Strange Sports etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Strange Sports etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Mayıs 2011 Perşembe

BO-TAOSHI



Strange Sports serisi blogun en alternatif köşelerinden birisiydi. Uzun süredir bu daldan bir şey yazmamıştık ki dönüş efsanevi oldu. Yukarıdaki videoyu üstüste 15 defa izledim sanırım. Sporun adı Bo-Taoshi. Yani "Direk Devirmece"...Japon Üniversite Oyunları'nda yeni peydah olmuş bir dal. Amaç rakip takımın etrafına dizildiği ve tepesine de bir adam diktiği direği devirebilmek. 150 kişiden oluşuyor 2 takım. 75 kişi direği korurken, diğer 75'i rakibin direğini indirmek için hücum ediyor. Özellikle 1:30'dan sonraki aksiyona dikkat, beni yerden yere vuran ise aksiyon başladığında sağ altta 2 adet rakip oyuncuyla kendi çapında mücadele eden kahraman ruhlu Japon kardeşimiz oldu.

Strange Sports

16 Aralık 2010 Perşembe

SANA İNSAN DİYENİN GÖZÜ ÇIKSIN




Messi hikaye, birine "sen insan mısın?" diyecekseniz bu amcalara deyin. Gerçi bazı hereketlerin fake olduğu iddiası fazlalıkta. Ancak benim için videonun yıldızı 3.45'teki Uzakdoğulu velettir...

12 Temmuz 2010 Pazartesi

2010 WIFE CARRYING ŞAMPİYONASI




















Zamanında blogda ayrıntılı yer verdiğimiz, "wife carrying" yani "eş taşıma" sporunun, geçtiğimiz hafta sonu yapılan finallerinden...Bu sporun çıkış ülkesi olan Finlandiya vatandaşı Taisto Miettinen 2009'dan sonra 2010'da da mutlu sona ulaştı. Kristiina Haapanen'i sırtında taşıyarak. (Soldaki çift). Tabii herkes Miettinen kadar şanslı olmuyor.

13 Kasım 2009 Cuma

STAIR CLIMBING

















Uzun süredir acaip bir spor yazmamıştım, araya atayım dedim, bizim Canarino ne zamandır yaz diyor. 1976 Rocky filmini hatırlarım. Yok ben hatırlamam tabi o kadar yaşlı değilim. Neyse ben izlediğim yılı hatırlarım. İtalyan Aygırı Rocky Balboa, Talia Shire nam-ı diğer Adrian'ı eve atmadan önce antrenman yapmak için sokaklarda tepinir, bir ara hızını alamaz Philedelphia Sanat Müzesi'nin merdivenlerine Stewie Griffin misali patır patır çıkar orada "heyooo nasıl çıktım, Philedelphia senin yenecem uleaaan" diye salınır. Sonra eve gider 2 çiğ yumurtayı sütle çırpar, bir dikişte içer. Sırf bu sahne yüzünden nice Türk genci sabah yatağından kalkıp "anne sütün içine yumurta at içicem bu sabah" diye gaza gelmiştir. Neyse efendim amacımız zaten Rocky filmini değil sporu anlatmak. Ancak gel gör ki bu sporun resmi web sitesinde de filme gönderme var ve ilk önce vücuda olan yararlarından bahsedilmiş. Örneğin merdiven çıkma aktivitesinin, diğer sporlara göre vücuttaki yağları 2 kat daha fazla yaktığı notu var. Tabii bir de yararı var sporun. Maliyetı sıfır. En fazla bir eşofman alıyorsun üstüne salıyorsun kendini sokağa. Ancak gel gör ki bu sporun olimpiyat kapsamına alınmasını isteyenler var. Gerekçeleri de olimpik sporların felsefesi olan "daha yüksek, daha hızlı ve daha güçlü" (higher, faster, stronger) şartlarına sonuna kadar uymasıymış.


















Tabii dünya çapında her yıl düzenlenen organizasyonlar mevcut. Binaların en az 70 katlı veya üzeri olması gerekiyor. Empire State Binası, Chicago Wills Kulesi, Tayvan Kulesi gibi mekanlar yarışma için en çok seçilen yerlerden. Bu sporun en bilinen ismi Cindy Harris isimli Amerikalı. Empire State, Dünya Ticaret Merkezi, Dubai Kulesi ne varsa tırmanmış kadın. Yarışmalar farklı yaş gruplarında düzenleniyor. Örneğin 70-79 yaş arası yarışmacılar da var. Geçtiğimiz yıl bu kategoride Empire State'de yapılan yarışı İtalyan Piero Dettin 16 dakika 54 saniyelik derecesi ile kazanmış. Empire State 1.576 basamaklı bir yarış. Örnein Chicago yarışı 2.109, Taipei Kulesi ise 2.046 basamaklı. Ben bu yarışın başlangıç anını çok seviyorum. Millet binanın önünde veya zemin katta bekliyor, start verildiğinde, Atla Gel Şaban'da Turgut Özatay'ın "hadi Topkapı Topkapı" lafından sonra saldırması gibi dalıyorlar. Buyurun videosu



Bizde bu yarışmaya henüz rastlayamadım. Başlangıç yapmak isteyen arkadaşlar, Kabataş'tan veya Tophane'den Taksim'e çıkan merdivenlerde pratik yapabilirler.

Strange Sports

28 Ağustos 2009 Cuma

ZORBING



















60 ve 70'lerin ünlü televizyon dizisi The Avengers'in (Tatlı Sert) Uma Thurman ve Ralph Fiennes'li çağdaş versiyonunda Emma Peel ve John Steed şeffaf kürelerin içinde yürüyerek suyun üzerinde ilerliyorlardı. Türkçeye tam olarak çeviremeyeceğim "sphereing" veya "globe riding" gibi isimleri de olan bu extrema sporla ilk tanışmam da o andır. Aslında kökeni evcil hayvanların özellikle de hamsterların kafeslerinde onların içinde koşuşturdukları küreye dayanır. 1994 yılında Yeni Zelanda'nın Auckland kentinde, bir kaç ortakla kurulan ZORB Limited, bu aktivitenin dünyaya yayılmasında büyük pay sahibi oldu. O günden bu yana Yeni Zelanda'da bu sporun pazarlaması ile uğraşan irili ufaklı şirketler mevcut. Peki aktivite nedir? Zorbing şeffaf plastikten oluşan birisi 3 metre, diğeri 2 metre çapında iki kürenin içiçe geçmesiyle oluşan ve içteki kürenin içine duruma göre 1,2 veya 3 insanın girebildiği bir dev kürenin, yokuş aşağı bir zeminden bırakılması sonucu yapılan bir spor. Dış küre ile iç küre arasındaki 60-70 santimetrelik boşluk, darbelerin etkisini azaltıyor böylece kürenin içindeki sürücülerin zarar görmesini engelliyor. Yeni Zelanda, Avustralya, İngiltere başta olmak üzere, hemen hemen Avrupa'nın her ülkesinde hatırı sayılır bir hayran kitlesi var. Resimde görülen Rotorua zorbing pisti, dünyanın ilk zorbing aktivite alanı olarak da biliniyor.

Videodan da görebileceğiniz gibi zorbing küresinin içinde, başaşağı dönüşler, yuvarlanmalar ve diğer tehlikeli pozisyonlarda önlem almak ve tutunabilmek için yapılmış bir dolu halka var. Böylece hem küreyi yönlendirebiliyorsunuz hem de kontrolü kaybettiğinizde tekrar kendinize gelmenin bir yolu var. Henüz bu işin bir turnuvası var mı bilemiyorum. Diğer absürd sporlarda olduğu gibi, World Zorbing Association adı altında bir federasyon da kurmamışlar. Yani bu işi başlatmak isteyen arkadaşlar varsa hala zamanları var. Yoksa Yorkshire'lıların kapması yakındır. En uzun süre küreyi sürebilme rekoru 570 metre ile Steve Camp'a ait. Küre ile en fazla hızlanabilen ise saatte 52 kilometre ile Keith Kolver. Videodaki programın sunucusunun söylediği gibi aslında "stres atmak" için yapıldığı söylenen sporun stresi azaltmak bir yana artırdığını söyleyebilirim. En azından görüntü o yönde. Bizim tatil yörelerine de gelişi yakındır, belki başlamıştır bile.

14 Ağustos 2009 Cuma

STONE SKIPPING

















2 ay önce Letoonia'dayken sahil kenarında yürüyorduk. Denize baktım, çarşaf gibi durgundu, sahildeki taşlara baktım, yassı ve yuvarlaktı. 10 yıl önce sahilde yatan üstsüz Rus kızlarını tavlamak için bu işi yapan adamları gördüğümden beri o taşı elime almamaya yemin etmiştim. Etrafıma baktım, sadece eşim vardı. Bakmadığı bir sırada eğildim yere, aldım elime taşı ve vücuduma açı verip, kolumu zeminle 170 dereceye getirerek taşı fırlattım. Lop diye deniz girdi ve kayboldu. 10 yılın sonunda taş sektiremez hale gelmiştim. Tatilin geri kalanında fırsat buldukça kendimi geliştirdim. Son güne doğru 7'ye çıkardım rekoru. Kalsam 52'ye kadar giderdim. Niye 52 dediğimi açıklayacağım. Taş sektirme türk milletinin en sevdiği sahil aktiviteleridendir. Genci, yaşlısı, tahsillisi, tahsilsizi, kadını erkeği farketmez. Düz taş ve durgun deniz yeterlidir. Diğer ülkelerde farklı isimleri var. Türkçe karşılıklarını verirsek Rusça'da "krep kızartmak", Ukrayna dilinde "kurbağaları zıplatmak", Lehçede "ördekleri ortaya çıkarmak" anlamına geliyor. Tabi aktivitenin kökenini bulmak çok zor. Sanırım insanlığın ilk çağlarından beri yapılan bir aktivitedir. Ama tabi ki bizim acar delikanlı bunu Rus kızlarını ayarlamak için yaparken, elin oğlu federasyonunu kurmuştur.



















NASSA (Kuzey Amerika Taş Sektirme Örgütü), 1989'da Texas'ta Coleman-McGhee tarafından kuruldu. 1989-93 yılları arasında 4 adet turnuva düzenlendi. Ancak bugün geleneksel olarak düzenlenen turnuva, yine bu ilginç sporların merkezi Büyük Britanya. İskoçya'nın Easdale kasabasında 1997'den beri her yıl Dünya Taş Sektirme Şampiyonası yapılıyor. Ancak burada birincilik kriteri, taşı fazla sayıda sektirmek değil, sektirerek en uzağa gönderebilmek. Yarışma 10 yaş altı, 10-15 yaş arası ve 15 yaş üstü büyükler kategorisi olmak üzere üç grup halinde ve kadın-erkek kategorilerine ayrılarak düzenleniyor. İskoç yarışmacılar 11 şampiyonanın 6'sında birinci olmuşlar. İngiliz, Avustralyalı ve Yeni Zelanda'lı şampiyonlar da mevcut. Yarışmaya katılmak için hiç bir kriter yok. Taş fırlatabilmeniz yeterli.

Taşı suyun üzerinde daha fazla sektirme dalında rekor ise 2002 yılında kırıldı. Kuzey Amerika çapındaki turnuvaya katılmak için Pennsylvania'da yapılan elemelerde (bir de elemesi var yani bu turnuvanın), Kurt Steiner isimli yarışmacı taşı tam 51 kez sektirerek Guinness Rekorlar Kitabı'na girdi. Uzmanlar, taşın suya atılma anında başarı için gerekli optimum açının 20 derece olduğunu ileri sürüyorlar (hangi uzman demeyin, taş sektirme uzmanı işte)

Strange Sports

17 Temmuz 2009 Cuma

MAN vs. HORSE MARATHON


















Yine bir cuma günü ve yine akıllara zarar bir sporla karşınızdayım. Çıktığı yer neresi? evet doğru bildiniz, ziyan sporların üretim merkezi Britanya. Neyse ki bu sefer İngilizler bu işe kalkışmaya vakit bulamamışlar ki Galliler olaya atlamış. Aslında böyle bir spor hiç olmayacakmış da 1980 yılında Galler'de toprak lordu ve otel sahibi Gordon Green Neuadd Arms Hotel'inin barında iki adamın insanlarla atlar arasında engebeli bir arazide katedilen mesafe ve sürat açısından hiç bir fark olmadığı konusunda iddialaşmaları sonucu, "neden bunu pratiğe dökmüyorum yahu?" diye düşünmüş ve 1980 yılından itibaren bugüne kadar sürecek olan ve her yıl Galler'deki Llanwrtyd Wells kentinde yapılan yarışların temelini atmış. Kural basit, 22 millik bir mesafeyi insanlar atlılara karşı yarışıyorlar. Yarış tabi ki sadece düz arazide değil, engebeli yokuş, çamurlu, bataklıklı arazide yapıldığı için atınızı bastırıp gidemiyorsunuz. Bu yüzden de atlı yarışmacılar atların yarışı bitirme zamanından 15 dakika kesilmesini ve böylece adil bir yarışmanın yapılmasını şart koşmuşlar. İyi de sen at üzerindesin adam yaya, neyin adili? Neyse kabul edilmiş bu teklif hangi akla hizmetse. 1982 yılından itibaren kadın yarışmacılar da boy göstermeye başlamış hatta 1989 yılında bir bisikletçi de yarışa dahil edilmiş. Ancak her şeye rağmen yarışın başladığı tarihten 2004 yılına kadar bütün müsabakaları atlı yarışmacılar kazanmış. Ta ki 2004 yıına kadar.


















2004 yılında ise 27 yaşındaki İngiliz Huw Lobb, yarışı 2 saat 5 dakika 19 saniyede bitirmiş. Bitirmiş ama bitiş çizgisinde beklemeye başlamış, çünkü herhangi bir atlının 15 dakika içinde bitiş çizgisine ulaşmaması gerekiyormuş. İstediği de olmuş ve yarış tarihinde bir atı geçebilen ilk atlet olarak 25.000 poundluk ödülün sahibi olmuş. Bunu bugüne kadar ikinci ve son kez tekrarlayan isim ise 2007'de şampiyon olan Alman Florian Holzinger. Yarışların birincilik ödülü her yıl 1.000 pound yükseliyor. Aynen katılım da. Son yıllarda katılım ortalama 400 yaya ve 40 atlı şeklinde. Tabi bu yarışmacılardan 100 yaya, 15-20 kadar atlı da yarışı bitiremiyor, yorgunluk ve sakatlıklar yüzünden.

Strange Sports

3 Temmuz 2009 Cuma

SWAMP FOOTBALL

















İşte yine bir Cuma ve yine bir gereksiz aktivite ile karşınızdayım dostlar. Bu seferki dün karşıma çıktı. Eurosport İskoçya'da devam eden şampiyonadan görüntüler gösterince "ey gidi insanoğlu nedir bu halin?" dedim kendi kendime? Bildiğiniz çamur futbolu, hatta buna bataklık futbolu da diyebilirsiniz. Yani saha ve hava koşulları futbol için son derece elverişsiz. İngiltere'nin kuzeydoğusundaki Bishop Auckland kentinde atletlere antrenman olarak yaptırılan bir aktivite ile çıktığı söyleniyor. Zaten bu gereksiz sporların İngiltere'den çıkmayanını bulsam adımı değiştireceğim. Ancak ilk dünya şampiyonası 1998 yılında Finlandiya'da yapılmış. Tabi adamlar heavy metal festivallerine gidip, üstlerini çıkarıp çamurda debelenmekten ve pogo yapmaktan hazırlıklılar bu ortama. İcateden adam Jyrki Väänänen. Bataklık Baronu diyorlar bu yüzden kendisine. 2000 yılında yine İngiltere'nin kuzeydoğusunda Heighington kentinde düzenlenen turnuvaya dünya çapında 260 takım katıldı. Daha sonra benzer turnuvalar İskoçya'da düzenlenmeye başladı.

































Oyunun kuralları basit. Maç 13'er dakikalık 2 devre halinde oynanıyor. Ayakkabıları maç içinde değiştirmek yasak. Ofsayt kuralı yok. Takılar 6 tanesi sahada olmak üzere maksimum 12 kişiden oluşuyor. Oyuncu değişikliği sistemi aynen basketbol gibi, yani giren tekrar çıkıp, çıkan tekrar girebiliyor. Sahaların eni 60 boyu 35 metre. İngiltere'de bu sene düzenlenecek turnuva 17-18 Temmuz tarihlerinde. Tabi katılacak takımların isimlerinin tümünde İngilizce çamur anlamına gelen "mud" kelimesine gönderme var. The Pre-Mudonnas, Mudchesthair United, Dirtdee United, Real Mudrid, Swamp Bog Millionaire, Swampdoria en yaratıcı isimlerden bazıları. Takımlar ya tamamen erkekler ya da erkek-kadın karışık şeklinde. Yani tamamen kadınlardan oluşan takımlar mevcut değil. Sanırım böyle bir durumda olayın futboldan çıkıp MTV Çamur Güreşi olayına döneceği hesap edilerek kaçınılmış. Şu ana kadar turnuvalar genelde İngiltere, İskoçya ve Finlandiya'da düzenlenmiş ama diğer ülkelere de yayılacaktır. Katılım tamamen serbest. Ülkeye gidip kaydınızı yaptırıp dahil oluyorsunuz.

8 Mayıs 2009 Cuma

SEPAK TAKRAW

























Shaolin Soccer filmini izlediyseniz aslında bu sporda göreceklerinize pek yabancı değilsiniz demektir. Aslında biraz daha geriye gidelim, çocukluğa. Ayak tenisi diye bir aktivite vardır, biz onu küçükken yere tebeşirler minyatür bir tenis kortu şeklinde çizerek oynardık, bugün futbol takımları bu aktiviteyi hafif antrenmanlarda kullanıyorlar ve genelde iki saha arasına da file geriyorlar. Ancak Sepak Takraw bütün bu benzerliklerinden öte kendine has bir spor. Kaba ifade ile uzakdoğu dövüş sanatlarının futbol, tenis ve voleybolla birleşimi denilebilir. Hal böyle olunca da doğal olarak Uzakdoğu'da oldukça yaygın olan ve en başarılı takımlarını da yine bu bölgeden çıkaran bir spor. Vietnam, Tayland, Kamboçya, Malezya, Laos, Filipinler ve Endonezya en yaygın olarak görülen ülkeler. Benim ilk izleyişim 9-10 yıl öncesine denk gelir ki o günden beri de hiçbir yerde karşılaşmadığımı itiraf edeyim. Kurallar şöyle. Oyun alanı eni 13.4, boyu 6.1 metre olan bir alanın ikiye bölünmesi ile tipik bir voleybol sahasına dönüştürülüyor. İki tarafı birbirinden ayıran filenin yüksekliği ise 1.52 metre. Bu iki alanın arka tarafında kalan bölümde bir servis bölgesi var. 12 deliği ve 20 kesişme noktası bulunan, 170-180 gram ağırlığında fiberglastan yapılmış bir top kullanılıyor ki resimde görüyorsunuz. Her 2 takımda da 3 oyuncu bulunuyor. Bir oyuncu arka planda bulunuyor diğer ikisi ise önde. Maçlar 3 set üzerinden oynanıyor. 2 seti kazanan maçın da galibi oluyor. Setler 21 sayı üzerinden. 20-20 olması durumunda ise en fazla 25'e kadar uzuyor. Maç 1-1'e gelip final setine kalırsa ulaşılması gereken sayı ise 15. 14-14 olması halinde 17'ye kadar uzayabiliyor.

"Sepak" Malay dilinde "vuruş", "şut" anlamına geliyor. "Takraw" ise Tayland dilinde "top" anlamında. İngilzice çevirisiyle "Kickball" diyebiliriz. Oyunun kökleri 15. yüzyıla kadar gidiyor. Bugün Malezya'nın bulunduğu yerde kurulan Malacca Sultanlığı'nın hükümdarı Raja Muhammad bir maçta Malay hükümdarının oğlu Tun Besar tarafından vurulan top kafasına gelince, bir süre baygınlık geçirir ardından da Besar'ı bıçaklayarak öldürür. Babası Tun Perak bunun üzerine Raja Muhammed'in hükümdarlığını tanımadığını ilan eder. Muhammed'in babası Sultan Mansur Syah da onu görevinden alır. Kısacası kanlı bir de geçmişi vardır sporun. Oyunda size sayı getiren şeyler tamamen voleybola benziyor. Çok ufak istisnalar var, örneğin topa elle dokunmak yasak. Ancak kafa, diz, ayak veya göğüsle müdahale edebiliyorsunuz. Bir de servisi kullanan üçlünün arka tarafta duran oyuncusu topu havaya bizzat atmıyor, öndeki arkadaşlarından birisi topu havalandırma işini yapıyor.


























Sporun en prestijli turnuvası Sepak Takraw Kral Kupası Dünya Şampiyonası. Turnuva ilk olarak 1985 yılında Bangkok'da düzenlendi ve Malezya turnuvayı kazandı. Ardından 1988'de Malezya ikinci kez kupayı evine götürdü. Sonraki bütün turnuvaları ise ev sahibi Tayland kazandı. Hatta turnuvanın sürekli Tayland'da düzenlenmesine Malezya cephesinden zaman zaman itirazlar geliyor. Bu yüzden 1954'ten beri dört senede bir düzenlenen Asya Oyunları çerçevesindeki turnuvaya da tüm Asya'yı kapsaması bakımından büyük önem veriliyor. Sepak Takraw Asya Oyunları kapsamına ilk olarak 1990'da alındı. Beijing'de düzenlenen oyunlarda altın madalyayı Malezya kazandı. 1994'te yine mutlu sona ulaştılar. Ancak 1998, 2002 ve 2006'da Tayland altın madalyanın sahibi oldu. Bayanlarda da 1998'den beir oyunlarda. 1998 ve 2002'de Tayland 2006'da Vietnam zirveye çıktılar. Toplam madalya sayısında Tayland'ın 14 altın, 5 gümüş ve 1 bronz toplamda 20 madalya ile lider olduğunu belirtelim. Bu kadar konuştuk 2006 Asya Oyunları finalindeki Tayland-Malezya maçından da bir görüntü verelim.

17 Nisan 2009 Cuma

MARBLE




















"Yavrum kemik", "senin gafliğe bakıyim bi", "şşşş olm başaltı lan başaltı", "ne başaltısı lan kör müsün?", "offf kafakondik", "tütüzledim oğlum anca gidersin", "4 tane Amerikan veriyim 1 tane kemik var lan bende hiç kemik kalmadı"......Evet gittiniz yine geçmişe değil mi? Bir misket aldım can-ı gönülden, sevdiğimin sinesinde saklıdır, beş kuyumun hepsi kurudu, Kökülmek bana reva mıdır?....Zekai Tunca'dan geliyor efendim Aşka Merakım Ezelden. Evet efendim bu şekilde bir Ayşe Egesoy girişi yaptıktan sonra bu hafta inceleyeceğimiz acaip spora geçelim. Hikaye yine aynı dostlar. Gençliğimizde oynadığımız ama bir süre sonra iş güçten dolayı bıraktığımız ne kadar oyun varsa elin oğlu bırakmamış, bu işi dünya çapında turnuvalara taşımış bir de kariyer yapmış. Biz de hala 10 yıl sonra yavşadığımız kıza melankolik bir adam olduğumuzu kanıtlamak için "Yasemin bak mahallede oynardık bunlarla, 1000 tane vardı benim ama sümük Apo bir oyunda mızıkıp hepsini çaldı" diye dert yanalım. Efendim misket oyununun benim bildiğim mors ve kuyu şeklinde 2 tipi vardı ki mutlaka daha fazla çeşidi vardır. Ümraniye yöresinde en fazla oynanan oyun kuyu ve 5 kuyu olmuştur. Oyunların ayrıntılı kuralarını hatırlamıyorum. Ama ana kural kuyuya misketinizi sokarak, içinde başka misket varsa onu vurarak dışarı çıkarmaktı. Bir de belli bir mesafeden yanyana dizilmiş bir dolu miskete atılarak oynanan bir oyun vardı ama adını unuttum, ki başta yer alan "başaltı" tabiri bu oyunda geçerlidir. İtiraf edeyim iyi bir misket oyuncusu değildim, tüm profesyonel kariyerimde misket sayım 150'yi, içlerindeki kemik sayısı da 10'u geçmedi. Genelde gençler bu oyunu oynarken biz haftaya bir Top 10'unu göreceğiniz diğer çocuk oyunlarıyla uğraşırdık. Dikkat, denge, vizyon, taktik gerektiren bir aktivitedir misket. Tahminime göre bu oyunu çocukluğunda iyi oynayanlar aynı zamanda iyi bir dart, bilardo oyuncusu ve askerde de iyi bir nişancı olurlar. Neyse geçelim elinoğlunun bundan nemalanmasına.




































Efendim sporun kökü İngiltere'nin güneyindeki Sussex bölgesinin batısına dayanıyor
. 1588'de iki genç adam ellerindeki bilyelerini yerde birbirlerine vurdurarak bir oyun oynamışlar. Sonra da haydi bunu gelecek nesillere taşıyalım diyerek buraya kadar getirmişler. World Marbles Championship, yani DünyaMisket Şampiyonası (bu sefer Gloucestershire'da değil) her yıl dünyanın çeşitli ülkelerinde düzenleniyor. Şimdi bu alanda 2 bilinen büyük turnuva var. Birincisi her yıl Prag'da düzenlenen Dünya Misket Şampiyonası. Diğeri de İngiltere'de "British Marbles Board of Control" organizasyonunda düzenlenen Britanya ve Dünya Misket Şampiyonası. Bugüne dek Prag'da düzenlenen 7 turnuvanın tümünü ilki dışında (2002 yılında Alman Andreas Kaubisch mutlu sona ulaşmış) Çekler kazanmış. West Sussex'de 1932'den beri düzenlenen turnuva ise bölgede publarıyla ünlü Tinsley Green beldesindeki Greyhound Pubı'nın arka bahçesinde yapılıyor. Hemen doğuda Brighton var, Joe artık bu sene gidip canlı bağlantı yapar. Gelen bilgilere göre bölgede 200 yıldır misket oyununun tarihçesi mevcut. Geçen yıl düzenlenen turnuvaya 250 kişi tanıklık etmiş. 2006 yılında Almanlar 1. MC Erzgebirge misket takımıyla 1966 Dünya Kupası'ndan 40 yıl sonra intikamlarını alıp İngilizleri kendi evlerinde mağlup ederek kupayı kaldırmışlar. Daha önce de 2002, 2003 ve 2004 yıllarında 3 kez arka arkaya şampiyon olmuşlar. Yani misket sporunun ustası Almanlar diyebiliriz bu açıdan. Katılmak için herhangi bir şart aranmıyor, gidip şahsen başvuruyorsunuz. Turnuva ödülü gümüşten yapılmış kupanın yanında 4 litre bira. Sonunda misketleri de alıyor musunuz onu bilemiyorum.



3 Nisan 2009 Cuma

SHIN KICKING

























Evet yine cuma ve yine insanoğlunun sıkıntıdan icat ettiği bir sporla karşınızdayız. Bu acaip sporları inceledikçe dikkat ettim, neredeyse yarısı İngiltere,Gloucestershire çıkışlı. Hemen Joe'ya başvurdum "Nedir bu kent sakinlerinin bitmek tükenmek bilmeyen abidik spor icat etme aşkı kardeşim?" diye sordum. "E oğlum emekli mekanı, millet bo.unda boncuk aroıyor, hatta bak böyle bir spor bile vardır" dedi. Onu sonra araştırırım ama bugün bahsedeceğim spor farklı. Yine okul yıllarından bir aktiviteyi alıp spor diyerek bize sunmuş Gloucester halkı. Hani okul yıllarında lise gençliği sözlüğünce "artislik yapan adam"a gelip "ne var lan ne var lan, ne diyon lan sen, asıl sen ne diyon lan" diye horozlanma ve sonra da akabinde elle itişme ve alttan tekme sallama vardır ya. İşte bu hadiseyi bir spor haline getirmişler. Tabi icat etmekle kalmamışlar anında uluslararası organizasyonlar düzenlemişler. Hadi haksızlık etmeyelim sporun tarihi 17. yüzyıla kadar dayanıyor. Sporun temelleri 1612 yılında atılmış. Hadise şu: 2 oyucu meydana çıkıyor, kollarını birbirlerinin omzunda ve boynunda birleştiriyorlar, sonra da birbirlerini İngilizce "shin" anlamına gelen ve bizim "incik" dediğimiz dizle ayak bileği altında kalan bölümüne tekme sallayarak yere düşürmeye çalışıyorlar. 3 oyun sonunda rakibini 2 kez yere düşürmüş olan bir üst tura çıkıyor.







































Bu spor ilk çıktığında insanların metal ayakkabılar giydiği yolunda bilgiler var. Tabi eskinin tevazüsü, yarışma ruhu, ağırlığı bir başka oluyor. O zamanlar adam zaten çift çubuk derken bacaklarına her gün bir dolu darbe yiyordu. Metal ayakkabı ne yazar. Ama insanoğlunun vücudu bu tür işlerden uzak kaldıkça narinleşti ve bu tür sert aktivitelerden uzaklaşmaya başladı. Günümzde müsabakalar öncesi bırakın metal ayakkabıyı pantolonunun içine acı vermesin diye saman dolduranlar var. Her yıl Gloucester'daki Dovers' Hill'de düzenlenen Cotswolk Olimpiyatları'nda mücadele eden yarışmacılar birincilik ödülüne uzanmaya çalışıyorlar. Organizasyonu izlemeye her sene 2.500-3.000 civarında izleyici geliyor. Turnuvanın son şampiyonu Steve ‘The Bull Dog’ Williams. Buyurun, şahit olun. Tabi bu oyunun bir güzelliği var, sadece 2 insan gerektiği için evde de oynayabilirsiniz.

27 Mart 2009 Cuma

FERRET LEGGING

















Efendiiiim yine bir Cuma ve yine insanoğlunun neden icat ettiğini tezahür edemediğim bir alternatif sporla karşınızdayız. Bu seferki adrenalini gayet yüksek ve fare, hamster, sincap türü kı.ı yere yakın pırpır canlılardan hazetmeyenler için pek uygun bir aktivite olmayan "Ferret-Legging" yani, "Feret Taytı". Tabi bu "feret taytı" lafı benim icadımdır, Akşam gazetesinde falan görürseniz haberiniz olsun diye söylüyorum. Şimdi spor şu. İki örnek vereceğim. Hani lisede arkadaşlarımızın giysisinden içeri kertenkele atıp dört bir yana kaçardık ve uzaktan zavallıların halini izleyip hunharca gülerdik ya, tamam bunu bir kenara koyun. Öte yandan cebimiz delindiğinde oradan pantolonun içine giren madeni parayo da ite ite ayakkabımızın oradan çıkartırız ya. İşte bu iki hadiseyi birleştirip ilk hikayedeki kertenkelenin yerine "feret" koyun, oldu bitti. "İyi de Dutchman feret ne arkadaş?" diye soracak olursanız aşağıdaki sevimli arkadaş. Hamsterdan büyük, gelincikten küçük, sansargiller ailesinden bir hayvan. Hatta Niyazi Gül olsa şimdi "bugünkü konuğumuz feret hayvanı adı Ferit" derdi. 50 cm boyunda 1 kilogramcık ağırlığında sevimli bir havyan. Ama unutulmaması gereken bir şey var. Burada amaç fereti pantolondan çıkarmak değil, içeride tutmak. Tabi turnuvanın kurallarına göz atınca bu iş biraz zorlaşıyor.






















Şimdi hadise şu, yarışma için pantolonunuzu giyiyorsunuz. Pantolon paçalarınızı bileğinize bağlıyorsunuz. Ardından da 1 değil 2 fereti birden, tepeden pantolonunuzun içine bırakıp kemerinizi de sıkıyorsunuz. Sonrası sizin hayvanları içerde tutma marifetinize ve dayanma gücünüze kalmış. Yarışmacıların sarhoş halde katılması yasak, aynı şekilde feretlerin de uyuşturulması veya dişlerinin törpülenmiş olması yasak. Yani hayvanlar "yeter ulan bu karanlık, stres, havasızlık, dur şu uzantıyı ısırayım" derse, artık işiniz Allah'a kalmış. Seksist bir yaklaşım olarak gelmesin bayanlar bu sporda doğuştan avantajlı gibime geliyor. Hayvanlara dokunmak serbest ama sadece pantolunun dışından, ayrıca pantolonun altına bir kat daha giyinmek kesinlikle yasak. Buyurun yarışmayı şuradan izleyin. Bu hadiseyi başlatan adam Yorkshire'lı bir çiftçi olan Donald Katz. Katz ayrıca "King of The Ferret Legging" olarak biliniyor alemde. Turnuva da her yıl York'da düzenleniyor. Rekor 72 yaşında Reg Mellor isimli bir emekli madencide. 5 Temmuz 1981 tarihinde Mellor 2 fereti (sıkı durun) 5 saat 26 dakika pantolonunun içinde tutmuş. Ben pantolondan içeri sinek girse 10 saniyede huylanırım, adam 2 tane 50 santimlik hayvanı 5 buçuk saat içeride tutmuş. Azim, cesaret, sabır diye ben buna derim. Yalnız kendisi psikopatmış biraz, zira turnuvaya ısırıklar sonucu oluşan kanı daha iyi göstermek için beyaz pantolonla gitmiş. Transilvanya kökenli bir madenci sanırım.

20 Mart 2009 Cuma

EXTREME IRONING


















Annem yıllar yılı ev işlerini yaparken sıra ütü yapmaya gelince sektirmeden "ütü yapmaktan nefret ediyorum" der. Kız arkadaşlarım ütünün ızdırap verici bir şey olduğunu söyleyip dururlar. Anlayamadım onların bu çilesini, hatta içimden "nesi var yahu, sıcacık ütüyü basıyosun elbiselerini düzeltiyorsun işte fıstık gibi" diyip durdum. Ta ki Hacettepe Üniversitesi öğrenci yurdunda bir gece ütü odasına gidene dek (evet bir ütü odamız vardı). Yıl 1999 düşünün. Sadece 1 adet gömlek ütüledim ama, o günden sonra bir dahaki ütü yapışım 2007'yi buldu, ütü kariyerime 8 yıllık ara verdim. İkinci ve son yapışım da odur zaten. Annemi aradım, kız arkadaşlarımı aradım tek tek özür diledim, "vay ben ne eşekmişim" dedim, anladım ki bu dünyanın en ızdırap verici aktivitelerinden birisiymiş ütü. Hatta cennet anaların neden ayaklarının altında diye soracak olana vereceğim cevap budur? Kadıncağızlar ömür boyu cehennem azabında ve ütü buharında kavruluyorlar, başka kimin ayaklarının altında olacak. Velhasıl, ütü, ütü masası gibi eşyaları nerde görsem arkama bakmadan kaçarım. Hem bir kere o ütü masasının bacakları bir acaiptir. Dobermana benzer ütü masası, bacaklar ipince uzun, katlanması bir acaiptir falan. Robocop'a göstersen, "bu robot benden üst model" diye arkasına bakmadan kaçar....











































Blogda yazdığım her ilginç sporda çıtayı daha yükseltemeyeceğimi düşünüyorum ama hep yanılıyorum. Buyurun yenisi "extreme ironing", artık adını siz koyun. Extreme, uç, sınır noktası, üst nokta demek hatta artık türkçeye dahi ekstrem olarak geçti. Ben amiyane tabirle "ileri ütücülük" diyorum. 1997 yılında Leicester'lı fabrika işçisi Hans Meimban, yorucu geçen bir günün ardından eve gelmiş ve "ne yapsam, ne yapsam" diye düşünürken "tamam" demiş, "hem dağa tırmanayım hem de ütü yapayım". Böylece bu rahatsız adam sporun mucidi olmuş. Sporun yapıldığı alan belli bir yerle sınırlı değil. Bisiklet sürerken, kano yaparken, dağa tırmanırken yapılabilir. Dalga geçiyor gibi görünebilirim ama elimde resmi kanıtlar var görüyorsunuz. Hatta su altı ütücülüğü, o da kesmediyse "bungee ironing" adında bungee jumping yaparken ütü yapılmasını içeren bir alt türü bile mevcut.....ve evet bu acaip aktivitenin de bir uluslararası turnuvası. Turnuvanın ilki 2002 yılı Eylül ayında Münih kenti yakınlarındaki Miesbach'ta yapıldı. Toplam 12 ülkenin yapıldığı turnuvada yarışmacılar 5 dalda yarıştılar. Kaza yapmış bir arabada, akıntılı bir suda sörf tahtası veya kano üstünde, ağaç tepesinde, kayalara tırmanırken ve serbest stil olmak üzere 5 farklı lokasyonda. Turnuvaya 3 takımla katılan İngiltere 1 numaralı takımı ile altın madalyayı kazandı.





































Sözü blogun bayan okuyucularına bırakıyorum....mikrofon sizin...

13 Mart 2009 Cuma

ROCK PAPER SCISSORS


















Farkettiyseniz her hafta acaip bir spora blogda yer veriyorum. Hem benim bilgilenmemi sağlıyor hem de buradan bir tür "Transworld Sports" hizmeti yapmış oluyoruz. Yalnız bazen öyle şeylere rastlıyorum ki tepem atıyor. Çocukluk yılarında oynadığımız oyunları bir takım insanlar düzenli bir hale getirip, kurumsal yapıya sahip bir federasyonun yönetimine alıp paralar kazanıyorlar. Bir gün karşıma "Uluslararası 9 Taş Federasyonu", "Asya Renkli İstop Şampiyonası", "CONCACAF Kuka Kupası" gibi bir şeyler çıkacak o gün işte yıkılacağım. Yavaş yavaş gidiyoruz oraya. Buyurun, alın. WRPS, yani "Dünya Kaya Kağıt Makas Örgütü". Hani bizim okulda elimizi 3 kez sallayarak oynadığımız taş, kağıt, makas oyunu vardır ya, elin oğlu bizim boş derslerde vakit geçirmek içni yaptığımız şeyin federasyonunu kurmuş bir de şampiyonluk ödülü 50.000 dolar olan bir yarışmaya oturtmuş.





















Amerika'da şu anda mevcut bir Kaya Kağıt Makas Ligi var. Sponsoru ünlü bira markası Budweiser. İlk resmi turnuva 217 katılımcı ile Las Vegas'taki Mandalay Oteli'nde yapıldı 2006 Nisan ayında yapıldı ve Fox TV'den naklen yayınlandı. Jamie Langridge'in 2007'de ve Sean Sears'ın 2008'de kazandığı turnuvaların şampiyonluk ödülü 50.000 dolardı. Maçları bir çok seyirci takip ediyor ve müsabakanın bir baş hakemi ve gözlemcisi mevcut. Ligin resmi sitesi burada, inceleyiniz efendim. Oyunun kuralları belli, hakem "başla" işaretini verdikten sonra elinizi 3 kez sallayıp üçüncüsünde kaya, makas ya da kağıt işareti yapıyorsunuz. Yumruk kaya, avucunuzu açmak kağıt, makas işareti de makas anlamına geliyor. Kaya makası eziyor, makas kağıdı kesiyor, kağıt da kayayı sarıyor. 2 oyuncu da aynı hareketi yaparsa beraberlik oluyor tabi. Kurallar metni çok uzun değil ama üçüncü sallamada hareketi yapacağınız an ile ilgili bir takım ihlaller olabiliyor. Siz en iyisi bu acaip sporun 2007'de yapılan ve Jamie Langridge'in kazandığı finalini izleyin. ESPN canlı veriyor, kalabalık toplanmış, spikerler sanırsınız Super Bowl finali sunuyor, oyuncuların akrabaları stres içinde, oyuncuları ter basmış, kazananın eşi sahnede hoplayıp zıplıyor...Uçtunuz mu arkadaş?

5 Mart 2009 Perşembe

ROYAL SHROVETIDE FOOTBALL

















Daha önce Hollanda'nın en önemli derbilerinden olan ve birbirine rakip olan, aralarından geçen bir nehirin insanları ayırdığı Bunschoten derbisi IJsselmeervogels Spakenburg-SV Spakenburg'dan bahsetmiştik. Dünya üzerindeki çeşitli nedenlerle insanların birbirinden ayrıldığı ve futbolla birbirlerine üstünlüklerini kanıtlamaya çalıştıkları müsabakaların tek örneği değil bu. Bunschoten derbisi balıkçılarla çiftçilerin maçı olarak bilinir. Kalküta derbisi East Bengal-Mohun Bagan ise iki ayrı kabile Bangal ve Ghotilerin. İngiltere'nin Derby şehrinin küçük bir kasabası olan 7.000 nüfuslu Ashbourne kentinde meydana gelen hadise ise sınırları biraz zorlamış durumda. Zira kentte yılda 2 kez meydana gelen futbol maçını diğerlerinden ayıran hadise şu. Söz konusu maçın futbol sahası kentin kendisi. Yani maç kent sokaklarında oynanıyor. Oyuncu sayısı 3.000 civarında. Bu 3.000 kişi 2 gün boyunca bir topun peşinde büyüklüğü 3 kilometreyi bulan kalelere gol atmaya çalışıyorlar. Nasıl görünüyor? Biraz daha açalım.


















Ashbourne kasabası Henmore Brook nehri tarafından ikiye ayrılmış durumda. Oyuncular nehrin yukarı kısmında veya aşağı kısmında doğmuş olmalarına göre aşağıdakiler ve yukarıdakiler olara ikiye ayrılıyorlar. Tam isimleri Up'Ards and the Down'Ards. İngiltere'deki festival sezonu Mardi Gras'ın kentteki bitişinin ardından gelen ve ibadet döneminin de başlangıcı olan salı günü, ya da orijinal adıyla Shrove Tuesday günü saat 14:00'te şehir merkezinden maç topu serbest bırakılıyor ve ardından saat 22:00'ye kadar sürecek mücadele başlıyor. Amaç basit, rakip takımın kalesine gol atmak. Eer saat 17:00'ye kadar gol kaydına muvaffak olunmazsa meydandan yeni bir hava atışı yapılıyor. Tabi tam bir hengamenin yaşandığı oyunun bazı kuralları var. Aslında tek kural birisini öldürmemek veya linç etmemek. Bunun yanında topu herhangi bir motorlu araçla taşımak, elbisenin altına saklamak veya mezarlığa kaçırmak yasak. Tabi aç günlerinde dükkanlar kapalı oluyor ve şehirsakinleri arabalarını en ıssız mekanlara park ediyorlar. Oyunun kökeni 12. yüzyıla kadar gidiyor. Oyunun ismindeki "royal" yani "kraliyet" ibaresinin sebebi önce 1928'de Galler Prensi VIII. Edward'ın sonra da 2003'te Prens Charles'ın oyuna katılması. Hatta 1928'de oyuna katıldığı sırada VIII. Edward bir burun kanaması geçirmiş. Oyunda kullanılan top normal futbol topundan biraz daha büyük ve hafif. Dolayısıyla hareket etmesi çok daha kolay oluyor.



















Oyun bir çok kez Hollywood ve belgesel yapımcılarının ilgisini çekmiş geçmişte. Oyunun kent meclisine malitei yıllık 320.000 pound civarında. Oyunun yıl içinde 2. oynandığı gün ise Paskalya'dan 46 gün önce çarşamba günü yani Ash Wednesday'de oynanan versiyonu. Kurallar, organizasyon her şeyi ile aynı. Videoları izlediğinizde göreceksiniz ki olay tam bir meydan savaşına dönüşmüş durumda. Hatta iki ekibin "önümüze gelene bir tekme" felsefesi ile hareket ettiğini söyleyebiliriz.

25 Şubat 2009 Çarşamba

WORM CHARMING

















Satranç-Boksu....tamamdır. Eş taşıma....eyvallah. Peynir yuvarlama...olabilir. Bunların hepsi tamam ama şu anda tanıtacağım spordan daha garibini henüz duymuş değilim. Tabi buna spor demek de pek olası değil. Peynir yuvarlama neyse bu da onun gibi bir aktivite. Worm-Charming. "Worm" bildiğimiz solucan, "charming" ise "çekici" veya "bir kimseyi duygusal açıdan kendine çekme eylemi" olarak tanımlanabbilir. Ben "Solucan Tavlama" diyorum artık siz ne dersiniz bilmem. ABD, Avustralya, İngiltere başta olmak üzere dünya üzerindeki birçok ülkede insanlar her sene İngiltere'nin kuzeybatısındaki Crewe ve Nantwich beldesine bağlı Willaston'daki Willaston İlkokulu'nun bahçesinde toplanıp yarım saat boyunca topraktan solucan çıkarmaya uğraşıyorlar. Diyeceksiniz ki "birkaç manyak bir araya gelmiş eğleniyor". Hayır efendim, Dünya Solucan Tavlama Şampiyonası 1980'den beri düzenleniyor ve turnuva kuralları Türkçe de dahil 30 farklı dile çevrilerek yayınlanmış durumda. Örneğin yarışmacılar 9 metrekarelik bir alanda hareket etmek zorundalar (3 m x 3 m), herhangi bir kimyasal ya da kazıcı alet kullanmak yasak, solucanları topraktan çıkarma işlemi titreşim, ses gibi uyarıcılarla yapılıyor, solucanlar mutlaka yarışmacı tarafından, eğer dokunmak istemiyorsa "gillie" adı verilen yardımcıları tarafından turnuva komitesince belirlenmiş torbalara konmak zorunda, beraberlik halinde 5 dakikalık ekstra bir "tavlama süresi" var ve toplana tüm solucanlar gün batımında tekrar toprağa bırakılır.

















Bu kuralları yazan adam John Bailey adında eski bir polis şefi. 28 yıldır düzenlenen turnuvanın rekoru, 1980'deki son turnuvada yarım saatte 9 metrekarelik bir alandan 511 tane solucan çıkaran Tom Shufflebotham. Ne yaptı artık bilmiyorum ama 30 dakikada 511 demek, dakikada 17 tane solucan çıkarmış demektir. Solucan cazibesi vermiş Shufflebotham'da. Bugüne kadar yakalanan en ağır solucan 1987'de yakalanan 6.6. gramlık solucan. Kupa bugüne kadar sadece 1 kez Willaston dışına çıkmış ama onu kazanan baba oğul Williams ailesi de yıllarını bu şehirde çiftçilik yaparak geçrimiş. Yani Willaston şehri solucanıyla ünlü aklınızda bulunsun. Şampiyonluk ödülü altın kaplama bir solucan. Ne bekliyordunuz ki. Her sene ortalama 300 yarışmacının katıldığı aktivitede, toprağı titretmek başarıya ulaşmak için kullanılan en yaygın tekniklerden birisi. Buyurun işi ustalarından öğrenin.

20 Şubat 2009 Cuma

WIFE CARRYING

























İşte aile bağlarını güçlendiren bir spor. 1800 yılında Finlandiya'da yaşayan Rosvo-Ronkainen isimli bir haydut çetesine katılmak isteyen isimlerin seçiminde eşlerini sırtlarında ne kadar uzun süre taşıyabilip taşıyamadığını kıstas olarak kullanır. Daha sonra bu aktivite ülkede bazı özel günlerde ufak tefek yarışmalar halinde düzenlenir ve 11 senedir de dünya çapında bir organizasyona dönüştürülür. Sporun tarifi çok basit. Ülkeye göre ufak tefek değişiklikler gösterse de bayan partnerinizi sırtınıza alıp (resmi olarak eşiniz olması gerekmiyor) farklı çeşitteki parkurlardan oluşan yarışı birinci bitirmeye uğraşıyorsunuz. Uluslararası Eş Taşıma Şampiyonası Komitesi'nin belirlediği kurallara göre yarış pistinin uzunluğu 253.5 metre ve zemini çakıl ve kumdan oluşuyor. Aynı zamanda pistte 1 metre derinliğinde su dolu bir çukurun bulunduğu bir bölüm de var. Taşınan bayanın 17 yaşından büyük ve minimum 49 kilo olması gerekiyor. Eğer 49 kilo değilse, ilave ağırlıklarla destekleniyor. Eğer taşıma sırasında bir yarışmacı eşini düşürürse 15 saniye cezası alıyor ve yarışı bitirme zamanına bu süre ekleniyor. Yarışmaya katılım ücreti 50 euro.



















Spor, mucidi Finlandiya başta olmak üzere Estonya ve İsveç'te de popüler. Dünya Şampiyonası her yıl Finlandiya'nın Sonkanjärvi kentinde düzenleniyor. 1997'deki ilk şampiyonayı Finlandiya'lı Jouni Jussila-Tiina Jussila çifti kazandıktan sonra son 10 turnuvanın tümü Estonyalı yarışmacılarlca kazanıldı. Özellikle Uuusorg ailesinin iki üyesi Madis ve Margo toplamda 7 şampiyonluk kazanarak önemli bir başarıya imza attılar. Turnuvada uygulanan taşıma şekli bayan partnerin erkeğin sırtına doğru yüzüstü sarkarak iki bacağını boynunun etrafında dolaması. Ayrıca yaş sınırı burada 21 yaş ve üstüne çekilmiş durumda. İlginç ama dünya şampiyonasında tercih edilirse bayan yarışmacının erkek partnerini taşıması gibi bir olanak da tanınmış. Bunu deneyen oldu mu bilemiyorum. 2005 yılındaki yarışmaya NBA efsanelerinden Dennis Rodman da katılmıştı. Etkinliği her sene aşağı yukarı 2.500 kişi takip ediyor. Tabi bu kadar kişinin ortasında bir erkek karısını taşırken düşürürse, yarışma sonrası eve varıldığında 1 ay boyunca yemek yüzü görebilir mi bilemiyorum.

18 Şubat 2009 Çarşamba

CHESS BOXING

















Üniversitede üyesi olduğum Bilimkurgu ve Fantezi Topluluğu bahar aylarında bir satranç turnuvası düzenlemiş ve turnuvaya katılan arkadaşlarımdan birisi maçı kaybettiği rakibi için, "lavuğu dövesim geldi" şeklinde bir laf sarfetmişti. Bu sporu tanıdığım anda anladım ki o gün bizi dinleyen birisi varmış. Bu tür "board games" denilen "masa başı oyuınları"nda (o bildiğimiz oyunlar değil tabi bunlar) genelde konsantrasyon ve dikkat çok önemlidir. Ama adım gibi bilirim ki karşısındaki rakibin mimik ve hareketlerinden ona iki tane patlatmak isteyen adam sayısı çoktur. Bu sadece satranç, dama, tavla gibi oyunlarda değil bilardo, dart, bowling gibi sporlarda da geçerli. İşte Hollanda'lı Iepe Rubingh'in Fransız çizer Enki Bilal'in satranç ve boksun birleştiği bir hikayeyi anlattığı çizgi romanı "Froid Équateur"dan etkilenerek 2003 yılında spor dünyasına kazandırdığı "Chess-Boxing" bu boşluğu dolduruyor.

Sporun mantığı adında gizli. İki rakip karşı karşıya geliyor ve hem satranç oynayıp hem de boks yapıyorlar. Bir karşılaşma 11 rounddan oluşuyor. 4 dakikalık bir satranç roundundan sonra yarışmacılar ringe çıkıp 2 dakika boks yapıyorlar. Sonra da karşılaşma 4 dakika satranç-2 dakika boks şeklinde devam ediyor. Roundlar arasında 1 dakikalık dinlenme süresi var. Oyunu ya satranç tahtasında şah matla ya ringde nakavtla ya da hakem kararıyla kazanıyorsunuz. Eğer 4 dakikalık satranç süresinde bir oyuncu hiç bir hamle yapmazsa hakem tarafından uyarılıyor ve izleyen 10 saniye içinde mutlaka bir hamle yapmak zorunda kalıyor. Toplamda da 12 dakikalık maksimum satranç süresi kullanma hakkınız var. Bu süreyi 11 round bitmeden bitirirseniz mağlup oluyorsunuz. Sporun ilk uluslararası turnuvası 2003 yılında Amsterdam'da yapıldı ve kurucu Iepe Rubingh şampiyon oldu. Daha sonraki 5 turnuvanın 3 tanesi Berlin'de 2 tanesi Köln'deydi. 2008 yılında 19 yaşındaki Rus matematik öğrencisi Nikolai Sazhin (resimde solda) Berlin'de düzenlenen Dünya Şampiyonası finalinde beşinci roundda mat ettiği Alman polis Frank Stoldt'u (sağda) yenerek dünya şampiyonu unvanının sahibi oldu. Şimdi diyeceksiniz ki "bu aktiviteyi kim izler arkadaş?" Buyurun aşağıda fotoğrafı. 2008 şampiyonasının başlangıcı öncesi kapıdaki kuyruk. Biletler 15, 25 ve 35 eurodan satıldı.


































Dünya Satranç Boksu Federasyonu'nun merkezi Berlin'de. 2005 Ağustos ayında kuruldu. Başkanlığını sporun kurucusu ve ilk şampiyonu Rubingh yönetiyor. Aynı yılın Ekim ayında Bulgaristan'da dabir federasyon kuruldu. Zamanla Rusların bu sporda giderek etkisinin artacağını düşnüyorum. Özellikle, satrançta zaten yetenekleri olan bu ülke insanlarının cüsse olarak da çok yabana atılmaması gerektiği düşünüldüğünde.