Tenis etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Tenis etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Şubat 2012 Cumartesi

2012 AVUSTRALYA AÇIK RAPORU



2 Şubat 2012 tarihinde BirGün gazetesindeki Uçan Hollandalı köşesinde yayınlanmıştır

 6 saat boyunca tenis oynadı Novak Djokovic ve Rafael Nadal, 2012 Avustralya Tek Erkekler finalinde. Avustralyalılar korttan çıkmaya başladıklarında saat sabaha karşı 2’ydi ve İspanyol tenisçi konuşmasına “Herkese günaydın” diyerek başladı. 15 seneden uzun süredir tenisi yakından takip eden ben, ilk kez bir ödül töreninde tenisçilere sıralarını beklerken oturmaları için sandalye getirildiğini gördüm. Ama saygı o kadar önemliydi ki, Nadal konuşmasını yaparken Djokovic onu ayakta dinliyordu. İşte böyle, sadece 1 hakedenin olmadığı, insanların önünde eğilmeleri gereken bir maçtı.

2010 yılında Roger Federer, Avustralya Açık Tenis Turnuvası’nı kazandığından beri Nadal ve Djokovic dışında hiç bir tenisçi Grand Slam kazanamıyor. Yani son 2 yıl bu 2 tenisçinin egemenliğinde geçti. 2010 yılının son 3 Grand Slam’ini İspanyol tenisçi kazandıktan sonra Djokovic 2011’de devreye girdi ve 3 büyük turnuvayı kazandı. Nadal tahmin edildiği üzere rakipsiz olduğu Roland Garros’u hanesine yazdırdı. Bu seneyi de Djokovic geçen yılı bitirdiği gibi açtı. 5 saat 53 dakikalık final hem Avustralya Açık tarihinin en uzun maçı hem de tenis tarihinin en uzun süren finali.

Sürekli El Değiştiren Maç

Rafael Nadal beklenilmediği  şekilde üstün başladı maça. İlk seti aldığında tenisçiler tam 1 saat 20 dakika kortta kalmışlardı ve aşırı konsantrasyonla 1-0 öne geçen Nadal bu zorlu başlangıçın getirdiği ödülle biraz rahatlayınca Sırp tenisçi affetmedi ve izleyen 2 sette kortun tek hakimiydi. Aslında dördüncü sette de maçı avucunun içinde tutuyordu ve hatta oyunlarda 4-3 öndeyken Nadal’ın servis attığı oyunda 0-40’lık bir durum söz konusuydu. Servisi kırıp şampiyonluğa yaklaşmak için tek bir puana ihtiyacı vardı. Ama maçın kaderinin o puana bağlı olduğunu anlayan Nadal bir anda geri döndü. Üstüste 5 puanla oyunu aldı ve skoru 4-4’e getirdi. Seti de tie-break sonucu kazandığında kontrol tekrar ona geçmişti. Uzun ralliler ve final setinin başındaki Nadal’ın sağlamlığı bu sefer maçı Matador’un alıp götüreceği yönündeydi. Ama skor Djoker’in aleyhine 4-2 iken ve 30 vuruşluk bir ralliden sonra yere düşüp tükendiğini göstermişken bir anda rüzgar tekrar ters yönden esmeye başladı. Nakavttan dönen Djokovic inanılmaz bir dayanıklılık (bazı puanlar sonrası acı çektiği yüzünden okunuyordu ve hatta yere düşen raketini kaldırmakta zorlanıyordu) ile maçın sonuna tutundu. Dünyada belki de hiç bir tenisçinin yapamayacağını yaptı ve Nadal’ı kendi yorgunluk seviyesine çekmeyi başardı. O an çok ilginç bir ana şahit olduk. Nadal, Federer’in kendisi ile oynarken çok sıkça yakalandığı, karşısında yıkılmayan bir rakip sonrası konsantrasyon kaybı ve kötü vuruşlar performansını izletmeye başladı bize. Durum 5-5’ken artık daha kararlı olanın alacağı bir maça dönüştü. Djokovic daha 2 gün önce 5 saatlik bir maç oynamış olmasına rağmen, insanları Pazar gününde eve kapatan ve TV karşısına mıhlayan maçı bitirdiğinde Nadal’ı 7. kez üstüste bir finalde mağlup etti. Bunda maçın gerginliğini yumuşatan, esnek karakterinin de büyük etkisi var. Hatalarının onu oyundan düşürmesine izin vermiyor.

Tabii bu maçın her şeye rağmen düşündürücü bir noktası var. Nadal, Federer ve Djokovic bize son 5 yılda tenis tarihinin en uzun süren maçlarını izlettiler nerede ise. Bir önceki neslin kralı Pete Sampras ne kazanırken ne de kaybettiğinde bu kadar uzun finaller oynamıyordu. Keza bunu Boris Becker’e kadar götürebilirsiniz. Goran Ivanisevic’in şampiyon olduğu, final seti 9-7 biten efsane 2001 Wimbledon finali 3 saati ancak geçmişti. Acaba bu, zirvedeki isimlerin tenis kalitelerinin birbirine eskisinden daha yakın olmasından mı yoksa artık bu sporun teknik ve stratejiden çok bir dayanıklılık mücadelesine dönüşmesinden mi kaynaklanıyor. İkincisi olduğu konusunda endişelerimiz var.




 
















Vika, Caro’nun koltuğunu aldı

Tek bayanlara yine az yer ayırdık ama şu 2 finalden sonra normal. Caroline Wozniacki, tenis tarihinde Grand Slam kazanmadan 1 numara olan her tenisçinin aldığı eleştirileri 2 yıl boyunca aldıktan sonra sonunda zirveden indi. Belarus’lu Viktoria Azarenka finalde, maçın başında bir ara 2-0 yenik duruma düşmesine rağmen arka arkaya 9 oyun kazanarak 6-3 ve 6-0’la geçti Maria Sharapova’yı. Sharapova kötü günlerini geride bıraktı ama hala bir şampiyon gibi oynamıyor. Azarenka bir Grand Slam kazandıktan sonra 1 numaraya oturan tarihteki 3. kadın tenisçi oldu. Ve Caro. Dinara Safina onunla aynı eleştirileri almış ve zirveden indikten sonra tepetaklak olmuştu. Bugün tenis kariyerine uzun bir ara vermiş durumda. Umarız Danimarkalı’nın kariyeri aynı yönde gitmez.


2 Mart 2011 Çarşamba

KOP'UN TENİSÇİSİ

















Doha Tenis Turnuvası'nda Nadia Petrova ile oynadığı maç öncesi ısınmaya Gerard'ın forması ile çıkan Caroline Wozniacki...Anladık Liverpool'ı tutuyorsun da insan vatandaşı Agger'in formasını giyer bari.

21 Ocak 2011 Cuma

KULAK ZARININ DÜŞMANLARI



Metro gazetesi bugün "güzel kadınların inlemesini görmek istiyorsanız, para ödemenize gerek yok, Avustralya Açık'ı izleyin yeter" diye yorumlamış hadiseyi. Yukarıdaki videoyu izleyin derim yazıyı okumadan önce. Victoria Azarenka ve Caroline Wozniacki'nin oynadıkları puanlar sonrası yaptıkları basit hataların ardından duyucağınız çığlıkları bir karşılaştırın. Tabii Caro, genelde oyun içinde, topa vururken çok fazla bağıran bir tenisçi deil. Ama Azarenka ve Sharapova bu konuda en bilinenleri.

Bu modayı ilk başlatan başarılı tenisçi Monica Seles'ti. Seles'in "aaaai" şeklinde topa vururken çıkardığı ses irrite ediciydi ama rakipleri bundan çok fazla şikayet etmiyorlardı. En azından maç içerisinde. Ancak daha sonra bu çığlıkların sayısı giderek artmaya başladı. Maria Sharapova'nın sesi 100 desibelin üzerinde. Bu ufak bir uçağın veya polis sireninin çıkardığı sese eşdeğer demek. Bu akımın son temsilcisi 17 yaşındaki Portekizli tenisçi Michelle Larcher de Brito. Hatta bazı meslektaşları 2009 Wimbledon ve Roland Garros sırasında bu seslerden rahatsız olduğunu belirttiler ama Brito "bunları istersem durdurabilirim ama bu sefer oyunumu etkileyebilir, çünkü kortta rol yapmam ve kendimi sıkmam gerekir, bu doğal halim" diyerek kendini savundu.

Bu şekilde çığlık atmayı Brito ve diğer bazı tenisçilere öğrettiği yönünde suçlamalar alan, Seles ve Sharapova dahil Williams kardeşlerden, Andre Agassi ve Jim Courier'e birçok tenisçiyle çalışan ünlü Amerikalı tenis koçu Nick Bollettieri ise bu çığlıkları rakibin konsantrasyonunu bozacak şekilde öğrettiğini yalanladı. "Halter, cirit ve gülle gibi her türlü sporda bu sesleri duyabiliyorsunuz. Vücut o çığlık sırasında belli bir enerjiyi dışarı atıyor ve rahatlıyor" diyor Bollettieri. Texas Üniversitesi'nin yaptığı bir araştırmaya göre de, tenisçiler topa vururken bu sesleri çıkarmaları halinde % 6 oranında daha sert vurabiliyorlar.

Hollandalı tenis antrenörü John van Lottum ise buna katılmıyor ve bu çığlıkların uzun rallilerde tenisçiyi yorduğunu ve gereksiz bir enerji kaybına yol açtığını söylüyor. Üstelik bu çığlıkların rakibin konsantrasyonunu bozmakla beraber başka bir problemi de var. Birçok tenisçi, rakibinin topa vurduğu anda çıkan sesten, içgüdüzel olarak hareketine başlayabiliyor. Bu yüzden dinlemek teniste önemli bir unsur. Ancak, örneğin, Sharapova topa vurduğunda rakibi, raketinden çıkan sesi neredeyse hiç duyamıyor çünkü Rusun sesi diğer bütün sesleri bastırıyor.

























Bazı görüşler bu çığlıkları atan tenisçilere ceza vererek kortlardaki gürültüyü azaltmak ama bu oyuncuların tenis yeteneklerinden tamamen bağımsız bir konuyla cezalandırmayı getirecektir ki pek adil bir davranış olmayabilir. Brito olaya "belki benle oynayan rakipler maça kulaklarında iPod'la çıkabilir" diye esprili yaklaşmış ama örneğin yukarıda gördüğümüz Azarenka'nın rakibin konsantrasyonunu bozmak bir yana onu sinirlendirdiği de bir gerçek.

10 Ocak 2011 Pazartesi

EN İYİ 10 GERİ DÖNÜŞ



Aslında bu listeyi ne zamandır yapmayı düşünüyordum ama bir kaç spor dalını araştırmak gerekiyordu. Aşağıdaki listede hem takım hem de birey olarak "tamam artık her şey bitti" denilen anlarda bu sözü söyleyenlere tokat gibi bir cevap veren isimler var. Yani bir tür "It ain't over, til it's over" hadiseleri. Tabi listeye genelde alakalı olduğumuz sporları koyduk. Dolayısıyla bildiğiniz gülle, cirit, Nascar yarışları, NFL gibi şahsen çok alakadar olmadığımız sporlardaki dönüşler varsa yorum kısmına bırakabilirsiniz ki NFL liginde ve Super Bowl serisinde mutlaka bunun örnekleri vardır. Ağırlık futbolda. Yalnız "3-0'dan 4-3'lük Fenerbahçe-Galatasaray maçı nerede?" demeyin, o bizim ünlü geri dönüşümüz, pek evrensel değil doğal olarak, ha tabi bu değerini azaltmıyor.

1-Barcelona - Atletico Madrid 5-4 (1997): Daha önce teknik direktör hamlelerinde bu maçı ele almıştık aslında. Bobby Robson'ın Nou Camp'te 2-2'nin rövanşında Milinko Pantic'in üç golüyle 3-0 mağlup duruma düşünce Blanc ve Popescu’yu kenara alarak sahaya Hristo Stoitchkov ve Juan Antonio Pizzi’yi yolladığı ve 5-4 kazandığı efsane Kral Kupası çeyrek final maçı. Efsane Katalan spiker Joaquim Maria Puyal videosunu tekrar koymak lazım.



2-Steffi Graf (1993): Bu Wimbledon finalini kimsenin unutması mümkün değildir. Çek tenisçi Jana Novotna ilk setini 7-6 kaybettiği maçta ikinci sette Graf'ı 6-1'le geçmiş final setinde de 4-1 ve altıncı oyunda da 40-15 önde iken ve servis atıyorken ilahi bir mucize olmazsa kariyerinin ilk Wimbledon şampiyonluğuna uzanacaktı. Ama o ilahi mucize oldu. Graf 40-15'ten gelerek servis kırdı ve oyunu aldı. Daha sonra da arka arkaya 4 oyun daha kazanarak seti 6-4 maçı da 2-1 kazanarak geri dönüş konusunda tenis tarihinin en büyüğünü spor tarihinin de en büyüklerinden birini gerçekleştirdi. Akıllarda da Novotna'nın kent düşesinin omuzunda döktüğü göz yaşları kaldı.

3-Lance Armstrong (1999-2005): 1996 yılında Amerikalı bisikletçi vasiyetini ve 25 yıllık kısa hayatında geride bırakacaklarını düşünüyordu büyük bir ihtimalle. Testis kanserinin ağırlıkta olduğu bir dolu hastalıkla uğraşıyordu ve kanser beyni ile akciğerlerine de sıçramıştı. Bir dolu ameliyat ve yoğun bir kemoterapi geçirdi Armstrong. Hastalığını atlatabilmesi bile büyük bir mucize olacakken o bunu başardı ama üzerine 7 yıl üstüste dünyanın en zorlu bisiklet yarışı olan Fransa Bisiklet Turu'nu (Tour de France) kazandı. Armstrong sadece sportif başarının değil, insanoğlunun yaşama sırtını döndüğü en umutsuz anında bile her şeyi geri döndürebileceğinin bir kanıtı.



4-Eric Cantona: Bir futbolcu için futboldan men cezası ne kadar olabilir. 3 maç, 2 ay, 3 ay....Eric Cantona Ocak 1995'te Crystal Palace taraftarına attığı uçan tekme nedeni ile tam 8 ay futboldan men ve 10.000 pound para cezası aldı. 120 saat de kamu hizmeti görme cezası. Premier Lig'in CEO'su Graham Kelly bu hareketi "futbolun kara lekesi" olarak tanımladı. Kendi kulübü ona 2 haftalık maaşını almama cezası verdi. Fransa Milli Takımı kaptanlığından alındı. Zaten vukuatları kabarık olan Fransız'ın İngiltere belki de futbol kariyerinin bittiğine kesin gözü ile bakılıyordu. Sonuç: Alex Ferguson'un ısrarlı desteği ile Talisman futbola Kasım ayında döndü. Çıktığı ilk maçta 1 asist, 1 gol atarak. 9 hafta üstüste gol attı, takımının 12 puan geriden gelerek Newcastle United'ın önünde şampiyon olmasını sağladı, FA Cup finalinde Liverpool'a attığı son dakika golüyle bu kupayı kaldıran ilk yabancı kaptan oldu ve takımının Premier Lig tarihinde 2 kere duble yapan ilk takım olmasını sağladı...Daha ne olsun.Bu yüzden o "King Eric".

5-Liverpool-Milan 3-3 (2005): İstanbul Olimpiyat Stadı'ndaki ilk yarı bittiğinde tribünlerde You'll Never Walk Alone'u söyleyen ve ikinci yarı tünelden çıkıp onları coşturan Steven Gerrard dışında kaç insan Liverpool'ın Milan karşısındaki 3-0'lık malubiyeti döndüreceğine inanıyordu? Ama kaptanın vurduğu kafa Şampiyonlar Ligi tarihinin en muhteşem finallerinden birini ortaya çıkardı. Liverpool 6 dakikada 3 gol atarak 3-3'e getirdiği maçı penaltılarla 3-2 kazanarak Boğaz'ın keyfini çıkardı.



6-Goran Ivanisevic (2001): Hırvat tenisçinin ömrü boyunca bir tek hayali vardı. 2 kere üstüste Pete Sampras'a kaybettiği Wimbledon'ı bir gün kazanmak. Ama 90'ların sonunda artık bunun olmayacağına ikna olmuştu hatta "o kadar çok ikinciliğim var ki sanırım bir kafe açmamın zamanı geldi" diyordu. 2001 yılında emekliliğin eşiğindeydi. Normalde Wimbledon'a katılmaması gerekiyordu çünkü ATP sıralamasında ilk 100'ün dışındaydı. "wild card"la turnuvaya dahil ettiler onu. Bir nevi vefa borcu ile. Ivanisevic turları bir bir geçti. Yarı finalde İngilizlerin şampiyonluk umudu Tim Henman'a 2-1 geride iken (son seti 6-0 kaybetmişken), ilahlar bu sefer ona yardım etti. Yağmur nedeni ile maça ara verildi. Tekrar geri dönüldüğünde Henman'ın konsantrasyonu bozulmuş, Ivanisevic ise yenilenmişti hem o maçı hem de finaldeki enfes Patrick Rafter mücadelesini 3-2 kazanarak milli kahraman haline geldi ve wild card'la bir Grand Slam'a katılıp şampiyon olan ilk tenisçi oldu.

7-Manchester United - Bayern Munich 2-1 (1999): Anlatmaya gerek var mı? Blogda bir çok kez değindik. Bu maçın 90. dakikası dolduğunda mutfağa içecek almaya ya da tuvalete gidenler döndüklerinde dünya futbol tarihinin değiştiğine tanık oldular. Çünkü uzatmalara 1-0 mağlup giren Kırmızı Şeytanlar maçı 2 dakika içinde 2-1' getirerek tarihi yeniden yazmıştı. Bu maçla ilgili en önemli anektod şudur. Durum Teddy Sheringham'ın golü ile 1-1'e geldiğinde Sir Alex Ferguson'un o zamanki yardımcısı Steve McClaren takımın doğal olarak hücuma dönük oynadığını hatırlatarak Ferguson'a "uzatmaları da düşünerek 4-4-2'ye dönmeliyiz" der. Fergie'den cevap gelir. "Stop, something's happening out there"....Gerçekten de birşeyler olur.

8-Niki Lauda (1977): 1976 yılı Formula 1 sezonundaki Nurburgring yarışında sürücüler klasmanında önde giden, 1 sene öncenin Formula 1 şampiyonu,Niki Lauda Ferrari'si ile bariyerlere bindirdiğinde çıkan görüntüden sonra o adamın bırakın tekrar yarışabilmeyi, o alev yığınından sağ çıkabilmesi bile mucize sayılıyordu. Tüm yangın boyunca Lauda arabada idi. Vücudunun bir çok yeri yandı, uzun süre sonra alevlerin arasndan çekip alındığında komaya girdi ve yaşamından umut kesilmişti. Ama 2 ay sonra vücudunda kalıcı yanık izleriyle pistlere döndü. O sene şampiyonluğu 1 puanla kaçırdı, izleyen sene ise şampiyon oldu. Avusturyalı sürücü böylece Formula 1 tarihinin en büyük geri dönüşünü gerçekleştirmiş oldu. Görüntüleri izleyince bırakın şampiyon olmayı, Lauda'nın o sürücü kabininin içine bir daha oturmaya cesaret edebilmesine bile inanamıyorsunuz.

9-Houston Rockets-San Antonio Spurs (2004): Buna Houston'ın değil de Tracy Mc Grady'nin dönüşü demek lazım. Bir basketbol oyuncusu 33 saniye içinde (hele maçın son 33 saniyeis ise) kaç sayı atabilir. 3? 4 ? 5? 9?...Mc Grady tam 13 sayı attı 9 Aralık 2004 tarihinde. Bu 13 sayının 12'si ardarda atılan 4 tane 3 sayılık basketti. Peki son 1 dakikaya 10 sayı farkla mağlup girseniz maçı kazanma umudunuz ne kadar olur? Normal sezonda oynanan bu maçın son 1 dakikasına girildiğinde San Antonio 74-64 önde idi. Derken kısa sürede 2 top çalma ile gelen basketlerle durum 74-68 oldu. San Antonio koçu Greg Popovich başına bir felaket geleceğini tahmin etmiş gibi kenarda oyuncularına çok sinirliydi. Hatta 76-68 iken kenara aldığı Ginobili'ye çektiği fırça unutulmazdır. 30 saniye kala durum 78-71 oldu. 15 saniye kala 80-75. Daha sonra maç bitimine kadar 2 üçlük daha atan Mc Grady NBA tarihindeki inanılması en güç mucizeye imza attı. 81-80 Houston galibiyeti.Bu performansı muhteşem kılan söz konusu üçlüklerin Tim Duncan ve Bruce Bowen gibi NBA'in en iyi savunmacılarının üzerinden atılmış olmasıdır.



10-Los Angeles Lakers-Dallas Mavericks (2002): 6 Aralık 2002 tarihinde Dallas Mavericks'li oyuncular 12 yıldır Staples Center'da Lakers'ı mağlup edememe zincirini kırmak üzereydi, zira son çeyreğe 88-61 önde girmişlerdi. Kobe Bryant 4. çeyreğe kadar sadece 6 sayı atmıştı. Phil Jackson ve Kobe Bryant'ı pek sevmediğimden gece yarısı yayınlanan maçın son çeyreğini keyifle izlemek için biramı açıp yatağa uzandım. Uzanmaz olaydım. 44 sayı attı Lakers o çeyrekte. Rakibine sadece 17 sayı attırdı. Kobe bu 44 sayının 21'ine imza koydu. 105-103 kazandı Lakers, kendi tarihlerinin en büyük geri dönüşünü gerçekleştirdiler, NBA tarihinin de en iyi ikinci son çeyrek geri dönüşünü (rekor Milwaukee'nin Atlanta karşısında 28 sayıdan geri dönmesi) gerçekleştirdi. O geri dönüşün videosu ise burada.

21 Aralık 2010 Salı

TENİSTE 2010 YILI DEĞERLENDİRMESİ















16 Aralık 2010 tarihinde BirGün gazetesinde yayınlanmıştır
.

Roger Federer’in 28 Kasım tarihinde, Londra’daki ATP Tur finalinde Rafael Nadal’ı mağlup ettiği maç İsviçreli tenisçinin, 2003 yılı Wimbledon şampiyonluğu ile başlayan ve 2004’te yenilmez unvanına ulaştığı andan itibaren geçirdiği en kötü yılı kapatışı anlamına geliyordu. Evet Federer, İspanyol tenisçiyi alt etmeyi başarmıştı ama senenin başında Avustralya Açık tenis turnuvasını kazandıktan sonra, son 5 yıldaki ezeli rakibinin sırasıyla 3 farklı zeminde, toprak korttaki Roland Garros, çim korttaki Wimbledon ve sert korttaki Amerika Açık tenis turnuvalarını kazanmasını engelleyememişti. Üstelik Federer’in kazandığı tek Grand-Slam olan Avustralya’da Nadal, çeyrek final mücadelesinde sakatlanmış ve turnuvayı yarıda bırakmıştı. 'FedEx' Roland Garros çeyrek finalinde Robin Söderling’e mağlup olduğunda Grand Slamlerde 24 kez aralıksız yarı final görme unvanını da kaybetti, dahası önce turnuva şampiyonu olan Nadal’a dünya sıralaması birinciliğini kaptırdı, sonra da Wimbledon çeyrek finalindeki vedasından sonra 2003 Kasım ayından beri ilk kez ilk iki sıranın dışına atılmış oldu. 2003-07 arasında Federer Wimbledon’ı üstüste 5 kez kazanmıştı ama son 3 yılda Nadal 2 şampiyonluğu kazandı, Federer’in kazandığı 2009 turnuvasında ise sakatlığı sebebiyle yoktu. Böylece Nadal toprak kortta rakipsiz olduğu kadar, çimde de artık çok büyük bir aşama kaydettiğini ve tehlikeli bir rakip olduğunu kanıtlamış oldu. Özellikle İspanyollar için çim kort kabus gibidir. Nice İspanyol tenisçi, Wimbledon’dan 2 hafta önce düzenlenen Fransa Açık’ta şampiyonluklar kazandıktan sonra Wimbledon’da hüsrana uğramıştır. Örneğin Nadal öncesinde şampiyon olan Latin kökenli tenisçilerin Wimbledon’daki en iyi derecesi ancak çeyrek final olabilmiştir. Ondan önce Wimbledon’ı kazanan tak İspanyol olan Manuel Santana’nın “çimenler inekler içindir” lafı boşa söylenmemiş. Ancak Nadal Federer’e karşı, 2008 Fransa Açık finali ile başlayan Grand Slam finali üstünlüğünü halen sürdürüyor ve tüm tenisçiler bazında da o tarihten beri oynadığı hiçbir finali kaybetmedi.

Yukarıdaki ikilinin arkasında üçüncülük koltuğunu sürekli kollayan Novak Djokovıc, Andy Murray ve Robin Söderling yıl bittiğinde 3, 4 ve 5. sırayı aldılar. Bu 3 tenisçiden sadece Djokovic bugüne kadar bir Grand Slam kazanabildi (2008 Avustralya Açık). Özellikle Djokovic uzun süredir Federer ve Nadal’a rakip olmaya çalışıyorlar ancak bunu başaramadı. Yine de baskılarının istikrarı önemli. Onlar bunu yaparken Grand Slamlerin sürpriz finalist veya şampiyonları zirveyi zorlamaya çalıştılar ama ömürleri kısa oldu. Tomas Bedrych, Juan Martin Del Potro, Fernando Verdasco gibi isimler bu listedeler. Tek erkekleri bağlamadan Marsel İlhan’a da elbette değinmek lazım. Yıllardır kortlarda bir Türkiye’de bir tenisçinin hasretini çeken seyirciler onun Avustralya ve Wimbledon’da 2. turu görmesiyle heyecanlı günler geçirdiler. Marsel seneyi 90. sırada kapattı.

















CLİJTERS'İN DÖNÜŞÜ

Tek bayanlarda ise tek erkeklerdeki gibi kemikleşmiş bir yapı yok. Daha doğrusu vardı ama tepedeydi. Wiliams kardeşlerin 2000 sonrasındaki 40 Grand Slam’in 19’unu (neredeyse yarısı) Serena’nın son 8 Grand Slam’in 4’ünü kazanması tenis dünyasında ne kadar önemli bir ağırlıkları olduğunu gösterdi. Üstelik bu 2 kardeş 2002-03 yıllarında üstüste 4 Grand Slam finalini birbirlerine karşı oynamışlardı ki bu kırılması güç bir rekor. Ancak son 2 yılda Birleşik Amerikalı kardeşleri tehdit eden bir tenisçi çıkageldi. Çıkageldi diyorum çünkü uzun süre ortalarda yoktu. Belçika’nın Flaman diyarından Kim Clijsters, 2009 yılının sonlarında, 2 yıl önce tenis kariyerini sonlandırmışken ani bir karar alıp kortlara döndü ve bu dönüşünden sadece 14 maç sonra 2009 Amerika Açık’ı kazandı. Williams kardeşlerin ikisini de şampiyonluk yolunda mağlup etmiş, turnuva tarihinde wild-card (bazı tenisçilere özel olarak verilen turnuva davetiyesi) ile ve seri başı olmadan şampiyon olan ilk tenisçi olmuştu. Bu sezon aynı turnuvada şampiyonluğunu korudu ve sezon sonunda, Doha’da yapılan WTA Tur şampiyonasında da kupayı kazandı. Bu grafik ona 2010 yılının tenisçisi ödülünü getirdi. Yılı dünya sıralamasında 3. sırada kapatmasına karşın onun için işler çok iyi gidiyor. Serena ve Venus 4. ve 5. sırada kapattılar yılı. İlk 2 sırada ise henüz bir Grand Slam şampiyonluğu bulunmayan Caroline Wozniacki bulunuyor. Özellikle Wozniacki, ondan önce 1 numarada olan Grand-Slamsiz tenisçiler Dinara Safina ve Jelena Jankovic gibi, şampiyon karakterini sergileyebilmiş değil. Dahası Safina ve Jankovic bu baskıyı kaldıramamış ve dünya sıralamasında gerilemekten kurtulmamışlardı. Safina yılı 63., Jankovic 8. sırada kapattı.

2010’da tenise dönen bir başka Belçikalı Clijsters’dan daha büyük başarılar kazanmış olan Justine Henin’dı. 1 sene önce kortlardan çekildiğinde Williams kardeşlere istikrarlı olarak tek kafa tutan geri çizgi oyununun uzmanı Henin dönüşünün ardından Avustralya’da final oynadı ama Serena Williams’a kaybetti.

Sezonun sürpriz şampiyonu ise Roland Garros’ta kariyerinin ilk finalini oynayarak, Samantha Stosur’u mağlup eden ve 30 yaşında şampiyonluğa ulaşan İtalyan Francesca Schiavone’ydi. Schiavone aynı zamanda bir Grand Slam finaline yükselmiş ilk İtalyan bayan tenisçi oldu. Öyle ki o ana kadar Grand Slamlerdeki en iyi derecesi çeyrek finaldi ve onu da 12 yıllık kraiyerinde 2 kez başarabilmişti. Bununla beraber, bugüne kadar birçok bayan tenisçinin tek şampiyonluğunu kazandığı yer olarak kalan Fransa’nın (Iva Majoli, Ana Ivanovic) ardından Wimbledon’da ilk turda elendi ve seneyi 7. sırada tamamladı. Kapatırken son notumuzu da, Rus tenisçi Elena Dementieva’nın 12 yılın ardından kariyerine nokta koyduğunu belirterek verelim. Dementieva’nın en büyük başarısı 2008 Pekin Olimpiyatlarında kazandığı altın madalyayd

24 Kasım 2010 Çarşamba

RAKETİN ZENGİNLERİ


















Halen devam eden ve yıl sonunda, tek ve çift erkeklerde dünya sıralamasındaki ilk 8 tenisçiyi karşı karşıya getiren ATP World Tour Finals bu hafta sonu galibini belirleyecek ve bir nevi zamanında bizde oynanan Cumhurbaşkanlığı Kupası, şimdiki Süper Kupa gibi, tenis dünyanının sembolik en büyüğünü tayin edecek. Hoş dediğimiz gibi bu iş bir sembolizmden ibaret, zira sezon içindeki 4 Grand Slam'in 3'ünü hem de 3 farklı zeminde kazanan ve kalan Grand Slam'den de sakatlığının zorlamasıyla çekilmek zorunda kalan Nadal çoktan 2010'un en büyüğü olduğunu ilan etti. Ama tabii yinede Barclay'in her yıl 5,5 milyon pound ile desteklediği turnuvanın önemi büyük. Tenisçiler 4'erli 2 gruba ayrıldılar ve gruplarının ilk iki tenisçisi çapraz eşleşmeyle yarı finali görecekler. Federer 2'de 2 yaparak B grubunda lider. Nadal'ın lider olduğu A grubunda ise ikinci maçlar bugün oynanacak. Biz o maçlar devam ederken 2010 içindeki cüzdanların durumuna bakalım.

Tenisçilerin elde ettiği gelirin % 60'ı sponsor gelirlerinden geliyor, bu yüzden 2 liste vereceğiz. Birincisi sezon boyunca kazanılan ödül paralarının toplamı. Liste aşağıda,rakamlar dolar cinsinden.

1-Rafael Nadal ($ 5,622,538)
2-Roger Federer ($ 3,109,135)
3-Andy Murray ($ 2.201.307)
4-Robın Soderlıng ($ 1,953,563)
5-Tomas Berdych ($ 1,814,216)
6-Novak Djokovic ($ 1,624,222)
7-Andy Roddick ($ 1,436,013)
8-Fernando Verdasco ($ 1,377,094)
9-Jurgen Melzer ($ 1,277,657)
10-David Ferrer ($ 1,258,467)

Gelelim sponsor rakamlarına. Arada nasıl bir uçurum olduğunu göreceksiniz. Ve tabii hala FedEx'in nasıl bir forsa sahip olduğunu da. Yalnız ortalığı tozu dumana katan Nadal, nal toplayan Sharapova'dan az kazanıyor ya, materyalizmin gözü kör olsun. Rakamlar yine dolar cinsinden.

1-Roger Federer (43 milyon, - Nike, Credit Suisse, Gillette)
2-Maria Sharapova (24,5 milyon - Nike, Prince, Tiffany)
3-Rafael Nadal (21 milyon - Nike, Kia Motors, Babolat)
4-Serena Williams (20 milyon - Nike, Hewlett-Packard, Kraft)
5-Venus Williams (15 milyon - Wilson, American Express, Kraft)
6-Andy Roddick (14 milyon - Lacoste, SAP, Lagardere)
7-Novak Djokovic (10 milyon - Sergio Tacchini, Head, Fit Line)
8-Andy Murray (10 milyon - Adidas, Head, RBS)
9-Ana Ivanovic (7 milyon - Adidas, Yonex, Rolex)
10-Jelena Jankovic (5 milyon - Anta, Orbit)

7 Haziran 2010 Pazartesi

NADAL GERİ DÖNDÜ

















Dünya Kupası öncesinde, bizi diğer sporlardan heyecanlandıracak son organizasyon dün Paris'te son buldu. Rafael Nadal 3 gün önce 24. yaşgününü kutladıktan sonra, Roland Garros'da 5. kariyerindeki 7. Grand Slam şampiyonluğuna ulaştı. Öncelikle belirtmek lazım. Rafael Nadal'ın dün kortta sergilediği oyunu geçebilecek çok az adam geldi tenis dünyasına. Şöyle bir düşündüğümde aklıma Roger Federer bir kenara bırakılırsa Patrick Rafter ve Andre Agassi geliyor. Komple oyunculardı her ikisi de ve Agassi oyun karakteri açısından Nadal'ı andırıyordu. Pes etmeyen, her topu çevirmeye çalışan kortun her tarafından etkili olan bir tenisçi. Nadal'ın çevirmesi imkansız olan topları çevirmesinin rakipte yarattığı psikolojiyi o an değil izleyen puanlara bakarak değerlendirmek gerekiyor. Robin Söderling dün servisler hariç 25 Winner vurmuş. Yani oyun içinde, aceler dışında topu karşı tarafa atıp, doğrudan puan kazandığı durumlar. Bu rakam Nadal'da 21. Ama asıl fark beklenmeyen hatalarda ortaya çıkıyor. 16 hatası var Nadal'ın, Söderling'de ise 45. Bu 45 hatanın % 90'ı, Nadal'ın her topu çıkarması sebebiyle İsveçlide oluşan ve topa vururken sergilediği, amiyane tabirle "al anasını satayım" vuruşları.

Söderling çeyrek finaldeki Federer maçında da aynı taktiği uyguladı. Topları hem servisleri çevirirken hem de oyun içinde İsviçrelinin ayaklarının dibine vurup onun oyuna dahil olmasını engelliyordu. Ama bunu Nadal'a uyguladığında bir sorun vardı. İspanyol bu zeminin profesörüydü ve Federer'e göre çok daha iyi ani vuruşlar yapabiliyordu. Söderling'in taktiği hiçbir sonuç vermeyine İsveçli bu sefer kortun çaprazına atak yapmayı denedi ama orada da Nadal'ı geçmek içni ekstra bir şeyler yapmaya çalışınca bu 45 hata ortaya çıktı. Bir dolu fileye takılan veya dışarı giden top. Dünkü maç Nadal'ın bu bitmek tükenmek bilmeyen enerjisinin, rakibi nasıl psikolojik açıdan çökerttiğinin göstergesidir.

Dünya sıralamasında 1. sıraya oturdu Nadal. Federer'in 24 turnuva sonra yarı finale gelememesini, otoriteler "Wimbledon'a hazırlanmak için ekstra bir zamanı oldu, bu rakipleri için kötü haber" olarak yorumladılar. Ancak ben şu anda Nadal'ın Wimbledon'ın da favorisi olduğunu düşünüyorum. Geçtiğimiz yıl yaşadığı sakatlıklar ve kısa süreli formsuzluğu çok çabuk atlatıp geri döndü İspanyol ve bu turnuvayı 2 sene önce kazanmayı da bildi. Üstelik çim kortta, çok güçlü olmayan servislerinin (dünkü finalde ilk servisinin ortalaması 179, ikincisinin 143 kilometreydi) yarattığı dezavantaj da azalacak zira çimde top toprak korta oranla daha az sekiyor. Gerçi bu, toprakta yetişebildiği birçok topu çevirme ihtimalinin de azalması demek ama Wimbledon'ın turnuva ilerledikçe kabaklaşan baseline bölgesi ona yardımcı olacaktır. Bu kabaklaşma işine bir çare bulsalar pek fena olmayacak aslında. Bu arada Roddick ve Söderling de 1'er sıra atladılar ATP klasmanında. Del Potro 2 sıra geriledi. Yarı finalin diğer 2 oyuncusu Bedych 4, Melzer ise 11 sıra yükseldiler.

















Bayanlardan da bahsetmek lazım. Yeni bir Grand Slam şampiyonumuz var. İtalyan Francesca Schiavone. 29 yaşında kariyerinin dördüncü tekler ve ilk Grand Slam şampiyonluğuna ulaştı. Bugün açıklanacak WTA klasmanında 6. sıraya yükselecek. Kariyerinde ilk kez ilk 10'a giriyor ve 2009'da 10. sıraya oturan Flavio Penneta'yı geride bırakarak, dünya sıralamasındaki en üst sıraya oturan İtalyan oldu. Aynı zamanda bu bir İtalyan tenisçinin ilk Grand Slam finali ve şampiyonluğuydu. Kariyerinde çeyrek finali geçememiş bir isim için (2003 Amerika açık ve 2009 Wimbledon) müthiş bir başarı. Ana Ivanovic, Iva Majoli gibi tek Roland Garros şampiyonluğu ile geçinenlerden mi olacak göreceğiz.

Çim kort sezonu bugün başladı tenis dünyasında. 2 haftalık bir hazırlık dönemi göreceğiz. Queens Club'daki turnuva bugün başlıyor. Roger Federer dışındaki tüm önemli tenisçiler orada olacak. Federer ise Westfalen'deki Gerry Weber Açık tenis turnuvasına katılıyor. 2 sebebi var, Nadal'dan uzak durmak istiyor ve bu turnuvada sakatlık nedeniyle katılmadığı 2007 ve 2009 yılları dışında 2003-08 arası 5 şampiyonluğu var. Seriyi devam ettirip güven tazelemek istiyor. Wimbledon 21 haziranda başlıyor.

Alın size Belmondo

2 Haziran 2010 Çarşamba

2010 ROLAND GARROS: FAVORİLER DÖKÜLÜYOR

















Dün bir tarih yazıldı Roland Garros'da. Roger Federer'in Grand Slamlerdeki kesintisiz yarı final serisini İsveçli Robin Söderling 24. maçta bozdu. İsviçreli 24 Grand Slam sonra ilk kez yarı final göremedi. Pazartesi günkü yazdığımız yazıda, kendisini inanılmaz şekilde geliştirmiş olan Söderling'in geçtiğimiz yıla oranla çok daha farklı oynadığını ve Federer'den en az 1 set alacağını düşündüğümüzü söylemiştik. Maçı aldı gitti İsveçli. Roger Federer'in tipik, karşı taraftar sert direniş gelince puanları erken bitirmek için riskli vuruşlar yaptığı ve beklenmedik hatalara yol açtığı performansı yine tekrarlandı. Geçtiğimiz yıllarda Rafael Nadal ve Juan Martin Del Potro'ya kaybettiği finalleri böyle kaybetmişti. Söderling'e de böyle kaybetti. Rakibi ilk seti kaybetmesine rağmen agresifliğinden hiçbir şey kaybetmedi, hep oyuna bağlı kaldı ve kortun diğer tarafında her puanda büyüdü adeta. 2. setin sonunda Federer'i 2-0 öne geçirecek bir puan var ki ömre bedel bir puandı. Onu alıp maçın gidişatını döndürdü Söderling. Maçı kazandığı dördüncü setin sonlarında servislerinin hızı 225 kilometreyi zorluyordu. Ama bence asıl başarıyı İsviçrelinin kullandığı servisleri mükemmel çevirmesi ve bu topların tümünü servis atma hareketini bitirip yere inen Federer'in ayaklarının dibine vurmasın borçlu. Onun servis sonrası toparlanıp oyunu kontrol etmesine hiç izin vermedi. Bugüne kadar 12 kez karşılaşmıştı 2 tenisçi ve Federer tümünü kazanmıştı. Bu net üstünlüğe de son verdi Söderling. Geçtiğimiz yıl da aynı turda Rafael Nadal'ı mağlup etmişti. Bu sene de Federer.

Maç sonunda Eurosport yorumcusu Mats Wilander, yağmurlu havaya atıf yapıp, "hava şartları böyle giderse Söderling turnuvanın favorisi ama güneş açarsa Nadal 1 adım önde" dedi. Meteoroloji hava açacak diyor. Söderling'in yarı finaldeki rakibi Çek Thomas Berdych. Rafael Nadal bugün vatandaşı Almagro'yla oynuyor. Onu geçerse yarı finalde Novak Djokovic-Jurgen Melzer maçının galibiyle yarı finalde kaşılaşacak. Nadal'ın Söderling'den geçtiğimiz yılın rövanşını alma şansı var. Fransız seyircisinin pek sevmediği Söderling işi inada bindirirse müthiş bir maç izleyebiliriz. Bu ikilinin geçmişte pek iyi anıları yok.



Bayanlar tarafında Ju-Ju ve Caro turnuvaya veda ettiler. Çeyrek finalin en genç ismi 19 yaşındaki Wozniacki, en yaşlı ismi 29 yaşındaki Schiovane'ye 2 sette mağlup oldu ki İtalyan tenisçi maçı baştan sona üstün götürdü. Yarı finaldeki rakibi Rus Elena Dementieva olacak. Diğer tarafta Justine Henin, Avustralyalı Samantha Stosur'a müthi bir maç sonrası 2- mağlup oldu. Stosur, Serena Williams ile oynayacak . Çeyrek finalin diğer maçı Jelena Jankovic'le erkek ve bayanlarda sonr 8'e kalan tek seri başı olmayan tenisçi Kazak Yaroslava Shvedova.

















Tek erkeklerde Nadal-Söderling finalinin müthiş olacağı belli. O maçın kazananı kim olur zor tahmin ama Nadal daha yakın olacatır. Tek bayanlarda işler karışık. Serena Williams 2 hafta önce Jelena Jankovic'e mağlup oldu Roma'da. Bir daha karşılaşabilirler. Öte yandan Dementieva finalde Serena'nın karşısına dikilirse müthiş maç izleriz, Jankovic karşısına çıkarsa kupayı alabilir. Schiavone de tetikte bekliyor. Tabii Henin'ı evine göndeeren Stosur bugün de bir sürpriz yapabilir. O tarafta işler karışık...

Williams-Stosur ile Jankovic-Shvedova maçları bugün TSİ 15:00'de, Nadal-Almagro ile Djokovic-Melzer maçları onların ardından oynanacak.

31 Mayıs 2010 Pazartesi

ROLAND GARROS 2010 İLK HAFTANIN ARDINDAN

















1 haftayı geride bıraktık Roland Garros'da. Geçen hafta çok fazla yer veremediğimizi fark ettik, hazır ligler de bitmişken ve Dünya Kupası hazırlık maçları dönemindeyken son haftayı toprak kortlarda geçirelim. Öncelikle girişte bir taşınma haberi vereyim. Roland Garros'un Paris'in merkezine veda etmesi ve şehir dışına taşınması muhtemel. Wimbledon'ın artan talep ve seyirci sayısı karşısında yaptığı güncellemeyi Fransızlar yapamadılar. 450.000 taraftarı konforlu biçimde taşıyamıyor artık tesisler. Büyüme için yeterli alan da yok. Şöyle anlatalım, Avustralya açık ve Wimbledon tenis turnuvasının tüm tesisleri 49 dönüm arazi üzerine kurulmuş durumda. Bu Amerika Açık'ta 34,5 dönüm. Roland Garros arazisi ise sadece 21 dönüm. Bu yüzden muhtemelen 2016'dan itibaren başka bir yerde izleyeceğiz Roland Garros'u. 2 aday var. Versailles ve Disneyland Paris. Taşınma işinin 500 milyon euro civarı tutacağı söyleniyor. Oysa şu andaki alanda bir genişletme çalışması yapılsa bu rakamın üçte birine işi halletmek mümkündü.

Tek erkeklerle başlayalım. 2009 Avustralya Açık finalinden beri Roger Federer ve Rafael Nadal'ı bir Grand Slam finaline görmüyoruz. Herkesin en büyük hayali bu. Federer ana tablonun en üstünde 1. bölümdeydi. Çyerek finale gelene kadar kendisine sorun çıkarabilecek isimler Fransızların atletik tenisçisi Gael Monfils'di. Ancak Monfils 2. turda Roland Garros tarihine geçen bir maç sonucnda, İtalyan Fabio Fognin'ye, final seti 9-7 biten bir maç sonucu 3-2 mağlup oldu. Fognini de o yorgunlukla sonraki turda Stanislas Wawrinka karşısında tutunamadı. Federer de çeyrek final yolunda vatandaşı Wawrinka'yı 3-0'la geçip son 8'e kaldı.

Ana tablonun 2. bölümünden çeyrek finale gelen Robin Söderling oldu. Söderling geçtiğimiz yıla oranla kendini inanılmaz geliştirmiş durumda. 2008'i ATP klasmanında 18. kapattığından beri yükseliyor. Şu anda da 5. sırada. Dün Hırvat Cilic'le oynadığı maçın ilk 2 setinde müthiş oynadı. Çeyrek finalde rakibi geçtiğimiz yıl bu turnuvanın finalinde ve sonra da Wimbledon 4. turunda mağlup olduğu Roger Federer olacak. Ben bu sefer en az 1 set almasını bekliyorum FedEx'ten.

Ana tablonun 3. bölümünde Andy Murray 4. turda turnuvaya veda etti. Dün 15 numaralı seri başı Çek Thomas Berdych'e 3 sette mağlup oldu. Berdych'in rakibi, dün akşam kendi seyircisi önünde sakatlanarak maçı yarıda bırakan Jo-Wilfried Tsonga'yı saf dışı eden Rus Mikhail Youzhny olacak.

Ana tablonun alt tarafına geçelim. 5. bölümden Andy Roddick'in gelmesi bekleniyordu ama Roddick 3. turda Teimuraz Gabashvili'ye elendi. Rus tenisçi turnuvaya eleme turlarını geçerek katıldı ve 4. turda, 22 numaralı seribaşı, Avusturyalı Jürgen Melzer ile karşılaşacak. 6. bölümde beklenildiği gibi Novak Djokovic 4. tura ulaştı. Rakibi ABD'li Robby Ginepri olacak. 7. bölümde de bir sürpriz olmadı ve Fernando Verdasco 4. tura gelebildi. Rakibi bir başka İspanyol Nicolas Almagro olacak. Ana tablonun son bölümünde ise Rafael Nadal set vermeden 4. tura geldi. Rakibi Brezilyalı Thomaz Bellucci. Onu geçerse müthiş bir Verdasco-Nadal maçı daha izleyebiliriz. Federer ve Nadal takılmazlarsa ancak finalde karşı karşıya gelebiliyorlar.

Gelelim tek bayanlara. Bir zamanlar bir Ana Ivanovic'le Dinara Safina vardı. Hani bu turnuvanın 2008 finalinde karşılaşmışlar, Sırp tenisçi kupayı kaldırmıştı. Ne oldu onlara? Ne olduğunu söyleyeyim. Ivanovic 2. turda Rus Alisa Kleybanova'ya 6-3 ve 6-0'lık skorlarla mağlup oldu. Safina da ilk turda 40 yaşındaki Japon Kimiko Date'ye elendi. Biz gerisine geçelim. Ana tablonun üst tarafında, 1. bölümde Seren Williams doğal olarak takılmadı. Çeyrek finalde rakibi İsrailli Shahar Pe'er olacak. 2. bölümde Justine Henin, 3. turdaki zorlu Sharapova sınavını 3 sette geçmeyi başardı ve Avustralyalı Samantha Stosur'un rakibi oldu. 3. bölümde Jelena Jankovic, 4. tura geldi ve rakibi Slovak Daniela Hantuchova olacak. 4. bölümden gelmesi beklenen Safina, Date'ye Date de wild card'la turnuvaya katılan Avustralyalı Jarmila Groth'a takıldı. Groth'un 4ç turdaki rakibi Kazak Yaroslava Shvedova olacak.

Ana tablonun alt tarafında 4. bölümde geçtiğimiz yılın şampiyonu Svetlana Kuznetsova turnuvaya vatandaşı Kirilenko'ya mağlup olarak veda etti. 4. tur eşleşmesinde de Kirilenko, Francesca Schiavone'ye mağlup oldu. 5. bölümde Caroline Wozniacki çeyrek finali gördü. Rakibi Schiavone olacak. Danimarkalı yine yarı finali görecek gibi. 7. bölümde Elna Dementieva .ok net skorlarla geldi çeyrek finale. Rakibi, dün Venus Williams'ı turnuva dışına iten vatandaşı Nadia Petrova olacak. Tablonun bu tarafından sürpriz bir isim gelecek anlayacağınız. İşler bu çizgide giderse finalin Serena Williams ile Wozniacki veya Dementieva arasında oynanacağını söyleyebiliriz. Tabii Henin üst tarafta bir sürpriz yapar mı bilemeyiz.

Bugün tek bayanlarda, ana tablonun üst tarafındaki ve tek erkeklerde ana tablonun alt tarafındaki var 4. tur maçları var. Yani turnuvanın 2 kategorisinde de çeyrek final eşleşmeleri belli oluyor. Yazmaya devam edeceğiz.

22 Nisan 2010 Perşembe

BEST OF BELGIUM

















Belçika tenisinin 2 büyük yıldızı Kim Clijsters ve Justine Henin bir rekor denemesine hazırlanıyorlar. İkili 8 Temmuz günü Brüksel'in Kral Baudouin Stadyumu'nda bir gösteri maçı yapacak. Amaç dünya tarihinde bir tenis maçındaki izleyici rekorunu kırmak. Şu andai rekor, 1973 yılında Billie Jean King ile Bobby Riggs arasında, Houston Dome'da oynanan ve 30.492 kişinin geldiği maça ait. Clijsters ve Henin'ın maçına 40.000 kişinin gelmesi bekleniyor. Şu ana kadar 34.000 bilet satıldı ve ayrıca 6.000 adet de davetiyeli taraftar mevcut olacak. Maçta Billie Jean King de bizzat bulunacak özel bir davet üzerine. Belçika Başbakanı Yves Leterme de maçla ilgili desteğini belirtti. Maç ayrıca Belçika'nın 6 ay boyunca sürecek AB Dönem Başkanlığı'nın da bir açılışı olacak. 50.000 kişilik stadyumun 10.000 koltuğu, dev bir TV ekranı için boş bırakılacak. Böylece tribünler ile saha arasındaki tartan pisti sebebiyle kısıtlanacak görüş telafi edilmeye çalışılacak. Yalnız o koskoca sahanın ortasındaki tenis kortundaki vuruşlar ne kadar görülür şüpheliyim.

1 Nisan 2010 Perşembe

MARCELO RIOS



10 yıl önceki tenis dünyasının (o zaman şu andakinden bir kaç kat daha zevkli mücadeleler yaşanıyordu) en komple sporcusu kannımca Patrick Rafter'dı. Michael Chang, Thomas Muster ve bir çok İspanyol tenisçide olan geri çizgi oyunu ile Goran Ivanisevic, Pete Sampras, Mark Philippoussis gibi tenisçilerde var olan file önündeki oyunu çok iyi kombine eden ender tenisçilerdendi ki, bu akımın önemli bir örneği de Boris Becker'dir ama Rafter bana daha çekici gelirdi.

O yıllarda Şili'den gelen ve Azteklere benzeyen uzun saçlı bir başka adam tenis kortlarına fırtına gibi girmişti. Marcelo Ríos. Rios da tipik latin tenisçiler gibi çim kortu sevmezdi ki Wimbledon'da en fazla 4. turu görmüşlüğü vardır, hatta çim kortun futbolcular ve inekler için olduğunu söylemişliği bile vardır ama onu diğer latin tenisçilerden ayıran yukarıda bahsettiğimiz gibi file önü ve geri çizgi oyununun her ikisini de çok iyi uygulayabilmesiydi. Fırtına gibi esti tenis dünyasına girmesiyle. 1998 yılında 23 yaşında iken Grand Slam kazanamayarak dünya sıralamasında 1 numaraya yükselen ilk erkek tenisçi oldu. Kariyerinde de hiç kazanamamıştır zaten. Ancak 2000 yılı ile başlayan sırt sakatlıkları ve bir dizi operasyon onu tenisten koparan sürecin başlangıcı oldu. 2 yıl kortlarda onu aradık. Tekrar döndüğünde biraz raket salladı sonra tekrar malum sakatlık. 29 yaşında bıraktı tenisi. Her daim maçı bırakmayan inatçı oyunu, sol elli bir tenisçi olması, hiç kestirmediği ve beline kadar gelen saçları ile zamansız veda edenlerin başında gelir Rios.

Şili'li tenisçinin önemli özelliklerden birisi ise hırçınlığı idi. Kendisinin turnuva için gittiği bir otelde havuzda çıplak yüzmesine kızan müşterilerin üzerine işemişliği, yine Stuttgart'taki bir turnuva sırasında aşırı hız yaptığı için 10.000 dolar ceza yemişliği, gazeteci, taksi şöförü dövmüşlüğü, antrenörünü sopayla kovalamışlığı, bir diskoda başka bir kızla dans ederken çekilen resimleri üzerine kendisinden ayrılan kız arkadaşına mektup yazıp basın toplantısında göz yaşları ile af dilemişliği, Monica Seles'e "koca kıçlı" demişliği vardır. Bunlar hem de hadiselerinin bazıları. Jennifer Capriati'nin marijuana kullanıp hırsızlık yapması bunun yanında çok masum kalır.

Tenis kategorisindeki diğer yazılar için.

15 Mart 2010 Pazartesi

TEZUKA ZONE



Zamanında Küçük Golcü'dür, Strikers'dır izlerken ezberledik Japon çizgi film futbolunun şartlarını...Yokuş halindeki saha, bir atağın bazen bir bölüm boyunca sürmesi, futbolcuların topu sürerken çocukluk yıllarına gidip uzun uzun düşünmesi, topların uzaması, kalecilerin topu tuttuktan sonra topun ele yapışık şekilde dönmesi, ayağa oturan toplardan ateş çıkması falan filan....Uzakdoğu şubemiz Canarino bir video daha pasladı...Futboldan tenise geçiş yapmışlar gördüğünüz gibi...Videodaki yeğenin anlattığına göre Tezuka'nın gizli tekniğiymiş bu...Gördüğünüz gibi mübarek tenis maçı değil paralel evrenlerde yolculuk...Ayrıca mitoloji ve astronomiye de gönderme var...Hıncal doğru söylüyor lan..Federer adam değil bunlara bakınca...

by Canarino

31 Ocak 2010 Pazar

FEDERELIZED


















Her iki finale de girmeden önce BBC'nin, Andy Murray finale çıkınca 74 yıllık hasrete bu sene belki son veririz gazıyla 1 saat önceden yayına girip stüdyoya Boris becker ve Tim Henman'ı çağırmasından hareketle bir not düşeyim. Roger Federer'e yarı final zaferi sonrası, off-season günlerinde yani yılın son günleri ile izleyen yılın ilk günlerinde ne yaptığı sorulduğunda "her genç ne yapıyorsa onu yapıyorum kanepeye uzanıp televizyon izliyorum" diye espri yapmıştı. Boris Becker ise onun 15 Grand Slam kazanmış bir şampiyon olmasına rağmen nasıl çalıştığı ile ilgili birkaç tiyo verdi. Federer sezon başında Fransız fizyoterapist Stephane Vivier ile anlaştı ve Vivier onunla tam zamanlı olarak çalışıyor. Yani Federer'le beraber seyahat ediyor. Becker, İsviçreli'nin bu kadar büyük unvanlara sahip olmasına rağmen Avustralya'ya herkesten önce geldiğini ve günde 6 saat, Avustralya sıcağının altında antrenman yaptığını, böylece kendisini nem ve sıcağa alıştırdığını, yani espri yaptığı gibi kanepede yan gelip yatmadığını açıkladı. Bu özelliğiyle ilgili aşağıda tekrar Becker'in sözlerinden birisine geleceğiz.

















Önce bayanlarla başlayalım. Rıdvan Dilmen tenis yorumlasaydı herhalde böyle derdi. Servisleri çıkarın, Henin 6-0, 6-0 kazandı dersiniz. Justine Henin, Kim Clijsters'ınkine benzeyen bir "comeback" için harika bir performans verdi, finalde de fena oynamadı ama Serena Williams işlerin kızıştığı her anda servislerine yüklenerek işi bitirdi. Belçikalılar döndükten sonra güç tenisi ile taktik tenisi arasındaki savaşta şimdilik durum 1-1. Benim gözüme çarpan Serena'nın daha da kilo almış olması. Korttaki dengesini sağlamakta zaman zaman zorlanıyor. Örneğin dün, fileye geldiği bir puandan sonra neredeyse filenin üstünden öbür tarafa düşüyordu da raketini baston gibi kullanıp ayakta kalabildi. Biraz kilo vermezse, bu yıl işi zor olacaktır. Henin tarafında ise olaya pozitif bakmak lazım. Clijsters 2 sene yatıp döner dönmez Grand Slam'i kaldırdıktan sonra Henin finalde kalınca sanki başarısız olmuş gibi göründü ama uyandıralım birbirimizi, kadın aylardır tenis oynamıyordu resmi olarak. Misal böyle bir dönüşü diğer sporlarda yapan kaç adam var saysak 10 taneyi bulur muyuz? Michael Jordan, Eric Cantona, Lance Armstrong....5 olacağından dahi şüpheliyim. Steffi Graf bugün tenise dönse en az bir çeyrek final görür desem çok fazla dalga mı geçiyorsun tepkisi almam büyük ihtimalle. Acaip bir hal aldı bayanlar tenisi dolayısıyla. Tabi bir nokta daha var. Bu sene Venus Williams 30, Serena Williams 29 yaşına basacaklar. Justine Henin 28, Kim Clijsters 27 olacak. "3-4 sene sonra bu isimlerin tümü emeklilik kararı aldığında bayanlar tenisini kim forse edecek?" diye sorsanız, budur diye tereddütsüz göstereceğiniz tek bir tenisçi yok. Dolayısıyla ben bugünden çok 3-4 sene sonrayı merak ediyorum. Bu arada bayanlar tarafını kapatırken belirtelim, Serena 12. Grand Slam zaferi ile Billie Jean King'i yakaladı. Önünde 5 isim var. Rekor 24 Grand Slam ile Margaret Court'da. Yakalaması gereken Martina Navratilova ve Chris Evert'in 18 zaferi var. İmkansız değil ama zor görünüyor.

Erkeklere gelelim. Federer, yarı final maçından sonraki saha içi röportajında, İngilizlerin 74 yıllık Grand Slam zaferi hasretiyle dalga geçip "Britanyalılar için de önemli tabii, 150 yıldır bekliyorlar" diye seyircileri kırdı geçirdi. İlk 2 sette mutlak bir Federer üstünlüğü vardı. Üçüncü sette Murray 2 saat sonunda ilk kez rakibinin servisini kırıp 5-2 öne geçince umutlandı ama set, müthiş geçen bir tie-breakle şampiyonu belirledi. Murray'ın tüm maç boyunca açıkça üstün olduğu tek bölüm üçüncü setin altıncı ve yedinci oyunundaki 5 dakikaydı. Bunun dışındaki 2,5 saatlik bölümde İsviçrelinin üstünlüğü çok net göründü. Tabii bunda Murray'in birçok puanda çizgi gerisinde kalıp Becker'in deyimiyle "ben topu karşıya güvenli atayım da bakalım ne olacak göreyim" taktiğinin de etkisi oldu. İskoç, atak yapabileceği bir çok pozisyonda ve uzun rallilerde Federer'i faka bastıracak birçok vuruşta, savunmada kalmayı tercih edince, Federer, dezavantajlı olduğu her puanı, topu forehandine alabildiği her anda bitirmeyi başardı. Buna rağmen 4 set puanı yakalayan Murray, bunları da, 2 tanesi çok hayati olan beklenmeyen hatalarla harcayınca kaderine razı oldu. Zaten seti kazanabilseydi dahi dördüncü sete kondisyonu yeter miydi şüpheliyim, zira son puanlarda yürümekte bile zorlanıyordu ve Federer'in onu sık sık koşturması sebebiyle sırtı problem çıkarmaya başlamıştı.

Federer'in 16 Grand Slam şampiyonluğundan daha önemli bir derecesi var bana göre. Aralıksız 23 Grand Slam yarı finali. Korkunç bir derece bu. Birçok tenisçi geldi geçti ona rakip olmak isteyen bu dönemde. Neredeyse yarısı sakatlık problemleri ile onun uzun süreli rakibi olamadılar. Marat Safin, Rafael Nadal gibi. Kalanları da anlık çıkışlar yaptılar. Del potro ve Söderling gibi. Federer sakatlanmıyor anlatmak istediğim biraz da o. Ama sakatlanmama sebebi de formunu hep yüksek tutup, çok çalışması, her turnuvaya sanki ilk Grand Slam zaferini kazanmak istermiş gibi asılması ve bu nedenle de hep belli bir performansı gösterip kendini zorlamaması. Dip çizgileri bu kadar iyi gördüğünüz bir backhand ve forehandiniz varsa kendiniz koşmaz, rakibi koşturursunuz, kasları ve adaleleri siz değil rakibiniz zorlar ve siz değil rakibinizin sakatlanma riski artar. İsviçreli bunu çok iyi kullanıyor. Biliyorum onun bu başarılı hali sebebi ile her geçen gün, sevmeyen sayısı artıyor olabilir ama takdir etmeniz lazım yaptıklarını. Ben de çok büyük hayranı değilim, ama saygı duymayan adam büyük yanlış yapıyordur onu da belirteyim. Gelmiş geçmiş en büyük tenisçi unvanını kazanmış bir adamın hala her turnuvaya bu ciddiyetle hazırlanması, disiplini, istikrarı ayakta alkışlanmalı. Bu seneki hedefi belli.Grand Slam yapmak. Yani kalan 3 Grand Slam'i de kazanıp tarihte bunu yapan altıncı isim olmak. O olunca da, Rod Laver'dan sonra bunu iki kez yapabilen ikinci isim olmaya çalıacak. O bitince de bunu üç kez yapabilen ilk ve tek isim. Tabii çok zor bir ihtimal ama onun motivasyonunu ve başarıya doymayan, gevşemeyen karakterini anlatmak için söylüyorum.

25 Ocak 2010 Pazartesi

AVUSTRALYA AÇIK 2010: İLK HAFTANIN ARDINDAN

















Sezonun ilk Grand Slam'inde ilk haftayı bitirdik. Avustralya Açık geçtiğimiz yıl rüya gibi bir yarı final ve finale sahne olmuştu. Bu sene o hikayelerin kahramanlarından Fernando Verdasco, son 3 ayın canavarı Nikolay Davydenko'ya 4. turda elenerek sahneden çekildi. Tek erkeklerde son 16 arasında seri başı olmayan 2 tenisçi vardı. Polonyalı Lukasz Kubot ve Hırvat Ivo Karlovic. Kubot, Novak Djokovic'e, Karlovic ise Rafael Nadal'a elendiler. Böylece çeyrek finalde mücadele edecek tüm tenisçilerin seri başı olacağı da garantilenmiş oldu. Şu dakikalarda devam eden Roger Federer-Lleyton Hewitt maçı ve ardından oynanacak Jo-Wilfried Tsonga-Nicolas Almagro maçı son 8 tenisçiyi tayin edecek. Davydenko, Nadal ve Djokovic dışında, Andy Murray, Andy Roddick ve Marin Cilic çeyrek finale yükseldiler. Çeyrek finalde nefis bir Andy Murray-Rafael Nadal maçı bizleri bekliyor. Marin Cilic 4. turda son Grand Slam şampiyonu Juan-Martin Del Potro'yu 5 setlik bir maçın sonunda mağlup etti. Bu dakikadan sonra müthiş mücadeleler başlayacaktır. Tablya baktığımızda şu anda devam eden Roger Federer-Lleyton Hewitt maçı dahil Murray-Nadal ve muhtemel Federer-Davydenko, Roddick-Murray/Nadal, Djokovic-Davydenko/Federer ve tabii tenisin son yıllardaki El Classico'su Federer-Nadal maçlarını izleyebiliriz. Tabii bu son maç ancak finalde gerçekleşebilir. E herkesin kalbindeki de o zaten.

Marsel İlhan'dan da biraz bahsedelim. Grand Slamlerde, seri başı olmadan hem de ilk 100 tenisçinin dışında iken üst turları zorlamak çok zordur. 1 tur geçmesi için dahi tebrik edilmesi lazım. Bu dakikadan sonra sıkça turnuva oynayıp ilk 50 sırayı zorlaması en büyük hedefi olmalı. Bana göre dezavantajı, ani çıkış yapmak için elverişli yaşları geçmiş olması. 22 yaşında. Dünya sıralamasında üst sıralara yükselmiş birçok tenisçi, 20 yaşına gelmeden ilk 10'u zorlamışlardı geçmişte. 21 yaşında son Grand Slam'i kazanan Del Potro bunun son örneği. Çok hızlı yükselmesi lazım. Tabii Marsel'e rağmen şu "75 milyonluk ülkeden bir tek tenisçi yetiştiremiyor muyuz?" sorusu rafa kaldırılmadı. Hem bu iş tek adamla çözülecek bir sorun değil, hem de Marsel Özbekistan doğumlu ve 17 yaşına kadar o ülkede kalmış bir isim.






















Bayanlar tarafına geçelim. Turnuvanın ilk günü Sharapova'nın saf dışı olmasıyla açıldı. Kendisi üzerinde toplanan "git mankenlik yap" bulutları giderek çoğalıyor ama geçirdiği ciddi sakatlıkların onu çok etkilediğini düşünüyorum. Hele Anna Kournikova ile eşleştiren taş olur, bu kızın 3 Grand Slam şampiyonluğu ve 1 de finali var. Kournikova 16 yaşında, Dark Side'a geçmeden Wimbledon'da oynadığı yarı finalden sonra ne yapmıştır bir gelip anlatsınlar, bunu söyleyenler. Tenis fundamentali iyiydi, aslında tekniği çok üstündü, kendisi iyiydi ama çevresi kötüydü falan bunlar hikaye, bugün geldiği yer bellidir. Bayanları bu sene sakatlıklar çok vurdu. Son olarak Dinara Safina, Maria Kirilenko ile oynadığı maçı yarıda bıraktı. Zaten bırakmasa da bir yere varacağı yoktu ya, en fazla finale gelir orada da 1-6, 1-6 setleri 40 dakikada verir köşesine çekilirdi. Şu andaki görüntü Williams kardeşleri tehdit eden bir tek ismin olduğu. Belçikalı'nın kortlara önce döneni Flaman kızı, Nadia Petrova'ya fena çarpıldı ama daha sonra döneni yoluna devam ediyor. Justine Henin, kendisi gibi 4. tura kalan ve seribaşı olmayan diğer isim, vatandaşı Yanina Wickmayer'i zorlu bir maçtan sonra eleyip çeyrek finale yükseldi. Henin'ın iyi de bir tablo avantajı var, finale kadar Williams kardeşlerle oynamayacak. Ama önce Kim Clijsters'a sadece 1 oyun veren Nadia Petrova'yı geçmesi gerekiyor. Zaten finale kadar gelip, kupayı da kaldırırsa Williams kardeşler Obama'ya çıkıp "Hadi Belçika'ya savaş açalım, ne olur ne olur, aynı renkteniz kırma bizi, silelim şu pralincileri dünya üzerinden" diye yalvarır.

İlhan İrem bir yana da bir Ivanovic'le Jankovic vardı ne oldu onlara?

18 Ocak 2010 Pazartesi

AVUSTRALYA AÇIK ÖNCESİ "HIT FOR HAITI"















Espriler havada ucustu Haiti'deki depreme maddi yardim toplamak icin yapilan bu gösteri macinda. Fikir babasi Roger Federer. Avustralya Acik'in acilmasina bir gün kala son anda diger oyuncularla irtibata gecip bu maci organize etmis ve bu ani anonsa Avustralya seyircisi de tribünleri doldurarak karsilik vermis. Federer'le birlikte Nadal, Djokovic, Andy Roddick, Hewitt, Clijsters, Serena ve Sam Stosur iki takim olusturarak tek set üzerinden oynadilar. "Hit for Haiti" denilen bu organizasyonda tenisciler mikrofonlarla oynayarak, maci show'a dönüstürdüler.

Tenisin güncelini takip edenler icin cok iyi espriler vardi. Roddick kopardi bir ara. Servis atarken dip cizgi hakemi ayak hatasi (foot fault) verdi. Roddick hakemin üzerine yürüyerek, "Bir hayir icin yapilan macta bana ayak hatasi mi verdin?" Millet koparken ardindan bomba geldi: "Serena'nin burada oldugunun farkindasindir umarim".

























Clijsters partneri Nadal'a Federer'in oldugu tarafa servis atarken "Nereye atayim" diye sordu. Nadal, "bilmiyorum" dedi. Tam o anda Federer "backhand" dedi, "sonra tekrar backhand, tekrar backhand, tekrar backhand ve tam backhand tarafina yerlesmisken, tamamen bosalan forehand tarafina" derken de hem kendi gülüyor, hem seyircileri hem de Nadal'i güldürüyordu.


















Djokovic bu tip gösterilerin adamidir aslinda. Kim'in yerine oyuna girdiginde, Nadal basit bir vurusu kacirdiginda "Kim cok daha iyi partner?" diye Nadal'a catti, Nadal "bütün özgüvenim gitti" derken, Djoko "yani senin icin daha iyi partner, sana benden daha iyi partner demek istedim" diyerek seyircileri bi kez daha yardi.




















Ilginc olan durumlardan biri de bir zamanlar beraber olup, simdilerde baskalariyla evliliklerinden cocuklari bile olan Clijsters ve Hewitt'in birbirleriyle diyalogdan kacinmalari oldu.





















by meinkissen

11 Ocak 2010 Pazartesi

BELGIAN BALL


















Yazıya gerek yok aslında, Belçikalılar işin özetini vermiş bu ufak pankartla. Hep diyorduk ya bayanlar tenisinde 2 senedir, topu rakip sahaya nasıl daha hızlı vururum felsefesinden başka bir şey yok diye, cumartesi günkü final bunun bir kez daha kanıtı oldu. Şahsen ben vaziyetin kötü olduğunu tahmin ediyordum ama bu kadar da kötü olduğunu tahmin etmiyordum. Birisi 2 seneden fazla ara verdikten sonra daha 3 ay önce tenise dönmüş ve herkesi ipe dizerek kazandığı (girişteki o rezalet felsefenin mucitleri de dahil) Amerika Açık'tan beri doğru dürüst maç yapmamış, diğeri de 1 seneden beri eline raket almamış iki Belçikalı, sezonun ilk Grand Slam'ine hazırlık olarak düzenlenen Brisbane Açık'ta final oynadılar ve mükemmel de bir tenis izlettiler bizlere. Maçın galibi final setini tie-breakle kazanan Flaman Kızı oldu. Sanki Clijsters ve Henin kendilerini dondurmuş gibiler, geçtiğimiz hafta Henin'ın dönüşüyle beraber yazdığımız yazıda belirttiğimiz gibi. Belki bu ikili tenise ara verdikleri dönemde gelişim göstermediler ama bayanlar tenisi geriye gittiğinden kayba uğramadılar kazandılar. Olağanüstü bir durum olmazsa Avustralya Açık'ta da en az bir çeyrek final bekliyorum her ikisinden de. Finale koymamamın sebebi her şeye rağmen "yok artık o kadar olmaz" dememden ve büyük ihtimal finale gelene kadar ikilinin birbiriyle karşılaşabilme ihtimalinden. Gerçi ana tablonun farklı taraflarına denk gelirlerse ve Avustralya Açık'ta da final oynarlarsa o WTA klasmanındaki tüm tenisçiler kendilerini Serena'nın kıçına bağlayıp Melbourne sahilinden sulara bıraksınlar. Tablolar ve kuralar cuma günü açıklanıyor. Gerçi Henin, final maçında hafif bir sakatlık geçirdi ve bu yüzden Sydney turnuvasına katılmayacağını açıkladı. Kendisini riske atmak istemiyor. Bu şunun göstergesi tabii. Her ne kadar "hedefim Wimbledon" dese de onun da kafasında Clijstersvari bir dönüş yapma planı var.




















Erkek tarafına da bir değinelim. Brisbane'in erkekler turnuvasında Andy Roddick, finalde Radek Stepanek'i mağlup ederek şampiyon oldu. Ama asıl 2010'da ben geliyorum diyen adam Rus Nkiloay Davydenko. 2009'u ATP Masters Serisi'ni kazanarak kapatmıştı. 2010'u da Doha'da arka arkaya Federer ve Nadal'ı mağlup ederek açtı. Kariyerinin şu anda en iyi dönemini yaşıyor. Erkeklerde Avustralya Açık'ta mücadele çok çetin geçeceğe benziyor. Sevgilisinden, "Play Station'a ayırdığı vaktin yarısını bana ayırmıyor" diye tekme yiyen Andy Murray de yeni Djokovic olma damgasından kurtulmak istiyorsa bir final oynasın artık.

Bu da ne zamandır, "Dutchman tenis tenis diye başımızın etini yedin, şuraya gözümüzü gönlümüzü açan bir resim koymadın" diyenlere gelsin. Aha sinema-tenis kesişmesi. Fotoğraf, güzide tenis blogu Passing-Shot'tan. Yalnız Caro, bu hadise için blogunda "Steven Spielberg'in yeni filmi Avatar'ın galasına katıldım" diye yazmış. Filmde kesin uyudu, ya da 3D gözlükle James Cameron'u yanlış okudu. Bir de o çizmeler viking dedesinden kalma mıdır?

5 Ocak 2010 Salı

COMEBACK QUEEN version 2

Flaman Kızı'nın ardından diğer Belçikalı da döndü sonunda. Justine Henin dün 1,5 yıllık bir aradan sonra ilk kez çıktığı kortlardan galibiyetle ayrılmayı başardı. Avustralya Açık Tenis Turnuvası'na hazırlık anlamındaki Brisbane Open ilk tur karşılaşmasında Rus Nadia Petrova'yı 7-5'lik 2 setle geçen Henin ikinci tura yükseldi. Petrova da, sanırım 18 ay aradan sonra tenise dönen Henin'a aldığı yenilgiyi büyütmemek için "bıraktığı zamandan daha iyi oynuyor" demiş ama maçın ilk setini ve ikinci setinin başlarını izleyen birisi olarak aynı fikirde değilim. Henin'ın o formuna dönmesi için daha 2-3 aylık süresi var. Ha bu onu turnuvaların favorisi yapmaya yetmez mi? Yeter elbette. Zira Henin bıraktığından beri bayanlar tenisi ileriye değil geriye gitti. Yerinde sayan Henin da çok bir şey kaybetmedi. İkinci turda Kazak Sesil Karatantcheva karşısına çıkacak. Belçikalı Avustralya Açık turnuvası için wildcard'ı çoktan cebine koymuş durumda. 2003, 2004, ve 2006 turnuvalarının galibi olan tenisçi 10 Ocakta başlayacak turnuvanın da favorileri arasında olacaktır. Belirtelim kendisi, asıl hedefinin Wimbledon'ı kazanmak olduğunu açıkladı. Yani biz 2-3 ay dedik ama o 6 aylık bir süre tanımış kendisine. Ben bu kadar uzun süreceğini sanmıyorum. Önümüzde çok net bir Clijsters örneği var ki, Henin kortlara veda ettiğinde ondan çok daha üst düzey bir tenisçiydi. Bu arada lafı geçmişken söyleyelim, Clijsters da ilk turda Avustralyalı Alicia Molik'i 6-0 ve 6-3'le geçerek yıla fırtına gibi girdi.

Bu arada resmen olmasa da kafaca kortları asan Ana Ivanovic de geri döndü. Eylül ayındaki Tokyo turnuvasından beri ortalarda görünmüyordu. Bir zamanların "Grand-Slam şampiyonu", şimdi dünya sıralamasının 21. si. Jelena Dokic'i 3 sette geçti. 22 yaşında bu derece tepetaklak olması üzücü. Yine aynı problemleri devam ediyor. İkinci seti 6-1 kaybetti örneğin. Ivanovic'inki yeni yılın ilk günü "rejime başlıyorum" diyen ev hanımının felsefesine benzemiş. Yeni yılla beraber her şeyin düzeleceğini sanıyor ama kazın ayağı öyle değil. Bu arada son 10-15 yılda tenis kariyerleriyle olduğu kadar güzelliğiyle ön plana çıkmış tenisçilerin tümü kariyerlerinde sarsıntı geçirdiler. Anna Kournikova sarsıntıyı aştı, raketleri bıraktı gitti. Jelena Dokic'in baba tarafından yemediği kazık kalmadı, Maria Sharapova, tam "Ben Kournikova değilim, maç da kazanıyorum" diye çıkmıştı ki, sakatlıklar, mental problemler derken geçtiğimiz yıl yattı, Ana Ivanovic de son 1 senedir dağılmış durumda. İkisini de çok üst düzeyde bünyede barındıran bir tenisçi var mı ben son zamanlarda pek hatırlamıyorum.

14 Aralık 2009 Pazartesi

USTED ES UN HOMBRE RECORD EEEEEE



Roger Federer'in, Credit Swiss firması ile yaptığı işbirliğinin tanıtımına giden İspanyol spikerin yaptığı daha doğrusu yapmaya çalıştığı röportaj. Röportaj normal başlıyor ama daha sonra muhabir, CNN İspanya için bazı soruları İspanyolca sormak isteyince film kopuyor. Genelde korttaki tepkisizliği ile bilinen İsviçreliyi böyle görmemiştik pek. Olay öyle bir yere geliyor ki, Federer gülmeyi durduramadığından, İspanyol muhabir karşısında Federer olmadan, sanki varmış gibi boşluğa bakarak soru soruyor. Orası da benim yarıldığım an oldu.

25 Kasım 2009 Çarşamba

DEVLER, SEZONU LONDRA'DA KAPATIYOR




















Londra'da tenis sezonu müthiş şekilde kapanıyor. Sezonun en başarılı 8 tenisçisi ATP Masters serisi finalleri için İngiltere'de pazar gününden beri kapışıyorlar. Normalde o anda dünya sıralamasında ilk 7 sırada bulunan tenisçilerin ve eğer varsa, ilk 7 dışında kalmış bir Grand Slam şampiyonunun mücadele ettiği turnuvada tenisçiler 2 gruba ayrılıyor. Grup mücadeleleri sırasında ilk iki sırayı alan tenisçiler çapraz eşleşme ile yarı final ve finali oynuyorlar. Maçlar 3 set üzerinden oynanıyor. 1970 yılından beri, çeşitli adlarla düzenleniyor turnuva ama ilk kez Londra ev sahipliği yapıyor. O2 Arena'daki maçlarda şu ana kadar Roger Federer en iyi isim durumunda. A grubunda yer alan İsviçreli Hem Fernando Verdasco'yu hem de Andy Murray'i 1-0 geriye düştüğü maçlarda 2-1 mağlup etti ve grubunun lideri. İlk maçta Murray'e mağlup olan Amerika Açık şampiyonu Juan Martin Del Potro da Fernando Verdasco'yu mağlup etti. B grubunda ise Andy Roddick'in sakatlığı sebebi ile onun yerini alan İsveçli Robin Södreling, Rafael Nadal'ı 6-4 ve 6-4'lük setlerle mağlup ederek Roland Garros'taki tarifeyi uyguladı İspanyola. Novak Djokovic de Nikolay Davydenko'yu mağlup etti. Bu grupta ikinci maçlar bugün oynanacak. Turnuvanın yarı final ve final maçları cumartesi ve pazar günü. Bu turnuvanın bayanlar versiyonu yaklaşık 1 ay önce Katar'ın Doha kentinde oynanmış ve finale kalan Williams kardeşler yine kardeş kardeş oynayıp kupanın küçük kardeşte kalmasını kararlaştırmışlardı.















Bu arada bayanlar dünya sıralaması da yılı kapatırken açıklandı. Daha önce blogda birkaç kez dile getirdiğimiz Slav ülkelerinden gelen tenisçilerin üstünlüğü yine devam ediyor. İlk 100'de 15 Rus, 6 Çek, 4 Slovak, 3 Ukraynalı, 3 Belarus, 2 Sırp, 2 Hırvat ve 2 Polonyalı bulunuyor. Bu ülkelerin dışında Fransa, Almanya ve İtalya 6, ABD'nin de 5 tenisçisi var ilk 100'de. İlk 10 sıra yine doğu blokundan tabii. Sadece 2 tenisçi bu bölgenin dışından, Williams kardeşler. Caroline Wozniacki'nin Danimarka pasaportunun kökündeki Polonya sosunu da hesaba katarsak geri kalan 8 tenisçiyi Polonya ile Moskova arasındaki alana sıkıştırmış oluyoruz. Amerika Açık'ı kazandıktan sonra nadasa yatan ve o hamlesiyle Justine Henin'ı da kortlara dönme yolunda gazlayan Kim Clijsters 18. sırada. Sezonun sonlarına doğru kortlara dönen Maria Sharapova 14. Bir zamanların şampiyonu Ana Ivanovic 22. sırada ve 24-14'lük oranı ile kariyerinin en kötü galibiyet-mağlubiyet rakamını bu yıl elde etti. Temmuz 2005'ten beri ilk kez ilk 20'nin dışında kaldı. Kendini toparlamak için bir süre kortlardan uzak kalacakmış, bu aralar golfçü sevgilisinni peşinde dolaşıyor. Anna Kournikova yoluna girer mi artık görürüz...Ben girer gibiyim Ramazan...Girdik...

12 Kasım 2009 Perşembe

KORTLARDAN BİR TATAR GEÇTİ










Rus tenisçi Marat Safin, dün Paris Masters Serisi'nde, Arjantin'li Del Potro'ya yenilerek aktif tenis kariyerini noktalamış oldu.