İçeriği yıllar itibariyle değişse de genel olarak rutin seyreden süreç ardından giriyoruz içeriye. Tamam; ezeli rakibim, bu heyecanın tadı başka yerde yok ama en sevmediğim de o. Her yer o iki rengin yansıması. O yüzden koridoru da soğuk, büfesi de yavan, tuvaleti de bir garip. Ah Ali Sami Yen’de olsam, bu merdivenleri çocuklar gibi ağzım kulaklarımda üçer beşer çıkmaz mıydım? Şimdi o yeşil sahayı gördüğüm anda yüzümü buruşturuyorum gayri ihtiyari. Maç öncesi köşeden köşeden baktığımda gördüğüm resim, tam da yeni stadın temelinin atılacağı şu dönemde karamsar yapıyor beni bir an. Ezeli rakibimin tribünü günümüz popüler şarkılarının nakaratları ile coşuyor. Dahili anonstan ıslık provaları ile yön buluyor. Stad dj’yi tribünden tezahurattan bi haber. Kendi kulübünü, taraftarını bir anda ofsayta düşürüveriyor. Daha iyi anlıyorum. Stad büyüdükçe, konfor arttıkça o renklere gönül vermiş bu işin kaynağından gelen dostlarım ve diğerleri oralarda bir yerlerdeler ama kumsaldaki kum tanesi kadar kalmışlar. Telsim tribününde yapılan koreografi gerçekten güzel duruyor. Onlar da bir şeyler için çabalıyorlar. Saygıyı hakediyorlar. En azından biz tribünler olarak medyanın yarattığı ortamın aksine birbirimize daha fazla saygı duyuyoruz.
Ve ilk atakta golü yiyoruz. Derin bir nefes alıp etrafa bakıyorum. Maratonun göbeğinin dalgalandığını görüyorum ilk önce. Belki de rakip tribünün en organize olduğu ve en güçlü desibele ulaştığı an. Gol sonrası çalan o içimi gıcıklayan müzik ve golü atan Semih’in adının anons edilmesi. Evet o çalan müziğin üzerine biz 100. yıl bestesi yaptık ama rakip için çalınca sonuç bu. İlk şoku üzerimizden atıp, var gücümüzle bağırıyoruz. Fena da olmuyor. Her 3 lünün başlangıcında rakip tribünlerden gelen ıslık sesi bu işi doğru yaptığımızı teyit ediyor adeta. Derken yine kaçan kritik bir fırsat ve ilk yarı bitiyor. Kafada binbir tilki. Acaba olur mu be? Ama ikinci yarıda saçma sapan bir gol ile umutlar tükenme noktasında artık. Ne için burdayız? Son 7 yıla bir halka daha ekleniyor. Çok mu küçük bir ihtimaldi? Üstüne üstlük bu kadrolar masaya yatırıldığında, rakip favoriydi. Atkıları açıp, “Şereftir seni sevmek” diye bağırıyoruz. Günün ortasında onca hengamede içimi kaplayan huzur yine beni sarıyor. Ellerimin arasında emektarla daha güçlü katılıyorum tribünüme.
Maç sonu seviniyorlar. Hakları tabii. Yarım saat geçmesine rağmen ordan ayrılmayanlara kızamıyoum bile. Hafife alınmayacak bir seri bu. Hem de ezeli rakibe. Başım çatlıyor.
Ve o ışıklar sönüp, gecenin karanlığında stadtan çıkmayı beklerken birkaç oyuncumuz geliyor önümüze kadar. İşte tüm gün adını koyamadığım maneviyatın dışa vurulduğu an yankılanıyor ıssız stadta. “Seviyoruz işte var mı diyeceğin”
Dönüş yolu zahmetli, yorucu.. Kadıköy ahalisi meraklı gözlerle camlarda. Son gücümüzü de onların önünde de dimdik ayakta olduğumuzu haykıtrarak harcıyoruz belki de.Yol uzun düşünecek vakit var. Gazete alınmaz, tv izlenmez. Pazartesi işte veya sosyal hayatta seyirci müsvettelerinden de uzak durmak farz. Kaşınan olursa ağzının payı verilir. Ama sakin olmalıyım.
Ev halkına iyi akşamlar dedikten sonra yoğun baş ağrısıyla sızıyorum. Saat 24:00 suları.
Sabah ilk gördüğüm, akşamdan kalma kızgınlığıyla gazeteyi yiyecekmiş gibi okuyan babam. Beni fark ediyor. Gözlüğünün üstünden bakarak, yine aldın mı boyunun ölçüsünü edasıyla “Günaydın” diyor. Bendeki cevap ise bu çocuk adam olmaz dedirtecek cinsten: “Sesimiz iyi geldi mi?”
by forzabrian
1 yorum:
kalemine saglik, zevkle okudum hislerini, yorumlarini..
Yorum Gönder