Sıkıldım yahu. Etrafımızdaki şu karabulutlardan, herkesin açıkça ya da bilinçsizce depresyonda olmasından, sıkılmasından, kasılmasından bıktım usandım.
Kelin ilacı olsa misaliyim ama yani hayat da böyle geçmez
ki. Boktan bir çağda yaşıyoruz. Şüphe yok. Hayat zor. Hele de Türkiye’de. Çalışma
koşulları daha biz 80 sonrası nesil iş hayatına ilk atıldığımızda çok zordu. İşçi
hakkı yok, haklarımızı alabilmek için olası yolların hepsi tıkalı. Üstüne üstlük
zaman geçtikçe olan azıcık hak da elimizden alınıyor ve aç kalacağız korkusuyla
sesimizi çıkarmamaya devam ediyoruz. Bu sonsuz sarmalda durum gittikçe
kötüleşiyor. Bu arada yaş ilerliyor, insanlar yuva kurup yavrulamak istiyor pek
doğal olarak. Bu en doğal hakkı kullanmaya çalışırken daha da köleleşiyoruz ve
sonuçta gündelik hayatımıza engel olmasa da, yani köle olmaya devam edebilsek
de depresyonumuz derinleştikçe derinleşiyor. Adeta nefes almayı unutuyoruz. Çalışıp
çocuklarımızın karnını doyurabildiğimiz için şanslı hissediyoruz. İçki masalarında
arkadaşlarla ne kadar bunaldığımızdan dem vurmaktan, sürekli dem vurmaktan da
geri durmuyoruz.
Körleştikçe körleşiyor “bize verilen rolleri oynuyoruz işte”
gibi şeylere sığınıp sanki her şer bu kadar kadermiş gibi kendimizi
kandırıyoruz. Gençken okuduğumuz onca kitap, hayata dair anladığımız onca şey
aslında yalanmış gibi hepsini hafızamızdan silip “şükür karnımızı doyurduk”
demeye başlıyoruz.
Böyle bir ülkede yaşayıp da bu noktaya gelmek şaşırtıcı
değil. En ufak hayalimizin peşinden koşmaya bile cesaret edemeyecek kadar yiyip
bitirmişler umudumuzu. Düşünce ve ifade özgürlüğü ise hakgetire. Bu koşullar
altında beynimizin samana dönmesinden başka ne beklenir?
Ama sıkıldım yahu. 9 yıldır aynı serzenişi dinlemekten
sıkıldım. “Gand, sen bile bankacı olduysan…”
Tercümesi: Ne hayallerin vardı, neler anlatırdın, nasıl
çılgındın, nelerin peşinden koşardın, sen bile bankacısın işte. Dünyayı değiştirmekten
bahsederken şimdi para satıyorsun.
Allah benim belamı versin de herkes kurtulsun. Yahu kendi
mutsuzluklarını haklı çıkarmak için on senedir görmediğim, haberleşmediğim
arkadaşlarım bile hala bunu diyor! Birbirimizin elinden ekmek çalmaya
çalıştığımız bir çağda olduğumuza göre, kendi mutsuzluğumuzu da pekala “ben
mutsuzum ama bak sen de sürünüyosun” diyerek haklı çıkaracağız elbette. Hiç şaşırtıcı
değil!
İlk bankacı olduğumda “sen nasıl bankacı olursun,
yaratıcılık gerektiren bir mesleğin olur diye düşünmüştüm hep” benzeri
cümleleri kaç kişinin ağzından duyup şaşırmış ve anlayamamıştım. Ben kimse için
“şu mesleği yapar” diye düşünmemiştim zira. Kendim için bile. Nasıl bir ülkede
yaşadığımız belli. Kim bir yıldan uzun
vadeli plan yapabiliyor ki ben ya da bir arkadaşım yapsın? Kim hayallerini
gerçekleştirebiliyor ki???
O zamanlar anlamadığım bu cümle bankacılıkta işkence
gördüğüm her gün aklıma geldi ve “evet, arkadaşlarım beni benden daha iyi
tanıyormuş, neden mücadele etmedim, neden hayallerimin peşinden koşmadım” diye
mevcut derdim yetmiyormuş gibi bir de buna üzüldüm.
Oysa şimdi şimdi anlıyorum ki hayallerimin peşinden koşmaya
o yaşta, üniversiteden mezun olduğumda cesaret edemezdim. İyi ki de etmemişim. Zira
öyle bir risk alsaydım şimdiye çok daha beter savruluyor olabilirdim. Çünkü ben
bir memur çocuğu olarak dünyaya gelmiştim ve ailemin öğrettiği onca değerli şey
arasında en çok ruhuma işleyen şey korku
olmuştu. Aç kalmaktan, gece sokakta kalmaktan, parasız olmaktan, evsiz
olmaktan, karakola düşmekten, erkeklerden, karanlıktan, köpeklerden,
faşistlerden, öğretmenlerden, otoriteden, borçlanmaktan, insanlara güvenmekten,
kendine güvenmekten, eğitimini almadığın bir şeyi yapmaktan, işsiz kalmaktan,
koca eline bakmaktan, kadınlığını yaşamaktan… her şeyden çokça ya da bir parça
korkmayı öğrenmiştim en çok. Düşünmeyi, okumayı, merak etmeyi ve araştırmayı da
öğrenmiştim o ailede ama donanımı kullanabilmek, eyleme geçebilmek için cesaret
gerektiğini, yeri geldiğinde sürüdeki karakoyun olmak gerektiğini kimse
öğretmemişti.
Her neyse. Demem o ki sonradan kavradığım, benim
üniversitedeki o özgür, cesur hallerime rağmen sonradan herkes gibi olmam
sadistçe bir zevk veriyormuş beni sevenlere bile. Bunca yıl geçti hala “sen
bile bankacı oldun” gibi cümleler duymanın başka bir tercümesini bulamıyorum.
Bu duruma ünlü bir “türk” “büyük”ünün güzel bir cevabı
vardır: “Urfa’da Oxford vardı da biz mi okumadık!”
La havle ve la kuvveten!
Evet başaramadım. Başaramadık. Değil dünyayı, kendi küçücük
hayatlarımızı bile değiştiremedik. Evet, kampüs çimlerindeki sohbetlerde
coşkulu bir şekilde devrimden söz eden ben, benim gibiler sonunda bi bok
olamadı. Ama yahu zaten hiçbir zaman “ben başaracağım” dememiştim ki. Daha o
zamanlar “başarmak” denen şeyi bile sorgularken, daha kendimi bile tanımamışken
sırf aklımın alabildiklerini paylaştım, bu düşünceler başkalarını da
heyecanlandırdı diye hayatımın geri kalanında onların benim için
kurguladıklarını mı yaşamam gerekiyordu?
Derdim var evet! Derdim var çünkü insanların boğazlarında
düğümlenen hayallerinin verdiği acıyı, aslında bencil, pislik olmadıklarını
bildiğim halde öyleymişler gibi benim “başarısızlığım” üzerinden gidermeye çalışmasına
deli oluyorum.
Yıllarca ben kendimi yedim bitirdim zaten bu yüzden “ne işim
var burada, ben kimim, ne yapıyorum” diye. Tam huzura kavuşmuşken, tam “benim de
elimden bu kadarı geldi. Hayaller gerçekleşmedi henüz. Belki biraz benim
konformistliğimden, belki tek başına o hayallere zaten ulaşılamayacağından… ama
olmadı işte… ne fark eder… en büyük hayalimi gerçekleştiremedim ama onun ardılı küçük düşlerimin peşinden,
hem de bankacı olmama rağmen koşmadım mı? Hepsini bir bir gerçekleştirmedim mi?
Evet yaptım. En büyük merakım dünyayı dolaşmak, dünyayı anlamaktı. 30 yıla
yetecek kadarını yaptım. Daha ne? Ben de bu kadarım işte. Gücüm bu kadarına
yetti ve en azından her şeye rağmen vazgeçmediğim için, becerebildiğim kadar hayallerimi gerçekleştirdiğim için mutluyum.”
Yani sanki toplumun, ailemizin bize yüklediği roller
yetmiyormuş gibi bir de sizi anladığını sandığınız arkadaşlar size rol
yüklüyormuş da haberimiz yokmuş. Gidin kendi bokunuzda boğulun ulan! Çocuk falan
doğurun ne bileyim! Uğraşacak daha iyi bir şeyleriniz vardır eminim. Umudunuzun
son kalesi ben ve benim gibi insanlar mıydı? Ha eğer öyleyse, dönün bi aynaya
bakın. Aaaa! Ayıp!
by Gand
9 yorum:
ben de sık sık "potansiyelene ulaşamamak" kelime grubuna takılıyorum... birisi ulaşamamışsa böyle bir potansiyle var mıdır? ne belirler bu potansiyeli? çevreleyen tüm koşullardan kişiyi izole edecek ulaşabileceği bir nokta belirlemek ne kadar makuldür? Ben sizin iyi ki de yapmamışım dediğiniz şeyi yapıp sürekli olmasa da arada durup neden bu seçimi yaptığını sorgulayan bir adamım, sanırım oyundan erken sıkılıp oynamaya küstüğümdendir, bir tür çocukluk. İsyan da böyle bir şey zaten, büyümek dediğimiz şey de yontula yontula yontulacak bir yanımızın kalmadığı, artık umursamadığımız ya da umursadığımızı farketmediğimiz o huzur - ya da huzursuzluğun olmadığı - hal. Neyse çok dağılıyorum. Hepimiz büyüyor ve hissetmeyi unutuyor - hissetmekten - inanmaktan korkuyoruz, kulağa korkunç bir klişeymiş gibi geliyor - ama bazı klişelerde doğruluk payı var; ne yazık ki. Demem o ki, fıldır fıldır dönerek bir şeyler değiştirmeye çalışsak da, kendimizi yırtsak - korkularımızla yüzleşsek de, yaşama hala yaşam - ve biz hala küçüğüz, şeyler biz istiyoruz ve istemiyoruz diye değil, öyle oldukları - öyle bir oluş içinde oldukları için öyleler. Karşı durduğumuz şeylerin karşısında olarak oluşun bir parçası oluyoruz, lakin sonuç elde etmeye muktedir değiliz, eğer ki şanslıysak bir sonucun parçası olduğumuza tanıklık edebiliriz ki - etki edebildiğimiz kadarına ediyoruz. Ne diyorum niye diyorum çok da bilmiyorum ama yazı doğru bir yere bastı. İnsanlar mutsuzlukta ve hayal kırıklıklarında yalnız olmak istemiyorlar, belki de bu yüzdendir. neyse ben artık durup bir çay koyayım.
41 yaşındayım zaman zaman hala şu anda kapıldığınız hisse kapılıyorum. Oysa çoktan öğrendim insanların tür olarak daha iyisini yapabilicek seviyede olmadığını. Kapıldığın coşkunun verdiği hazdan daha fazla bir şey yok. En son nokta bu. Bence futbol izlemeye, bir şeyler okumaya ve bira içmeye devam etmeliyiz.
kampüs çimlerinde kim söz ediyordu devrimden ya, biz bira içiyorduk orada:)
bu bloga hiç yakışmayan bir yazı olmuş. lütfen hayallerini gerçekleştirememiş insanların hayallerinin peşinde koşan insanların motivasyonunu bozmasına izin vermeyin!
üniversiteki ezik ve kantinde çay içen hallerime rağmen sonunda bir blog yorumcusu olmayı başardım, hayallerime kavuştum, şimdi çimlerde tepişmeye gidiyorum...
Gand'ın bu yazılarını da varol'un bir yazıya 3 ayrı yorum göndermesini de özlemişiz
ben bunun üzerine bir hobbit yazısı yazayım da ortalık kavrulsun
@erk
demek istediğinizi anlıyorum.
çay iyidir :)
@taner sertkol
insanoğlu o seviyede değil ama bir şeyleri değiştirme isteği de öylece solup gitmiyor... bazılarının içinde zaman zaman köze dönse de tekrar alevlenebiliyor...
yaratıcılık olarak,edebiyat alanında lisede güzel kompozisyonlar yazmak seviyesinde kaldım. müzikal olarak guitar hero oynuyorum : )sportif olarak halısahalarda defansın her mevkisinde görev yaparım. arkadaşlarım hiç bana sen şu mesleği iyi yaparsın demedi, ya da belli bir idealim olmadı. ve sonuçta ben de bankacı oldum. ama en azından her gün ufaktan hayatla dalga geçmek gibi bir huyum var.
saygılar sunarım;
@ PP
:))) ne diyeyim...
hayat da bizimle dalga geçiyor işte...
Yorum Gönder