30 Eylül 2010 Perşembe

EZELİ REKABET-71







Lada Samara








vs.





Skoda Favorit

ATM APACILERI

















Arjantin Futbol Federasyonu baskani Julio Grondona'nin ulkenin basini agritan holiganlarla ilgili yaptigi aciklama. Artik taraftarlar mac biletlerini banka subelerinden ATM ve giseler yoluyla elde edecek ve bu biletleri alabilmek icin ozel bir karta ihtiyaclari olacak. Yani gectigimiz yil once dile getirdigimiz, Italya'daki Tessera del Tifosi uygulamasina benzer bir uygulama. Grondona bu uygulama ile kuluplerin taraftar gruplarina bedava bilet saglama ve bu gruplarin icindeki genelde taskinlik yapmaya egilimli holiganlarin onune gecilebilecegini dusunuyor. Ben yine de bu uygulamanin pek care olacagini dusunmuyorum. Buyuk ihtimal Buenos Aires banka subeleri onunde ticaret baslayacaktir. Arjantin'de yeni sezon oncesi 31 milyon euro gibi bir rakam kuluplerin kasasindan cikti. Belki okyanusun diger tarafinda bu cok buyuk bir miktar olmayabilir ama genelde maddi kaynagi futbolcularini yurt disina pazarlamaktan ibaret olan bir lig icin onemli bir rakam. Ama bu rakamlarin cogu kuluplerin kendi aralarindaki alisverislerden kaynaklandi.Ulkenin 2 lokomotifi Boca ve River son 5 sezonda Apertura'yi sadece 1 kez kazandi o da 2008'de sampiyonluga ulasan Boca'nin basarisiydi. 2 kulupten Boca lige dusme hattinda basladi ve yeni yeni toparlaniyor. River ise yillar sonra ilk 3 mactan firesiz cikti ama zirveden uzaklasmis gorunuyor.

IP MAN - MAESTRO



Koreografileri ve başroldaki Donnie Yen'in karakterini değiştiren film Ip Man'in müthiş soundtrackinden o müthiş melodi....

29 Eylül 2010 Çarşamba

HOCALIK YAPMAMIŞ 10 BÜYÜK FUTBOLCU























"Buyuk (ya da cok iyi) futbolcudan buyuk (ya da cok iyi) teknik adam olmaz"....Bayiliyorum bu lafa. Aslinda bu klisenin Turkiye'ye ugramasinin sebebi biraz da Gheoghe Hagi'nin hem Bursaspor hem de Galatasaray'da yasadigi basarisizliklardir. O donemden sonra ne zaman bu lafa siginilsa verilen ornek Hagi oldu. Uzerine bir de Maradona'nin son Dunya Kupasi'ndaki basarisizligi da eklenince artik bu, genel gecer bir kanunmus gibi dillere pelesenk oldu. Ama once sunu soyleyeyim, futbol tarihinde kac tane buyuk futbolcu var ki zaten. Eger burada kastedilen Maradona, Hagi, Pele gibi isimlerin ayariysa. Ama eger cok iyi futbolculardan bahsediyorsak uzun bir liste yapmaya hazirim. Didier Deschamps, Carlo Ancelotti, Franz Beckenbauer, Pep Guardiola, Johann Cruijff, Jupp Heynckes, Frank Rijkaard, Vicente del Bosque, Kenny Dalglish ve hatta Mustafa Denizli ve hatta Fatih Terim.....Ilk anda aklima gelenler bunlar....Bu adamlar kariyerlerinde cok iyi futbolcular degil miydi (ve hatta bazilari buyuk futbolcular)...Peki teknik direktorluk kariyerleri basarisiz miydi? Dolayisiyla bu kliseyi kullanmayalim artik, dupeduz futbol tarihini yadsimak oluyor. Biz ise cercevenin ote yanina bakalim. Kariyerlerinde buyuk isler basarip teknik direktorluk sularina henuz girmeyenler.

1-Sócrates: Dunya tarihinin dunya sampiyonu olmamis en iyi kadrosu unvaninda 1974 Hollandasi ile surekli yarisan 1982 Brezilyasi'nin maestrolarindan Sócrates, futbolu kariyerini bitirdikten sonra asil meslegi olan tipa gonul verdi. Bugun ulkesinde politika ve ekonomi uzerine yapilan programlara da katiliyor. Hicbir zaman teknik adamlik yapmadi, 56 yasinda yapacaga da benzemiyor.

2-Alan Hansen: 70'lerin sonu 80'lerin basinda Avrupa'ya damgasini vuran Liverpool'in savunmasinda oynayan Hansen bugun BBC Match of The Day'in yorumcusu. Kariyerinde 8 Ingiltere ligi, 3 Avrupa sampiyonlugu var ama futbolu biraktigi gun teknik direktorluge sirtini donup bu kararindan vazgecmeyenler.

3-Gary Lineker: Match of The Day'den Hansen'in gorev arkadasi. Ama kariyer acisindan Hansen'a degil programin diger yorumcusu Shearer'a daha yakin zira kariyerinde sampiyonlugu olmayan bir futbol efsanesi. Teknik direktorluge hic adim atmadi. Bundan sonra da atmayacak.

4-Pele: Siyah Inci futbolculuk doneminde oyle bir efsane haline gelmisti ki, bu sohretini artiracak herhangi bir seye ihtiyac duymadi. 33 yil once kariyerine nokta koymasina ragmen hicbir zaman bu sulara girmedi. Zaten son 10 yilini sevgi kelebegi olarak geciriyor. Lafin Maradona'ya geldigi anlar disinda tabii

5-Roberto Baggio: Gerci futbolu birakali henuz 6 yil oldu ama Baggio'dan pek takim calistiracak sinyalleri almiyoruz. Su anda Italya Futbol Federasyonu'nda Teknik Konulardan sorumlu direktor gorevini yurutuyor.

6-Garrincha: Zaten adam futbolu biraktiktan 11 yil sonra hayata gozlerini yumdu dolayisiyla takim calistirmaya firsati olmadi diyebilirsiniz. Ama bazilarina gore ne Maradona ne de Pele'nin eline su dokemeyecegi bu hazin hayat hikayeli Brezilyali hocalik yapamayacak kadar calkantili bir hayata sahipti belki de.

7-Paul Breitner: Yesil sahalarin devrimcisi icin belki de futbol topuyle ilgilenmek ona futbolcu olarak yeterli olmustu. Sayisiz Bundesliga sampiyonlugu, Avrupa sampiyonlugu ve Dunya Kupasi basarisina ragmen hicbir zaman kulubeye takim elbiseyle oturmadi. Bugun TV yorumcusu ve Bayern Munich kulubunun bir nevi mentoru.

8-Lev Yashin: Dunya futbol tarihinin bircoklarina gore en buyuk kalecisi kariyeri boyunca oynadigi Dynamo Moscow'da futbolu biraktiktan sonra bircok gorevde bulundu ama hicbir zaman teknik direktorluk koltuguna oturmadi. Eski kalecilerin arasindan buyuk basarilar kazanmis hocalarin cok fazla cikmamasina istisna olusturur muydu bilinmez.

9-Paolo Rossi: Mario Kempes'le birlikte bir Dünya Kupası'nda şampiyon olup aynı zamanda Gol Krallığı ve Altın Top ödülünü kazanan tek isim Rossi. 1982'de İtalya ile kazandığı bu başarının yanında Avrupa'da ve Dünya'da yılın oyucusu ödüllerini de kazandı. Ardından Juventus'la lig ve Avrupa şampiyonlukları geldi. 23 sene önce futbolu bıraktığından beri teknik direktörlüğe yanaşmadı.

10-Eric Cantona: Fransa Plaj Futbol takiminin teknik direktorlugunu saymiyorum tabii. Gerci "Talisman"inbundan sonra da teknik direktörlüğe gireceği falan yok ve bundan hiçbirimiz şikayetçi değil. O Ken Loach filmlerinde oynamaya devam etsin, arada meydana çıkıp 2 cümle kursun, Mourinho'nun onca enedir yapmaya çalıştığı karizmayı o 2 cümleyle yapıyor zaten....when the seagulls.....

ABARTILMIŞ "FANSHOP" KÜLTÜRÜ


















Bu sezon Premier Lig'in başlangıcında, toplam 20 takımın 18'i yeni forma tasarımlarıyla karşımıza çıktılar. Takımların birçoğu (Arsenal ve Everton gibi), yeni formalarına eskinin tatlarını yerleştirdi. Örneğin Liverpool son şampiyonluğun kazanıldığı 1989-90 sezonundan izler taşıyan bir formayla sahneye çıkarken, Arsenal de 1971'de Bertie Mee'nin yönetiminde duble yapan takımın formasını update ederek piyasaya sundu. Arsenal önceki 2 sezonda da geçmişte başarı kazanıldığı yıllarda giyilen formalardan etkilenerek yeni formaları piyasaya sürmüştü. Dolayısıyla İngiliz takımları, oldkça önemli bir maddi kaynak yaratan forma satışını ateşlemek için genelde tarihteki herhangi bir başarıya atıf yapıyorlar. Bu forma ticaretinin sözümona "saf söğüşleme" olmasını engelliyor onlara göre. Ama aslında basit bir göz boyamadan başka bir şey değil. Özellikle klasikleşmiş tasarımlara sahip olan takımların (Arsenal, Liverpool, Manchester United, Newcastle United gibi) tasarımcılara verdikleri hareket alanı da çok az. Dolayısıyla bu her sezon yeni forma olarak bize sunulan ama bir önceki sezona göre aslında çok ufak değişikliklerin olduğu yepyeni bir 60-70 poundluk ürün çıkartıyor önümüze.

Dünya futbolunda forma satışının gittiği yerden çok da tatmin olmadığımı belirtmem lazım. Üstelik, belli sınırlarda yaratıcılıklarını kullanan bellibaşlı markaların egemenliğinden farklı olarak son Dünya Kupası belki de kupanın modern tarihinde en fazla farklı forma sponsoruna ev sahipliği bir turnuvaydı. Buna rağmen birbirine oldukça yakın olan forma tasarımları gereksiz bir pazar yaratmış durumda. İngiltere'de kaynağını bulan Casual Kültürü'nün etkisini 80'li yıllara göre oldukça kaybetmesi ve işin içine Uzakdoğu Pazarı'nın girmesiyle forma satışının kulüpler için çok büyük bir maddi kaynak haline gelmesi bir safhaya kadar anlaşılabilirdi.

Bana göre yapılması gereken kulübün standart forması üzerinde belirli periyodlarla değişiklikten kaçınıp (4-5 yıl gibi), 2 ve 3 numaralı formalarda bazı hamleler yapılması. Galatasaray ve Fenerbahçe ana hatları korumalarına rağmen (parçalı ve çubuklu), hemen her yıl piyasaya yeni bir forma sürdüler ve bunu genelde fubolcu transferleriyle paralel olarak götürdüler. Dolayısıyla günümüz formalarının içinden bir başka klasik çıkma şansını giderek azaltıyoruz. Zaten Liverpool ve Arsenal'in eskiye yöneliminin sebebi de biraz bu. Halbuki Manchester United kulübünde, Amerikalı patronlara karşı başlatılan hareketin en önemli parçalarından yeşil-sarı renklere sahip formanın 1892'den sonra gündeme geldiği yıl Cantona'lı yıllara denk geliyordu, yani çok gerilerde değildi. Borussia Dortmund'un uzun süre taşıdığı kolları siyah ve ön cephesi sarı olan forması 1990'ların sonlarında arz-ı endam eylemişti. Kulüpler bu formaları benimseyip uzun süre değişiklik yapmadılar. Bugünün ayak uydurulamayan değişim ortamında böyle bir efsanenin daha yaratılması imkan dahilinde görünmüyor. Zira kulüp takımlarının formaları, bilgisayar parçalarına benzemiş durumda.1 yıl sonra piyasanın eskisi haline geliyorlar.

JARI VE KAZU RAPORU

















10 gun once Jari Litmanen'in 39 yasina bakmadan attigi o muhtesem golle ele aldigimiz yazida takimi FC Lahti'nin Veikkausliiga'nin son sirasinda oldugunu ve bitime 4 hafta kala guvenli bolgeden 5 puan uzakta olduklarini yazmistik. Gectigimiz hafta kendi evlerinde 2-1 kazandilar ve 13. siradaki JJK maglup olunca puan farkini 2'ye indirdiler. 6 puan farkli lider HJK yuksek ihtimalle bu hafta sonu sampiyonlugunu ilan edecek. Litmanen ve arkadaslari ligde kalmak icin cabaliyorlar. Tabii belirtelim guvenli bolge derken 13.luk koltugunun dogrudan ligde kalma anlamina gelmedigini, 2. lig ikincisi ile play-off oynamak zorunda oldugunuzu hatirlatayim.





















Ondan soz acilmisken bir baska yasli kurta deginelim. Japonlarin kahramani "Kazu" yani Kazuyoshi Miura'dan. Ulkenin ilk uluslararasi futbol stari, 89 milli macta 55 gol atmis Kazu bugun 43 yasinda. Gectigimiz ay Fagiano Okayama'ya attigi gol onu Japon Ligi J-League tarihinin en yasli golcusu yapti. Golu attiginda 44 yasindan 5 ay 12 gun almisti. Yokohama FC ile 1. lige yukselme mucadelesi veriyor. Genc yeteneklere nasil yer ayiriyorsak bu adamlara da selami gondereli. Ikisi hakkindaki gelismeleri sezon sonuna kadar aktaracagiz.

28 Eylül 2010 Salı

TARİHİ YAZAN BİR MAÇ



20 Ağustosta yazdığımız Tarihi Yazan Bir Takım: 1990-91 Sampdoria yazısının içinde, Sampdoria'nın o sene şampiyonluk yolundaki ve belki de tüm kulüp tarihindeki en efsane maç olan Inter deplasmanıyla ilgili videoyu vereceğimizi söylemiştik. Bugüne kadar kaldı. Yukarıda o sene 2 takımın arasındaki maçların ikisi de var ve asıl bizim bahsettiğimiz maç ligin ikinci yarısındaki maç. Bunu sürekli tekrarlarım. Ömrüm boyunca izlediğim en iyi 2 maçtan birisi Euro 2000'deki Hollanda-İtalya diğeri de işte bu maçtır. Hani her rakip takımın zor durumlara düştüğü maçlarda "tecavüz"den bahsedilir ya, işte Inter bu maçta Sampdoria'yı cidden sürklase etmiştir. Maç boyu Sampdoria kalesine 24 şut atmıştır Inter ve 13 korner kullanmıştır. Sampdoria ise sadece 6 şut atıp 1 korner kullanmıştır. Zenga tek bir kurtarış yapmamıştır, Pagliuca ise Matthaus'un penaltısı dahil tam 14 şut kurtarmıştır. Maçı 2-0 kazanan Sampdoria daha sonra şampiyonluğa yürümüştür. Spikerin ağzından dökülen sözler her şeyin özetidir zaten: İnsanlar yıllar sonra şöyle diyecekler, oradaydım, o maçı izledim. Birçok kişiye göre bu maç sadece Serie A tarihinin değil, tüm bir futbol tarihinin en iyi maçıdır ki ben de yukarıda söylediğmi gibi bu görüşe katılanlardanımdır. Şöyle kapatayım, bu maçın 90 dakikalık kaydını bulanlara duacıyız.

CELTIC VIEW

























Birleşik Krallık tarihinin en eski resmi kulüp dergisi. Çıktığı tarihe dikkat 1 Ağustos 1965. Türkiye'de profesyonel anlamda ilk resmi kulüp dergisini çıkaran kulübün (Galatasaray) bunu 2002 yılı Haziranında başarabilmiş olması önemli bir gösterge. Celtic View çıktığında 4 sayfaydı sadece. Dikkat ederseniz sağ üstte 2 adet de reklam göreceksiniz. 45 yıl boyunca aralıksız her hafta çıktı Celtic View. Evet onu Türkiye'deki resmi yayınlardan ayıran bir başka özellik haftalık olması. Tabi yıllar geçtikçe sayfa sayısı da giderek arttı. Bugün 72 sayfalık bir dergi haline gelmiş durumda ve Birleşik Krallık çapında 60.000 okuyucusu var ki bu dalda da en yüksek rakam onların. Tabi her hafta 72 sayfalık bir dergiyi doldurma işi de ayrıca bir başarı. Üstelik Türk kulüplerinden farklı olarak Celtic bir "FC" yani spor kulübü değil futbol kulübü. Bizim dergilerdeki amatör sporlar sayfalarını tamamen çıkarın anlayacağınız. Derginin bugünkü fiyatı 3 pound. Türk lirası ile 7 YTL civarına denk geliyor. Şimdi bir hesap yapalım. Haftada 60.000 okuyucu 3 pounddan 180.000 pound ve yılda da 9 milyon 360 bin pound ediyor. Sadece kulüp dergisinden elde edilen rakam bu. Yani her sene dergi satışından elde edilen rakamla rahatlıkla iyi bir transfer yapılabilir. 1965'te çıkan derginin ilk editörü Jack McGinn'in sonradan Celtic kulübünün başkanlık koltuğuna oturmasına şaşırmamak gerek.
























Kulüp 2007 yılında 42 yıl boyunca yayınlanan dergilerden seçilmiş en iyi 100 kapak sayfasını içeren "The Best Of Celtic View" adında bir de toplama dergi yayınladı ki bu da 19.99 pounddan satışa sürüldü. Satış konusunda çok sıkıntı çektiklerini sanmıyorum. Pazar günü kilisede rahip bir gazlasa, kilise çıkışı tezgahı açıp "kafir protestan Rangers'a karşı çıkan Haçlı Süvarileri aşkına alın" diye bir bağırsan sırf 50.000 tane o gün satarsın. Son olarak belirtelim rekabetin diğer tarafının yayınının adı da "Rangers News"

27 Eylül 2010 Pazartesi

KAFAMA SIKAR GIDERIM


Fas Ligi'nde gectigimiz hafta sonu oynanan FAR Rabat-KAC Kenitra mucadelesi. Rabat kalecisi Khalid Askri, buyuk bir hata yaparak Bait'in golune engel olamiyor. Bu onun ilk hadisesi degil. 2 hafta once de Fas Kupasi'nda Maghreb Fez ile oynanan mucadelede penaltilara kalan macta buyuk bir hata yapmis. Rakip futbolcunun penaltisini ilk anda kurtarmis ve ayaga kalkarak sevinmeye baslamis, ancak hareketi bitmeyen top tingir mingir, done done iceri girmis ve macin hakemi gol karari vermisti (videosu asagida). Dunku gol de Askri icin son damla oldu. Hatayi yapar yapmaz "ben gidiyorum arkadas"diyerek, takim arkadaslarinin

YESIL MELEKLERIN DONUSU
















Bundan 6 ay önce Fransa Futbol tarihinin en çok şampiyonluk kazanan takımına baktığınızda zirvede tek bir takım oturuyordu. 10 şampiyonluk kazanmış olan St. Etienne. Ancak son şampiyonluğunu 1990’da elde etmesi sebebiyle, İngiliz futbol tarihinin en çok şampiyonluk kazanan takımı unvanını, Manchester United’la paylaşmak zorunda kalan 18 şampiyonluk sahibi Liverpool gibi, Marsilya’nın kazandığı 10. şampiyonluğu izlemek zorunda kaldılar. Zira, Fransa’nın orta kesimlerinde, Lyon’un komşusu olan Saint-Etienne şehrinin sakinleri son kez şampiyonluk gördüklerinde yıl 1981’di ve Michel Platini yeşil-beyazlıların formasını giyiyordu. O günden bu yana şampiyonluk görmeyi bırakın zirveye dahi yaklaşamadılar doğru dürüst. 10 gun once cumartesi günü Montpellier’i kendi evlerinde 3-0 mağlup edip günü lider kapattılar ve tam 28 yıl sonra Fransa Ligi’nde liderliğe oturdular. Ülke tarihinin en parıltılı takımının sevenleri için buruk bir sevinç olsa gerek. Cumartesi aksami da ezeli rakip Lyon'u deplasmanda 1-0 maglup edip geri donusu percinlediler.

St. Etienne’i Fransa’nın zirvesine oturtan dönem 1960’ların sonlarına rastlar. 1957’de, 1. lige yükseldikten 19 yıl sonra gelen şampiyonluk kulüp tarihinin ilk başarısıydı. 1961’de kulübün efsaneleri arasına adını yazdıran Roger Rocher’in başkanlık koltuğuna oturması bir başarı hikayesinin de başlangıcıydı. Takım 1 sene sonra 2. lige düşse de 1963’te geri döndü ve 1964’te de sürpriz bir şekilde Monaco’nun 3 puan önünde şampiyon oldu. Ardından 1967-70 arasında üstüste kazandıkları 4 şampiyonluk onları Fransa’nın yenilmez armadası haline getirdi. Ardından 70’lerde gelen 3 şampiyonluk ve Fransa kupalarının finali 1981’deki şampiyonlukla yapıldı. Takım 1962-81 yılları arasında 20 sezonda 10 şampiyonluk ve 6 Fransa Kupası kazanmıştı, dahası bu 20 sezonun 13’ünde en az 1 kupa kaldırmışlardı. Bu donemde, sonradan Fransa milli takımını çalıştıracak olan 2 isim Aime Jacquet ve Jacques Santini sırasıyla St. Etienne formasıyla büyük başarılar kazandılar. Ancak Jacquet’nin bu dönemin sonunda ezeli rakip O. Lyon’a gitmesi bugün dahi hala taraftarlar arasında isminin pek iyi anılarla hatırlanmamasına sebep olmuştur.

Tepeden iniş 1982 yılında başladı St. Etienne için. 20 yıl içinde orta karar bir takımı “süper güç” haline getiren başkan Rocher’in yaşadığı maddi sıkıntılar sonucu önce koltuğu bırakması sonra da soluğu hapiste alması kulübü tepetaklak etti. 1983’te gelen 14.lüğü 1984’teki küme düşüş takip etti. 2 yıl önce şampiyonluk turu atan kulübün bir alt lige düşüşü ve 20 yılda kurulan hegemonyanın 2 sezonda çöküşü kulübün aşağı inişini hızlandırdı. Bunu 1999’da futbolcuların ve kulüp yetkililerinin karıştığı pasaport skandalları ve küme düşürülüşler izledi. 2004’te Ligue 1’e döndüklerinden beri küme düşmediler. 2007-08 sezonunda 27 yıl sonra Avrupa kupalarına katılma hakkı elde ettiler. Geçtiğimiz sezon son maçta ligde kalmayı garantilemeleri geri dönüşün kısa süreceği sinyallerini vermişti ama bu sezona müthiş başladılar. 7 maçta 16 puan topladılar. Kariyerinin en iyi sezonunu geçiren 23 yaşındaki Dimitri Payet 7 golle krallık yarışında başta gidiyor. Kendi evlerinde oynadıkları 3 maçta da rakip kalelere 3 gol gönderdiler. 34 yaşında, geçen sezon küme düşen Grenoble’dan transfer edilen Laurent Batlles 10 numaralı formasıyla orta sahayı organize ediyor. Yanında yaş ortalaması 22 olan bir ekip var. Bunların arasında Laurent Blanc’ın milli takıma çağırdığı 23 yaşındaki Blaise Matuidi de var. Takımın uluslararası alanda en tanınmış ismi ise 31 yaşındaki Birleşik Amerikalı Carlos Bocanegra. Bocanegra takımın kadrosunda bulunan ve son dünya kupasında forma giymiş tek isim.

St. Etienne deyince, coğrafı açıdan da komşuları oldukları Olympique Lyon’la olan rekabetlerine de değinmek lazım. Bu 2 takım oldukça köklü bir rekabetin içindeler. Özellikle 2002 yılından bugüne kadar, Lyon’un kazandığı 7 şampiyonluk ve bu yıllarda St. Etienne’in iki lig arasında asansör takım hüviyetine bürünmesi çekişmeyi daha da kızıştırdı. 2006 yılında L’Equipe gazetesi St. Etienne’in 1967-70 yılları arasındaki performansını bir Fransız takımının futbol tarihindeki en parlak performans olarak nitelendirmişti. O tarihten sonra Lyon 2 şampiyonluk daha kazandı ve Şampiyonlar Ligi’nde yarı final oynadı. Dolayısıyla parlak performans konusunda ezeli rakibiyle çekişir duruma geldi. 2 takımın oynadığı maçlar büyük bir çekişmeye sahne alıyor. St. Etienne’in stadyumu Stade Geoffroy-Guichard ya da taraftarların taktığı lakapla “l'enfer vert” (Yeşil Cehennem), hem takımın formasını giymiş hem de 60’larda 3 şampiyonlukta teknik adam olarak görev yapmış Jean Snella’nın adının verildiği tribünlerde Green Angels (Yeşil Melekler) isimli taraftar grubuna ev sahipliği yapıyor. Green Angels ve kulübün bir başka baskın taraftar grubu Magic Fans, apolitik bir yapıya sahip olduklarından hem sağ görüşün yaygın olduğu PSG’nin Boulogne Boys hem de sol görüşün ağırlıkta olduğu Marsilya'nın Ultras Marseille taraftar grubuyla da çekişiyorlar. Ama asıl rakipleri Lyon’un taraftar grupları Bad Gones 1987 ve Lugdunum’s Lions. Bu taraftar gruplarının tümü 90’ların başında faaliyete geçtiler. Ama burada oldukça ilginç bir görüntü var. St. Etienne 10 yıldır Lyon’u ligde mağlup edemiyor. 14 Nisan 2000’de 0-0 biten maçtan beri yeşil- beyazlılar 4 beraberlik ve 7 mağlubiyet aldılar.

Kapatırken ligin bu seneki sürprizlerinden, 2.ligden gelmiş Caen’e de değinelim. İlk 7 haftada Auxerre, O.Lyon, Bordeaux, Marsilya ve Montpellier gibi ligin kalbur üstü ekipleriyle oynayan Caen sadece 1 mağlubiyet aldı ve zirve yarışına şimdilik dahil durumda.

26 Eylül 2010 Pazar

UEFA'NIN ZENGIN ETTIGI 40 KULUP

















Gectigimiz yil Sampiyonlar Ligi ve Avrupa Ligi'nde mucadele eden takimlarin, UEFA'dan elde ettikleri gelire gore siralamalari. Listenin ortaya cikardigi en onemli gercek Sampiyonlar Ligi ile Avrupa Ligi arasinda buyuk bir ucurum olmasi. Avrupa Ligi sampiyonu Atletico Madrid kendisine ancak 18. sirada yer bulurken, sadece Avrupa Ligi'nde mucadele etmis takimlardan en fazla para kazanan Fulham 30. siradan listeye girmis. Tum listede Sampiyonlar Ligi'nden gecmis 33, Avrupa Ligi'nde mucadele etmis 7 takim var. Bu arada Quaresma'nin parasinin kaynagi da asagi yukari belli olmustur.

1-Inter: 48.759 milyon euro (sampiyonluktan gelen 9 milyon, TV gelirleri 19.559, tum puanlardan gelen 29.2 milyon euro)

2-Manchester United: 45.811 milyon euro (ceyrek finale gelmelerine ragmen en cok TV geliri onlarindi 28.811 milyon euro)

3-Bayern Munich: 44.862 milyon euro (19.462 milyon euro Tv geliri, 25.4 milyon euro odul parasi)

4-Barcelona: 39.061 milyon euro (18.461 milyon euro TV geliri)

5-Arsenal: 33.359 milyon euro (17 milyon euro odul parasi, 16.359 milyon euro TV geliri)

6-Chelsea: 32.167 milyon euro (18.067 milyon euro TV geliri)

7-Liverpool: 31.852 milyon euro (grup maclarinda elenince 9 milyon euro odulle yetindiler ama daha sonra Avrupa Ligi'ndeki maclardan da 2.975 milyon euro gelir elde ettiler)

8-Bordeaux: 29.74 milyon euro (11.94 milyon euro TV geliri, 17.8 milyon euro odul parasi)

9-O. Lyon: 29.06 milyon euro (yari finale yukselmelerine ragmen 8.06 milyon euroluk TV gelirine razi oldular)

10-Wolfsburg:28.197 milyon euro (2.191 milyon euro Avrupa Ligi'nden geldi)

11-Olympiakos: 27.694 milyon euro (14.794 milyon euro gibi hatiri sayilir bir TV geliri)

12-Real Madrid: 26.825 milyon euro (odul parasi sadece 10.7 milyon euroda kaldi)

13-Sevilla: 24.373 milyon euro

14-Milan: 23.766 milyon euro

15-VfB Stuttgart: 23.346 milyon euro

16-Fiorentina: 22.431 milyon euro

17-Juventus: 22.247 milyon euro (grup maclarinda turnuvaya veda etmelerine ragmen TV gelirlerinden11.952 milyon euro kazandilar)

18-Atletico Madrid: 21.617 milyon euro (Avrupa Ligi sampiyonu, Sampiyonlar Ligi'nden 8.3 Avrupa Ligi'nden 6.538 milyon euro kazandi)

19-Besiktas: 21.116 milyon euro (Turkiye'nin TV geliri havuzunun 12.816 milyon eurosunu aldilar)

20-CSKA Moscow: 20.992 milyon euro



















21-Porto: 18.734 milyon euro

22-Unirea Urziceni: 18.188 milyon euro

23-O. Marseille: 17.7 milyon euro

24-Rangers: 17.724 milyon euro

25-AZ: 16.278 milyon euro

26-Rubin Kazan: 14.344 milyon euro

27-Standard Liege: 12.438 milyon euro

28-Dynamo Kiev: 12.322 milyon euro

29-FC Zurich: 10.242 milyon euro

30-Fulham: 10.010 milyon euro (2 milyon euro Avrupa Ligi finalistlik odulu)

31-APOEL: 10 milyon euro

32-Debrecen: 8.966 milyon euro (Sampiyonlar Ligi'nde puan alamadilar ve odul parasi odenmedi, ancak 1.866 milyon euroluk bir TV gelirleri oldu)

33-Macabi Haifa: 8.53 milyon euro

34-Hamburg: 7.472 milyon euro

35-Werder Bremen: 6.629 milyon euro

36-Fenerbahce: 4.954 milyon euro (3.724 milyon euro TV geliri)

37-Galatasaray:4.894 milyon euro (3.274 milyon euro TV geliri)

38-Everton: 4.763 milyon euro

39-Valencia: 4.745 milyon euro

40-Hertha Berlin: 4.16 milyon euro

ALTIN YEDEK GIULIANO VICTOR DE PAULA



















2006 yilindan sonra ikinci kez Libertadores Kupasi'ni kazandi Internacional gectigimiz ay. O sampiyonluktan bir oyuncuya dikkat cekmek istedim. Internacional'in en cok gol atan oyuncusu Giuliano. Ancak soyle bir istisnai durumu var ki kendisi bir orta saha oyuncusu ve ozelikle gruplar sonrasindaki eleme maclarinin tamamini yedek kulubesinde gecirdi. Giuliano grup maclarinin tumunde sahadaydi ve 2 gol kaydetti. Ancak eliminasyon turlarina gecildikten sonra yedek kulubesine mahkum oldu. 2. turdaki Banfield maclarinda sadece 10 dakika forma giydi. Estudiantes maclarinin ikisinde de bitime yakin oyuna girdi ve 1 gol kaydetti. Yari finalde Sao Paulo ile oynanan macta oyuna girdikten 3 dakika sonra rakip aglari sarsti. Final serisinde Guadalajara karsisinda 2 macta da golu verdi ve sadece ilk macta ilk onbirde sahadaydi. Sonucta gruplar sonrasi takiminin oynadigi toplam 8 macta 1 kez ilkonbirde oynadi ve takiminin kupadaki son 5 macinda 450 dakikanin sadece 170'inde forma giydi ve buna ragmen takiminin en cok gol atan ismi oldu. Milli takimda gelecegi ne olur ama2012 Londra Olimpiyatlari'nde yuksek ihtimalle yer alacak. 20 yasindaki Brezilyali, 2008 yilinda Parana'dan transfer edildi. Bu cizgiyi surdururse Avrupa'ya yelken acisi erkene alinabilir.

FLYING DUTCHMAN'IN SEYİR DEFTERİ-45





















Sampiyonlar Ligi'nde bu sezon 3 takimi mucadele eden Londra sehri bu alanda bir rekorun sahibi olmustur. Arsenal, Chelsea ve Tottenham Hotspur Londra'nin sahip oldugu bu unvanin altina imza atmislardir. Sampiyonlar Ligi tarihinde, takimlari mucadele eden sehirler ve su anki ulke kontenjanlari ele alindiginda Rusya bu unvani zorlayacak tek ulke gibi gorunmektedir. Moskova sehri bugune dek Spartak, CSKA ve Locomotiv Moscow takimlari Devler Ligi'ne sokmus ancak bunlar farkli zamanlarda sahne almislardir.

Seyir defteri

23 Eylül 2010 Perşembe

TOP TOPLAYICIDAN GIDER



Dun aksam Belcika Ligi'nde oynanan Lierse-Anderlecht maci. Anderlecht kalecisi Silvio Proto topu kendisine cabuk vermeyen top toplayicisinin yanina gidip topu aliyor, sonra da yanindan gecerken soyleniyor. Ufakligin tepkisinin tam karsIligi "gider". Proto'ya bir seyler soyluyor, sonra da "bi durum mu var yegenim" turu hareketler yapiyor, sahadan cikarken de protesto alkisi gonderiyor/ Proto bugun yaptigi aciklamada, "top toplayici cocuk bana o..pu cocugu dedi" diye kendini savunmus. Ote yandan kahramanimiz Damon'in babasi da olaya dahil olup "benim oglum oyle sey yapmaz, zaten mac sonunda hemen yanima gelip yanlis bir sey yapmadigini soyledi" diye oglunu korumus. Ne olursa olsun ufakligin kafa tutusu enfesmis.

FUTBOLDA ROMANTIZM, REALIZM VE UZERINDEKI TARTISMA



















Turk futbol tartisma platformunun (underground olaninin) yeni ugras konusu bu. Futbolda romantizm. Uzerinde cok uzun uzadiya kelam etmeden, derinlemesine tartismanin gereksiz olduguna deginip birkac noktaya kendi fikirlerime gore aciklik getirmeye calisacagim. Bir kere "romantizm"in sozluk anlamina bakarsak farkli tanimlarla karslilasiyoruz. Ancak romantizm Victor Hugo'ya gore "insanin yaraticiliginin onundeki her seye karsi durmasi, dus gucunu ve yaraticiligini hayata gecirmesidir". Bu anlamdaki romantizmin futbola uyarlanmasi baslibasina bir meziyettir dolayisiyla. Insanoglunun gerek futbolu yorumlarken gerekse de bizzat futbolu oynarken bu ilkelere bagli kalmasi olmasi gereken hatta arzulanan olmalidir, dolayisiyla insanlik tarihinin en onemli edebiyatcilarindan Victor Hugo'nun gozundeki romantizmin futboldaki izdusumu cok asil bir dusunce bicimini sergilemektedir. Yani bir kisimin hatali olarak yaptigi gibi realizmin karsisinda yer almaz, tam tersine bir hayat felsefesini ifade eder.

Rousseau'nun basini cektigi Fransiz Aydinlanmasi'nda ise romantizm dogal fenomenleri aracisiz bicimde algilamayi ongorur ve ictenligi, tutkuyu destekler. Gunumuz futbol dunyasindaki romantiklerin genelde etrafinda toplandigi fikirlerden birisi de budur ve yine elestiri konusunda dikkatlice hareket edilmesi gereken bir alandir. Zira futbolun tutku ve ictenlikle yapilmasi sadece bu goruse sahip insanlarin pesinde kostugu bir ideal degil, hepimizin savundugu bir gorustur.

Romantizm ile realizmin birbirinden ayrildigi nokta ilkinin, akil yoluyla ortaya cikarilmis rasyonel verilerin, aslinda saf olan degerleri ve hamligi kirlettigi, dolasiyisiyla sezgi ve duygunun daha fazla one cikarildigi bir felsefeyi savunmasi, ikincisinin de rasyonel, saf aklin savunucusu olmasidir. Romantizm bunun karsisinda artistik dusunceyi ve guzele ulasmak icin bilimsel gerceklerin degil, dogadan gelen gudulerin kullanilmasi gerektigini savunmustur.

Aslinda buraya kadar kabaca anlattiklarimiz, uzerinde tartisma yaptigimiz kavramlari tanimlama konusunda bazi problemler yasadigimizi gosteriyor. Ornegin gunumuzde kendini futbolun romantizmine gonul vermis insanlari "gecmise takili kalmakla" damgalamanin pek elle tutulur bir yani olmadigini da gormus oluyoruz. Romantizm bir hayalperestlik, bir utopya pesinde kosmak degildir, sinirlari cizilmis, tamamiyle rasyonel matematik verilerin sonucunda ortaya atilan felsefelere bir baskaldiridir. 119. dakikada 1-0 one gectigi maci ceviren milli takim Victor Hugo'nun belirttigi yaraticiligin sinirlarini zorlayan bir romantizm sovu gostermistir mesela. Ya da Dunya Kupasi'ni kazanan Xavi'nin "biz futbolun son romantikleriyiz" lafinin arkasinda gerceklerden kopus degil mekanik dusunceye karsi bir isyan vardir. Bir insani birakin futbolu birakmaya, intiharin esigine getirecek safhalardan gecmis Cantona'nin sahalara donusu insan vucudunun rasyonel dogasina karsi koyarak tutku ve yaraticiligi birlestiren Ryan Giggs'in hikayesinde de vardir bu. Yani gerceklerden kopus degil, kabul edilmis kaidelere bir baskaldiridir bir bakima. Kucuk kaideleri bozan buyuk istisnalar gibi.

Ancak bu konuda yapilan onemli yanlislardan birisi, gunumuz futbol romantiklerinin futbolun gelisimi ve evrimine ayak uydurmayip hayal dunyasinda yasadiklaridir ki burada da onemli bir yanlis vardir. Romantizm ve Utopizm bir kez daha birbirine karistirilir, Hollanda Milli Takimi'nin 2010 Dunya Kupasi'ndaki futboluna bakip "Total Futbolun Torunlarindan Dedelerine Ihanet" temali yazilar yazmak bir romantizm disavurumu degil, futbolun dogal evriminden kopmus ve gerceklere sirtini donmus bir ifadedir.

Ote yandan hem siyasi hem de sosyal hayatta felsefelerin birbirine bu denli gectigi bir cagda, sahislarin olaylara yaklasimi da degiskenlik gosterebilir. Ornegin bu meshur tartisma Jose Mourinho'yu bir kaliba sokabilir mi? Mourinho gordugumuz en gercekci, (basina yaptigi flas aciklamalari degil takimlarinin saha ici performansini ele alirsak) ayaklari yere en saglam basan hocalardan beri degil midir? Peki ayni adamin tutkulu olmadigini soyleyebilir miyiz?

Sonuc olarak futbol dunyasini bir suredir mesgul eden bu tartisma bana gore asil tartisilmasi gereken seyleri golgede biraktigi gibi kavramlarin da yanlis tanimlanmasiyla bastan problemli dogmustur. Dolayisiyla daha iyi yaptigimiz sey olan icerigi tartismak ve birbirinden beslenerek futbolu yorumlamak daha mantikli bir secim olacaktir.

TOP 10 COCUK ROMANI

























Sahsim adina konusayim, bugunku hayal gucumun, olaylara bakisimin, sadece edebiyat, muzik sinema veya herhangi bir sanat dalini yorumlayisimda degil sportif hadiselere olan bakisimin da gelismesinde Jules Verne'in payini vermem gerekir. 1905 yilinda hayata veda etmis ve romanlarini 19. yuzyilin ikinci yarisinda bize ulastirmis bu Fransiz yazar bugun sadece kitaplarini sinemaya uyarlayan yapimcilari degil bilim adamlarini dahi etkilemistir zira ortada yazdigi konularla ilgili cok az teknolojik imkan varken fantastik roman dalinda nice saheserler ortaya koymustur. Sonucta debut romani "Balonda 5 Hafta" olan bir adamdan bahsediyoruz. En unlu romanlari 1960-80 arasindaki 20 yilda gelen bu ustaya selam gondererek cocuklugu sekillendiren ve alip uzak yerlere goturen 10 tane romani suraya atayim dedim.

1-Denizler Altinda 20.000 Fersah: Roman bir yana "Fersah" kelimesini ilk duydugum kitap budur. Orijinali "Vingt Mille Lieues Sous Les Mers"dir. Kaptan Nemo ve Nautilus oyle eskimeyen 2 metafordur ki 21. yuzyilda cekilen filmlerde dahi bir populer kultur ikonu olarak kullanilmistir. Ned Land da cocuklugun ilk kahramanlarindandir.

2-Pal Sokagi Cocuklari: Budapeste sokaklarinda birbiriyle mucadele eden 2 cocuk cetesi. Bugun, Budapeste'de bir de heykeli bulunan roman Emo Nemecsek'in uzerine kurulu Ferenc Molnar'in yazdigi roman cocuk edebiyatinda bir klasiktir. Roman okurken insan yikima ugrar mi? Canim Kardesim filminin sonu nasil etki birakirsa Pal Sokagi Cocuklari da oyle etki birakir iste.

3-Define Adasi: Benim icin cocuk romaninda klasik edebiyata kopru kuran roman budur. Robert Louis Stevenson'in kurdugu muthis dunya Kaptan Flint, Billy Bones, Blind Pew ve tabii ki Long John Silver, Defalarca filme cevrilen bu romandan uyarlanmis enfes de bir Running Wild sarkisi vardir.

4-Esrarli Ada: Jules Verne boyle bir adamdir iste. Bir kitabinin ucunu oburune baglar. 1 numaradaki kitapta anlatilan Kaptan Nemo'nun gizeminin cozulmesi icin bu kitabi okumak gerekir. 5 kisi ve 1 kopegin kazara dustukleri adada gecirdikleri zamani anlatan roman da defalarca TVýe uyarlanmistir.

5-Seker Portakali: City of God'dan yillar once baska bir Brezilya hikayesi bizi can evimizden vurmustur aslinda. Kucuk Zeze benzer isimli futbolcu adayi yasitlarina benzemez, hikayesi aciklidir, hayati zordur, okumasi zordur. Yazar Jose Mauro de Vasconcelos.



















6-Cocuk Kalbi: Biz cok fakirdik Gulcan'in cocuk romani versiyonu. Edmondo de Amicis kendi oglunun hikayesini anlattigi romanda bas kahraman Enrico'yu fakirlikten getirip karsimiza diker. Efsaneye gore 2, 5 ve 6 numarayi beraber okuyan genclerin toplu intiharlara suruklendigi, gunumuzde ise emoya donustugune rastlanmistir.

7-Pinokyo: Aslinda bu da tahta oyuncaklar aleminin Kucuk Emrah'idir. Gelen kaziklar giden kaziklar kitapta. Aslinda esaslisindan bir yol hikayesidir zira Pinokyonun yolculugunda karsisina cikmayan kalmaz. Bir ara insan olayim derken esek de olur sanirim yanlis hatirlamiyorsam. Romani yazan Carlo Collodi'nin geceleri 2 tek atip kalemi eline aldigi konusunda suphelerim vardir.

8-Fareli Koyun Kavalcisi: Sonu Kore filmlerine benzeyen bir hikayedir Pied Piper of Hamelin. Bir kere yazari yoktur nesilden nesile anlatilan br efsanedir. Farelerden yaka silken bir koye gelip kavaliyla (aslinda flut de denilebilir) butun fareleri denize doken gizemli kavalci parasini alamayinca kizip koyun cocuklarini alarak daga kacirir. Romanla ilgili bircok degisik son aktarilmistir. Bir versiyonda geride bacagi sakat bir cocuk kalirken bir baska versiyonda geride 1 kor ve 1 sagir cocuk da kalir. Bir baska versiyonda ise Kavalci butun cocuklari irmakta bogar (bu kesin Kore versiyonudur). Kavalcinin aslinda seri katil olduguna dair iddialar da yok degildir. Dolayisiyla geride kalan sakat cocuk gelen haberler uzerine gotu kurtardigina sevinmistir.

9-Arzin Merkezine Seyahat: Jules Verne'in listedeki hat-tricki. Kariyerinin ikinci romani. Alman profesor Otto Lidenbrock kafayi siyirip yegeni Azel ve hizmetcisi Marta'yi alarak Izlanda'daki Snæfellsjökull dagindan iceri dalar. Dunyanin merkezine gidecektir. Profesor yolculuk boyunca bilim adina mucadele ederken yegeni Axel donuste evlenecegi nisanlisi Grauben'i dusunerek bizi sinirlendirir. Gerisi spoiler.

10-Diyet: Requiem For a Dream tadinda romandir Omer Seyfettin'in "Diyet"i. Koca Ali delikanli adamdir, iftiraya kurban gider, ceza olarak kolu kesilecekken Haci Mehmet adindaki bir dangoz onu kurtarir ama kolunun diyetini odedigini her firsatta belirterek Koca Ali'yi canindan bezdirir. Koca Ali de sonunda bir gun dayanamaz, "al ulan diyetini"diyerek kendi kolunu keser, olay yerinden kan kaybederek uzaklasir. Haci Mehmet ardindan ateist olur.....Yani ne bileyim olmustur herhalde....O ayri da cocuga boyle kitap okutulur mu yahu...

CRUIJFF GEZEGENI
















Dunden beri Hollanda basininda Cruijff'la ilgili tepkileri aktardik adami sevindiren bir adam verelim. Zaten dun engelli cocuklarin da spor yapmasina olanak veren spor okulunun acilisinda dahi konu donup dolasip Ajax elestirilerine geldi ve Cruijff "Ajax'a hizmete her zaman hazirim" turundebir zeytin dali uzatti kulubune. Hatirlarsaniz Cruijff 2008 yilinda Marco van Basten'in teknik direktorluk gorevine gelmesi ile Sportif Direktorluk koltuguna oturmus ama Van Basten'le yasadigi gerginlik sonucu gorevi sadece birkac hafta surmustu.

Cruijff'a iyi haber dunyadan degil uzaydan geldi. Uluslararasi Astronomi Birligi, 14.282 numarali gezegene Johan Cruijff isminin verildigini acikladi. Cruijff gezegeni Mars ve Jupiter gezegenleri arasinda bulunuyor ve gunes etrafindaki donusunu 5 yil 3 ay 18 gunde tamamliyor. Boylece Hollandali dunya tarihinde bir gezegene adini veren ucuncu futbolcu oldu. Daha once Orta Avrupa futbolunun efsanesi Josef "Pepi"Bican ve Macar Ferenc Puskas'in isimleri gezegenlere verilmisti.

DIL ALMAN, HOCA ITALYAN, ULKE BELCIKA....


















Futbolda teknik kadro ile futbolcularin arasindaki iletisimin ve teknik adamin soylediklerinin futbolculara tamamiyle dogru aktarilmasinin ne kadar onemli oldugunu daha once bircok yazida ve hatta son 1,5 sezonda Rijkaard ile tercumanlarinin macerasina deginerek belirttik. Bu ortamin eksikliginin nelere yol acacagi konusunda cok guncel bir ornek verelim. Belcika Ligi'nde 8 hafta geride kalmisken 7 maglubiyet ve sadece 1 puan alan K.A.S. Eupen'den. Ama oncesini anlatalim.

Eupen Belcika futbol tarihinde, Almanca konusulan bir bolgeden gelip Jupiler League'de oynama hakki kazanan ilk takim. Eupen sehri Alanya'nin Aachen kentine 15 kilometre uzaklikta ve bolgenin yerel dili Almanca. Boylece daha cok Fransizca ve Hollandaca dillerinin hakim oldugu bu ulkede aslinda bir baska dilin daha konusulduguna dikkat cekelim. Eupen kentinin 18.000 nufusuna dahil oln insanlari kendi takimlarinin maclarindan cok, yakindaki Koln'un maclarina istirak ediyorlardi. Bu takim Ekim 2008 yilinda Belcika 2. Ligi'nin dibindeydi ve guvenli bolgeye 5 pun uzakliktaydi. Ta ki Italyan isadami Antonio Imborgia kulubu satin alana kadar. Imborgia 1980'lerde bircok Italyan kulubunde futbol oynadiktan sonra futbolcu menajeri olmus, Batistuta ile calismis sonra da Como, Genoa ve Piacenza gibi kuluplerin sportif direktorlugunu yapmisti.

2008 yilinda Belcika'dan bir takim almak icin ulkeye gitti Imborgia. Charleroi, Tournai gibi takimlara talip oldu ama sonunda Eupen yoneticileri ile fiyatta anlasildi. Imborgia stadyum yenilemesi de dahil olmak uzere ilk anda 3 milyon euroluk odemeyle kulubu satin aldi, ardindan da Italya kuluplerinde tutunamayan bir dolu genc oyuncuyu kulube getirdi. Takim once kume dusmekten kurtuldu, ardindan da gectigimiz yil yukselme play-offlarina kalip finalde Roulers'i 3-0 maglup ederek Jupiler League'e yukseldi. Ornegin finaldeki 3 golu de atan 22 yasindaki Fransiz Mathias Lepiller Fiorentina'dan kiralik. Bu Belcika'daki ilk bir ulkeye yogunlasmis oyuncu yatirimi degil. Daha once Beveren Arsenal'le yaptigi anlasma cercevesinde bircok Fildisili oyuncuyu takima getirmis, Mouscron da La Liga'ya yonelmisti. Bu kuluplerden ilki iflasin esigine geldi, digeri ise gectigimiz yil kepenkleri kapatti.

Imborgia'nin kendisi de pek saglam ayakkabi degil. 2002 yilinda adi Como ile Sampdoria arasinda oynanan bir mac nedeniyle sike iddialarina karismisti ki bu iddialarda suc ortagi olarak bugun Juventus'un genel menajeri olan ama o gunlerde Samprdoia'da ayni koltugu dolduran Giuseppe Marotta gosteriliyordu.

Gelelim giriste anlattigimiz konuya. Kulubun sahibi Italyan olunca hocanin da ayni milliyetten olmasi kacinilmaz tabii. Ama ortada bir sorun var. Belcikali futbolcular Eziolino Capuano'yu anlamiyorlar. Hani dediklerini yapamiyorlar anlaminda degil, dupeduz dediklerini anlamiyorlar. Kariyerinde Italyan alt liglerinde bircok takim calistirmis olan Capuano sadece Italyanca biliyor. Eski FC Utrecht'li Kevin Vandenbergh Belcika basinina verdigi demecte "hoca bir seyler anlatiyor ama anlamiyorum, bereket Italyancada Fransizcaya benzeyen yerler var ki bir seyler kapiyorum"diye konustu. Capuano antrenmanda dizilisi veya taktgi sahay cizip 3-4 tane de evrensel kelime kullaninca (defans, atak gibi) anlasiliyormus ama bunun disinda iletisim sifir. E sonuc 8 macta 7 maglubiyet olur tabii. Bu ise bir care bulamazlarsa o 7 maglubiyet olur 25 maglubiyet, Imborgia'nin paralari da sokaga atilmis olur. Ha diyeceksiniz ki "bu takimda bir tercuman yok mu arkadas?" ben de "bizde vardi da ne oldu?" diyecegim.

22 Eylül 2010 Çarşamba

DRAGON ONTHE SEA



Oyle bir adam ki Arjen Lucassen, muzik tarihinde ondan daha iyi konsept album yapabilen bir adama rastlamadim. Uzay temali bir albumunu dinlerken uzay boslugunda dolasiyormus, insan hayatini dogdugu andan olumune kadar anlatan bir album yaptiginda o hayati basamaklariyla beraber takip ediyormus, orta cag ile ilgili bir album yaptiginda orta cag kalelerinde dolasiyormus hissi veren bir adam. 2 albumden olusan Universal Migrator calismasinin ilk albumu The Dream Sequencer'da yer alan, Lana Lane'in vokalleri devraldigi enfes eser Dragon on The Sea...Lucassen gunumuzun en buyuk progresif rock-metal sanatcilarindan birisi. Ayreon projesindeki her bir albumu saheser statusune koyuyorum.

1000 AH VE CRUIJFF


















Cruijff"un dun aktardigimiz aciklamalarindan sonra Hollanda basinina yansiyan tepkiler.

Feyenoord kulup ikonu Coen Moulijn'in kendi kulubunu boyle kucuk dusurdugune hic rastlamadim.

Martin Jol, Ajax teknik direktoru

Johan biraz cenesini kapamali ve Barcelona ile Ajax'i elestirmeye bir son vermeli.

Sjaak Swart, Cruijff'un Ajax'tan takim ve oda arkadasi.

Cruijff'u artik ciddiye alasim gelmiyor.

Wesley Sneijder, Inter ve Hollanda milli takim oyuncusu.

Cruijff artik gecmis yillara takili kalmayi birakip etrafinda olup bitenleri anlamaya calismali.

Mark van Bommel, Bayern Munich ve Hollanda milli takimi kaptani.

Cruijff, cep telefonuna bile karsi olan bir buyukbabaya benzedi, 70'lerde takili kalmis bir yeni nesil dusmani, kamera sakasi gibi.

Adi aciklanmayan bir Hollanda milli takim oyuncusu

Cruijff gecmiste yasiyor. Bu saatten sonra bana ne ogretecek. Sampiyonlar Ligi finalinde nasil 4-0 kaybedilecegini mi?

Jose Mourinho, Real Madrid teknik direktoru (bu aciklamayi Cruijff'un dunku sozleri icin degil daha once yapmistir).

21 Eylül 2010 Salı

CAGLIARI 1969-70









1969-70 Serie A şampiyonu Cagliari

SARI FARE KOCADI

















Insanoglunun ozelligidir kendi yaptigi seyleri yuceltip yapamadigi ya da yapmaktan pisman oldugu seyleri kotulemek. Buna bir de yaslilarin kendi zamanlarinda yaptiklari seyleri ovup yeni nesilin eserlerini yerme aliskanligi eklenir. Hele soz konusu yasi ilerlemis insanlar gecmislerinde bir seyler basarmislarsa yenilerin yaptiklarini begenmeleri daha da zorlasir. Gunumuz futbolcu eskileri ve tecrubeli yazarlarin yaptiklari yorumlarin cogunda bunun bir etkisi oldugunu dusunuyorum. Bunda gunumuzde hizla evrimlesen futbolu yorumlama konusunda basari gosterememelerinin etkisi de var. Kendi donemlerinde "iyi" olarak nitelenen ama bugun tedavulden kalkmis futbol yapisina surekli ovgu yapmak ve gunumuz futbolunun ortaya cikardigi "iyileri" kucumsemek bu toplulugun en cok basvurdugu yollardan birisi. UEFA baskani Platini kendi donemindeki futbolu yuceltiyor, bircok eski futbolcu kendi donemlerinde futbol sahalarinin bugunku kadar modern olmadigindan dem vurup kend donemlerindeki yildizlarin bugunkulerin sahip oldugu imkanlara sahip olmadigini tekrarlayip duruyor. Duayen olarak nitelenen bazilarina gore ise zaten Messi adam degil, 1990'dan beri oynanan tum uluslararasi turnuvalar rezalet.

63 yasindaki Johan Cruijff da hafiften bu sendromun etkilerini gostermeye basladi. Cruijff Hollanda'nin en cok satan gazetesi De Telegraaf'da kendisine ayrilan kosede yazdigi makalede, bugunku Ajax'in 1965 yilinda Rinus Michels goreve gelmeden onceki Ajax'dan bile daha kotu durumda oldugunu ileri surdu ve kulubun duzelmesi icin herkesin gorevi birakmasi gerektigini ileri surdu. "Futbolcular birbirlerine arka arkaya 3 pas vermekten aciz, kulubun her kisminda trajedi var, finanstan, egitime, scout calismalarindan transfr calismalarina ve sahadaki futbola kadar, Real Madrid macindaki futboldan utandim" onun yazisindaki zirve noktalari.

Peki Cruijff neden 1965 oncesindeki Ajaxá atif yapiyor? Sebebi su. 1964-65 sezonu Ajax kulup tarihinin en karanlik yilidir. 16 takimli ligde 13. olan Ajax kume dusmekten kurtulmus, ligin son 8 macinda tek bir galibiyet dahi alamamis ve 30 macta 26 puan alip +1 averajla ligi bitirmistir. Sezonu ezeli rakip Feyenoord sampiyon olarak tamamlarken Rotterdam'daki Feyenoord-Ajax macini ev sahibi 9-4 kazanarak Ajax tarihine kara bir damga vurmustur. Nitekim bu facia yil, Ajax'in durdurulamayan yukselisine de sebep olmus, efsane yillari yaratan baskan Jaap van Praag, teknik direktor Rinus Michels ve Johan Cruijff'un tabloya dahil olmasini beraberinde getirmistir.

Ajax yonetimi bugun yaptigi aciklamada Cruijff her ne kadar kulup icin bir idol olsa da tepkiliydi. Yillar sonra Sampiyonlar Ligi'ne girmis ve gectigimiz yil son 14 macini kazanarak 85 puan toplayip rakip kaleye 106 gol gondermis bir takim, ustunse ustluk yillar sonra sahaya cikardigi onbirlerde 7-8 altyapi oyuncusu bir takim, kume dusmekten kurtulmus bir takimdan daha kotu olarak degerlendirilince kulup Cruijff'un gerceklerden uzaklastigi ve mantiksizliga dustugunu belirten bir aciklama yapti.

Cruijff belki Ajax gibi bir takimin hucum hattinda tamamen yabancilardan olusmasi konusunda hakli olabilir ama bana giriste anlattigim yaslilik ve yeniyi yerme hastaliginin pencesine dusmus gibi geliyor.


20 Eylül 2010 Pazartesi

KÜÇÜLEN BİR DEV-1



















Feyenoord'un 11 yildir sampiyonluktan uzak kalmasi ve maddi sikintilarin da etkisiyle yasadigi gerilemeyi kapsamli bir yaziyla anlatacagiz. Gectigimiz yil, 2002'de UEFA Kupasi'ni kazanan takimin yardimci hoca koltugunda oturan Mario Been'in goreve kurtarici sifatiyla getirilmesi kotu gidise dur denecegi yonunda bir inanc olusturmustu. Ancak ilk 6 hafta sonunda tablo yine karanlik. Feyenoord, 1965 yilinda baslayan Eredivisie tarihinde ilk kez oynadigi 6 macin yarisini kaybetti. Kulup tarihinin en kotu baslangic raporunda dorduncu siraya oturdu bu baslangic. Zaten ikinci sirada da 2 sezon once Gertjan Verbeek'le yapilan baslangicin olmasi Feyenoord'un son yillardaki cokusunun bir gostergesi. Been'in takimi Ajax maglubiyeti disinda Excelsior'a 3-2, NAC Breda'ya da 2-0 kaybetti. Utrecht'i 3-1, Vitesse'yi de 4-0 maglup etti ve Heracles ile 1-1 berabere kaldi. Feyenoord tarihinin en kotu sezon baslangici bir baska Verbeek, 2010 Dunya Kupasi'nda Avustralya'nin basinda olan Pim Verbeek'e ait. Kulup tarihinin en kotu 5 baslangicinin raporu asagida.


ASİSTLER ŞIRNAK'A



12 dev adam sayesinde leziz maçlar izlerken 14. Dev Adam diye bir yazı dolanmaya başladı internette. Hidayet'i keşfeden transeksüel hocanın ilginç hikayesiydi. Ülkedeki tabuların yapılan güzel işlerin önüne geçmesinin bir başka örneğiydi Yılmaz Özdil'in gündeme getirdiği hikaye.

Transeksüellikten çok Leyla Çalışkan'ın adanmışlığı ilgimi çekti. Ne de güzel bir şey olsa gerek, sevdiğin işi yaparken yetenekli çocukları keşfedip onları da hayatta mutlu kılacak işlere yönlendirmek... Transeksüellik bunun mezesi, önyargılara istemsizce, artniyetsizce yapılan bir saldırıdan başka bir şey değildi bu konuda. "Gördünüz mü, cinsel tercihlerinden bağımsız olarak insanlar güzel işler çıkarabilir"in kimilerince basit kimilerince sansasyonel kanıtıydı.

Zaman geçti, bir başka posta düştü kutuma. Sosyal sorumluluk projeleri kafamda hep soru işareti olsa da, birbirimiz için yapabileceğimiz basit güzellikler, "sosyal sorumluluk projesi" gibi kavramsallaştırılarak içi boşaltılmadan da mümkün olabilirdi elbette. Yaşamımızda -vicdan rahatlatmak için değil-  içimizden gelerek, bir çocuğun oyuncağını paylaşarak bir arkadaş kazanması, oyuna yeni birini katmasının vereceği basit ve safça keyfin yaratabileceği doğallıkla yapabileceğimiz güzellikler üzerine çok kafa yorup kelime sarfetmeye gerek yok.

"Siz potayı yapın, fileyi biz öreriz" kadar basit. Sahip olduğumuz ufak zenginlikleri paylaşmanın hedefi yeni Hidayet'ler Kerem'ler de olmak zorunda değil. Basketbolun zeka, takım oyunu, sportiflik vb. özelliklerini yaşamak için 2 tane potadan başka lükse gerek yok. Bu yazıyı okuyan birçoklarının kolaylıkla sahip olduğu şansın basit bir prototipi, yani iki tane pota için eminim hepimizin yapabileceği bir şeyler vardır.

Detay bilgi için tıklayınız ve tıklayınız.
Kampanya iletişimi için tıklayınız.

By Gand

BIZIM FUTBOLCULAR BIR MELEKTI YAVRUM















Bizde spor dunyasindaki aktorlerin elestiri karsisinda aldiklari tavir az cok bellidir. Elestiriyi kabullenme ve elestiri sahibinin biyiklariyla iliskiye girme gibi genis bir yelpazede degisir verilen tepkiler. Spor dunyasinin disina ciktigimizda topuga sikma da rastlanilan tepkilerden birisi. Honduras'tan gelenhaber bu konuda yeni denemelerin ortaya ciktigini gosterdi. Honduras milli takiminda da forma giyen Motagua kalecisi Donaldo Morales, gorev yaptigi Diez gazetesinde kendisini elestiren Saul Carranza'nin icabina kendim bakayim diye antrenman sahasina belinde silahla gelmis. Antrenman sonrasi Carranza, takim arkadas Jorge Claros'la roportaj yaparken cikarmis silahi bosaltmis sarjoru. Carranza ve Claros hadiseden yarali olarak olarak kurtuldular. Olaydan kisa sure sonra Morales Carranza'dan ozur dilemis ama seni vuran adamin ozrunu kabul etme ihtimali fazla degil tabii. Claros da "ben seninle ne yapayim ulan" diye hastane koridorlarinda almis solugu. Morales'in kaderi 1-2 gun icinde belli olacak. Gazeteci ve takim arkadasini vuran adami ne kadar kadroda tutarlar bilemem.

Velhasil dostlar bizim futbolcularin kiymetini bilelim.Elestiri karsisinda sadece tribune kol cikaran futbolcularimiz var. O kadar olsun artik.

VAN WOLFSWINKEL GELIYOR





Eredivisie'de 1,5 ay geride kaldi ve bireysel performans acisindan en fazla one cikan adam birkac kez dile getirdigimiz bizim FC Utrecht'in golcusu Ricky Van Wolfswinkel. 21 yasindaki golcu 6 lig macinda 7 gol atti ve 7 Arupa kupasi macinda da 6 golu var. Boylece sezonda cift basamakli rakamlara ulasan da ilk ve tek adam. Toplamda 13 macta 13 gol. Hollanda'nin son 2 yildaki krali Suarez dahi onun gerisinde su anda. Yanda mac ve gol sayisi var futbolcularin,

1 ULKE 2 TEKNIK ADAM


















17 Mayıs gecesi Kopenhag’ın parken Stadyumu’nda Fatih Terim UEFA Kupası’nı ellerinde kaldırırken Şenol Güneş, işsiz bir teknik adam olarak muhtemelen Trabzon’daki evinde bu büyük başarıyı izliyordu. Aşağı yukarı 2 yıl sonra rolleri değişmişlerdi. Terim muhtemelen evinin salonunda, Şenol Güneş’in Dünya Kupası’nda aldığı üçüncülük madalyasını izliyordu. İşsiz olarak (birkaç ay sonra başlayacağı ikinci Galatasaray macerasına hazırlanır halde). Bugün, 8 yıl sonra, 2 teknik adamın bulunduğu yere bakarak, Trabzonspor’un bu sezona yaptığı başlangıcı ve Şenol Güneş’in geçirdiği değişimi değerlendirmek lazım.

2003 yılında, Türkiye’nin, Letonya’yı baraj maçlarında geçemeyerek Euro 2004 biletini alamamasının ardından hemen sonra Şenol Güneş görevinden istifa etmişti. Güneş ülke basınının “usta” sıfatına sahip bazı duayenlerince “korkak, vizyonsuz ve karizmasız” olarak değerlendirildi. Bugün gelinen noktada, o karizmasız adamın ulaştığı noktayı geçebilen ya da tekrarlayabilen herhangi birisi olmadı. Üstelik çabuk unutan bir millet olmamıza istisna oluşturarak bir şeyleri hatırlatmak lazım. O turnuvada zaman zaman 5-4-1’e dahi dönen 4-5-1, 4-4-1-1 dizilişleri, 8 yıl sonraki Dünya Kupası’nın en çok benimsenen taktikleri arasında yer aldılar. Ulusal takım o turnuvada çok fazla pozisyona girmeyen, girdiği pozisyonları Hakan Şükür’ün Avrupa’da geçirdiği son 2 yıldaki kronik formsuzluğu sebebiyle değerlendiremeyen bir takım hüviyetindeydi. Güneş kimilerine göre şampiyon olacak kalitede bir takımı, üçüncülük koltuğuyla yetindirdiği turnuvanın ardından (ki genelde bu derecelerdeki takımlar arasında devasa farklar yoktur, bkz. Son Dünya Kupası) gelen Letonya hüsranıyla yolunu kısa bir süre de olsa Trabzon’a döndürdü. O milli takım hocasıyken, eski takımına dönen Fatih Terim’den farklı olmadı bu kürkçü dükkanı macerası. Görevden ayrıldığında, üçüncülük madalyasını boynuna taktığı ülke onu göreve çağırdı ki teknik adamlık hayatının en önemli dönüm noktası bence budur Şenol Güneş’in. FC Seoul’deki teknik direktörlüğün ona birçok yönden artısı oldu.

Öncelikle, birçok Batı Avrupa takımının, hazırlık maçları için Uzakdoğu’yu tercih etmesi sebebiyle, futbol dünyasının üst üzey birçok ismiyle kurduğu ilişki onu bir teknik adam olarak olgunlaştırdı. Üstelik, taraftarların futbola hala bir eğlence aracı olarak baktığı ve başarıyı motive etmeyi önemli olarak gördükleri bir ülkede görev yapıyordu. FC Seoul’ü önce lig ikinciliğine, ardından Asya Şampiyonlar Ligi çeyrek finaline taşıdı. Bunu yaparken de Güney Kore futbolunda şu anda yıldız kategorisindeki birçok futbolcuyu profesyonel hayata adım attırdı. Bolton’da forma giyen Lee Chung-Yong, Celtic’li Ki Sung-Yong ve halen FC Seoul forması giyen 21 yaşındaki Lee Seung-Ryul Şenol Güneş zamanında A takıma alındılar. Yani son Dünya Kupası’nda son 16’yı gören Kore takımının arkasında Guus Hiddink’in olduğu kadar Şenol Güneş’in de izleri vardı. Trabzonlu teknik adamın Kore’de edindiği tecrübe onun karakter olarak da gelişmesini sağladı. Tabii şunu da belirtmek lazım, Şenol Güneş Kore’de kendi ülkesinde görmediği kadar büyük bir ilgi ve değer gördü. Kulübün resmi internet sitesi onun takım elbiseli bir fotoğrafıyla açılıyordu. Genelde saygı ve alçakgönüllülüğün insanlara hakim olduğu bu ülkede geçirdiği 3 yılın etkisi bugün çok net biçimde görülüyor. Tüm dünyanın tepki gösterdiği, dünya kupasının seyir zevkine zarar verdiği düşünülen müzik aleti Vuvuzela için “bunun içi boş değil, direniş ve özgürlük var” cümlesine bakarak bile bunu anlayabiliriz. Ya da bir Trabzonlunun silahından çıkan kurşunla hayata veda eden Hrant Dink’in ailesine yaptığı ziyaretle.

Bugün Trabzonspor’un başında yine. 15 yıl önce, kendi sahasında şampiyonluktaki rakibi karşısında beraberliğin yettiği maçta öne geçmesine ve arkasında 25.000 seyircinin desteği olmasına rağmen şampiyonluğu elleriyle altın tepside sunmuştu. 15 yıl sonra, o tepside sunduğu şampiyonluğu aynı rakibinden geri aldı. Hem de 1 aydan kısa süre önce kupa finalinde de teslim aldığı rakibinden. Bu dahi onun son 5 yılda edindiği hayat tecrübelerinin ona yaptığı katkının bir görüntüsüdür. Güneş’in, yine de geçtiğimiz sezondaki bu 2 maçı, bir intikam olarak görmediğini belirtmemiz lazım.

Yazının başında atıf yaptığımız Fatih Terim’in, Şenol Güneş böyle olgunlaşırken, geldiği yer ve kendisini sevilmeyen bir “eski sembol” durumuna getirmesi dikkat çekicidir. Güneş’in yurt dışı macerasını kendini olgunlaştıracak ve teknik direktörlük kabiliyetlerini geliştirecek bir fırsat olarak kullanırken, Terim’in benzer macerayı kendi egosunu yüceltmek ve “ders almayan, ders veren bir adam olduğunu iddia etmek” için araç olarak kullanması ve bu sırada işine olan sevgisini, kendisine olan sevgisine çevirmesi ilgi çekicidir. Hep söylediğimiz gibi, futbolun kendisi gibi futbolun içindeki aktörler de evrimleşirler. Bu 2 teknik adamın son 10 yılda geçirdiği evrim, hemen herkese ders olmalı.

Bu sezon Şenol Güneş’in takımı zirveyi kovalıyor. Dünya futbol tarihinin kalecilikten gelen en başarılı hocası 2004 yılında dünyaya veda eden Belçikalı Raymond Goethals’di. Goethals 1970'de Belçika'yı Dünya Kupası'na taşımış, 1972'de takımı Avrupa üçüncüsü yapmış, 1977 ve 1978 yıllarında Anderlecht ile üstüste 2 kez Avrupa Kupa Galipleri Kupası finaline yükselmiş ve ikincisini kazanmış, Standard Liege ile lig şampiyonlukları yaşamış, 1990'da başına geçtiği Marsilya ile 2 kez Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası finali oynamış bunlardan ikincisini Milan'ı 1-0 mağlup ederek kazanmıştır. Onun Türkiye’deki temsilcisi olan bu düzgün adamın yolu açık olsun.

19 Eylül 2010 Pazar

DE KLASSIEK VE DE JONG KARDEŞLER


















Feyenoord Ajax'ı kendi evinde en son mağlup ettiğinde yıl 2006'ydı ve Dirk Kuijt Feyenoord forması giyiyordu. Dahası o sezon Rotterdamlılar Amasterdam'lıları 2 maçta da mağlup etmişlerdi. O günden bu yana kendi evlerinde Ajax'ı mağlup edemiyorlar ve deplasmanda da feci şekilde dayak yiyorlar. Bir de üstüne üstlük geçtiğimiz yıl kupa finalinin ikinci ayağında kendi seyircilerine 4 gollü bir mağlubiyet yaşattılar. Bu maç öncesi Feyenoord kendi evinde 8 maçtır yenilmiyor, Ajax da 23 maçtır yenilgi yüzü görmüyordu. Üstelik Ajax El Classico'nun Rotterdam'da oynanan versiyonlarında 1991 yılından beri gol atıyordu. En son 1991'de 2-0 kaybetmişlerdi. 55. maçı da 2-1 kazandılar. Aslında gol açısından geçmişteki maçlara oranla kısır bir maç oldu, çünkü Rotterdam'daki maçların gol ortalaması geçen 54 maçta 3,79'du.

Perdeyi açan golü atan Siem de Jong'u daha önce Temel ve Harç yazısında kısaca ele almıştık. Twente'de oynayan kardeşi Luuk ile birlikte İlginç bir hikayeleri var. Kardeşlerin anne babası Hollandalı 2 ünlü voleybolcu. 35 kez milli formayı giyen George de Jong ve aynı formayı 90 kere ıslatan Loekie Raterink. Her ikisi de voleybol kariyerlerini İsviçre'de bitiriyorlar. 2 kardeş de İsviçre'de dünyaya geliyor. Daha sonra aile annenin memleketi Doetinchem'a dönüyor. Siem ve Luuk Doetinchem'da Guus Hiddink, Paul Bosvelt ve Klaas-Jan Huntelaar'ın gittiği okula gidiyorlar. Her ikisi de şehrin takımı De Graafschap'ta futbola başlıyor (Hiddink ve Huntelaar gibi). 17 yaşındayken Siem'i Ajax kapıyor. Kardeş Siem ise geçtiğimiz sezon 19 yaşındayken Twente'nin yolunu tutuyor. Siem geçtiğimiz sezon oynanan 2 ayaklı kupa finalinde Feyenoord ağlarına 4 gol gönderdi. Luuk ise bu sezon başı oynanan Hollanda Süper Kupası'nda takımı Twente Ajax'ı 1-0 mağlup ederken maçın tek golünü atan adamdı.

Hollanda futbolundan çok kardeş geçti. Ronald-Frank De Boer, Brian-Michael Laudrup, Şota-Arçil Arveladze, Wesley-Rodney Sneijder gibi...Yenisine hazırlanmak lazım..

TURİSTLERE ÖLÜM















St. Etienne dedik aşağıda. Tribünlerinden Paris'e taşlama...

39 YASINDAYIM ROVESATAYLA 90'A TAKARIM




39 yasinda Jari Litmanen, FC Lahti formasi giyiyor. 6 ay sonra 40 yasina girecek. Dun takimiyla AC Oulu deplasmanindaydi. 87'de top ortalandi, yasli kurt topu kaleye arkasi donuk halde gogsune aldi ve akrobatik bir vurusla rakip kale 90'ina yapistirdi. 1-1 olan maci 2-1'e getirerek macin skorunu tayin etti. Bizim Umit Karan bu hareketi Galatasaray formasiyla 88 kere denemis ama muvaffak olamamistir. Finliye selam olsun. Takimi ligin sonunda bitime 4 hafta kala ve guvenli bolgenin 5 puan altinda. Tum maclarini kazanmalari gerekiyor....

DEV 28 YIL SONRA UYANDI


















St. Etienne O. Marseille ile Fransiz futbol tarihinin en cok sampiyon olan takimi unvanini elinde bulunduruyor. Aslinda Marsilya kentinin takimi gectigimiz yil sampiyonlugu kucaklamasaydi hala tek baslarina tepede olacaklardi. Ancak hikayenin 80'lerin basindan itibaren gelen kismi pek iyi degil. Bir zamanlarin devinin 2. lige gidip gelisine sahit olduk bir kac kez. 2004'te son kez geri geldiklerinden sonra aslinda iyi isler yaptilar. 2008-09'da ligi besinci bitirdiklerinde tam 27 yil sonra Avrupa kupalarina donme sansini elde ettiler. Gectigimiz yil isler iyi gitmeyip ligin son macinda ligde kalmayi garantilemeleri bu sene ile ilgili iyi sinyaller vermemisti. Ama dun Toulouse'un Monaco deplasmaninda puan kaybetmesi ve kendilerinin Hasan Kabze'li Montpellier'i 3-0 maglup etmeleri ile liderlik koltuguna oturdular. Fransiz futbol tarihinin Platini'yi kadrosundan gecirmis ve son sampiyonlugunu o kulubun formasini giyerken kazandigi St. Etienne tam 28 yil sonra lig liderligine oturdu. Marsilyalilar bundan pek memnun degildir ama bu sezon isler St. Etienne-O.Marseille cekismesine dayanirsa gectigimiz sezondan daha zevkli bir Ligue 1 izleriz...

St. Etienne ayrintisini da uzun suredir ortada olmayan kayip yazarimiz Le Foot'a birakayim.

18 Eylül 2010 Cumartesi

THE BEERNATIONAL






Soldan saga, Willianbrau (Belcika), Tyskie (Polonya), Lowen-Weisse (Almanya)

ASTRONOT ERCAN GÜVEN'IN MACERALARI SÜRÜYOR























Bundan yaklasik 1 yil once bloga Astronot Ercan Guven basligiyla bir yazi yazmistik. O gunlerde Ercan Guven isimli "duayen" basin emekcisi buyugumuz Rijkaard'in Barcelona'dan Galatasaray'a gelisini attan inip esege binmeye benzetmis ve kariyerindeki Sparta Rotterdam macerasini gormezden gelerek Hollandalinin ust duzey olmayan takimlarda nasil davranacagini bilmedigini ileri surmustu. Kendisinin "Hem alışmış Barcelona'ya falan... “C” takımı ile herkesi yeneceğini sanıyor. Sonra, bizi de tanımadı henüz. Yetmedi; Kazak futbolu... “K”sından da haberi yoktur eminim" satirlari aklimizdadir hala. Herkesi Hollanda futbolunun "H"sinden haberi olmadigi gibi ayni ekolden sanmanin yan etkileriydi bunlar hafiften. O gun olayin daha cok bu yonune vurgu yapmis yazinin ilerleyen satirlarina pek dikkat cekmemistik. Ancak onlarin da uzerinde konusulmasi gerektigi Guven'in son yazisiyla ortaya ciktigi. 2009 Temmuzunda Astronomi hakkindaki goruslerini soyle renklendiriyordu kendisi: "Siz bugüne kadar işine son verilen ve tazminat alan bir yerli hoca duydunuz mu? Bırakın tazminatı, işine son vereni eleştiren birini?Hiçbir yerli meslektaşı Rijkaard’ı eleştirmeyecek. Daum’u sorgulamayacak. Biz de büyük bir hoşgörüyle durumu ve şartları çabuk kavraması için dua edeceğiz yabancıların. Ya sabır..."...Asagi yukari dert belliydi aslinda, ezberlenilen ve zaman zaman eli kalem tutan futbolcu eskilerinin bir cogunda da fazlasiyla gordugumuz uzere irkciliga varan bir milliyetcilikle karismis olan yabanci-yerli meselesi.

Aradan 14 ay gecti. Guven belli ki Rijkaard'i absurd bir yerden elestirmeye aserdi. Gectigimiz yil yaptigi yerli-yabanci populist karsilastirmasini bu yil biraz daha ileri goturmesi lazimdi. Bunun yolunun da Turk insaninin en hassas oldugu noktalar olan bayrak, vatan-millet edebiyati ve basvurdugu yolu kastederek konusursak daha da bayagi olarak sehit soylemlerinden gectigini biliyordu. Yazisina da oyle basladi ve milli takimla ilgili kendi IQsu ve EQsu'nun yarattigi baz i oznel goruslerini ortaya koyduktan sonra sanki genel-gecer, nesnel bir yargiya ulasmis gibi "buraya kadar hemfikir miyiz, o zaman kissadan hissesini alsin" gibilerinden bir de kendi kendini dogrulamaya giristi. Biz onunla hem fikir olmadigimiz yerden baslayalim oncelikle.

Guven milli takimin "yurek caprintilariyla giyildigini, bir lutuf oldugunu, uzerine tartisma yapilmayacagini, ekonomik kaygilardan arindirilmis bir ortam oldugunu, ustelik bunun evrensel kabul edilmis bir gercek oldugunu" ileri suruyor. Oncelikle biraz uyanip etrafina sonra da dunya futbol tarihinde bakmasi lazim. Milli takimin bir ibadethane olmadigini Alfredo Di Stefano'dan beri suregelen, futbolcularin ulusal takim hadisesine olan bakislarini ele alarak anlayabilirdi. Bugun dunya uzerinde, futbol kariyerinin baslarindaki hicibr genc kariyer hedefi olarak kendisine ilk planda milli takimda oynamayi hedef olarak koymaz. Genel olarak ulkesinin ust duzey takimlarinda veya uluslararasi alanda isim yapmis takimlar onun hedefleridir. Barcelona gibi, Juventus gibi, Milan gibi, Manchester United gibi. Onun icin futbolun ibadethaneleri kulup takimlaridir, mutlaka yesil sahalari bir dini figure benzeteceksek Guven'in yaptigi gibi. Milli takim bu hedefe ulastiktan sonra gelen ilave bir hedef ve istektir ve futbolcular kimi zaman bu istekte dahi alternatif arama yoluna giderler. Lucas Barrios'un Paraguay milli takiminda oynamaya karar verme sureci gibi.

Ikinci olarak milli takim futbolcular icin bir lutuf degildir, tam tersine ulkede yetisen futbolcular milli takim icin birer lutufdur. Zira milli takim bu futbolculari kadrosunda toplarkan herhangi bir ucret odemek zorunda degildir, Futbolcularin saglik kontrolunden gecirilmesi gibi bir riskle de karsi karsiya degildir zira o ulkede milli takim secimi sirasinda sakatlik sorunu bulunmayan isimler milli takima cagirilir. Dahasi milli takima cagirilan bir futbolcunun ugradigi sakatligin ardindan kulup takimlarinin ugradigi gibi alternatifsizlik gibi bir cikmaza dusmeleri de soz konusu degildir zira cogu zaman ellerinde o mevkii icin alternatifler mevcuttur.
















Ote yandan milli takimin ekonomik kaygilara konu yapilmadigi iddiasi da 21. yuzyil gerceklerinden tamamen kopuk ve yine utopik bir amatorlugun varligina inanmaya isaret eden bir gorustur. Zira bircok milli takim uluslararasi turnuvalara hem katilmadan once elemelerdeki basariyla hem de finaller basarisiyla ulke federasyonlari tarafindan yuksek miktarda primle odullendirilirler. Ustelik bu prim uygulamalarinda en eli acik (!) federasyonlarindan birinin yer aldigi, futbolcularin su meshur "jip"in 4 tekerlegi icin yillarca demecten demece kostugu bir ulkeden cikmis bir yazarin, dunya uzerindeki gerceklerden bu derece bihaber olmasi apayri bir tartisma konusudur.

Gelelim su meshur vatan-millet-sehit ucgeninden cikartilan hastalikli goruslere. Yine bilindigi gibi evrimlesen futbol, sinirlari da giderek ortadan kaldirdikca ve yukarida bahsettigimiz Di Stefano'dan beri suregelen anlayis futbolculari milli takim secimlerinde olabildigince serbest birakinca (bugun bir futbolcu dogdugu, annesi ile babasinin vatandasi oldugu ve hatta futbola basladigi ulkelerin tumunun birbirinden farkli olmasi halinde 4 milli takimda da oynayacak durumda olabiliyor), bu gorusler ici bos ve hicbir gecerliligi olmayan kavramlara donustuler. Bugun dunya uzerinde hemen hemen her takimda kokeni baska ulkelere dayanan futbolcular oldugu gibi kimilerinin temeli bu oyunculara dayaniyor. Ingilizler milli takim basarisi icin kendi iclerine donmek kadar Almanlarin yaptigi kucukten futbolcu egitiminin de yararini gormus durumdalar. Hal boyleyken milli takim kavramini bu tur keskin gerekcelere baglamak oldukca temelsiz hale getiriyor goruslerinizi. Ve ustune ustluk isin icine asiri doz siyaset katiyor.

Yukarida yazdigimiz her sey Guven'in goruslerini uzerine kurdugu temelin ne kadar gerceklerin uzaginda oldugunu gostermek icindi. Peki bu temelin uzerine kurdugu gorusler? Onlarin da geri kalir yani yok. Ayni derecede artniyetliler. Frank Rijkaard'i zaman zaman bu blogdan nasil elestirdigimizi bilirsiniz. Ama burada verdigi tepkide sonuna kadar haklidir ve hatta bu konuda yalniz olmamalidir. Futbolcular milli takimlara verilirken ayni zamanda o futbolcunun, kendi hatasindan veya diger faktorlerden bagimsiz normal mac ici sakatliklari disinda ayni saglamlikta takima donmesi beklenilir. Ancak milli takim yetkililerinin ilave bir kusurunun bulundugu durumlarda kulup yetkililerinin tepki gistermesi son derece haklidir. Bayern Munich baskani Hoeness'in Hollanda Futbol Federasyonu doktoru Dick van Toorn'un Robben'in sakatlanmasi sonrasi uyguladigi politika ve futbolcuyu Dunya Kupasi'nda oynatmak ugruna zorlamasi uzerine gectigimiz hafta yaptigi "eger bay Van Toorn Robben'in sakatliginin ciddiligini anlamamissa kendisine bir gozluk almali" aciklamasi sonrasi KNVB veya Hollanda basinindan kimsenin "o Portakal renkleri bu ulkenin kadirsinas ciftcilerinin alinteridir, birisinin bunu Hoeness'e hatirlatmasi lazim" turu yazilar yazmamasinin sebebi basinin daha turnuva devam ederken Robben'in turnuva sonrasi sikinti cekecegini ongormesi kadar nasil bir konjokturde faaliyet gosterdiklerin bilmelerindendir. Hoeness bu konuda yalniz da degil. Hollanda futbol federasyonu daha once Robin van Persie'nin kupa oncesinde Italya ile oynanan hazirlik macinda sakatlanmasi uzerine Arsene Wenger'in tepkisini almis, Arsenal konuyu hukuki ortama tasimisti. Ingiltere Futbol Federasyonu 3 yil once milli macta sakatlanan Michael Owen icin Newcastle United'a tazminat odedi.















Guven'in uzaydan yazdigi bu yazi su muthis finalle bitiyor:

Peki, neden “müstemleke valisi”ne dönmektedir bu ülkeye gelen yabancı hocalar?..Çünkü müsaade edilmektedir. Gelmesi lütuftur, nerede kaldı bizim hassasiyetlerimiz için uyarmak!..
Zaten, “kim” “kimi” uyaracak. Bakın, Rijkaard neredeyse Milli Takım’ın lağvedilmesini talep edecek kadar boşboğazlık ederken Galatasaray’ın duayenlerinden Ergun Gürsoy, tuzlakoşmuştur” Rijkaard’ın fikrine. Tazminattan falan bahsetmiştir. Söyledikleri Galatasaray’ın bir maçlık menfaatine halel gelmesiyse, bu yüzden tazminat istemişlerse, miktarını açıklasınlar onu da verelim.Lakin 20’sine gelmeden kalleş keleşlerin önüne gönderdiği kınalı kuzuları, tabutuna sarılan al bayrakla “milli” olan analara ödenen üç kuruştan fazla olmasın sakın.

Tazminat istemek sanki olaganustu, bugune kadar ilk kez Rijkaard'in agzindan cikmis gibi bir ima, o imadan yola cikip mahalle macinda "tamam hamam parasi olsun" muhabbeti yapanlarin uslubu ve sondaki ucuz milliyetcilik. Ercan Guven Turk basininda kac yildir yaziyor bilmiyorum. Benim yasim kadar gazetecilik gecmisi vardir muhtemelen. Ben kisa pantolonla gezerken o yuksek ihtimal mac yazisi yaziyordur. Ama kotu bir haberim var kendisine, ben bu mantik, idrak ve ifade sapkinligini kisa pantolonla gezerken bile yapmayan cok adam biliyorum. Gecirdigi yillara yazik olmus. Uzayda cok kalmasin, dunyaya insin, malum oralarda oksijen yok, olmadigi da bu cumlelerin ciktigi dimagdan belli oluyor.