama bu isimle sağ kol sol bacak ol farketmez.

SON YILLARIN EN BÜYÜK 10 HAKEM HATASI


Türk Hakemliği'nin son yıllarda ne prestij açısından ne de sahada verdikleri kararlar değerlendirildiğinde iyi yönde gittiğini söyleyemeyiz. Aslında hakemliği bırakmadan önce dünyanın en büyük hakemi sayılan Pierluigi Collina bile yönettiği her büyük maçta maçın sonucuna etki edebilecek bir büyük hata yapabiliyor. Dolayısıyla biz de son 20 yıl içinde maçın skoruna ve ligin gidişatına etki edebilecek 10 hakem hatasını bir araya getirdik

Beşiktaş - Fenerbahçe 2-2 (16 Kasım 1991): Türk Futbol tarihinin hala sonuca ulaşılmamış, bir karara varılamamış hakem hatalarının en büyüğü bu maçta yaşandı desek yanlış sayılmayız. Dolayısıyla bu olayı bir 'hata' olarak değerlendirmek belki de yanlış. Üstelik bu olayı yaşamak Çağdaş Türk Hakemliği'nin en önemli ismi Ahmet Çakar'a nasip oldu. "Büyük hakemler büyük hatalar yaparlar" cümlesinden hareketle hadiseyi pek yadırgamıyoruz başta belirttiğimiz Collina profilini de aklımıza getirerek. Ama tek bir bildiğimiz var ki 88. dakikada Fenerbahçe 2-1 öndeyken Mehmet Özdilek'in vurduğu topun çizgiyi geçip geçmediğini hala, ancak onunla beraber pozisyonun içinde yer alan Engin İpekoğlu, Semih Yuvakuran ve Müjdat Yetkiner biliyor diyebiliriz. Maçtan ilginç bir not, golü veren yardımcı hakem maç sonrasında Mehmet Özdilek'in centilmenliğini öne sürerek "Mehmet golden sonra kendinden çok emin sevinince, golü vermemde onun kişiliğine olan güvenimin de etkisi oldu" demişti.


Fenerbahçe - Çaykur Rizespor 1-1 (8 Kasım 2003): Türk Futbolu'nun ve Fenerbahçe'nin başı bir başka Kasım ayında yine bir büyük hakem hatasıyla ağrıdı. Ali Aydın'ın yönettiği maçta Çaykur Rizesporlu Victoria 41. ve 85. dakikalarda çift sarı kart görmesine rağmen oyunda kaldı. Maç 1-1 sona erdi ancak daha sonra olay rahatlıkla tespit edilince maç tekrarlandı. Hakem Ali Aydın'ın bu olayın da etkisiyle hakemliği bırakması bir yana tekrar maçını Fenerbahçe 4-1 kazanıp sezon sonunda da şampiyonluk ipini göğüsleyince, Fenerbahçe'nin şampiyonluğu üzerinde bir çok hipotez üretildi. O günden sonra maç tekrarı istemlerinde (kural - hakem hatası ayrımının bulanıklaşmasının da etkisiyle) bir enflasyon yaşanınca ve dönemin Beşiktaş teknik direktörü Mircea Lucescu kaybedilen şampiyonlukta bu maçın payını sürekli dile getirince, bu hata da tarihteki yerini aldı.


Galatasaray - İstanbulspor 3-2 (12 Nisan 1997): 12 Nisan 1997 tarihinde Gheorghe Hagi 2-2 devam eden Galatasaray-İstanbulspor maçının uzatma dakikalarında penaltıdan topu ağlara gönderdiğinde takımına belki şampiyonluk yolunda çok önemli bir adım attırmış ama bununla beraber yıllarca konuşulacak bir efsanenin de sayfalarını açmıştı. İnönü stadında kapalı bir ilkbahar öğlesinde oynanan maçta Galatasaray 2-0 önde götürdüğü maçta kalesinde gördüğü 2 gole engel olamadı. Maç bu şekilde devam ederken Vahap Beyaz uzatma dakikalarında Arif'in ceza sahasında İstanbulsporlu futbolcu tarafından düşürüldüğü gerekçesiyle penaltı noktasını gösterdi. Düdük, dürüst olmak gerekirse %100 yanlış bir düdüktü. Ama bunun dışında golün olma dakikası (bugün bu dakikanın 100 olduğunu iddia edenlere dahi rastlanmakta), Arif'in rakip oyuncuyla arasının en az 50 santim açık olması, Galatasaray'ın 4 senelik serisinin ve UEFA Kupası'nın aslında bu karara bağlı olduğu, Ali Şen'in MHK Başkanı Ahmet Güvener ve "Çetesi" hakkında bir dolu açıklaması dahil bir çok şey konuşuldu ve hala konuşulmaya devam ediyor.

Vanspor - Beşiktaş 0-0 (26 Ocak 1997): Türk Futbolu'nda yaşanan "elle müdahale" hadiselerinin belki de en ünlüsü 8 yıl önce Sergen'in Vanspor maçında kullandığı frikik atışını barajda yer alan Vansporlu Aykut'un Dikembe Mutombo'yu hatırlatır bir biçimde ceza alanı içinde bloklamasını Metin Tokat'ın es geçmesiyle yaşandı. Aslında söylenecek çok fazla bir şey yok. Açık ve net bir hakem hatası. Sadece şu anektodu verip bitirelim. Murat Murathanoğlu'nun bu maçtan sonra Ercan Taner'e söylediği "hareket nizami, top inişe geçmemişti" cümlesi bile fazla söze gerek olmadığını gösteriyor bize göre


Bordeaux - Milan: 3-0 (19 Mart 1996): Aslında başlıktan da anlaşılacağı gibi bu hatanın Türk Futboluyla ilgisi işin hakem tarafında karşımıza çıkıyor. 1996 yılında UEFA Kupası yarı finalinde Milan ilk maçta kendi evinde Bordeaux'yu 2-0 mağlup etti. 15 gün sonraki rövanşta maçın hakemi Ahmet Çakar'dı. Bordeaux sürpriz bir biçimde ilk önce 2-0 öne geçerek toplamda eşitliği sağladı. Derken sol kanattan kazanılan serbest vuruşta topun başına Zinedine Zidane geldi. Atışı kullandı, kaleciye doğru giden top büyük bir hata yaparak barajın arkasında duran Ahmet Çakar'a çarptı ve yön değiştirerek ceza sahasının dışına doğru yöneldi. Ahmet Çakar'ın bu güzel pasını boş geçmek istemeyen Christophe Dugarry de topun gelişine vurdu ve maçın skorunu tayin ederek Milan'ı kupanın dışına gönderdi: 3-0. Maçtan sonra Fabio Capello yenilginin faturasını Ahmet Çakar'a kesti. Ahmet Çakar bugün hala golde kendi hatasının olmadığını savunuyor ve işi abartıp “evet kardeşim Costacurta’yla Maldini arasından yükseldim kafayı vurdum ben attım, var mı diyeceğiniz” diye dalgaya vuruyor ama pozisyonu gözlerimizle gördük. Tezimizde ısrarlıyız.


Beşiktaş - Gençlerbirliği 1-1 (6 Şubat 2005): İşte bir başka kural hatası daha. Beşiktaş ile Gençlerbirliği arasında yapılan maçta hakem Kuddusi Müftüoğlu maçın 58. dakikasında Gençlerbirliği lehine bir serbest vuruşa hükmetti. Ali Tandoğan atışın yapılmasına izin veren ilk düdükten sonra atışı kullandı, o sırada Beşiktaş barajındaki Tayfur Havutçu erkenden yerini terk edince Müftüoğlu barajın ihlal edildiği gerekçesiyle ikinci bir düdük çaldı, ancak top bu ihlale rağmen Beşiktaş ağlarına gidince Kuddusi Müftüoğlu, bu sefer de golün geçerliliğini ilan eden üçüncü bir düdük çaldı ve ortaya yöneldi. Sonuç gözlemci Taner Yalçındağ'ın bunu rapor etmesi ve maçın tekrar edilmesi, Kuddusi Müftüoğlu'nun da 5.8 notuyla bir süre dinlendirilmesi oldu. 9 Mart 2005'te tekrarlanan maç 0-0 sona erdi.


Galatasaray - Fenerbahçe 2-2 (21 Eylül 2003): 2003-2004 sezonunun ilk yarısında oynanan ve Olimpiyat Stadı'ndaki ilk büyük derbi olma özelliğini taşıyan bu maç yoğun güvenlik tedbirleri sebebiyle gündüz saatlerinde oynanmıştı. Karşılıklı gollerle geçen maçın 86. dakikasında Galatasaray'ın kullandığı köşe vuruşunda Hakan Şükür topa iyi yükseldi ve kafayı vurdu Fenerbahçe kalesine doğru yönelen topu Fenerbahçe'nin Brezilyalı oyuncusu Fabio Luciano gözle görülür biçimde blokladı. Ancak sorun şu ki söz konusu topu "eliyle" bloklamış ve futbol kurallarının dışına çıkmıştı. Hakem Muhittin Boşat pozisyonu devam ettirip maç 2-2 bitince Galatasaray camiası ayaklandı. Maçtan geriye bir çok tartışma ve maç bitiminde koridorlarda pozisyonu televizyondan izleyerek yaptığı hatayı gören Muhittin Boşat'ın "yandık" der gibi görünen surat ifadesi kaldı.


Ankaragücü - Beşiktaş 1-0 (1987): 1986-87 sezonu hakemlerimizin sadece Ahmet Çakar örneğinde görüldüğü gibi asist açısından değil son vuruş açısından da çok yetenekli olduklarını kanıtlarcasına bir olayı barındırdı. Hakem Ahmet Akçay o sezon yönettiği Ankaragücü-Beşiktaş karşılaşmasında, pozisyonun içinde olma şartını biraz abartarak kale direğinin 4-5 metre yakınına kadar girince, 85.dakikada Ankaragücülü oyuncunun çektiği şut omzuna çarparak yön değiştiriyor ve Beşiktaş ağlarıyla buluşuyordu. Maçı "1-0" kaybeden Beşiktaş 1 puanı Ankara`da bırakıyordu. Bu hatanın, o sene Galatasaray'ın 14 sene sonra şampiyon olduğu ve Beşiktaş'ın 1 puan farkla şampiyonluğu (hem de son iki haftada iki puanlı sistemde 3 puanla öndeyken) kaptırdığı senede olmasından hareketle, bugün aynı hadisenin olması halinde yaşanacakların ne olabileceğini düşünmek bile istemiyoruz.


Galatasaray - Beşiktaş 1-2 (4 Nisan 2004) : Ali Aydın özellikle bir Fenerbahçe-Galatasaray derbisinde sarı kırmızılı takım oyuncularına 4 kırmızı kart göstererek bir anda ülkenin en çok konuşulan hakemi haline gelmişti. Genelde yönettiği maçlarda başarılı olan, ancak bazı kararları çok tartışılan genç hakemin mesleğini bırakmasına neden olan maçta verdiği kararlar ise uzun süre konuşuldu. Fenerbahçe - Rizespor maçında yaptığı büyük hatadan sonra kendisine verilen böylesine önemli bir maçta yaptığı hatalar gerçekten çok ilginçti. Beşiktaş'ın iki penaltıyla kazandığı maçta, özellikle siyah-beyazlıların ikinci penaltısı çok tartışıldı.Fenerbahçe ile şampiyonluk için yarışan Beşiktaş'ın bu galibiyeti Galatasaray'ın olduğu kadar Fenerbahçe'nin de tepkisini çekmişti. Galatasaray yönetiminin maç sonrası günlerde yaptığı sert açıklamalar sonrasında Ali Aydın görevi bıraktığını açıkladı.


Konyaspor - Fenerbahçe 2-4 (1 Ekim 2005): İşte Türk Futbolu'na hakemlerin son hediyesi. Birkaç hafta önce Konya'da oynanan maçta maç 2-0 Konyaspor lehine devam ederken ceza sahası içerisine yükselen topta Anelka ve Konyaspor kalecisi Özden arasındaki mücadele sonucunda top Konyaspor ağlarına gitti. Maç 4-2 Fenerbahçe lehine sonuçlanınca bir anda ligimiz yine karıştı. Ortada Anelka'nın elle müdahalesi veya kaleciye bir faulü olup olmadığı tartışması değil, bir anda temiz bir lig isteğinin diğer üç büyük kulübe malum olması da vardı. Ama diğer yandan pozisyonun da net bir hakem hatası olduğu açıktı. Özellikle Nobre'nin birkaç hafta önce yine elle müdahale yardımıyla kaydettiği golün daha anıları silinmeden bu golün olması rakiplerinin büyük tepkisini çekti.

EN DIŞ KULVARDAN DA DUNDEE UNITED KOPTU GELİYOR


Glasgow'un iki simge takımına bu sene Hibernian'ın ciddi ölçüde kafa tutma niyetinde olduğunu belirtmiştik daha önce. Biz bu 3 takımı merceğe aldığımız sırada Dundee United da öndeki üçlüyle puan farkını üçe indirdi. Pazar günü Tannadice Park'ta Rangers'ı mağlup ederlerse puanları eşitliyorlar.


Tamam kabul ediyoruz henüz ligin başı ama geçtiğimiz sezonlarda ligin henüz dörtte biri geçilmişken bile Glasgow takımların takipçilerle farkını çift haneli farklara ulaştırdıkları görülüyordu. Zaten iki takımın da "yeter ki bizi İngiltere Ligi'ne alın Division 2'dan başlamaya razıyız" serzenişleri de bundandı. Bu serzenişleri bitirmek için bize Glasgow dışından bir şampiyon lazım. Bakalım.

THE NIGHTMARE BEFORE CHRISTMAS


Çağın en özgün yönetmenlerinden Tim Burton 1993 yılında çektiği eşsiz animasyonu 3 boyutlu hale getirip tekrar gösterime soktu. Bu tür re-make'ler pek hoş sonuçlar vermiyor ama Burton'a güvenimiz tam.

MARTIN "JOL" ALDI


Tottenham Hotspur’un bu seneki önlenemeyen düşüşü sonunda kulübedeki herkesi sildi süpürdü. UEFA Kupası grup maçlarının ilkinde dün White Hart Lane’de Getafe’Ye 2-1 mağlup oldular. Hollandalı teknik adam Martin Jol ve yardımcısı Chris Hughton görevden alındı.

Şimdi ortada teknik direktör dedikoduları var. Birisi Sevilla’yla son 2 sezon büyük işlere imza atan Juande Ramos, diğeri de eski Spurs oyuncusu Gustavo Poyet.

Bu arada White Hart Lane’de kısa bir süre oynamasına rağmen kulüp tarihinin en sevilen yabancılarından olan Jurgen Klinsmann neden düşünülmüyor, onu da anlamış değiliz.


25 Ekim 2007 Perşembe

FACEBOOK: BU SİTEYE GİRİŞ İNSANLIK NAMINA ENGELLENMİŞTİR


Öyle bi furya başladı ki, Türk gençliği günün 12 saatini facebookta geçirmeye başladı. Kurumsal firmalar insanların browser listesinde bu sitenin sabitlendiğini görünce serverlarından siteye ulaşımı engellediler. E pek de haksız sayılmazlar.

"İlkokul arkadaşımı bulucam", "Lise aşkımı bulucam", "yeni insanlarla tanışıcam" sloganlarıyla siteye giren güruhun amacı genel olarak belli. Takıldığım hatun ne yapmış, kesiştiğim adam ne hale gelmiş, bakın sallamadığınız genç nerelere geldi, Los Angeles senin Dubai benim gezdim işte de hava atıyorum.

Biz de geri kalmadık, girdik tabi, o gazla kimlere paçanga böreği ısmarlamadık, kimleri vampir olup ısırmadık, kimleri pokelamadık, kimlerin fun walluna video eklemedik.

Eee sonra peki. Ekledik insanları da daha sonra konuştuğumuz adamlar zaten hafta sonu Nevizade'de takıldığımız adamlar. İlkokul lisedeki ahbaplar da kendi arkadaşlarıyla ordalar.

Bir internet sitesi kopmaları zincirle birbirine bağlar dedik ama....olmadı.

Hem zaten bütün kızlar kapılmış
Turk Gençliği Joined The Group Türküm Yüzeyselim, Trendyim Niye Facebook'a üye olmuyorum.

İSTİKLAL WILL BE A LITTLE BIT HELLISH


Bir aydan az bir süre kaldı. Beklemedeyiz.


VEGA


Türk Rock müziğinin en kulağa hoş gelen gruplarından Vega Cumartesi akşamı saat 22:00'de Taksim Studio Live'de. Pilli Bebek'ten sonra İstiklal'de Cumartesi akşamı için güçlü bir alternatif daha.


Giriş 20 YTL belirtelim.

ARSENAL


Arsene Wenger belli ki Pro Evolution Soccer oyununu almış, tüm oyuncuları karşısına dizmiş. Sonra da kendisi herhangi bir takım seçip oyunun zorluk seviyesini 5 yıldıza getirmiş. Rakip olarak da Arsenal’ı seçmiş. Oyunculara dönerek de “işte her maç bu tablonun yaşanmasını istiyorum” demiş.

Abartmıyoruz Arsenal Play Station’da belli bir seviyeye gelince kilidi açılan efsane takımlar gibi oynuyor. 7-0 kazandıkları Slavia Prague maçında attıkları altıncı golü defalarca izlemenizi tavsiye ediyoruz. Daha önce blogda takımın yaş ortalaması ile ilgili şöyle bir yazı yazmıştık. Gençten çocuklar vitesi arttırdıkça izlemeye doyum olmuyor.

24 Ekim 2007 Çarşamba

90'LI YILLARIN CINDERELLALARI 8/10: TOMAS BROLİN


Kanaatimize göre Dünya Kupaları tarihinin en güzel 10 golünden biri ve tüm zamanların en iyi frikik organizasyonu golü, 1994 Dünya Kupası Çeyrek Finali’nde İsveç Milli takımının Romanya’ya attığı goldür. 2-2 biten, ve penaltılar sonucunda İsveç’in yarı finale yükseldiği maçta, İsveç sağ çaprazda kazandığı bir serbest vuruşta enfes bir organizasyon imza atmış, önce Hakan Mild topun üstünden atlamış, ardından Schwarz topu barajın sağından arkasına doğru yerden yuvarlamış, herkes “ne oluyor” derken barajın arasında ufak boyuyla kaybolan Tomas Brolin fırlamış ve sağ çaprazda buluştuğu topu Romanya kalesinin sol doksanına yapıştırmıştır. Sonra da onun çok bildiğimiz sevincini yaşamış ve sağ kolunu havaya kaldırarak havada 360 derece dönme hareketini yapmıştır.

Tomas Brolin o yıl Dünya Üçüncüsü olan İsveç Milli takımı’nın en önemli oyuncusuydu. Nitekim kariyerinin en iyi yıllları da o Dünya Kupası’nı içeren ve Serie A’da top koşturduğu Parma yıllarıdır. 1993 yılında Kupa Galipleri Kupası ve Süper Kupa'yı, 1995 yılında da UEFA Kupası’nı kazanan takımın oyuncularından olan İsveçli, 94 Dünya Kupası’ndaki performansı ile turnuvanın en iyi onbirine de seçilmiştir.

Ancak 1994 sonbaharında Avrupa Şampiyonası elemeleri sırasında geçirdiği bilek sakatlığı onun kariyerinin adeta bitişi oldu. Belki o yıldan sonra 5 sene daha top koşturdu ancak söz konusu sakatlığı bir türlü tam olarak iyileşmedi ve beraberinde yeni sakatlıkları getirdi. 4.5 milyon pounda transfer olduğu Leeds United onun için sonun başlangıcı oldu. Bekleneni veremediği bir çok tecrübeden sonra son olarak Crystal Palace takımında oyuncu-asistan menajerlik görevinin üstlenen oyuncu takımın küme düşmesi ile kariyerine nokta koydu. Bir sene sonra ise amatör ligde formasını giydiği ve doğduğu kentin takımı olan Hudiksvalls takımında ise kaleciydi. Zaten Parma macerasından sonra geçirdiği yılların ona kazandırdığı şeylerden birisinin de “fazla kilolar” olduğu göz önüne alınırsa, "kilolar mevkisini bulmuş" diyebiliriz.

Tomas Brolin kariyerinde sadece 5-6 yıllık bir başarı dönemi geçirmesine rağmen “tüm zamanların en iyi İsveçli oyuncu” değerlendirmesinde kendisinin futbol stilinden etkilenen Henrik Larsson’un ardından ikinci olmuştur ve bugün Parma kulübünde halen bir efsane olarak kabul edilmektedir.

Sapsarı saçlı, bebek yüzlü, kısa boylu İsveçliyi biz de hep o dönemiyle ve eşsiz serbest vuruş organizasyonuyla hatırlayacağız.

LİDERLİK


Hatırlayanlar mutlaka vardır. Fenerbahçe Pierre Van Hooijdonk’un takımda forma giydiği dönemde bir Ankara deplasmanındaydı. Rakip takımın kontratak veya korner atışı sırasında değil, maç içinde normal bir hücum sırasında Van Hooijdonk kendi kale çizgisinden bir top çıkarmıştı. Söz konusu olay onun için çıkartılan “Saint Pierre” lakabının giderek pekişmesine sebep olduğunda hepimiz birbirimize sormuştuk. “O pozisyonda normal olarak rakip sahada ya da en fazla orta sahada olması gereken bir forvet oyuncusunun kendi kale çizgisi içinde ne işi vardı?”. Cevabı çok basitti: Van Hooijdonk o topun oraya geleceğini sezmişti.

Sezgi ve öngörü bir liderde olması gereken en önemli özelliklerden. Buna sahip olan adamlar diğerlerinin hayatlarını yönlendirebiliyor. Van Hooijdonk böyle bir oyuncuydu. Galatasaray’daki Hagi de öyle. Bugünlerde Blackburn’deki Tugay da. Takımda Frank Lampard’dan 1 sene daha kıdemsiz olmasına rağmen Chelsea kaptanlığını daha yirmili yaşların ortalarında alan John Terry de öyle. Fenerbahçe Van Hooijdonk’tan beri bu oyuncuyu arıyordu. Evet Alex, Appiah, Anelka. Bu oyuncular yetenek olarak belki Hollandalı’dan daha ileride oyunculardı. Ama yönetme sanatı. Bambaşka bir şey.

Roberto Carlos için şunu duyuyoruz sürekli. “Bir sol bekten ne beklenebilir.” “Mucize mi bekleniyor? Adam sonuçta sol bek.” Roberto Carlos sezon başından beri bize bir şeyi gösteriyor. Bir oyuncunun zaman zaman o takıma mevkisinin dışında çok şey ifade edebileceğini. Onu tüm dünyaya tanıtan öldürücü free-kick veya uzak şutlarından çıkan gollerine henüz tanık olmadık. Ama onun dışında çok şey gördük. Gördüklerimiz tabi ki yıllarla oluşan bir tecrübenin sonucu. Roberto Carlos oyunun nereye gideceğini, nasıl gelişeceğini herkesten önce görüyor, rakibin bir kontratakta hangi adama topu atacağını, o adamın nereye hareketleneceğini. Basketbolda tanık olduğumuz pas arasının futbolda da önemi büyüktür. Bu akınları kesenler de pek öyle göze çarpmazlar ama o müdahaleler maçın kaderini değiştirir. Carlos’un bir diğer özelliği (özellikle Avrupa maçlarında) oyunun tansiyonunu çok iyi ayarlaması. Maçın hakemine karşı ne zaman tepki göstermeyip arkasını dönüp gideceğini, ne zaman itiraz edip tepki göstereceğini çok iyi biliyor. Ne zaman oyunu hızlandırıp ne zaman rahatlatacağını iyi biliyor. Tabi dediğimiz gibi bütün bunlar futbol tarihinin en büyük takımında yıllar yılı sorumluluk altında oynamanın bir sonucu.

Carlos bir sol bek. Ama o soruya katılmıyoruz. Bir takımın sol beki o takımı 2-3 basamak birden atlattırabilir. Şu anda olan da bu.

23 Ekim 2007 Salı

SİNEMA TARİHİNİN EFSANE SAHNELERİ 8/10: HIGH-FIDELITY


Nick Hornby’nin kitabından bu türe çok da aşina olmayan Stephen Frears’ın uyarladığı High-Fidelity Türkiye Sinemalarında oynadığında ufak bir gişe yapıp, gösterimde bir kaç hafta kalarak sessiz sedasız çekilmişti. Bize özgü çeviri harikalarından bir tanesi olan “Sensiz Olmaz” gibi bir isimle önümüze sunulan filmin ismini görünce başrollerinde Aydan Şener’le Yaşar Alptekin oynuyor sanıyordunuz. 100 yılın en hoş leziz filmlerinden birisiyle karşı karşıya olduğumuz, film DVD piyasasasına düşüp divxleri elden ele dolaşınca anlaşıldı.

Orta yaşlarını artık geçmekte olan bir müzik market işletmecisi sevgilisiyle yaşadığı buhranlı dönemin tam içine girmişken çok tipik bir “sorunlu ilişki ve bundan dertli kafası karışmış adam” durumundadır. Film boyunca da o kafadan çıkan bütün düşünceleri John Cusack’ın üzerine cuk oturan Rob Gordon’un ağzından dinleriz.

İnternette biraz dolaşın. Rob Gordon karakterini bir köşesinden tutup kendisiyle özdeşleştirmeyen, kendisini onun yerine koymayan bir adama rastlayamazsınız. Gordon’un ilgili olduğu her şeyi “Top 5” şeklinde kategorileştirmesi. İşlettiği dükkanın iki eşsiz karakteri rolünde Jack Black ve Todd Luiso. Dükkanı ziyarete gelen sevgilisinin yeni ev arkadaşına (!) yaptıkları 3 farklı muamelenin hayali. Rob Gordon’un sevgilisinin beraber yaşadığı adamla henüz yatmadığını anladığı anda “We Are The Champions” eşliğinde apartmandan çıkması. Saymakla bitmez neredeyse sahnelerin hepsi.

Hoşlanılan kıza, doldurma karışık kaset hazırlama tekniğiyle ilgili bir bölüm var ki. Bizim bir köşesinden tutup suratımıza koskoca bir tebessüm yerleştiren sahne işte burası.

Ne zaman neresinde rastlarsanız rastlayın, oturup sonuna kadar izlediğiniz filmler vardır ya. 25 kere izleseniz de aynı heyecanı duyarsınız. İşte o filmlerin babalarından. Bir de replik verelim.

“Sefil durumda olduğum için mi pop müzik dinliyorum, yoksa pop müzik dinlediğim için mi bu sefil duruma geldim”

Nick Hornby’e teşekkürler.

Rob: The making of a great compilation tape, like breaking up, is hard to do and takes ages longer than it might seem. You gotta kick off with a killer, to grab attention. Then you got to take it up a notch, but you don't wanna blow your wad, so then you got to cool it off a notch. There are a lot of rules. Anyway... I've started to make a tape... in my head... for Laura. Full of stuff she likes. Full of stuff that make her happy. For the first time I can sort of see how that is done

Rob: What came first, the music or the misery? People worry about kids playing with guns, or watching violent videos, that some sort of culture of violence will take them over. Nobody worries about kids listening to thousands, literally thousands of songs about heartbreak, rejection, pain, misery and loss. Did I listen to pop music because I was miserable? Or was I miserable because I listened to pop music?

Rob: Top five things I miss about Laura. One; sense of humor. Very dry, but it can also be warm and forgiving. And she's got one of the best all time laughs in the history of all time laughs, she laughs with her entire body. Two; she's got character. Or at least she had character before the Ian nightmare. She's loyal and honest, and she doesn't even take it out on people when she's having a bad day. That's character. [holds up three fingers]

Rob: Three; [long pause, hesitantly]


Rob: I miss her smell, and the way she tastes. It's a mystery of human chemistry and I don't understand it, some people, as far as their senses are concerned, just feel like home. [shakes his head, recollecting, then looks back and lip synchs 'four' while holds up four fingers]


Rob: I really dig how she walks around. It's like she doesn't care how she looks or what she projects and it's not that she doesn't care it's just, she's not affected I guess, and that gives her grace. And five; she does this thing in bed when she can't get to sleep, she kinda half moans and then rubs her feet together an equal number of times... it just kills me. Believe me, I mean, I could do a top five things about her that drive me crazy but it's just your garden variety women you know, schizo stuff and that's the kind of thing that got me here.

http://www.youtube.com/watch?v=28S-aOWtFdo

PERİ MASALI BAŞLADI


Ve sonunda Sivasspor liderlik koltuğunu aldı. Sevincimiz, Sivas’ın, daha önce örneklerini gördüğümüz, bu koltuğa ligin büyük takımlarıyla oynamadan ilk 4-5 maç sonunda değil geriden, sessiz ve derinden gelerek ve ligin dörtte birini geçtikten sonra oturması. Çekincemiz, yakın zamanda Vestel Manisa daha önce de Bursaspor,Kocaelispor ve Gençlerbirliği örneklerinde gördüğümüz düşüşün yaşanmaması. Bu takımların en büyük problemi işi 25. haftaya kadar götürememeleriydi. Bunu son yıllarda sadece Gaziantep başarabildi ve ligi üçüncü sırada bitirdi.

Balili ve Mehmet Yıldız inanılmaz formdalar. Bülent Uygun takımların gücünü olduğundan 4-5 kat arttıran “belirlenmiş oyun planı” gerçeğini takıma oturtmuş durumda. 25. hafta olmasa da Sivasspor eğer ligin ilk yarısını en azından ikinci sırada bitirebilirse Avrupa Futbolu’nda yılın sürprizi için konuşmaya başlayabiliriz. Tek korkumuz Sivasspor’luların yapmaya çalıştıkları şeyin farkına varmaları. Bu beraberinde onu korumayı getirebilir. Halbuki Sivas korurken değil şu anki gibi kafa tutarken güzel. Büyük takım değil ortalama takım gibi düşünmeye devam etsinler. Bizce işi sonuna kadar götürmelerinin sırrı burda.

22 Ekim 2007 Pazartesi

YÖNETİM IRAK'A OTOBÜS KALDIR


Milli maçlar nedeniyle verilen aralar, bünyelerde boşluk yaratır genelde…Aradan sonraki ilk maça daha fazla bir heyecanla gidilir…Sevgiliye duyulan özlem vardır… Fakat evden geç çıktım bu hafta çakışan derbi silsilesi sebiyle…Fox’un cinayet sebebi spikeri eşliğinde Merseyside’ın tarafları Goodison’daydı..Neville’in planjonu Blues’u kurtaramadı…Ibrox’un sahibi kenter kazandı Celtic karşısında…

Bu sebeple alkolizmi sınırlı tuttum bu maçlık…Maç öncesi fazla dolanmadım…Neden bilinmez duyulan bir haftalık özleme rağmen benim gibi pek keyif yoktu insanların gözünde..Bayram öncesi Şırnak’ta verdiğimiz şehitlerin acısı,üzüntü,öfke insanların yüzlerindeydi sanki…Her köşe başında küfürün bini bir para…”Şimdi çağırsalar giderim abi” den “Ligler tatil edilsin” e değişik fikirler çalınıyordu kulaklarıma….

Neyse … Koridorlardan tribündeki yerimi almaya yeltendiğimde Unifeb’in “Siper et gövdeni dursun bu hayasızca akın” ve CK’nın “Şehitlerden Milyonlarca Bekçisi Olan Aşılmaz Bir Kayadır Bu Ebedi Vatan” pankartları karşıladı beni….Aynen düğümledi boğazı tabi…İnsanlarda bu sefer gördüğüm istek, hırs, daha sağlam bir duruştu…Anladım ki duygu yüklü anlar yaşayacağız bu akşam…Takımın “Şehitler ölmez vatan bölünmez pankartıyla çıkması ve İstiklal marşı sırasında elinden bırakmaması kopardı artık Maraton ve kale arkalarını…Binler haykırıyordu Mehmetçikleri için pankartta yazanı…

Maç için söylenecek pek fazla bir şey yok aslında…Bir Semih nispeti izledik.Dankek reklamlarında oynayan eleman gibiydi sanki…Ama Semih’in ağzı değil ayakları iş yapıyordu.4 golde de etkindi. Ne yaptığını bilerek “ben gidiyim mi lan acaba direk 11’de oynayabileceğim bi yere” der gibiydi…Ama bırakmıyordu inatla o formayı…Ruhu hala belli ki amatördü. Bizi ona bu kadar ısındıran da buydu belki…Varsın saç baç yolduran Semih olsun… Bir sezon boyunca sayısız kapris yapıp yattığı yerden para kazanan Appiah’a gösterilen sevgi anlaşılmazdı Appiah’a alkış tutanlara inat Deniz Barış kültürü hesabı, Deniz diye haykırdım ısrarla…

Maçın rahatlaması tribünleri rahatlatırken hedef Irak’tı…Yönetimden istenen otobüs, Irak’a gidersek yapacaklarımız yüzlerde tebessüm uyandırdı…Rakiplere gereksiz çıkışlar olsa da bu duygusal, giderci tezahüratlar üzüntüyü biraz olsun dağıttı…

by Barad-dur

ANGLO SAKSON DİYARINDA AFRİKA BAHARATI


Premier Lig’deki Arsenal fırtınasının etkisiyle herkes Emmanuel Adebayor üzerinde yoğunlaştığından sessiz ve derinden gelen iki takım ve bu takımları yücelten iki oyuncuyu belki de unuttuk.

Birincisi Zimbabwe diyarından. Kariyerinin en iyi sezon başlangıcını yapan ve 7 golle, gol krallığında liderliğe yerleşen Portsmouth’un golcüsü Benjani Mwaruwari. Genelde golcülerin en olgun yıllarının 27-32 yaşları arasında olduğunu söylerler. Mwaruwari ne Güney Afrika’da Jomo Cosmos, ne İsviçre’de Grasshoppers, ne Fransa’da Auxerre takımlarının forması ile ne de geçen sene Portsmouth’daki ilk sezonunda bu kadar formda değildi. Portsmouth menajeri Harry Redknapp da Wigan deplasmanında alınan 3 puandan sonra ondan memnuniyetini dile getirdi.

Merceğimizdeki ikinci isim ise Birmingham’dan. Aston Villa futbol akademisinin son ürünü Gabriel Agbonlahor. Soyadı Nijeryalı babasından geliyor. Barcelonalı Bojan Krkic gibi genç takımlarda attığı gollerle Villa’nın bir önceki yıldız adayı Darius Vassell’in rekorunu ele geçirdikten sonra geçen seneden itibaren takımda oynamaya başladı. Giderek artan ve oynadıkça geliştirdiği oyun zekası ile bu sene de ligde takımın en istikrarlı ismi. Martin O’Neill mecbur kalmadıkça onu oyundan çıkarmıyor. 5 golle gol krallığı yarışında da iddialı konumda. Bu sezon başında Villa’yla 4 yıllık yeni bir kontrat imzaladı.

HAFTASONU


Avrupa’nın vitrin liglerinde bu hafta çok büyük sürprizler yaşanmadı. İspanya’da Barcelona ve Real Madrid deplasmanlarından puansız döndü ancak mağlup oldukları takımlar Espanyol ve Villereal’in bu seneki formu göz önüne getirildiğinde bunlar pek sürpriz sayılmamalı. Göz önüne getirilmesi gereken şey Bojan Krkic’in giderek Barca’da kendini hissettirmesi.

İngiltere’de ilk 4 sıradaki takımlar galip gelirken Middlesborough’nun sezonun en büyük hayal kırıklıklarından biri olduğu gerçeği giderek ön plana çıktı. Gareth Southgate’in koltuğu giderek sallanıyor.

İtalya’da Milan’ın baş aşağı gidişi sürüyor. Inter geçen seneki gibi Milansız bir yarış sürdürücek görünüşe göre.


Hollanda Ligi'nde Alves'in liglere dönüşü bu hafta da Luis Van Gal'in başını yaktı. Alves, Alkmaar deplasmanında 90. dakikada attığı golle Heerenveen'e 3 puan kazandırdı. Bu arada belirtelim Alves'e talip olan kulüplerin arasına daha önce de blogda forvet arayışında olduğunu bildirdiğimiz Manchester City de katıldı. City'nin 10 milyon poundu gözden çıkardığı söyleniyor.

Almanya’da Bayern Ribery ve Schweinsteiger’ın golleriyle kazandı. Puan farkını 6’ya çıkardılar. İskoçya’da Hibernian Rangers’ın Old Firm’de Celtic’i mağlup etmesiyle liderlik şansı yakaladı ama Motherwell deplasmanında kaybettiler.

Haftadan akıllara Tugay ve Tamudo’nun seyredilmeye doyum olmayan golleri kaldı.

21 Ekim 2007 Pazar

NEVILLE VE BOBO’DAN FORVETLERE GÖZDAĞI



Phil Neville ve Deivson Rogerio Da Silva yani Bobo. Bu iki oyuncunun kaderi dün aynı yolda birleşti. Ama yolun sonunda birisi kahraman olurken öbürü hüsrana uğadı.

Merseyside derbisinde Everton kendi evinde konuk ettiği Liverpool karşısında 92. dakikada maçı 1-1 götürürken ev sahibi takım kaptanı Phil Neville, Brezilyalı Lucas Leiva’nın penaltı civarından vurduğu ve Tim Howard’ın kalesinde olmadığı topu müthiş bir planjonla elle çıkarınca kırmızı kartla oyun dışı kalırken, kırmızılar Dirk Kuyt’ın maç içindeki ikinci penaltısı ile önemli derbiden 3 puan çıkardı.

Diğeri Bobo. Dün Beşiktaş, Trabzon deplasmanında maçı 3-2 önde götürürken, maçın hakemi Bülent Yıldırım Beşiktaş kalecisi Rüştü’yü, ceza sahasının dışında topa elle müdahale ettiği gerekçesi ile oyundan attığında (ki kamera görüntüleri kararın açıkça yanlış olduğunu gösterdi), oyuna sonradan giren ve takımının üçüncü golüne imza atan Bobo eldivenleri taktı. Kaleye geçti. Bir top çıkardı, kalesinde gol görmedi. Pancu’dan sonra Beşiktaş’ın içerden çıkardığı kalecilerden.

20 Ekim 2007 Cumartesi

CESUR YÜREK'TEN MESAİYE DEVAM



Glasgow Rangers’tan, güneye, Blackburn kentine transferi gündeme geldiğinde Rangers taraftarları “Cesur Yürek” lakabını taktıkları Tugay Kerimoğlu’nun takımdan ayrılmaması için formalarını Ibrox’un önüne bırakmışlardı. Her şeye rağmen Tugay, Galatasaray’da beraber çalıştıkları Greame Souness’ın ricasını kıramamış ve Rovers’a transfer olmuştu 2001 yılında.

7 yıldır Türkiye dışında oynuyor Tugay. Dünyanın en hızlı futbol oynanan liginde. Dünyanın en kalabalık maç trafiğinin olduğu ligde. 37 yaşında. Geçtiğimiz sezon sonu futbolu bırakması gündeme geldiğinde menajer Mark Hughes bunu kesinlikle istemediğini gösteren bir çok demeç vermişti. Sir Alex Ferguson onun için "eğer daha genç bir oyuncu olsaydı kendi takımımda görmekten mutluluk duyardım" demişti 2 sezon önce. Bir Türk Futbolcusu yurt dışında 7 sene oynayacak ve o takımın kaptanı olacak. Yurt dışına gönderdiğimiz örneklere bakınca şaka gibi geliyor. Nihat’la beraber yurt dışındaki gerçek gururlarımızdan. Bu hafta Ewood Park’ta Blackburn’un 4-2 kazandığı maçta 30 metreden Reading filelerini havalandırdı.

3 haftada bir sakatlanıp kadroya giremeyen, bir hevesin peşinde koşup disiplini görünce 2 ay sonra Türkiye’ye dönen tüm “yalancı” lejyonerlerimize selam olsun.

HAMİT ALTINTOP



Yaklaşık 1 aydır blogda yer alan anketimiz sonuçlandı. Avrupa Futbolu’nda 2007-2008 sezonu ilk yarısında en fazla çıkış yapan oyuncuyu oyladı blogu ziyaret edenler. 121 kişinin oy kullandığı anket sonucunda Bayern Munich’li milli futbolcumuz Hamit Altıntop 49 oyla birinci seçildi. Schalke 04’ten bu sene itibarı ile Allianz Arena çimlerine transfer olan Hamit, özellikle Franck Ribery ile oluşturduğu ikili ve benzersiz golleri ortaya çıkaran uzak şutları ile bu sonucu bizce de haketti. Real Madrid’in Hollandalı golcüsü ve gidişinin Ajax’a çok şeye malolduğu giderek ortaya çıkan Wesley Sneijder ikinci, Arsenal’in genç maestrosu Cerc Fabregas ise üçüncü oldu. İşte oylar ve sıralama

Kullanılan oy sayısı:121

Hamit Altıntop (Bayern Munich):49
Wesley Sneijder (Real Madrid): 24
Cerc Fabregas (Arsenal): 19
Emmanuel Adebayor (Arsenal) 15
Luca Toni (Bayern Munich): 7
Luis Suarez (Ajax): 4
Massimo Donati (Celtic): 3

ÇİFTÇİLERİN DE VIJVERBERG'DEKİ HASATI SÜRÜYOR



Hollanda Ligi’ne bu sene Eerste Divisie’den yükselen takım “Superboerin (Süper çiftçiler)” lakaplı De Graafschap çıkışını sürdürüyor. Dün 66.dakikaya kadar 0-0 giden maçta son 24 dakikada 4 gol bularak ligde şu an galibiyeti olmayan Sparta Rotterdam’ı 4-0 mağlup ettiler. İlk hafta aldıkları 8-1’lik Ajax mağlubiyetinden sonra gol averajlarını artıya geçirmeleri sadece 7 haftayı aldı. Bu sene oldukça gollü maçlara sahne olaN Hollanda Ligi’nde, o tarihten sonraki periyodda sadece 5 gol yediler. Tartışmasız Hollanda futbolunun son 2 yıldaki en büyük çıkışlarından birini gösteriyorlar. 3 büyüğün arkasında dördüncü sıraya yerleştiler.

19 Ekim 2007 Cuma

OLDFIRM


Güneydeki derby kuzeydekinin üzerindeki merakı etkilemesin. Glasgow kenti yarın yine transta. Ibrox'da Glasgow Rangers - Glasgow Celtic'i konuk ediyor. Üstelik herkes bilir, mavi, kırmızı şu bu, işin içinde renkler yok. Din, mezhep unsuru da var. Dünya üzerinde bu yüzden Celtic-Rangers derbisine benzeyen başka bir derbiye çok zor rastlarsınız. Bizim temennimiz beraberlik. Zira aportta bekleyen Hibernian'ı zirvede görmek bizi daha çok keyiflendirecek.


Bilgilendirme amaçlı. belirtelim Old firm old firm. Peki bunun "new"i var mı? Var. O da Aberdeen-Dundee United.

MERSEYSIDE


Bir çok yerde okuduk hafta boyunca. Goodison Park tarihi günlerinden birine ev sahipliği yapacak (İlker Yasin modu). Merseyside derbisinde kop tribününün sakinleri Liverpool şehrinin mavi renkli koltuklarına oturacaklar 90 dakika boyunca. Everton-Liverpool derbisi.


Maçı hep beraber izleyip göreceğiz. Bizim anlatmak istediğimiz bir anektod. Maziye bir gönderme. Tarih 20 Mayıs 1989. Yer Wembley Stadyumu. 82.500 seyirci önünde dünyanın en prestijli federasyon kupası olan F.A. Cup için bu iki takım karşı karşıya geldi. 1980 doğumlu futbol sevdalısı gençlerin Liverpool ve Everton fanı olarak ayrım yaşadığı maç işte bu maçtır gerçek anlamda. Evertonlının Evertonlı Liverpool’lının Liverpool’lı olduğu maç sizin anlayacağınız.

İki efsane kadro,


Liverpool : Grobbelaar - Ablett, Staunton (Venison), Nicol, Ronnie Whelan, Hansen, Beardsley, Aldridge (Ian Rush), Houghton, John Barnes, McMahon.


Everton : Southall - Neil McDonald, Van Den Hauwe, Ratcliffe, David Watson,
Bracewell (Stuart McCall), Nevin, Steven, Sharp, Cottee, Sheedy (Ian Wilson)

Liverpool 1-0 öne geçer İrlandalı John Aldridge ile. İskoç Stuart McCall 90. dakikada Everton’ı kupaya bağlar. Ardından uzatmada Galli Ian Rush atar. Ardından bir daha McCall ve son olarak yine Ian Rush. Liverpool kupayı 3-2’lik skor ile kazanır ama bu maç F.A. Cup tarihinin hala en güzel maçı olarak hafızalarda kalır. İlginç olan maçın özetinin sonradan oyuna giren iki oyuncu Rush ve Mc Call’un düellosu olarak değerlendirilebileceği ve gollerin tümünün İngiliz olmayan oyunculardan gelmesidir.

Yine bu kalitede olmasa da bu tansiyonda geçeceğinden emin olduğumuz bir maçın arifesindeyiz. Yalnız yürümeyenler mi yoksa yeterince iyi olmanın yolunun en iyi olmakla gerçekleştiğine (nil satis nisi optimum) inananlar mı? Hafta sonu göreceğiz.
Efsane maçın videosu

90'LI YILLARIN CINDERELLALARI 7/10: STAN COLLYMORE


90’lı yılların ortalarında TRT-3’de Okay Karacan ve Yalçın Çetin’in sunduğu Avrupa’dan Futbol’u takip edenler bilirler. Düzenli olarak İngiltere Ligi’nde sezonun en güzel 10 gol listesi yayınlanır ve Leeds United’da forma giyen Anthony Yeboah’ın üst direkle bilardo oynar gibi attığı golleri hayranlıkla izlerdik. O en güzel 10 gol listesinin içerisinde ayağının içiyle yaptığı muhteşem iki plasesini bize izlettiren bir adam vardı. Stan Collymore. 1995-1997 yılları arasında Robbie Fowler ile Anfield Road’da muhteşem bir ikili oluşturan Collymore, 1993-97 yılları arasına 12 yıllık profesör kariyerinin altın yıllarını sığdırdı.

Ian Wright ve Mark Bright’lı Crytal Palace okulundan mezun olan Collymore yarım sezon oynadığı Southend United’da gollerini sıraladıktan sonra 6 ay içerisinde fiyatını yirmiye katlayarak Nottingham kentine transfer oldu. Burada oynadığı 71 maçta kaydettiği 50 gol ile İngiltere gündemine oturan yıldız 1995 yılında İngiltere futbol tarihinin o zaman için rekor transferi ile Liverpool’a transfer oldu (8 milyon pound). Liverpool onun önlenemez çıkışının son durağı oldu. O yılları hatırlayanlar bilirler, Anfield Road’daki 4-3 ev sahibi takımın üstünlüğüyle biten muhteşem Newcastle United maçı ve Kevin Keegan’ın 90.dakikada Collymore’un sol çaprazdan attığı golden sonraki yıkılmış ifadesi hala gözlerimizin önünde.

Collymore Aston Villa’ya da Birmingham ekibinin tarihindeki transfer rekoru ile transfer oldu (7 milyon pound). Ancak parlak günleri burada sürmedi.Özellikle menajer John Gregory ile yaşadığı anlaşmazlıklar onun 4 sezonda sadece 18 gol atabilmesine sebep oldu. Sonra da başarısız Leicester ve Bradford City kariyeri.

Stan Collymore’un şanssızlıklarından bir tanesi de futbolunun çok üst düzeyde olduğu 93-97 yılları arasında milli takımda sadece 3 defa oynayabilmesi idi. Bunun sebebi şüphesiz o yıllarda İngiliz forvetinin Alan Shearer ve Teddy Sheringham gibi iki değişmez oyuncuya teslim edilmesiydi ki, Robbie Fowler bile bu ikilinin arasına girmekte zorluk çekiyordu.

Nottingham taraftarının deyimiyle “Stan The Man” 90’lı yıllarda bir anda parlayarak koparttığı fırtınanın tam olarak karşılığını alamamış futbolcuların başında geliyor. Kariyerinin en iyi Premier Lig derecesinin üçüncülük olması da bunun bir göstergesi belki de.
Son bir not. Stan Collymore futbolu bıraktıktan sonra Sharon Stone’un sinema tarihine damgasını vuracak bir sembole dönüştüğü Temel İçgüdü filminin devam filminde de rol aldı.

18 Ekim 2007 Perşembe

HİDDİNK'İN TILSIMI KIZIL MEYDAN'DA


Yaşayan en büyük teknik direktörlerden biri Guus Hiddink. Doğduğu kent olan Varsseveld kelimesini wikipedia’da yazdığınızda kentin lokasyonundan sonra, Guus Hiddink’in doğduğu kent olarak tanımı yapılıyor. Yani ismi vatanının üstüne çıkmış insanlardan.

Hollandalı teknik adamın bir istatistiği var. Son üç Dünya Kupası’nda çalıştırdığı takımlar 2 kez yarı finale (1998-Hollanda, 2002-Güney Kore), 1 kez de 2. tura yükseldi (2006-Avustralya). Eğer 32 yıl sonra tarihinde ikinci kez Dünya Kupası finallerine soktuğu Avustralya, Almanya’da son dakika penaltısı ile İtalya’ya boyun eğmeseydi, belki de Hiddink kırılması güç bir rekora imza atacaktı.

Hiddink dokunduğu her takımı yüceltme yetisine sahip bir teknik adam. Güney Kore gibi bir takımı (inkar etmeyelim biraz da hakemlerin desteğiyle) 2002 Dünya Kupası dördüncülüğüne taşıdı. Güney Kore’li taraftarların Dünya Kupası boyunca açtığı “Guus Hiddink, make our dreams come true (Guus Hiddink, Rüyalarımızı gerçekleştir)” pankartının hakkını fazlasıyla verdi.

Şu an Rusya’nın başında. Grupta Hırvatistan ve İngiltere ile mücadele ediyor. Dün kader maçında Moskova’da Rooney’in golüyle 1-0 yenik düştükleri maçı Spartak Moskova’lı Roman Pavlyuchenko’nun 4 dakika içinde attığı 2 golle 2-1 kazandılar ve ipleri kendi ellerine aldılar. Eğer deplasmandaki İsrail ve evlerindeki Andorra maçlarını kazanırlarsa İngiltere’yi elemelerde saf dışı ediyorlar. Gönlümüz onlardan yana.

Bahsettiğimiz adamın kariyerindeki tek falsonun ülkemizden geçtiğini söyleyelim. Şaşıran var mı?

AVERAJ TAKIMI AVERAJ YAPTI


Liechtenstein. Kader arkadaşları Cumartesi akşamı Belarus deplasmanından 1-0'lık skorla dönmüştü. Onlar da dün akşam artık biz de silkiniyoruz mesajı verdiler. Eidur Gudjohnsen’li İzlanda’yı Vaduz’da 3-0 mağlup ettiler. Milli takım tarihlerinde kendilerinden bir üst torbadaki takıma karşı en farklı galibiyetlerini aldılar. (Daha once Luksemburg’u 4-0 mağlup etmişlerdi). İlk golün sahibi 7 yıldır İtalya’da top koşturan ve şu anda da Serie A’da Siena forması giyen Mario Frick.

EURO 2008 ELEMELERİ


Cumartesi'den sonra Ekim maçlarının ikinci periyodu da dün akşam oynandı.

A Grubu’nda değişen bir şey yok. Polonya ve Portekiz tam yol gidiyorlar. Portekiz dün Kazakistan deplasmanında zor da olsa 2-1 kazandı. Son iki maça bu iki takım avantajlı giriyor.

B Grubu’nda İskoçya okyanusu geçip su birikintisinde boğuldu. Gürcistan’a deplasmanda 2-0 mağlup olunca Hampden Park’taki İtalya maçı artık ölüm kalım meselesine dönüştü. Galibiyetten başka çareleri yok.

D Grubu’nda Almanya finaller biletini Cumartesi günü alınca yanında Çek Cumhuriyeti’ni de götürdü. Kendi evlerinde Çeklere 3-0 mağlup oldular. Böylece bu grupta yapılacak bir iş kalmadı. Kalan maçlar artık formalite.

F Grubu’nda da İspanya ve İsveç artık finallerde diyebiliriz. Matematiksel olarak halen tökezleme şansları var ama ortadaki tablo ona bile olanak tanımayacak durumda. Üçüncü sıradaki takımdan, İsveç 6 İspanya 5 puanlık farkla son 2 maça giriyor.

H Grubu’nda Romanya dün akşam işi bitirdi. Luksemburg’u deplasmanda 2-0 mağlup ettiler. Hollanda da Slovenya’yı kendi evinde 2-0 mağlup ederek Bulgaristan’la arasındaki puan farkını 4 puana çıkardı. Marco Van Basten’in ekibi kalan iki maçtan birini kazandığı taktirde işi bitirecek.

17 Ekim 2007 Çarşamba

SİNEMA TARİHİNİN EFSANE SAHNELERİ 7/10: TAXI DRIVER



Bireysel adalet filmleri genelde, sinema dünyasının 70’li yıllar öncesi ekolünden gelen eleştirmenlerce pek tutulmazlar. Fazla anarşist ve devrimci bulunurlar. Tam tersine X kuşağı da bu tür filmlere bayılır. Seven, American Psycho ve Fight Club bu türün çok açık iki örneği. Ama her ikisinden de uzun yıllar önce çekilen bir başyapıt var ortada.

Travis Bickle’in taksisine belediye başkanlığı için yarışan adaylardan biri biner ve New York’un kötü gidişi hakkında bir soru sorar. Travis Bickle da “bir gün çok iyi bir yağmur yağacak ve bu sokaktaki pisliklerin hepsini temizleyecek” der. Arabanın arka koltuğundaki adamlar pek anlayamazlar.

Vietnam Savaşı’ndan dönmüş 7 gün 24 saat çalışır konumdaki taksi şöförü Travis Bickle rolünde Robert De Niro kariyerinin en iyi performansını veriyor. Yavaş yavaş deliliğe giden, zirveye ulaştığında yaptığı katliam ise kendisine halk kahramanı olarak dönen bir adam. Scorsese’nin Bickle’ın yavaş yavaş cinnete doğru yol aldığı sahnelerdeki yönetmenlik sanatı müthiş (suda eriyen sandoz, Bickle’ın televizyon ekranını patlatması vb). Jodie Foster ve Harvey Keitel da yan rollerde enfes performanslar veriyorlar.

Bu muhteşem filmin çok etkileyici iki sahnesi var. Bir tanesi filmin sonundaki son derece yalın çekilen 15-20 dakikalık katliam sahnesi. Ama ondan daha önce Travis Bickle’ın koluna yerleştirdiği silah mekanizması ile aynanın karşısında antrenman yaptığı sahne. Bugün hangi sinemasevere sorsanız tereddüt etmeden efsane karelere yerleştireceği an. “Are you talking to me?”

Hemen belirtelim Robert De Niro’nun montuyla sokakta yürüdüğü kare de aynı zamanda tüm zamanların en başarılı afiş çalışmalarından birisi.




Travis Bickle: June twenty-ninth. I gotta get in shape now. Too much sitting is ruing my body. Too much abuse is going on for too long. From now on there will be 50 pushups each morning, 50 pull-ups. There will be no more pills, no more bad food, no more destroyers of my body. From now on will be total organization. Every muscle must be tight.


Travis Bickle: Listen, you fuckers, you screwheads. Here is a man who would not take it anymore. A man who stood up against the scum, the cunts, the dogs, the filth, the shit. Here is a man who stood up.


Travis Bickle: Now I see this clearly. My whole life is pointed in one direction. There never has been a choice for me.


Travis Bickle: You talkin' to me? You talkin' to me? You talkin' to me? Then you the hell else are you talkin' to? You talkin' to me? Well I'm the only one here. Who the fuck do you think you're talking to? Oh yeah? Huh? Ok.


http://www.youtube.com/watch?v=tquSRFKuv4Q

KIRMIZI ŞİMŞEKLER TEKRAR ÇAKMAYA HAZIRLANIYOR


Eskişehirspor ile son yıllarda akılda kalan iki görüntü hatırlıyoruz. Jupp Derwall’in Galatasaray’ın başındaki ilk şampiyonluğunu elde ettiği 1986 yılı ilk baharında, son hafta mücadelesinde 2-1 Galatasaray’ın galibiyetiyle biten maçta, şampiyonluğun geri sayımı yapılırken Kırmızı Şimşekler’in yarattığı tehlikeler karşısında başını ellerinin arasına almış görüntüsü. İkincisi ise 2006 yılının yine bir ilkbaharında Cebeci İnönü Stadı’nda, 25 bin kişinin kendilerini desteklediği play-off maçları serisinde, önce Kartalspor’u sonra komşu Pendikspor’u yenerek Lig A’ya yükseldikleri maçlar sırasında, Ankara'nın Cebeci sokaklarındaki kırmızı siyah kalabalık.



Çocukluğumuzdan beri Eskişehirspor’la ilgili bir klişe vardır. Ters takım. Aslında bunun anlamı büyüklerin başına bela olan takımdır da biz ona ters damgasını vururuz. 1970 yılında Türkiye Kupası’nı kazanan takım o yıllarda hakikaten bu unvanı sonuna kadar hakediyordu. Hatta 1970-76 yılları arasında düzenli olarak UEFA Kupası’nda mücadele etti. 80’li yıllardan beri 4-5 yıllık süreleri kapsayacak şekilde asansör takım hüviyetine büründüler.. Bu sene onlar da Kartal gibi Süper Lig’i kovalayacaklar. Türk Futbolu’nun nev-i şahsına münhasır kişiliklerinden Sergen Yalçın futbol ömrünün son demlerinde kadroda. Siyah-kırmızı renklere Gençlerbirliği kariyeri ile alışık olan Metin Diyadin takımın başında. Lider Sakaryaspor'un 3 puan gerisinde üçüncü sırada Kartal’ın ensesindeler. Türkiye’de hayatı futbol olanların belki de tekrar süper ligde en çok görmek istedikleri takımların başında geliyorlar. Bizde aynı fikirdeyiz.