31 Mart 2008 Pazartesi

FOURFOURTWO



Zamanında blogda Ajax'ın transfer politikası üzerine bir giriş yapıp ardından devamını ertesi gün yazacağımızı söylemiştik. Ama yazmadık. "Yazamadık" değil. Çünkü bir sebebi vardı. Yazıyı basılı kağıda sakladık. FourFourTwo Nisan sayısında yazının tamamını "Ajax Yeni Modelini Arıyor-Sihirli Formül Kayboldu" başlıkları ile bulabilirsiniz. Ülkede futbolun "sansasyon"u değil bizzat ruhuyla ilgilenenlerin zaten her ay içine düştükleri dergiyi almak için bir sebep daha :).

BİR DE BİZE SOR SLY



Hatch (Slyvester Stallone): This frigging game is ruining my life. (Bu aylak oyun hayatımı mahvediyor.)

ABAKÜS



Sınırın iki tarafında da zirveyi ilgilendiren iki büyük maç vardı. Fenerbahçe Beşiktaş'ı (2-1), AEK ise Olympiakos'u (4-0) mağlup etti. Galip taraftarların futbolcularından taraftarlara iki mesaj. Yalnız bir fark var, Rivaldo'nunki kendi taraftarına yaptığı kendi takımının attığı gol sayısı. Lugano'nunki Beşiktaşlılara pek hoş anısı olmayan bir hatırlatma.

DUMITRU COPIL



Onun için Romanya'nın yeni Hagi'si diyorlar. 1990 doğumlu ve Romanya'nın Atletica Arad takımında futbola başladı. Hearts'ın Litvanyalı başkanı Roman Romanov'un doğal olarak takıma doğu blokundan bir çok oyuncu transfer etmesinin bir sonucu olarak İskoçya'nın yolunu tuttu. Edinburgh kulübü onu Ocak 2007'de 125.000 pounda 2 yıllığına renklerine bağladı ve bu sözleşmeyi 5 yıla uzatmak için bir de opsiyon elde etti. Copil Hearts'ın 19 yaş altı takımında forma giymeye başladı ama görünüşe bakılırsa 16 yaşında annesinden ayrılan bir gence ne olduysa Copil'e de aynısı olmuş. Geçtiğimiz hafta 19 yaş altı takımların mücadele ettiği Gençlik Kupası'nda Hearts'ın Rangers'a mağlup olduğu maçta oyundan çıkarılınca genç Romenin canına tak etmiş ve anne özlemine de dayanamayıp tası tarağı toplayıp Romanya'ya dönmüş. İskoçlar da telaş yapmış tabi ve hemen uzun bir telefon trafiği ile oyuncuyu geri dönmeye ikna etmişler. Ancak bu geri dönüş ne zaman olacak belli değil. Copil "World Soccer" dergisi tarafından gelecek vaad eden 50 yıldız arasında gösteriliyordu.

Uğur Meleke zamanında bu şekilde oyuncuları çok genç yaşta anavatanlarından koparıp kendi ülke takımınıza transfer ettiğinizde ve bu oyuncuları sürekli genç turnuvalarına soktuğunuzda, futbolcuların sosyal hayatına büyük darbe vurulduğunu ve bir gün bir genç oyuncunun "ben annemle, arkadaşlarımla vakit geçirmek istiyorum" diyerek isyan edeceğini söylemişti. Görünen köy kılavuz istemez. Uefa Başkanı Michel Platini de daha bu hafta sonu İngiliz kulüplerinin, yabancı gençleri çok genç yaşta anavatanlarından koparıp kendi altyapılarına transfer etme alışkanlığına engel olacağı vaadinde bulundu. Bekleyip göreceğiz.

KEANO ÇEKİRGEYİ 2. KEZ SIÇRATTI


Beşiktaş bundan bir kaç hafta önce Galatasaray'ı mağlup ederek lider olduğunda tam 137 haftadır oturmadığı koltuğa oturmuştu. Bu, lig sezonuna göre konuştuğunuzda 4 seneye tekabül ediyordu. Hakikaten uzun bir süre. Ama liderliği bırakın çok ufak başarılara bile hasret olanlar var. Roy Keane'in takımı Sunderland bir hafta önce 22 martta deplasmanda Aston Villa'yı mağlup etmişti. Bu hafta da kendi evlerinde 90. dakikada attıkları golle West Ham United'ı 2-1 mağlup ettiler. Bu 2 galibiyetin çok önemli bir anlamı var. Sunderland Premier Lig'de tam 126 maç sonra 2 maç üstüste kazanmış oldu. En son Aralık 2001'de Everton ve Blackburn Rovers'ı arka arkaya mağlup ettiklerinden beri 2 maç üstüste kazanamıyorlardı. Hakikaten bir takımın üzerinde baskı yaratacak bir istatistik. Bu şu anlama da geliyor. Bu takımın taraftarları 7 senedir 2 hafta üstüste adamakıllı sevinemiyorlar. Ama tüm bir İngiltere'nin en çok seyirci ortalaması ile oynayan kulüpleri listesinde ilk 15 takım içindeler. Bu yüzden İngiltere'ye futbolun beşiği diyorlar. Keano'nun da böyle bir istatistikten haberi yokmuş. "İstatistiklerle pek aram olmaz ama duyduğumda hayret içerisinde kaldım" diyor.

BEŞİKTAŞ İNÖNÜ HALI SAHASI



Derbi ile ilgili söyleyeceğim iki şey var. İkisi de bu fotoğrafta anlatılıyor zaten. Birincisi Alex'in karnına gelen su şişesinden sonra ayağa kalkıp korner atmaya gittiği sırada polis ordusu ile verdiği mücadele. Beşiktaş böyle bir sahneyi bir Avrupa maçında yaşatsa kulübe anında cezayı keserler. Alex korneri atmak için ceza sahasına baktığında arkadaşlarını göremiyordu, çünkü görüş alanında bir polis elinde telsizle Alex'in önünde duruyordu. Alex ayrıca korneri istediği gibi atmak için yeteri kadar gerilemiyordu, çünkü polis kalabalığı onu bu şekilde de engelliyordu. Brezilyalı bir 10 saniye hakeme rahatsızlığını anlattı durdu ama dinletemedi. İkinci yarıda aynı zorluğu bu sefer de gazeteci ordusu yüzünden yaşadı. İnönü Stadı'nın böyle ilginç bir "yenilenmiş" hali var. Korner atmak için saha kenarındaki teller sebebi ile yeteri kadar gerilemediğiniz halı sahalara benziyor. Görüntü resmen trajikomik. Hakemin o alan boşaltılana kadar korneri kullandırtmaması gerekiyordu.



İkinci hadise de şu tribüne giden futbolcuya çıkan sarı kart meselesi. Hakemin kararı doğru. Çünkü kurallarda böyle yazıyor. Bana göre kural yanlış. Birinci olarak gol atıp tribüne çıkan futbolcu kendi tribününe gidiyor, rakip tribüne değil, herhangi bir tahrik unsuru ya da sportmenlik dışı bir davranış yok. Bu kural iki sebeple konulur, futbolcuyu seyirciden korumak için olabilir. Ancak golden sonra tribüne çıkan bir adama kendi taraftarının zarar verebileceği ne kadar yüksek bir ihtimal tartışmak lazım.Ayrıca eğer bu hareket nedeni ile tribünde izdiham oluşmasından korkuyorlarsa bunun yolu oyuncuyu engellemek değil, tribünleri ona göre inşa etmek. Kısacası tribüne çıkan oyuncuya sarı kart gösterme işi şahsımın futbol kurallarında pek tasvip etmediği bir davranış. Bırakın insanlar o duygu yoğunluğunu kendi seyircisi ile paylaşsın.

 

FRANSA'DA (D)EVRİM



Haftanın uzun yorumunu yapmaya gerek yok. Avrupa'nın önde gelen liglerinin hepsinde liderler haftayı daha bir rahatlayarak kapattılar. Kimisi puan farkını sabit tutarak mutlu sona bir adım daha yaklaştı kimisi de ikinci sıra ile puan farkını açtı. Inter, Bayern Munich, Manchester United birinci, Real Madrid, Lyon, Glasgow Rangers, ikinci gruba dahiller. Hollanda'da PSV ile Ajax arasındaki puan farkı 7'den 5'e indi ama ligin bitimine sadece 3 hafta kaldı. Fenerbahçe de haftanın en kârlı lideri oldu belki de. Ezeli rakiplerinden birisi yarışın dışına itildi, diğeri de tökezledi.

Dikkat çekmek istediğim lig Fransa. Son 6 sıradaki takımlar aşağıda.

Monaco 30 10 13 7 37 -7
Strasbourg30 9 13 8 35 -5
Lens 30 8 12 10 34 -5
Toulouse 31 7 11 13 34 -6
PSG 30 7 12 11 32 -7
Metz 31 4 21 6 18 -34


Fransa'nın en önemli takımlarından PSG küme düşme hattında. Lens ve Monaco Fransa'nın son 10 yıl içindeki şampiyonlarından ikisi (zaten son 6 şampiyonluk Lyon'a ait). Çok değil 4 sene önce Monaco Şampiyonlar Ligi'nde final oynamıştı. Şimdi küme düşmeme mücadelesi veriyorlar. Toulouse da geçtiğimiz sezon ligi üçüncü bitirip Şampiyonlar Ligi ön elemesinde oynamaya hak kazanmıştı. Kısacası Fransa'nın 2 tane simge, 2 tane son yılların başarılı kulübü küme düşme hattında. Metz zaten havluyu attı. Diğer 2 takımı merakla bekliyoruz.

28 Mart 2008 Cuma

BUNDYLOGY -2



Bud Bundy: Dad, when you were in school, did some girl do something to you so bad that it ruined your life?
Al Bundy: Yes, and you call that girl 'mom' now.

Herkese iyi tatiller.

VAKA-I HAYRİYE



Louis Van Gaal sonunda AZ yönetimine istifasını verdi. İlk sezonunda takımı ikinciliğe taşımış, geçen sene de şampiyonluğu son hafta kaybederek üçüncülükle yetinmişti. Bu sene Şota ve Koevermars'ın gidişi ile takım çöktü. Şu an ligin bitimine 4 hafta kala 12. sıradalar. En son ne zaman 2 hafta üstüste maç kazandılar kimse hatırlamıyor. Van Gaal Alkmaar takımı yöneticileri ile anlaşarak sezon sonunda görevden ayrılacağını açıkladı.*Taraftarların aldığı pastalar da yalan oldu böylece. 2008 Avrupa Şampiyonası'ndan sonra Van Marwijk'tan boşalacak Feyenoord kulübesindeki koltuk için bir aday daha ortaya çıkmış oldu. İster misiniz Barca'ya bir daha dönsün.  

*Uyarı için turhanatakan'a teşekkürler

JARNKAMINERNA





İsveç'in önde gelen takımlarından Djurgardens IF'nin taraftar grubu. Grubun anlamı İngilizce "Iron Stoves", Türkçe "Demir Fırın" anlamına geliyor. Taraftar grubunun bu az rastlanılan ismi, Stockholm takımının saha içindeki tatlı-sert ve fiziğe dayalı futbolundan ileri geliyor. İsveç'in en kalabalık taraftar gruplarından bir tanesi. Daha önce "Mavi azizler" anlamına gelen "Blue Saints" adıyla İsveç'te kötü ün yapan grup, beyaz bir sayfa açmak amacıyla 1997'de adını Järnkaminerna olarak değiştirdi.





Djurgardens kulübünün futbol ve buz hokeyi olmak üzere 2 şubesi var. 2006 yılında futbol takımı ortalama 16.000 seyirci ile İsveç Ligi Allsvenska'nın en çok seyirci çeken 3. kulübü oldu. Resimler ise buz hokeyi şubesinin maçlarından. Takım müsabakaları 8.000 kişilik Johanneshovs Isstadion'da oynuyor. Tifo dediğin her yerde aynı, kale arkasında olacak. Yalnız buz hokeyi maçında koreografinin bu kadar ciddiye alınması gayet hoş. Djurgardens İsveç hokey liginin gelmiş geçmiş en başarılı takımı. 16 İsveç 2 Avrupa Şampiyonluğu var.



DAS BOOT



Denizaltılarla ilgili bir çok film yapıldı bugüne kadar. Amerikan sineması en son "Hunt For Red October", "Crimson Tide" ve "U-571" gibi 3 tane güçlü film çıkardı. Ama hiç birisi Wolfgang Petersen'in 1981 yılında çektiği "Das Boot" kadar olamamıştır. Bu film bir çok yönden çok önemlidir. Birincisi savaşın Amerikan yanından bakmaktan usanmış olan sinema izleyicilerine Alman askerlerinin gözünden bakmanın yolunu açmıştır. Hatta kendisi de bir Alman olan Petersen bu sebeple zamanında bolca eleştiri almıştır. İkincisi 2 buçuk saatlik süresi ile bir denizaltının klostrofobik ortamını ve orada kapalı kalmanın yaratacağı gerilimi mükemmel yansıtmıştır. Son olarak da daha sonra bir çok Amerikan filminde de görülen Alman aktör Jurgen Prochnow kaptan rolünde döktürmüştür. Rastladığınız anda uzun süresinden bıkmadan izlenmesi gereken enfes bir film. Petersen bu filmden sonra denizlerde geçen iki film daha çekti. "Perfect Storm" ve "Poseidon". İlki idare etse de ikincisi gerçek bir fiyaskoydu. Tüm zamanların en iyi deniz filmi denilebilir. Hele bir periskop sahnesi var ki, her izlediğinizde tekrar tekrar heyecanlandırıyor.  

SARKOZY'NİN "O HALTI BEN YEDİM" GÜLÜŞÜ



Arsenal kulübünü ziyaret etti Sarkozy, İngiltere ziyareti sırasında. Hatta İngiltere başbakanı Gordon Brown'un Sarkozy'nin eşi Carla Bruni'yi öpmesi de olay oldu. Benim dikkat çekmek istediğim başka bir şey var. Bu Fransız saçmasının yüzünde her daim bir sırıtış var. Bu sırıtışın adı "evet o bo.u ben yedim" sırıtışı. Nereye gitse bunu görüyorum yüzünde.



Bir de nedense aşağıdaki arkadaşı da andırıyor gülünce. Bu benzetme bana aittir ona göre. 

ZDRAVKO KUZMANOVIC



Bu senenin sürpriz çıkışlarından birisi Kuzmanović (resimde sağdaki) . İsviçre-Bern doğumlu. Young Boys Bern'in genç takımında futbola başladıktan sonra 16 yaşında Basel'in altyapısına transfer oldu ve 2005 yılında da A takım maçlarına çıkmaya başladı. Geleceğin önemli yeteneklerinden birisi olduğu ortaya çıkınca da Ocak 2007'de Serie A takımlarından Fiorentina'ya transfer oldu. Henüz 20 yaşında olmasına rağmen Mor Menekşeler ile 20'nin üstünde maça çıkmış durumda ve son bir kaç aydır ilk onbirin değişmez oyuncusu durumuna geldi. Hal böyle olunca da doğduğu ülkenin ve babasının ülkesinin 2 milli takımı onu kadrolarına katmak için harekete geçti. Kuzmanović aile bağları sebebi ile ve Sırbistan'a gönülden duyduğu bağ sebebi ile Sırbistan'ı seçti. 2007 Mart'ından bu yana 7 kez milli olmuş durumda. Son haberler Arsene Wenger'in onun için 5 milyon poundu gözden çıkardığı yönünde. Tipik bir hücuma dönük orta saha oyuncusu. Sık sık hücum bölgesinde görülüyor. Fabregas, Rosicky ve Hleb gibi bir adam daha olur Kuzey Londra'da.

K.O

27 Mart 2008 Perşembe

NE VARSA ESKİLERDE VAR



Reklam panoları dahil olmak üzere.

PARAGRAF SORUSU (!)



Üniversite sınavlarında en kasan sorulardır paragraf soruları. Hep kitapçıkların son bölümünde yer alırlar ve kafanız dağılmış halde oraya geldiğinizden genelde o bölümü hatasız geçemezsiniz. Genelde nerede dikkat vermesi zor bir konu varsa soru olarak seçilir. Aşağıda bu sorulardan bir örnek var.

Sait Faik öyküye yeni bir kişilik ,yeni bir nitelik getirdi.Onunla yazınımıza yeni konular ,yeni kişiler yeni duyarlıklar yeni gözlemler girdi. İnsanın yaşadığı,yaşayabildi ği hiçbir duyguya kapalı kalmadı.Öyle sanıyorum ki sokak onunla girdi yazınımıza;çarşı pazara onunla çıktık.Dile önem veren bir sançtı olduğundan yaşayan dili yakından izleyerek her türlü yamacıktan ve sanat kavgalarından uzak bir dille yazdı öykülerini.Aradan geçen onca yıla karşın öneminde hiçbir şey yitirmedi Saik Faik.

Bu parçada sözü edilen sanatçıyla ilgili olarak aşağıdakilerden hangisine değinilmemiştir

a-Öykülerini,yaşayan bir Türkçeyle yazdığına
b-Yapıtlarında değişik türlere özgü niteliklere yer verildiğine
c-Anlatımda doğallığı benimsediğine
d-Halkı konu alan öyküler yazdığına
e-Yenilikçi ve değerinin koruyan bir sanatçı olduğuna

Bu da Hollandaca kursunda dersleri takip ettiğimiz kitaptan bir paragraf.

Inbed is de Nederlandse man heel attent. Hij heeft veel respect voor zijn vrouw en vriendin. Het poldermodel in bed, zegt Perrier, die ook uit eigen ervaring kan spreken. "Wat vind je niet leuk? at vind je lekker? Dan doen we dat toch (Özetle "Hollanda erkekleri yatakta oldukça dikkatlidir, partnerlerine ve eşlerine son derece saygılıdırlar ve sizinle yatakta "Neyi güzel buldun, neyi bulmadın, güzel bulmadığın şeyi yapmayalım" şeklinde konuşurlar)

Ardından da bununla ilgili sorular geliyor. Kitaptaki okuma parçasının adı da "Hollanda erkekleri yakışıklı ama seksi değiller"

İddia ediyorum üniversite sınavında sorular böyle okuma parçalarından gelsin. Türkçeden ful çekmeyen olursa ben de Red Light District'te dükkan açacağım.

LUTZ PFANNENSTIEL'LE 7'DEN 77'YE



Romen Florin Raducioiu modern futbolda, ünlü olan ve Avrupa'da 5 büyük ligin (İngiltere, İtalya, İspanya, Fransa, Almanya) hepsinde top koşturmuş tek futbolcudur. Bahsedeceğimiz adam Lutz Pfannenstiel'in ise bambaşka bir rekoru var. Alman kaleci yeryüzünde 6 kıtada birden top koşturmuş. 26 farklı takım saydım ben. Oynadığı ülkeler Almanya, İngiltere, Kanada, ABD, Malezya, Singapur, Yeni Zelanda, Norveç, Arnavutluk, Belçika, Malta, Güney Afrika Cumhuriyeti. 34 yaşında. Çok fazla seyahat eden insanlara "Dünya İnsanı" diye bir lakap takılır. Bu zat-ı muhteremin sitesine girdiğinizde de "Lutz Pfannenstiel - Dünya Kalecisi" yazıyor. Aşağıda tüm kariyeri ve takımlarla çıktığı maç sayıları var.

Yorumları yazmaya ama her konuda yazmaya devam edin. Lutz Pfannenstiel Moda 80303 İstanbul. Barış Manço'nun kulakları çınlasın.



(Brezilya) Hermann Aichinger-SC 2008 -/-
(Kanada) Vancouver Whitecaps 2007 4/0
(Norveç) Bærum SK 2007 9/0
(Arnavutluk) FK Vllaznia Shkodër 2006-2007 14/0
(Yeni Zelanda) Otago United 2005-2006 24/0
(Yeni Zelanda) Otago United 2004-2005 12/0
(ABD) Calgary Mustangs 2004 28/0
(Norveç) Bærum SK 2003 13/0
(Yeni Zelanda) Dunedin Technical 2003 18/0
(İngiltere) Bradford Park Avenue 2002-2003 14/0
(Almanya) ASV Cham 2002-2003 12/0
(Yeni Zelanda) Dunedin Technical 2002 18/0
(İngiltere) Huddersfield Town 2001-2002 0/0
(İngiltere) Bradford Park Avenue 2001-2002 1/0
(Yeni Zelanda) Dunedin Technical 2001 18/0
(Singapur)Geylang United FC 2000 24/0
(Singapur)Geylang United FC 1999 22/0
(Almanya)SV Wacker Burghausen 1998-1999 3/0
(Finlandiya) FC Haka Valkeakoski 0/0
(Finlandiya) TPV Tampere 1997 8/0
(Singapur) Sembawang Rangers 1997 22/0
(İngiltere)Nottingham Forest 1996-1997 0/0
(Güney Afrika) Orlando Pirates FC 1996-1997 7/0
(İngiltere)Nottingham Forest 1995-1996 0/0
(Malta) Ħamrun Spartans
(İngiltere)Wimbledon 1994-1995 0/0
(Malezya)Penang 1994 -/-
(Almanya)1. FC Kötzting 1992-1993 34/0
(Almanya)1. FC Kötzting 1991-1992 34/0

 

BU YOL İYİ YOL DEĞİL



Milliyet gazetesi yazarı Bilal Meşe'nin dün oynanan hazırlık maçında Belarus ile 2-2 berabere kalmamızın ardından maç yorumunun başlığı.

Daha yolun başındayız: 2-2
90 DAKİKA / BİLAL MEŞE

Joachim Löw'ün Almanyası 2 senedir aynı taktik ve sistemle Euro 2008'e hazırlanıyor ve neredeyse turnuvada sahaya çıkacak ilk onbiri bile belli. Fransa, Portekiz, Hırvatistan ve Yunanistan da aşağı yukarı aynı durumda. Bizim daha sahaya çıkacak onbirimizin Aurelio, Hamit ve biraz da Nihat dışındaki 8 oyuncusu hakkında doğru dürüst bir fikrimiz yok. Bu durumda basınımızın attığı başlığa bakın. Daha yolun başındayız. Yahu 3 ay sonra turnuvanın başlama vuruşu yapılacak, sanırsınız 2008 Martının sonunda değil de 2006 Eylülündeyiz. Böyle sorgulamacı (!) basının takımı da böyle belirsiz biçimde turnuvaya gidiyor işte. Hakkımızda hayırlısı.

VURUCU TİM



Milan'ın imha timi (Van Basten, Gullit, Rijkaard), yıl 1989 Amsterdam-Schiphol havalimanı

DERBİ GERİ SAYIMI - 3

 vs

Nicosia derbisi, ya da bizdeki adıyla Lefkoşa derbisi. Omonia Nicosia-Apoel Nicosia önünde. Bu iki takım Güney Kıbrıs'ın hem en başarılı takımları hem de aynı ülkenin "el classico"su. İki takım da maçlarını Lefkoşa'daki Neo Gsp Stadyumu'nda oynuyorlar. Classicoların yaygın mantığı burada da var. Her iki kulüp de kendi başarısından çok, diğerinin başarısızlığına seviniyor. Maç cumartesi günü, normal lig sezonunun sonunda ilk 4 sırayı alan takımlar şampiyonu ve UEFA Kupası vizesini alacak takımları belirlemek içni bir play-off oynuyorlar. Ligi 2. ve 3. bitiren takım birbiriyle oynuyor. Bu çift maçlı elemenin ilk maçı, yani şampiyonluğu doğrudan ilgilendirdiğinden oldukça kritik bir maç.



Apoel'in sağ görüşün hakim olduğu taraftar grupları PAN.SY.FI ve Pirates, Omonia'nın tüm Kıbrıs'ta önemli bir taraftar kitlesi bulunan ve maçlara katılım anlamında bir çok Avrupa kulübünü bile geride bırakan taraftar grupları PA.SY.FI. ve Gate 9'a karşı. Her iki takım da bugüne kadar Kıbrıs Ligi'ni 19 kere kazandılar. Rekabet gibi rekabet yani. 



Resimlere biraz bakınca bir kere daha anlıyorum. Yıllardır sınırın diğer tarafı ile birbirimizi yiyoruz. Hem Akdeniz'de hem Trakya'da. Artık anlaması lazım herkesin. Yok birbirimizden farkımız.

 

26 Mart 2008 Çarşamba

7 YESEK 8 ATARDIK



3-0'dan 4-3'lük efsanevi Fenerbahçe-Galatasaray maçının ardından Rıdvan Dilmen'in gazetelerde patlayan sözüdür yukarıdaki. Hollanda da bu akşam benzerini yaptı. EURO 2008 hazırlık maçında müstakbel ev sahibi Avusturya önünde 37. dakikada 3-0 mağlup durumdaydılar. Maçı 4-3 aldılar. Ha geri dönüşün kralını yaptılar ama yarın Hollanda basını atılan 4 golü değil, yenilen 3 golü ve yarım saatte 3-0 mağlubiyete düşüşü konuşacak. Çünkü Avusturya karşısında 3-0'ı çevirirsiniz ama örneğin Yunanistan'a karşı 1-0'ı bile çevirmeniz çok zor olur.

Böylece o tarafa geçiş yapalım. Aylardır 2008 turnuvası için 2 favorim var. Birisi Almanya diğeri Yunanistan. "Yunanistan'ınki 1 kere oldu, o şans bir daha olmaz" diyenlerden değilim, zira Rehhagel aynı, felsefe aynı, sistem aynı. Kanıtı mı? 2004 turnuvasında şampiyonluğa giderken açılış ve kapanış maçında ev sahibi Portekiz'i 2 kez mağlup etmişlerdi. Bu akşam Portekiz'i deplasmanda 2-1'le yine mağlup ettiler. Tabi ki tek neden bu değil ama Kral Otto'nun takımı hala çok sağlam bir takım ve benim açımdan önümüzdeki turnuvanın "plase"si.

Gelelim favorisine. Joachim Löw ve Almanya. Her geçen gün bu fikrim sabitleniyor. 2008'in diğer ev sahibi İsviçre ile Bern'de oynadılar. 4-0 kazandılar. Fazla zorlanmadan. 90 dakikayı izledim. Löw'ün Almanyası 2 yönden çok çekici. Oyuncularının diğer milli takımlara oranla şöhretsiz ama sağlam oyunculardan kurulu olmasıyla Mourinho'nun Chelsea'yi ilk şampiyon yaptığı yılın takımına, saha içindeki performans açısından da 2000 UEFA Kupası'nı kazanan Galatasaray'a benziyorlar. İki kanat adamı Fritz ve Lahm maç içinde sürekli ortaya doğru topla hareket edip sahayı dik kesen derinlemesine paslar atıyorlar. Bu iki adam inanılmaz hızlı, çevik ve etkili. Orta sahada aynen o bölgenin komutanı Hagi'ye 3 kısa adamın sürekli yardımcı olması gibi Michael Ballack'a, Hitzlperger ve Schweinsteiger sürekli yardımcı oluyor. İsviçre kendi evinde maçı tek bir pozisyon bulamadan bitirdi. Almanlar bu sefer (en azından hücumda) tipik Alman disiplini ile oynamadıkları için çok iyi geliyorlar.

NIKOLA KALINIC



19 yaşında ve an itibarı ile 15 golle Hırvat Ligi'nin gol kralı. Hal böyle olunca da otomatikman genç futbolcu avcısı kulüplerin merceğinin altında. Chelsea ilgileniyor İngiliz basınına göre. Split'in altyapısından yetişmiş bir oyuncu. 2 sene boyunca diğer Hırvat kulüplerinde kiralık oynadıktan sonra Poljud Stadyumu'na bomba gibi döndü. Böyle giderse Slaven Bilic onu 2008 kadrosuna forvet alternatifi olarak alabilir. Real ve Arsenal bu transfer pazarlığına ne zaman dahil olur merak ediyorum.

PLYMOUTH KICKED RACISM OUT OF FOOTBAL



Championship ve Football Manager serilerini oynayan bu sloganı çok iyi bilirler. Oyunun girişinde yeşil sahadan dışarıya atılmış "racism" kelimesi ile "Let's kick racism out of football" (haydi ırkçılığı futbolun dışına atalım) yazar. Bunun en güzel örneklerinden birini Plymouth Argyle kulübü verdi. Geçtiğimiz cumartesi günü Championship (İngiltere 2. Ligi) müsabakasında Plymouth, evinde Watford'u konuk etti. İki takım futbolcuları arasında yedek kulübesinde başlayan gerginlik sırasında, Argyle tribünlerinden 2 şahıs Watford'un 2 siyahi oyuncusu, Sierra Leone'li Alhassan Bangora ve İngiliz Jordan Stewart'a ırkçı saldırıda bulundular. Sonuç. Önce taraftarlar içlerindeki hainleri kulübe ihbar ettiler. Ardından da kulüp bugün kararını açıkladı. Bu 2 taraftar (kimlikleri güvenlik nedeni ile açıklanmadı), bir daha Plymouth Arglye'ın stadı Home Park'taki hiç bir organizasyona ömür boyu katılamayacaklar. Yani sadece futbol maçı değil. Konser, balo, parti, şehrin bağımsızlık günü kutlaması her ne ise. O staddan içeri adam atamayacaklar. 

Yıl 1999. Trabzonspor Başkanı Mehmet Ali Yılmaz, takımının İngiliz oyuncu Kevin Campbell için "forvete bir yamyam aldık gol atsın diye, ama adam gol makinesi değil çamaşır makinesi çıktı" der. Campbell muhtemelen onurlu bir adam olduğundan sözleşmeyi bırakıp ülkesine geri döner. Yılmaz ise başkanlık yapmaya devam eder. Yetmez daha sonra federasyon başkanlığına aday olur. Güzel ülkeyiz vesselam.

DERBİ GERİ SAYIMI - 2

vs
 
Ada futbolunun şöhretsiz ülkesi Kuzey İrlanda'dan azılı bir derbi. IRA'nın memleketi Belfast'tan. Cliftonville-Linfield. Kuzey İrlanda FA Cup yarı finali. Bir başka şekliyle katolik Cliftonville ile protestan Linfield'ın kapışması. İki takımın eski maçları bu yüzden bir hayli hadiseli. Bir başka adı ile Red Army-Blue army önünde. Bu hafta ada futbolunda tek mavi-kırmızı kapışması Merseyside'da değil anlayacağınız. Maç Cliftonville'in Solitude Stadyumu'nda. Linfield 41 kere kazanmış kupayı bugüne kadar, Cliftonville ise 8. 

Bu arada belirtelim Linfield amblemindeki "Audaces Fortuna Juvat" Latince "Şans cesuru korur" anlamına geliyor.





Resimlerden görüldüğü gibi Linfield taraftar organizasyonunda biraz daha önde gibi (ilk iki resim). Cliftonville ise daha çok "saldım çayıra mevlam kayıra" durumunda (son 2 resim) . Yalnız en son resmi çözemedim. Çatıya, tel örgüye tırmananlar, havada asılı bayraklara tutunanlar. "Alt tarafı Kuzey İrlanda Ligi yahu" diyecek gibi oluyorsunuz ama futbol bu. Bağımsız değişken, diğer etkenler ona göre değişiyor o diğer etkenlere göre değil.  



SİR, FAZLA KAÇIRDI



Geçtiğimiz hafta sonu İngilizlerin "Grand Slam Sunday" dedikleri Manchester United-Liverpool ve Chelsea-Arsenal maçları öncesinde Sir Alex Ferguson basına demeç veriyor.: "Eğer biz kazanırsak, Arsenal ve Chelsea de kaybederse çok güzel bir gün olur." İyi de Fergie, adamlar birbirleriyle oynuyorlar ikisi birden nasıl kaybetsin? Tamam İskoçya'da bulmacalarda "başlıca içeceğimiz" sorusuna "alcohol" yazıyorsunuz ama bu kadar kaçırma.

MİRAS BİTMEK ÜZERE



Bu konuyu defalarca ele aldık. Ajax'ın altyapısından çıkarıp dünyaya hediye ettiği yıldızların sayısı her sene azalıyor. Bu sene de 1 oyuncu vardı muhtemel. Defansın duvarı John Heitinga. Atletico Madrid'le 5 yıllık anlaşmaya vardı. Ajax'ın bu transfer için 10 milyon euro bonservis bedeli alacağı bildiriliyor. Heitinga Ajax'ın yokuş aşağı giden bir arabanın içinde olduğunu biliyor ve 24 yaşında ayrılıyor Arena'dan. Genel direktör Martin Van Geel "bir oyuncu Ajax'ta 17 yıl geçirince doğal olarak takımdan ayrılmak isteyebilir" diyor (Heitinga 7 yaşından beri Ajax kulübünde). Ama asıl sebep bu değil tabi ki. Kulübün pazarlayacağı bir oyuncu daha var. O altyapıdan gelmedi ama onu da aynı sebeplerle takımda tutamayacaklar. Klaas-Jan Huntelaar tabi ki. Ajax'ın gelecek sene satabileceği ve şu anda kadroda bulunan 2 adam kalıyor böylece. 2 Belçikalı, Thomas Vermaelen ve Jan Vertonghen. 2008-2009 sezonunda bir aksilik olmazsa Wesley'in kardeşi Rodney Sneijder ve Danny Blind'in oğlu Daley Blind A takım kadrosuna alınacaklar.  

25 Mart 2008 Salı

SAYGI

Aşağıdaki yazı bloga gelen herhangi spesifik bir mesaj için yazılmadı. Bu tür "öğreten adam" pozisyonuna da bürünmeyi sevmiyorum. Hatta tamamen kendi blogum için de yazmıyorum bunu.

Ortega'nın, Aceto'nun, King Santillana'nın hemen hemen herkesin blogunda buna rastlıyorum. Bu blog sahiplerinin hepsi, günlerinin belli bir kısmını harcayarak, (çoğunun belki hepsinin düzenli bir işi olmasına rağmen) sevdikleri bir hobiyi gerçekleştiriyor ve bunu ciddi biçimde yapıyorlar. Bir şeyler yazarken bunu araştırıp yanlış bilgi vermemeye çalışarak. Bunların hepsinde bugüne kadar 500'ün, 1000'in üzerinde yazı var. Bu kadar yazıda ufak tefek hatalar yapılması normal. Dolayısı ile, lütfen yazılar hakkında yorum yaparken hınç almaya çalışan insan veya yanlış takip eden okuyucu pozisyonundan sıyrılalım. Zira yapılan iş önemli bir iş. Yararlı bir hobi. Birilerine mutlaka yararı dokunuyordur (kendimiz başta olmak üzere). Dolayısıyla (örnek veriyorum) 3 paragraflık bir Premier Lig yazısının altına gelip, sadece "hafta sonu (örnek veriyorum) Chelsea-Portsmouth maçında golü Anelka değil Ballack attı" yazmak hoş olmuyor. Oraya sizden de bir şeyler katsanız çok daha iyi olacak. Kastettiğim "kısa yazmak" değil. Kısa yorum yazmaktan hoşlananlar alınmasınlar. Kısa yazıp 2 kelimede olaya ilginizi belli edebilirsiniz. Kastettiğim yanlışları ve fikir ayrılıklarını belirtme şekli. Bir yukarıdaki gibi yanlış belirtme var, bir de Fratria yazısındaki gibi yorum yapma var.

Son ricam da ne olursa olsun yorumlarınıza bir isim yazın. Nick, gerçek isminiz, isminizin baş harfi ne olursa. Çünkü yorumlar sebebi ile düzeltilen bir yazının altına teşekkür etmek istediğimde "isimsize teşekkürler" demek abes kaçıyor. Küfür dışında "sen hiç bir şey bilmiyorsun" seviyesindeki yorumları bile hiç elemeden yayınlıyorum şahsım adına. Dolayısı ile bir şekilde sizi ifade eden bir şey yazabilirsiniz.

Tekrarlıyorum bu internet üzerindeki tüm bloglar için geçerli bir yazı sadece bu ortam ile ilgili değil.Fazla çene yaptık. Devam.

 

NIKE FACTOR


Elime Utrecht kitapçı raflarından harika bir kitap geçti. Oradan aktarıyorum. 1998 Dünya Kupası Finali. St. Denis StAdyumu. Maç öncesi takım kadrolarının yer aldığı ve basına, teknik direktörlere, ilgili herkese dağıtılan resmi maç kadrolarının bulunduğu kağıtlar.Maç saat 21:00'de başlıyor.



Saat 19:48. İlk bülten dağıtılıyor. Her şey tamam. Brezilya'nın forvetinde Ronaldo yok. Edmundo-Bebeto ikilisi sahada.



Sadece yarım saat geçiyor. Saat 20:18. Bildiri yenileniyor. Her şey aynı. Biri dışında. Brezilya onbirinin son adamı değişiyor. Edmundo kadroda yok. Sakat Ronaldo kadroda.

Maçı 3-0 kaybediyor Brezilya. Ronaldo sahada yürüyor hayalet gibi.Kupa sonunda dedikodu patlıyor. Ronaldo'nun ve Brezilya milli takımının sponsoru Nike Ronaldo'yu zorla kadroya dahil ettiriyor. Yaşlı kurt Zagallo ve Brezilyalılar bunu o gün bugündür yalanlıyor. Ama belge burda, saat burda. Yorum sizin.

DERBİ GERİ SAYIMI - 1

29 Mart Cumartesi, Old Firm

vs

Rangers 71 puanla liderlik koltuğunda. Celtic 68 puanla hemen arkasında. Rangers'ın 1 maçı da eksik. Eğer Ibrox'da Celtic'e darbeyi vururlarsa ligin son 8 maçına büyük avantajla girecek. Büyük ihtimalle Gordon Strachan'a da kapı gösterilecek.