
Euro 2016 adaylığımızla ilgili stadyumlar açıklandığından beri ortada dönen tartışmaları hepimiz biliyoruz. Bunun üzerine yılbaşından önce bir yazı yazmayı planlıyordum ama zaman olmadığı için, biraz da bu konu hakkındaki tüm görüşleri dinleyip, konu ile ilgili araştırmayı yapıp son olarak da UEFA'nın Euro 2016 için açıkladığı organizasyon kriterleri ile ilgili 203 sayfalık dökümanın özellikle organizatörlüğe aday ülkelerin taşıması gereken özellikleri anlatan 55 sayfalık kısmını dikkatlice okuduktan sonra bu işe girişmenin zamanının geldiğine karar verdim.
Dökümanı linkten doğrudan indirebilirsiniz. Uzun bir yazı olacak belirteyim, zira her ne kadar zor olsa da konuyu etraflıca ele almaya çalışacağım. Mümkün olduğunca son bölüme kadar da keskin yorumlar yapmakta kaçınacağım.
Türkiye Futbol Federasyonu'nun ve organizasyon komitesinin açıkladığı 7 aday kent İstanbul (2 stadyum), Ankara, İzmir, Bursa, Antalya, Eskişehir ve Konya. Bu 7 kentin ilk dördü isim olarak çok tartışılmadı. Şehirlerden birisi sadece Türkiye'nin değil tüm dünyanın en büyük metropollerinden birisi iken kalan üçü de üç ayrı coğrafi bölgeden seçilmişti. Kalan 3 şehir ise varlıklarından çok, tercih edildikleri iller açısından değerlendirildiler. Özellikle Trabzon ve Diyarbakır ismi çok fazla öne çıktı, buna ilaveten Konya'nın varlığı da oldukça sorgulandı. Bu kısma geçmeden o tartışılmayan isimlerden en önemlisinin, ismi açısından değil de kullanılacak stadyumları açısından başlayan tartışmaya bir göz atmak gerekiyor. Yani meşhur Atatürk Olimpiyat Stadyumu-Türk Telekom Arena ve Şükrü Saracoğlu Stadyumu etrafında dönen tartışmaya.
Dökümandan gidelim isterseniz. UEFA 2016 adaylık kriterleri dosyasının Sector 3/4. sayfa yani 26. sayfasında stadyum kriterleri belirtilmiş, çok net şekilde. En az 50.000 kapasiteli 2 stadyum, en az 40.000 kapasiteli 3 stadyum ve en az 30.000 kapasiteli 4 stadyum. Ancak 50.000 kapasiteli stadyumlar için parantez içinde şöyle bir ifade var: Bu 2 stadyumdan birisinin 60.000 veya üstü kapasiteli olması tercih edilebilir. Yani bir kere şunu kenara koyalım.
UEFA, Euro 2016 için, ev sahipliği yapacak stadyumlarda 60.000 kapasite şartını aramıyor, bu tamamen tercihe bırakılmış. Bir not daha var. Bu 50.000 kapasitenin üzerindeki 2 stadyum açılış ve kapanış, yani final maçlarına ev sahipliği yapmak zorundalar. Örneğin Euro 2000 finalinin oynandığı De Kuip 51.577 kişilik. Euro 2008 finalinin oynandığı Ernts Happel Stadion 53.008 kişilik. Euro 2012 finali kapasitesi turnuva için 69.000 kişiye düşürülecek Kiev Olimpiyat Stadyumu'nda oynanırken, açılış maçı 55.920 kişilik Varşova Ulusal Stadyumu'nda oynanacak. Yani Atatürk Olimpiyat Stadyumu'nun aday stadyumlar arasında yer almasının sebebi kapasite değil. Peki nedir? Bunu açıklamadan önce yavaş yavaş Şükrü Saracoğlu ve Türk Telekom Arena'yı da işin içine katalım. Şunu açıkça ifade edeyim. "
peki nedir?" sorusuna aşağıda vereceğim yanıt olmasa idi ben Şükrü Saracoğlu Stadyumu'nun stadyum listesinde olmamasına ciddi bir muhalefet edebilirdim. Ama Türk Telekom Arena'nın yerine değil, Atatürk Olimpiyat Stadyumu'nun yerine. Sebebini anlatalım.
Aşağıda da daha etraflıca alacağımız bazı kriterler Olimpiyat Stadyumu'nun geçtiğimiz yıllarda sınıfta kaldığı kriterlerdi. Örneğin UEFA ev sahipliği yapacak
stadyumlara en az 3 farklı kara yolu ile ulaşılmasını şart koşuyor. Ayrıca bir şartları daha var.
Bu stadyumlardan şehir merkezine en fazla 75 dakikada ulaşabilmek. Atatürk Olimpiyat Stadyumu'nda Galatasaray'ın 3 sezon önceki Şampiyonlar Ligi maçları sebebiyle gitmiş aynı zamanda Liverpool-Milan maçı öncesi ve sonrasını da iyi takip etmiş birisi olarak o stadyumun ne durumda olduğunu biliyorum. İngilizlerin, yeşil tepelerden yürüyerek stadyuma vardığını, insanların gece yarısından sonra araçsız kaldıklarını ve stadyuma Halkalı'da, Avcılar'da, Bahçeşehir'de oturan insanların bile gitmekten çekindiklerini biliyorum. Olimpiyat Stadyumu'nun bulunduğu alanın oldukça geniş bir arazi olması dolayısıyla da taraftar alanları (aşağıda anlatacağımız) güvenlik ve kontrol noktaları gibi konularda uygun bir ortam teşkil ettiği aşikar. Ancak bunlar stadyumun taşıdığı bir dolu kusuru örtmüyor. UEFA'nın en büyük felsefelerinden birisi, şevk ve katılım üzerinedir ki bunu da turnuvalarında çok fazla öne çıkarır. Atatürk Olimpiyat Stadyumu Türk insanı için yıllardır gitmeye ayak sürüdüğü, zulüm gibi görülen bir yolculuğu simgeliyor, yani manevi değeri de yok. Bir Wembley olması planlanmıştı belki ama bugün geldiği yer içler acısı. Yine UEFA stadyumların bulunduğu yerin güneşe doğru olan açısına ve rüzgar alıp almamasına da büyük önem veriyor. Haziran ayında yapılacak bir organizasyon için rüzgar konusu büyük bir engel teşkil etmeyebilir ama yine de bu konuda da ufak tefek pürüzler var. Bir de tabii yukarıda bahsettiğimiz "en fazla 75 dakikada şehir merkezine ulaşma" şartı. Mutlaka bu problem aşılacaktır. Metro ve alternatif ulaşım araçları 6 senelik sürede, zaten yapılması planlanıyorken gerçekleştirilecektir.

Şükrü Saracoğlu Stadyumu'nun da devreye girdiği yer burası. Stadyumun sevdalıları son UEFA finaline ev sahipliği yapan bir stadyumun liste dışında bırakılmasına içerliyorlar. Yukarıda belirttiğim tüm kriterlerde birisi dışında Olimpiyat Stadyumu'ndan önde durumdalar. O da arazi. Fenerbahçe Stadyumu, bulunduğu lokasyon dolayısıyla "şu anda" UEFA'nın taraftar alanları, güvenlik prosedürleri ile ilgili kriterlerini karşılayacak durumda değil. Buna savunma olarak, yukarıda belirttiğimiz 6 senelik süre gösteriliyor. "
6 senede giderilmesi beklenen Olimpiyat Stadyumu'nun dezavantajları, Şükrü Saracoğlu'nun da dezavantajlarını giderilecek süre de olabilir" diyorlar. Kenan Evren Lisesi'nin yıkılması, stadyum arazisinin bugünkü Salı pazarının olduğu yere kadar genişlemesi gibi. Bu uzun süreli ve kapsamlı bir plan. Bu konuda insanlar ikiye ayrılmış durumda. Zira Şükrü Saracoğlu Stadyumu, trafik açısından da pek elverişli bir konumda değil. Stadyumun etrafına tesis edilmesi şart olan ve sadece biletli seyircilerin girebileceği, ilk güvenlik alanı (ya da dışarıdan stadyuma gelirken son) özellikle Fenerium tarafında problem yaratabilir. Bu, E-5 ve diğer taraftaki yolların durumunu etkileyeblir ve söz konusu yollarda ulaşımı imkansız hale getirebilir. Hem yine yukarıda bahsettiğimiz "en az 3 farklı ana yolla ulaşım" şartı bu problemle birleştiğinde Saracoğlu'nun dezavantajlarını artırıyor. Ayrıca yine
grup maçlarında 30, grup maçları sonrasında 60, finalde de 100 kamyonluk bir park alanının mutlak surette elverişli hale getirilmesi lazım. Tabii takımların kendi otobüsleri hariç. Bunların 6 yıllık dönemde çözülmesi imkan dahilinde elbet. Ancak üçüncü paragrafın sonundaki yere dönelim şimdi. Yani "
Atatürk Olimpiyat Stadyumu'nun aday stadyumlar arasında yer almasının sebebi kapasite değil. Peki nedir?" kısmına.

UEFA'nın bu sene açıkladığı ve zorunlu hale getirdiği bir kriter var. Adı "
C value". Hafiften karışık bir hadise. Şöyle anlatayım. Şekillerde gördüğünüz gibi, koltuğunuzu açtığınızda, yaslandığınız yerin yerden yüksekliğinin en fazla 30 cm olması gerekiyor. Ayağınızı bastığınız yerin, yani her tribün basamağının genişliği ise en fazla 80 cm olması lazım. Bu ne demek, basamakları dar, dolayısıyla da dik stadyumların kriterlere uymaması demek. C Value nasıl hesaplanıyor? Formül resimde. Tek bir basamak yüksekliği ile o tribünün tüm yüksekliği toplanıyor, daha sonra herhangi bir basamakta oturan seyircinin kuş uçuşu, en yakın saha çizgisine havadaki izdüşüm uzaklığı ile çarpılıyor, ardından yine bu uzaklıkla, basamak genişliğinin toplamına bölünüp, tribünün tam yüksekliğinen çıkartılıyor. Biliyorum karışık ama şekilden daha iyi anlaşılabilir. Çıkan rakamın 9 santimetreden daha az olması gerekiyor. Bir başka kriter de stadyumun herhangi bir koltuğundan, uzak korner bayrağına olan uzaklık, kuş uçuşu 190 metreden fazla ise bu da kriterlere aykırı demek.
Yalnız burada bir püf noktası var. UEFA "
bu şartlara uymayan koltuklara sahip stadyumlar stadyum listesine giremez" demiyor. "
Bu koltuklar net kapasite hesabına katılmazlar" diyor. Yani, örneğin 80.000 kişilik bir stadyumda uzak köşe direğine 190 metreden daha uzak olan, üst katlardaki 5.000 koltuk düşülüp 75.000 kapasite kabul edilebilir. Ama bu pek pratikte iyi sonuçlar vermeyebilir. Üst katları tamamen boş bir stadyumun görüntü açısından hoş olmayacağını söyleyebiliriz. Sonuç olarak bu kriter dik, yükselen stadyumlar yerine, ilk katları yayvan ve geriye doğru olan, sonra yavaş yavaş dikleşen stadyumları tercih ediyor. Bu da günümüzün kolozyum türü stadyumları, yani olimpiyat stadyumları demek. Kısacası
Olimpiyat Stadyumu'nun listede olmasının en büyük dayanağı budur. Tabii bu aşılabilecek bir engel midir, yani taviz verilebilir mi, orasını bilemem.

Sonuçta bu İstanbul içi tartışmayı bağlarsak, Türk Telekom Arena'nın varlığının kaçınılmaz olduğunu (turnuva için yeni yapılan stadyumun gözardı edilmesi zordur), bir tartışma yapılacaksa Atatük Olimpiyat Stadyumu ile Şükrü Saracoğlu Stadyumu arasında olması gerektiği düşüncesindeyim. Olimpiyat Stadyumu için "
o kadar para saydık, kullanalım" felsefesine katılmıyorum. Önümüzde net bir Atina Olimpiyat Stadyumu örneği var. Yunanistan stadyumdan kurtulmaya çalışıyor. Arazisi satılarak yerleşim alanına dönüştürülebilir veya firmalara devredilebilir.
Gelelim aday şehirlerin son üçünün üzerindeki tartışmaya.
Eşim futbolla alakalıdır. Takip eder, sever, bazen bana haber bile paslar. 1 hafta önce turnuva şehirlerinin işaretlendiği haritayı gösterdim. Euro 2016 hakkında pek bilgisi olmadığı halde ilk lafı "
neden Trabzon ile Diyarbakır yok, acaip olmuş" oldu. Bunu haklı ya da haksız olduğunu göstermek için anlatmadım. Turnuva hakkında kapsamlı bilgisi olmayan bir insanın, haritayı gördüğünde ilk verdiği tepki budur, bunu bir kenara koyalım.
Şimdi geçelim şu meşhur "biz niye yokuz, onlar niye var?" kavgasına. İsmi geçen şehirlerden birkaçı üzerinde konuşacağız ama önce şunu not düşelim. UEFA turnuva organizasyonunu bir ülkeye verdiğinde, o ülkenin görevlerini iki kısıma ayırıyor. Federasyonun görevleri ve turnuva organizasyonunda ülke hükümetinin oynadığı rol. Özellikle bu ikinci kısım, siyasi otoritelerin turnuvanın düzenlenmesine yaptıkları katkı, istikrar, organizasyon faaliyetlerinin etkin biçimde yürümesine olanak hazırlama gibi görevler. Tabii bu görevlerin arasına stadyum inşaatı, ulaşım konusunda yapılan reformlar, konaklama olanaklarına yapılacak katkıları da içeriyor. Bu bilgileri dökümanın 6. bölümünde ayrıntılı olarak bulabilirsiniz.
Bunu belirttikten sonra ufaktan şu Trabzon hadisesine bir giriş yapalım, zira önemli. Ancak başlarken belirteyim, "
belli ki Konya'ya hiç gelmemişsiniz", "
belli ki Trabzon'u hiç bilmiyorsunuz" gibi yorumlara riayet etmeyeceğim, bunları "toprak reaksiyonu" olarak değerlendiriyorum. Trabzon bu ülkenin öyle ya da böyle futbol kentlerinden bir tanesi. Şunu not düşeyim, ülke futbol tarihinde şampiyonluk kazanan 4 takımdan birisi olmasının bu görüşümde hiçbir etkisi yok, olmamalı da zaten. Zira bu tür turnuvalarda, organizatör şehirler ülke futbolundaki başarılarına göre seçilmezler. Önceki turnuvalarda Leipzig, Arnhem, Bari gibi şehirlerin seçilmesini bu kıstasla açıklayamayız. UEFA'nın dökümanında kullandığı çok önemli bir kelime var. 9. bölüm 3. sayfada görebilirsiniz. "
Attractivenes"..."
Çekicilik" anlamına geliyor. Bu bana sorarsanız tüm sportif ve turistik verileri içeren bir kavram. Organizatör şehirler seçilirken, o ülkede inşa edilecek ya da restore edilecek stadyum özellikleri, o şehre dışarıdan ve şehir içindeki ulaşım olanakları, turistik faaliyetler, sosyal hayat gibi tüm faktörler hesaba katılıyor ve sonuçta ortaya bu "çekicilik" unsuru çıkartılıyor. Euro 2016'yı bir kenara bırakalım. Trabzon, Konya ile karşılaştırıldığında en az onun kadar önde gelen, sportif anlamda Türk futbolunda daha fazla yer sahibi olan, turistik ve kültürel anlamda da yine en az onun kadar önemli bir şehir.
Trabzon'un önündeki en büyük engelin ulaşım problemi olduğu konusunda herkes birleşmiş durumda. Bu konuda birkaç veri ile beyin fırtınası yapalım.

Öncelikle şunu kabul edelim. UEFA'nın bu tür organizasyonlarda tercih ettiği 2 ana ulaşım tipi var. Havayolu ve demiryolu.Trabzon'un ikincisi konusunda zaafları olduğu bir gerçek. Bununla beraber bazı şeyleri dile getirelim. Bildiğiniz gibi
bu tür turnuvalarda takımların, ülke içine dengesiz dağılması gibi bir durum söz konusu değildir. Türkiye onun kadar olmasa da, coğrafi açıdan diğer ülkelerden daha büyük olan ABD'nin 1994 dünya kupası organizasyonundan örnek vereyim. A grubunda maçlarını yapan 4 takımın tümü Kaliforniya eyaletinde maçlarını yapmış. Evet farklı stadyumlarda bazen ama hiç eyalet değiştirmemişler. Diğer gruplar da böyle, inceleyebilirsiniz. Yüzölçüm açısından daha küçük ülkelerin düzenlediği Euro 2008'e bakalım. Maçlarımızın birini Zürih'te, ikisini Cenevre'de oynadık. Aslında yüzölçüm olarak gayet küçük iki ülkede bile, bırakın ülke değiştirmeyi ülkenin doğu tarafına hiç geçmedik ve güneybatı ile kuzeyinde maçlarımızı bitirdik. Bunu şundan anlatıyorum. Türkiye'de de organizasyonun alınması halinde,
Trabzon'da maçlarını oynayacak bir takım, ertesi gün tası tarağı toplayıp Antalya'ya gitmek zorunda kalmayacak. Muhtemelen bir sonraki maçını Kayseri'de oynayacak ya da Ankara'da. Belki de ilk 2 maçını Kayseri'de oynayıp sonra Trabzon'a geçecek. Bursa'daki de böyle olacak. Bursa'da ilk maçını oynayacak bir takım, 15 gün önceden Bursa'da oteline yerleşecek, maçını oynayacak, sonra da İstanbul veya Eskişehir'de maçını oynayabilecek. Örneğin Trabzon'a gitmeyecek. Yani bu tür turnuvalarda bölgesellik söz konusudur ve taraftarlar her gün ulaşım araçlarında olmazlar. Genelde grup maçları boyunca şehirlerinden ender olarak ayrılırlar. Hele de ülke sınırları genişse (ABD'de Kaliforniya'da maçlarını oynayan Romen taraftarların, maç olmayan günlerde Florida'ya yüzmeye gittiklerini sanmıyorum).
Bir örnek alalım ele. C grubunda maçlarını oynayacak olan Almanya, 2 maçını Ankara ya da Kayseri'de, 1 maçını da Trabzon'da oynayacak olsun. Bu şartlarda Trabzon'a ulaşım nasıl gerçekleşir. Bunun için UEFA verilerine göz atıyoruz. Aşağıdaki veriler, bundan önceki tüm
Avrupa şampiyonalarında taraftarların, maçın oynanacağı şehre nasıl ulaştıklarıyla ilgili bir araştırma. Çok önemli bir bilgi olduğunu düşünüyorum.Biz ilk sütuna bakacağız, zira Türkiye Avrupa'nın orta kısmında değil, güneydoğu ucunda. İlk satır, Avrupa şampiyonalarında, herhangi bir maçta stadyumu dolduran taraftarların kaçının havayolunu kullandığı ile ilgili. % 50-65 arasında değişiyor görüyorsunuz. Yani bu demek oluyor ki, Türkiye'de yapılacak bir turnuvada, herhangi bir stadyumda maçı izleyecek olan
taraftarların en az yarısı, sadece havayolu ile o şehre gelecek. İkinci satır daha da önemli. O da herhangi bir maçta, o maçın oynanacağı günden 10 saat öncesinde şehre gelip, 10 saat sonrasında ayrılanların oranı. Toplam seyircinin % 40-80'i arasında değişiyor bu da. Yani örneğin 2 maçını Ankara ya da Kayseri'de oynayacak olan bir takımın taraftarların % 40'ı (belki de 70'i), 1 maç oynayacakları Trabzon'a sadece o gün gelip, akşam uçağı ile ayrılacaklar. Bu rakamı 40 ve 80 arasında değiştiren şey, o şehrin turistik olanakları ve otel kapasitesi. Yani günübirlik şehre gelen taraftarlar kalacak yer bulabiliyorlarsa ve şehri turistik açıdan vakit geçirmeye değer buluyorlarsa belki 1 gün daha kalabiliyorlar. Yani
Trabzon'un sorunu havayolu ile ulaşacak bu % 50'lik dilim değil. Diğer ulaşım olanakları ile ulaşacak olan % 50'lik dilim.

Buradan yavaş yavaş sona gelmekte fayda var. Trabzon'un yada Diyarbakır'ın özellikle demiryolu konusundaki zaaflarının 6 yıllık sürede giderilmesi mümkündür elbet. Ama şunu kabul etmemiz gerekiyor, ki 2 haftadır sağda solda okuduğum, belki onbinlerce fikirde, bunu ortaya koyan 1 ya da 2 kişi vardı (ki birisi de Noat SamisA'dan Salih'tir).
Bu bir futbol sorunu değildir. Bu bir Türkiye sorunudur. Dün ana haber bülteninde bir çocuğu gördüm. Ağlayarak Kars-Akyaka arasındaki tren seferlerinin kaldırılmasını protesto ediyor, babasının bunun yüzünden iş yapamayacağından bahsediyordu. O beni başka bir şeye götürdü. 3 yıl önce, annemin karayolu seyahatinden hoşlanmaması sebebiyle, İstanbul'dan Zonguldak'a gemi seferinin olup olmadığını öğrenmek için Ulusoy firmasına gitmiştim. Görevli bana "
eskiden vardı ama talep olmadığı için kaldırdık" demişti. Trabzon halkının, şehirlerinde demiryolu olmadığı için sokaklara dökülüp protesto ettiklerini kaç kez okudunuz? Ya da etrafınızda "
tren yolu çok sıkıcı ya, en güzeli otobüs" diyen kaç tane sürüyle adam var? Türk halkı her zaman trene, demiryoluna üvey evlat muamelesi yapmıştır. Bu yüzden de birkaç yıl önce tren yollarına saçılan canların hesabı hiçbir zaman ciddi biçimde sorulmamıştır ya. Bu problem yıllardır önümüzdeydi. Yine önümüzde olduğunu anlamamız için bir "ecnebinin" bize "
bunlar size lazım" diye ortaya çıkmasını bekledik.
6 yılda, Ankara ile Trabzon arasına ve Trabzon'un şehir içinde bir demiryolu ağı kurulur mu? Kurulur elbet.
Ama bunun için bir futbol şampiyonasını düzenlemek beklenmemeliydi. Ve eğer 6 yılda bu olanaklar sağlansa bile bu, okullara müfettiş geldiğinde, yapılan o göstermelik temizlikten öteye geçebilecek mi? Yani bir demiryolu ile biz ülkenin doğusunu yıllardır gözardı ettiğimiz gerçeğini değiştirecek miyiz? Avrupa'nın güneydoğusunda yer alan bir ülkenin, yıllarca "
bizi adam yerine koymayan Avrupalı" diye söze girip kendi güneydoğusuna bu derece sırt çevirmesi ironik değil midir? Tekrarlıyorum, bu bir Türkiye sorunudur, futbol sorunu değildir. Bu yanlışın gelişmişlikle alakası var. Yıllardır Türkiye'nin her şehri aynı şartlara ve fasilitelere sahip olmuş da de Euro 2016 stadyumları açıklandığında o şehirler atlanmış gibi davranmak çok mantıksız geliyor. Türkiye'nin yıllardır doğusu ile batısı arasında uçurum vardı, bundan sonra da olacak. Bunu Euro 2016 adaylığı açıklanınca anlamış gibi davranmak komiktir. Sorun stadyum dağılımında değil ülkenin tüm olanaklarının dağılımında.
Yine çok sık duyduğum bir görüşe değineyim,
Avrupa şampiyonalarının, yine UEFA dökümanında dikkatlice okuduğumdan yola çıkarak söylersem,
"ülkeyi birleştirme", "her tarafına futbolu götürme" gibi bir felsefesi yok. Birleştiricilik özelliği daha çok Avrupa ülkeleri arasında tanımlanmış. Yani, UEFA'nın, turnuvayı ülkenin doğusuna da götürme gibi bir durumu olmayacak. Bu yerel hükümetlerin ve organizasyon komitesinin görevidir. Almanlar, bunu 2006 Dünya Kupası'nda, ülkede popülaritesini kaybeden futbol üzerinde mükemel oynayarak ders vermişlerdir ve bugün en üst kademeden üçüncü lige kadar her maçta stadyumların tıklım tıklım dolu olmasının sebebi de budur. Bu bir tercih meselesidir, Türkiye bu tercihi yapıp yapmamakta serbesttir, en azından coğrafi dağılım açısından bunu yapmamıştır.
Yukarıda belirttiğimiz bir dolu şeyin yanında, maç öncesi bilet gişelerinin durumu ve gişelerin önündeki kalabalığın artışının önlenmesi, maç günleri, bilet sahibi taraftarların, şehir içi ulaşım araçlarından bedava yararlanması, yine maç günleri 24 saat boyunca özellikle şehir için trenlerin faaliyette olması gibi giderilmesi gereken eksikliklerimiz var. Bir de
sosyal anlayış konusunda kaygılarımız var. Örneğin Konya'da, haziran ayında, saat 12:00'de, halka açık parklarda bikinileriyle güneşlenen (misal) Çek ve Ukraynalı bayanları ne kadar kaldırabilecek ya da bu konuda ne kadar medeni olabileceğiz? Ya da İstiklal Caddesi'nde yılbaşı gecesi, gördükleri Rus ve Romen kızlarına toplu halde taciz taaruzu yapan şehir magandaları,
10 bin tane Alman, Rus, İspanyol kadını İstiklal'de içkili halde yürürken görünce nasıl davranacak? Gördüğünüz gibi bu saydıklarımız da birer ülke sorunu, sosyal sorun, futbolla alakalı değil. Türkiye'nin yıllardır aday olup alamadığı olimpiyatların arkasında yatan nedenlerde olduğu gibi. Bunun farkına varalım. Bu turnuvayı düzenlesek de düzenlemesekde, sosyal sorunlarımız bizimle kalacak ve düzeltmediğimiz sürece hep karşımıza, başka dallarla alakalı olarak karşımıza dikilecekler. "
Boşuna konuşuyoruz, nasıl olsa bize vermezler" gibi acaip yorumların da sebebi bu sosyal kafa yapısından kaynaklanmıyor mu zaten? Bu komik iddiayı desteklerken lobiden bahsedip duran adamlar Japonya ile Kore'nin dünya futbolunda ne gibi bir lobisi olduğunu açıklayabiliyorlar mı misal?
Kapatırken bir de soru sorayım. Neden 5 tane yeni stadyum inşa edecek bir ülke, her türlü olumsuzluk ihtimaline karşı 3 tane yedek stadyum belirlemez? (Belirlediysek, cevaplamadan, benim ihmalime verin)