25 Haziran 2010 Cuma

GENERAL VE ASKERLERİ

24 HAZİRAN 2010 tarihinde BirGün gazetesinde yayınlanmıştır.

Bugün dünyanın en çok kazanan ve en sansasyonel teknik adamı Jose Mourinho 47 yaşında. Kariyerinde 3 farklı takımla 6 lig, 2 Şampiyonlar Ligi, bir UEFA Kupası ve 3 Federasyon Kupası şampiyonluğu var. Kupa 1 tarihinde iki farklı takımla mutlu sona ulaşmış 3 adamdan birisi Jose Mourinho. Bugünkü yazıda ise o 3 ismin bir başkasından bahsedeceğiz. Kariyerinde, örneğin Mourinho kadar övgü almamış, dünya çapında sansasyon etkisi yaratmamış olmasına rağmen hemen hemen aynı başarıları kazanmış ve şu anda da devam eden Dünya Kupası’nda dehasını gösteren Alman teknik adam Ottmar Hitzfeld’den. Bu köşede ayrıntılı ele aldığımız Martin O’Neill gibi hak ettiği değeri görememiş teknik adamların başında gelen isimlerden.

Yukarıdaki başarı künyesiyle karşılaştırma açısından 61 yaşındaki, “General” lakaplı Hitzfeld’in 3 farklı takımla 9 lig, 2 Şampiyonlar Ligi, 2 Kıtalararası Kupa ve 5 Federasyon Kupası şampiyonluğu bulunduğunu belirtelim öncelikle. Bu şampiyonluklardan ilkini kazandığı İsviçre Ligi’ne 1971 yılında profesyonel futbolcu olarak adım atmıştı Hitzfeld. Zaten İsviçre sınırına çok yakın olan, Almanya’nın Lörrach kasabasında doğup büyümüştü. Henüz 22 yaşındaydı ve kariyerine 2 Alman amatör takımında başlamıştı. FC Basel’in dikkatini çekti ve komşuya transfer oldu. 4 sezon sonra ülkesine geri döndü. O yıllarda ikinci ligde mücadele eden VfB Stuttgart’ın hücum hattının değişmez oyuncularından birisi oldu ve takım önce birinci lige yükseldi, daha sonra da ilk sezonunda dördüncü sırayı aldı. Buna rağmen ikinci vatanı gibi gördüğü İsviçre’ye transfer oldu tekrar Hitzfeld. Kariyerini FC Lugano ve FC Luzern’de oynayarak bitirdi. Bitirir bitirmez de yine İsviçre’nin FC Zug takımında teknik direktörlüğe başladı. 1984’te İsviçre birinci ligi takımlarından FC Aarau’nun başına geçti ve 1985’te kazandığı kupa ile ilk hocalık başarısına imza attı. 1988’de Grasshoppers onu takımın başına getirdi ve ilk iki lig şampiyonluğunu başkent takımıyla kazandı Hitzfeld. Artık ana vatanına dönme zamanı gelmişti. Borussia Dortmund onu Almanya’ya getirdi. Hitzfeld de onları önce 31 yıl sonra Bundesliga şampiyonluğuna, daha sonra da tarihlerinde ilk kez Şampiyonlar Ligi şampiyonluğuna ulaştırdı. Klos, Sammer, Kohler, Riedle, Moller, Chapuisat ve Lars Ricken gibi isimlerin bulunduğu kadro Dortmund’a kulüp tarihinin en iyi dönemlerinden birisini yaşattı. Hitzfeld 1997’de Yılın Teknik Direktörü ödülünü aldı. 1997’de göreve 1 yıl ara verdikten sonra Almanya’nın devi Bayern Munich’in başına geçerek kariyerine devam etti.

Bayern Münih’te tam anlamıyla kariyer zirvesini yaşadı Hitzfeld. İlk 3 senesindeki 3 şampiyonluğun yanı sıra 2000-01 sezonunda Şampiyonlar Ligi şampiyonu oldular. Üstelik 1999’da yine Hitzfeld yönetiminde M.United’ın kazandığı efsane şampiyonluktaki tramvayı atlatarak. Oliver Kahn’ın kaleyi koruduğu Kuffour, Sagnol, Jeremies, Salihamidzic, Lizarazu, Hargreaves, Effenberg ve Elber kadrosu aslında Alman hocanın görevde kaldığı illk 3 yılda oluşturduğu kadro istikrarının bir sonucu olarak Münih’e şampiyonluk getirdi. 2002-03’te bir lig şampiyonluğu daha kazandırdıktan sonra görevden ayrıldı. 3 yıl boyunca kulübelerden uzak kaldı Hitzfeld. Tekrar oraya döndüğünde Bayern’in başındaydı yine. Bu sefer sadece 1 sezon görev yaptı ama lig ve kupa şampiyonluğu yine getirdi Bavyera’ya. UEFA Kupası şampiyonluğuna giden Zenit’in onları Rusya’da 4-0 mağlup ettiği maç Hitzfeld’in kariyerinin dip noktalarından birisidir bunu da not düşelim.

2008’de Bayern’in başından erken ayrılmasının sebebi aslında bu UEFA kupası hüsranından çok, 2. vatan İsviçre’den gelen teklifti. İsviçre’yi 2006 Dünya Kupası’na götüren Kobi Kuhn’un, Euro 2008 sonrası göreve bırakmasıyla Hitzfeld ipleri eline aldı. Kuhn’dan aldığı savunma gücü yüksek ve az gol yiyen takımda büyük değişiklikler yapmadı. Aslında takım eleme grubuna bir beraberlik ve ardından kendi evinde Lüksemburg’a aldığı 2-1’lik mağlubiyetle başladığında Hitzfeld’in kariyerinde uzun süredir yaşamadığı bir hüsrana yol aldığı söyleniyordu. İsviçre basını felaket haberlerini sunmaya başlamıştı. Ancak ardından gelen 5 maçı kazanıp liderliğe oturdular ve bir daha da bırakmadılar. Hitzfeld’in Eren, Frei ve Nkufo’dan oluşturduğu forvet hattının uyumuna, gruptaki son 6 maçta sadece 2 gol yemeleri eklenince Afrika vizesini aldılar.

Birçok takım onları İspanya ve Şili’ye göre daha zayıf buluyor hatta, Honduras’la üçüncülük için çekişeceklerini düşünüyordu. Ama ilk maçta İspanya’yı 1-0 mağlup ettiler. Birçok kişi bu maçtan sonra İspanya’nın hüsranını ön plana çıkardı. Bu aslında Hitzfeld’in kaderiydi. Onun dehası yine ikinci planda ele alındı. 35 yaşındaki Nkufo’yu kullanışı, takımın çok önemli oyuncusu Frei’nin sakatlığını aşabilmesi ve İspanya’nin en büyük 2 organizasyon kozu Xavi ve Iniesta’yı, Euro 2008’de onları şampiyonluğa götüren taktik olan defansın arasına sızma imkanından mahrum bırakması, Villa’nın etkinliğini sıfıra indirmesi üzerine pek fazla konuşulmadı. İkinci maçta Şili’ye maçın başında maruz kaldıkları haksız bir kırmızı kart ve ince bir ofsayttan gelen golle mağlup oldular ama bunlar Hitzfeld’in yarattığı sapasağlam takımı hafife almamıza sebep olmamalı. İspanyollara karşı, turnuvanın genelinde gördüğümüz tek forvetli sistemlerin aksine net bir 4-4-2 sistemiyle İspanya’yı teslim alması çok önemli. Üstelik bunu yaparken, genelde hücumda etkili olan takımlar yaratan bir hoca olmasına rağmen kendisini sonuca gidecek şekilde değiştirebilmeyi başarmıştır 60 yaşını geçmiş bir teknik adam olmasına rağmen.

Hitzfeld, futbolculuk kariyerinin sonunda öğretmenlik yapmak isteyen bir adamdı. Bugün ise oyuncu yönetimi, maç içi hamleleri ve her hatasından ders alma konusunda ihtisas yapmış bir efsane teknik adam. İsviçre bu turnuvada nereye kadar giderse gitsin, “General ve Askerleri” hatırlanacaktır.

1 yorum:

Borges dedi ki...

Aslinda baslik bile yeterdi benim icin ama güzel bir derleme olmus:)

Van Gaal, Bayern'in basina gelmis gecmis en "profesyonel" hocadir Rummenigge söylemi Almanyada kucuk bir firtina kopardi ve hemen herkesin aklina HItzfeld geldi. Bayern'den gitmesini nedeni de Rummenigge'nin "futbol matematik degildir" diyerek Hitzfeld'in matematik hocaligina atifta bulunmasi, onu kizdirmasidir. Yoksa kalirdi biraz daha.. Ondan sonra Isvicre tercihi ise tamamen duygusal, ikinci vatani olarak görüyor.

Kiyaslama sonucu görüldü ki Hitzfeld gerek Dortmund gerekse de Bayern ile böyle basarilari kazanirken aslinda oyuncu kadrosu acisindan cok da "süper" degildi. Onun en önemli özelliklerinden birisi elindeki kadrodan muhtesem isimler yaratabilmesidir. Chapusiat kimdi ki Úrdingen'de. ? Basler, Effenberg misal milli takimda ne yapmislar ? Bu gibi sorunlu oyunculari kullanabilmesi, antrenman ile yeni oyuncular yaratmasi sonucu "transfere gerek var mi" gibi bir soru dahi gelmistir ona.. Cevabi da cok siktir bu konuda:

"Essekten hicbir zaman at yapamazsiniz".

Rehhagel'i iki kere devirmistir elemelerde ve birinci gelmistir buraya. Frei sakat. Ya Ispanya ile oynuyor ya da Sili gibi bir takima karsi ilk yarida kirmizi kart.. Söyle düsseydi Cezayirli,Slovenyali,Slovakyali,Yunanistanli grubua.. Cok daha güzel olacakti aslinda ama belki de Ispanya onun kaderiydi:)