Bizden etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Bizden etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Aralık 2013 Cuma

HAYATIM FUTBOL 110. SAYI










110 sayıyı yaptık yeni yıla girerken ve Yılın Enleri temalı bir sayıyla 2014'e adımı atıyoruz. Biz de senenin son sayısında Geleneksel Flying Dutchman gecelerinin 5.siyle yer aldık. Maç bahane olunca (hatta ortada maç falan da yoktu) kalemi Varol Döken'e bırakmak düşer bize...Buyurun buradan

Hayatım Futbol pdf
Hayatım Futbol iPad
Hayatım Futbol android

12 Aralık 2013 Perşembe

5. GELENEKSEL FLYING DUTCHMAN GECESİ























Vakit geldi çattı. 2009'dan beri her sene tekrarladığımız organizasyonun bu seneki hakkını kullanmamıştık. Sene bitmeden kaçırmayalım dedik. 20 Aralık 2013 cuma günü, yılın en uzun gecesinden hemen önce, son 2 yıldır bize ev sahipliği yapan ve yavaş yavaş FD Gecesi'nin resmi mekanı haline gelen Taksim Pera Balık'ta, Varol Döken sponsorluğunda toplanıyoruz. Toplanıyoruz dediysem rakıyı, paçanga böreğini, kuzu kebabı götürüp sonra adamı gösterip "arkadaş ödeyecek kardeş" demeyin, adamda cömertlik olsa kendisi 85 kilo olmazdı. Sponsorluk dediğimiz organizasyon işleri.

Geceye blogu okuyan, Hayatım Futbol'u ve BirGün gazetesini takip eden ya da canı isteyen herkes davetli. Fenerbasket'in zaten adını anmıyorum ama geçen sene son anda çark etmeleri ile bana borçları var söyleyeyim. Ayrıca bu tayfayı organize eden ve 4 organizasyonun sadece 1 tanesine katılan bir "atçı" arkadaş var ki, kredisini bende tüketmek üzere, artık mesajı almıştır. Yine forumlarda topic açıp sonra yan çizecekse şimdiden o topici kitliyorum...

Bu Pera Balık nedir ne değildir öğrenmek isteyenler için mekandaki 2011 gecesinin fotoğrafları aşağıda. 2012 fotoğrafları nerede derseniz, onun için de numunelik içimizdeki Teksaslı'yla yetinin. Bu resmi gece organizasyonlarının resmi logosu yapacağım bu gidişle...




















Tarih: 20 Aralık 2013 Cuma
Saat: 19:00-19:30
Yer: Taksim - Pera Balık
Fiyat: Yediğini öde, yemediğine yancı ol


16 Kasım 2013 Cumartesi

TOTEMSPOR - HAYATIM FUTBOL İŞBİRLİĞİ






















104 sayıdır sürdürdüğümüz (ki sayı bazında tam 2 yıla denk geliyor) alternatif yayıncılık anlayışında yeni bir adım attık geçtiğimiz hafta başında. "Sporseverin totemi" Totemspor ile işbirliği içerisine girdik. Bundan böyle dergi yazarlarını orada da faaliyet gösterirken göreceksiniz. Ben de İzlanda-Hırvatistan maç yazısıyla mesaiye başladım. Bu birlikteliğin uzun sürmesini ve iyi işlere imza atmasını diliyoruz.


Yeri gelmişken de Hayatım Futbol'un 2014 Dünya Kupası elemeleri 104. sayısının yayında olduğunu hatırlatalım.

Hayatım Futbol web
Hayatım Futbol iPad
Hayatım Futbol android

11 Ekim 2013 Cuma

HAYATIM FUTBOL 100. SAYI

























100 sayı. Futbol sevdalısı, öğrenmeyi ve başkalarının dikkatini çekme arzusuyla yola çıkan bir grup insan 2 seneye yakın bir süredir, Türkiye'de süreli yayıncılık adına çok güzel bir işe imza atıyorlar. İnternet üzerinde, kafelerde, simit saraylarında başlayan projeler, atılımlar, planlar son birkaç aydır artık Hayatım Futbol ofisinden yürüyor. İşte o iş dalya dedi bugün. Böyle bir projeyi, önemli bir manevi motivasyonla sürdürmek kolay değildir. Bu yüzden bu derginin her sayısının çıkışında emeği geçen herkese ben candan teşekkür ediyorum. Ama bir ismi ayırmak istiyorum. Asla ve asla sivrilme kaygısı olmadan, insanları idare edebilme yeteneği ve arada bir yükselen "acaba yolun sonu mu?" düşüncelerine karşı derginin hep arkasında duran, 100 sayıdır öyle ya da böyle nazımızı çeken, "patron" İlker Yılmaz. Patron diyoruz ya aslında ev sahibi. Bu kadar insanı ve ayrı ayrı istekleri idare etmek kolay değil, o yüzden önemli bir tebriği hakediyor.


Okumaktan zevk aldığım, bir şeyler öğrendiğim o kadar çok yazı oldu ki. Alper Öcal'ın Samba Başlıyor yazısı misal, yeni başlayanlar için Campeonato rehberi gibiydi adeta ki benim dergide en fazla etkilendiğim yazıydı. Varol'un maç bahaneleri, Uğur'un genç yetenekler ve altyapılarla ilgili yazıları, İsmail Şayan'ın futbol ekonomisine attığı bakışlar ve diğerleri...Derginin bir yazarı olarak bana öğrettikleri adına teşekkür ediyorum. Bir gün belki hakikaten yolun sonuna geleceğiz ama o güne dek yazmaya, okunmaya ve insanların ufkunu açmaya devam.

100. sayıda ülke futbolunun yakın zamandaki en etkili 100 figürünü listeledik. Elbette 100'den geriye doğru sayılan bu listelerde herkesi mutlu etmek imkansızdır. Dolayısıyla bu gerçeği de göz önündebulundurarak sizden eleştirileriniz bekliyoruz. Nice 100 sayılara...

Hayatım Futbol pdf
Hayatım Futbol iPad
Hayatım Futbol android

20 Eylül 2013 Cuma

HAYATIM FUTBOL-97

























100'e yaklaşıyoruz. Hayatım Futbol dalya demeye 3 sayı kala derbilerde dolu bir haftayı ele alıyor. Ben de İrlanda gezisini anlattığım 3 Yapraklı Yonca'nın peşinde yazısı ile dergiye katkıda bulundum.

Hayatım Futbol pdf
Hayatım Futbol iPad
Hayatım Futbol android

4 Eylül 2013 Çarşamba

OSLO



Oslo, Vigeland Park....

14 Ağustos 2013 Çarşamba

HAYATIM FUTBOL-92







2013-14 sezonu öncesi öngörülere ayırdığımız Hayatım Futbol 92. sayı çıktı. Ben de sayıya Galatasaray'ı ele alarak katkı yaptım.

Hayatım futbol pdf
Hayatım Futbol iPad
Hayatım Futbol Android

2 Ağustos 2013 Cuma

HAYATIM FUTBOL-91






































Dalya diyeceğiz yakında. Şaka maka 2 yıldır şu dergiyi çıkarıyoruz. 91. sayıya vardık. Bu sayıda Avrupa'da bu sezon çıkış yapabilecek takımlar kapak konumuz.  Ben de Norwich City yazısı yanında Otto Bariç'li Austria Salzburg (o zamanki adıyla Casino Salzburg'un), 90'ların başında yarattığı ufak çaplı fırtınaya bir göz attım. Linkler aşağıda....Ayrıca 100. sayıda da okuyuculara birkaç sürprizimiz olacak.

Hayatım Futbol pdf
Hayatım Futbol iPad
Hayatım Futbol android

3 Haziran 2013 Pazartesi

31 MAYIS 2013, GEZİ PARKI DİRENİŞİ!


34 yaşındayım. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde okudum. Hayatımda katıldığım tek eylem, bir kısa film çekimi için okul bahçesinde yaratılan setteydi. Hayatımda elime aldığım tek silah askerde 1940 model M-1 tüfeğiydi. Politikayı sevmem, milliyetçiliği, ayrımcılığı, hayvanlara eziyet edenleri, otobüs kuyruğunda sırasını beklemeyenleri sevmem. Kendime göre bir düşün hayatım var, uygulamasını gerçek hayatta çok anlatmam, bugüne kadar yazmadım da. Doğmayı bile seçemediğimiz şu hayatta tek gerçek özgür seçimin kendini öldürmek olduğuna inanırım ama buna rağmen seçimlerde oy veririm, tıpkı antimilitarist olmama rağmen askerde nöbet tuttuğum gibi. İnanmadığım şeyleri yapmamı sağlayan bir görev duygum var. Seçimlere de inanmam ama gidip oyumu veririm, bir keresinde muhtar adayı olarak bir travestiye oy vermiştim, gerçekten kazanmasını istediğim tek siyasi figürdü. İyiliğin ya da kötülüğün sınırlarının nerede başlayıp nerede bittiğini de bilemiyorum, insanı nasıl değerlendirmemiz gerektiğini de. Bana göre yaşayan hiçbir canlıdan farkı olmayan tesadüfi bir oluşumdur insan, tarih sahnesindeki yeri birçok türü kaybolan canlı kadardır. Bu tür fikirlerimi arkadaş meclisleri hariç kendime saklarım çünkü bunları bir başkasına empoze etmeyi anlamlı bulmuyorum. 

Tüm bunları şu yüzden yazıyorum, 31 Mayıs 2013 günü olaylarının içinde tüm bu fikirlerimle ben de vardım. Çalıştığım ajanstan bazı yönleri bana benzeyen bazı yönleri benzemeyen ama ortak bir paydam olan iş arkadaşlarımla birlikte. Üstümüzde günlük iş kıyafetlerimiz ile. Gezi Parkı’nda senin benim onun adına ağaçları koruyan insanlara zulmedilmesine dayanamadığımız için çıktık sokağa. Provokasyon bizim için sadece bir reklamcılık terimidir bu arada…

Size bu satırları ezberden değil, meslekten iyi bildiğim kelime oyunlarıyla değil, bizzat o sokağın içinde neler olup bittiğini gördüğüm anladığım hissettiğim için yazıyorum. Belki bir fazla kişiye ulaşır, ne neden oldu anlamasına yardımcı olur diye. İlk defa bu türden bir amaçla bir yazı yazıyorum, hatası eksiği, yanlışı zilyon tanedir affedin. Ama yalanı yoktur, vardır derseniz de ben sizi affetmem.

NASIL BAŞLADI?

Gezi Parkı’ndaki direnişi başladığı andan itibaren, çalışan tüm insanlar gibi gün boyu işten verdiğimiz aralarda bilgisayar başında takip ediyorduk. İçten içe seviniyorduk, ağaçlarımıza sahip çıkıyorlardı. 5 sene bilfiil Taksim’de yaşadığım için benim için sembolik öneminden çok daha önemliydi orası, park işte yahu koşmaya, nefes almaya, 2 kitap okumaya, gölgesinde dinlenmeye gittiğin yer. Şahsi olarak beni bu yazıyı yazmaya, sokaklara çıkmaya, bugüne kadar içimde olan ama kendime ait sebeplerle dillendirmediğim şeyleri söylemeye iten ilk hareket, ağaç köküne vurulan o dozer kepçesiydi. Karşılık veremeyecek her canlıya yapılan yanlıştan daha zalim bir şey yok benim gözümde. Dayanamadım kelimenin tam anlamıyla dayanamadım. Benim gibi düşünen insanların, o ağacı korumak için yalnız kalmasına, sabahın 5’inde sürek avında gibi avlanmasına, çadırlarının laptop’larının kitaplarının yakılmasına, uyuyan insanlarıma saldırılmasına dayanamadım. İş arkadaşlarım da dayanamadılar ki Perşembe akşamı spontane bir şekilde 17 gibi karar verip Gezi Parkı’na çıktık.

Bir gece önce olanların izi yoktu parkta. Tıklım tıklımdı. Şarkılar türküler söyleniyor, en öndeki komisyonun kurduğu sahneye çıkanlar alkışlanıyor Çarşı grubu tören alayıyla karşılanıyordu. Bir şenlik, bir festival havası hakimdi, böyle bir sahneyi, bu kadar kalabalık olup da birbirinin ayağına basmaktan bile imtina eden insanları en son Hıdrellez Şenlikleri’nde görmüştüm, o da bitti ne yazık. Her neyse biz de bu sahnelerle ruhumuzu doyurup vicdanımızı rahatlattık. O saatten sonra kimse artık böylesine güzel insanlara karışmaz, yarın zaten Cuma hafta sonu geliyor, olmadı yine geliriz diyip parktan ayrıldık. Ve o gece yine saldırdılar. Saldırdılar diyorum çünkü birçok yerden gelen el kameralı görüntüleri izledim. Oturmaktan başka bir şey yapmayan insanları parktan sürdüler. Kimin parkından kimi kovuyorsun sen arkadaş öfkesini içimize zerk ettiler.
Görüntüler, haberler, twitler, post’lar derken her aklıselim ve vicdan sahibi insan gibi artık buna dur demenin, o parkın o meydanın bizim olduğunu haykırmanın zamanının geldiğini hissettim. İstesem de aksini yapamazdım, aldığım kararlar rasyonel değil içimden dolup taşan kararlardı çünkü. Şiddet dozunu artırarak gün boyu devam ettikçe biz de şirkette koltuklarımızda duramıyor, iş yapamıyor, bir an önce Taksim’e çıkmak için saat sayıyorduk.

Taksim’e çıkmak… Bir insan Taksim’e neden çıkar allahaşkına, bir insan parka neden gider? Ben kafamda sen kimin parkına kimi sokmuyorsun sorularıyla gittim. Önünü başını sonunu düşünmeden, önce en demokratik hakkım olan, yaşadığım şehirde sevdiğim bir yeri korumak, oraya sahip çıkmak için.


31 MAYIS’TA NELER OLDU?

Fındıklı’daki reklam ajansımızdan 18 gibi çıktık. Her ne kadar gün boyu bir sürü haber okuduysak da, önceki akşam gördüklerimizden sonra bu kadar insan gelince geri adım atarlar diye düşünüyorduk. Maske, süt, su, limon aldık ama kullanacağımızı düşünmüyorduk. Sonrası…

Sonrası işte beni bu satırlara kadar getirdi. Daha Kazancı Yokuşu’na gelmeden ağzımız burnumuz yanmaya başladı, aldığımız kağıttan maskeler bir işe yaramıyor, gözlerimiz yanıyordu. Herhalde yokuşun dibini tutmuşlardır dedik ara sokaklardan çıkarız diyip Cihangir merdivenlerine yöneldik. Sıraselviler Caddesi’ne bir şekilde geldiğimiz gördüğümüz kalabalık inanılmazdı. Ama herkes şaşkın herkes örgütsüz. İşten çıkmış gelmiş işte neyin örgütü ya! O kalabalıkta birbirimizi kaybede kaybede 5 kişi kaldık. Ne yapalım diye İlkyardım’ın önünde dururken Mehmet Ali Alabora ve diğer sanatçı arkadaşları gördük. Gittik siz yürürseniz arkanızdan gelirler yürüyelim dedik. Bu arada ön tarafta, caddenin başından yağmur gibi gaz bombası atılıyordu. İnsanlar bir panikle geri kaçıyor sonra tekrar yürümeye çalışıyordu. M.Ali, ben bu tür bir inisiyatif alamam ben de sizin gibi halkım, bir şey olursa bunun sorumluluğunu üstlenemem dedi, haklıydı, barışçıydı, insandı.

Anlayacağınız tam bir keşmekeşin ortasındaydık. Sıraselviler’den de çıkamayacağımızı anlayınca ara sokaklara girdik yeni yollar aradık. En sonunda 21 gibi Küçükparmakkapı Sokak’tan İstiklal Caddesi’ne çıktık. Meydana ulaşmak artık bir görev gibiydi, ulaşınca ne yapacağımızı bilmiyorduk bile. En kötü Burger King’de hamburger yer, lise macerası gibi ertesi gün anlatırdık sanırım. Ulaşamadık!

İstiklal Caddesi’nde de tıpkı Sıralselviler gibi tüm dükkanlar kepenk indirmişti. 2 km’lik bir duvar düşünün, gaz bombalarını bu duvarlardan sektirip atıyorlardı. Bunu gören hangi mantıklı insan amacın sakinleştirmek olduğunu söyleyebilir ki… Yine Sıraselviler’deki gibi 3 adım yürüyor 5 adım geri atıyorduk. Bekar Sokak’a girdik. Sokaklar insan doluydu, sokaklar dünyanın en güzel insanlarıyla doluydu. O çukurlara düşersiniz bahanesiyle işçilere açılmayan sokaklarda, çukurların başında insanlar çember yapmıştı kimse düşmesin diye. Bunlara şahit olup da o insanlara terörist demek vicdansızlıktır!

Bekar Sokak’ta soluklanıp Meydan’a doğru son hamlemizde artık hem umutlu hem tecrübeliydik. Pozisyon almıştık, önden gelen gazları görüyor, duvar dibinden usul usul yürüyorduk. İşte tam o zaman, yukarıdan üstümüzde gaz bombası atıldı. Şimdi orada olmayıp da bu yazıyı okuyan gözlerini ovuşturuyordur eminim! Ama biz o havadan gelen gazı gördük, tam arkamıza düştü ve kör olduk.

Sen… Eğer bu yazıyı okuyorsan, senin önünde diz çöküyorum, ellerinden ayaklarından yanaklarından öpüyorum. Sen 2 koluma giren, sen beni ara sokağa taşıyan, apartmanın içine sokan, merdivenlerden yukarı taşıyan, gözlerime solüsyon sıkan, peçeteyle silen sen sen sen. Sizi göremedim bile ama bilin ki 34 yıllık hayatımın bir parçasısınız artık. Sadece bana yardım ettiğiniz için değil, herkese hepimize bu ülkeye, sadece benim gibi gözleri 10 dakikalığına kör olanlara değil, aynı zamanda vicdani kalbi insanlığı kör olanlara da…
Gaz bombasını tam dibimde yedikten sonra herkes dağıldı, birbirimizi kaybettik. Herhalde vazgeçmişlerdir benim gibi dedim ama ne zaman o tanımadığım insanlardan sağlık müdahalesi geldi kendime geldim, arkadaşlarla da birbirimizi yeniden bulduk. Daha büyük bir sevgi, inanç, kararlılıkla! Ve anladık ki o saatten sonra Meydan’a yürümek Park’a girmek hikayeydi artık. O sokakta durmak o gece orada olmak yeterliydi.
Birkaç saat daha, ara sokaktan ara sokağa oradan Tarlabaşı’na çıktık. Şahsi olarak ben zaten dizim sakat sakat gitmiştim, arkadaşlarım da yorulmuştu. Saat 1’e geliyordu, yapacak bir şey kalmamıştı bizim için. Dönelim dedik. Şişhane’ye oradan Balat’a kadar yürüdük, Unkapanı köprüsünden geçerken denize baktım sanki bizim için dalgalanıyordu…

Kadıköy’deki evime geldiğimde saatler 2.30’u geçiyordu, ayaklarımı uzatıp bir kadeh viski içip yatacaktım (evet tüm bu olaylar boyunca ağzımızda gram alkol yoktu, olsa da bir önemi yoktu ama bunu bilmenizin bir önemi var sanırım). Kadıköy beni uyutmadı. Kadıköy şahlanmıştı. Bir tek yayın organı olmadan, ne olup bittiğini anlamadan halk tencereyle tavayla sokağa çıkmıştı. Ben gördüm de inanmadım şimdi sizden nasıl inanmanızı bekliyorum bilmiyorum ama insanlar en ufak bir organize hareket olmadan, sadece içlerinden gelerek o gece Taksim’e destek vermeye köprüye yürüdüler. Köprüyü yürüyerek geçtiler ya daha ötesi var mı? Bence yok o yüzden neler oldu kısmını burada bitiyorum.


NE İSTİYORUZ?

Yazının en önemli kısmı bu olabilir çünkü Türkiye’de hiç kimse bu eylemlerin sonunda ne amaçlandığını, halkın ne istediğini tam olarak bilmiyor, bilse de iyi duyuramıyor olsa gerek yoksa Başbakan bunca yanlış açıklama yapmazdı, yapamazdı. Bence etrafındakiler korkularından kendisine olayları tüm çıplaklığıyla anlatamıyorlar, hem çok hakim değilim hem konunun bu olduğunu düşünmüyorum.

Onun yerine sokakta hissettiğim ve artık benim gibi düşündüğünden %100 emin olduğum milyonlar adına istediğimiz şeyleri özetlemeye çalışacağım.

1-Hayatımıza karışılmasını, bunun yapılmıyormuş gibi gösterilmesini, yasaların kervandan mal kaçırır gibi bir gecede oldu bittiye getirilmesini, Emek Sineması’nın Gezi Parkı’nın 3. Köprünün mevcut plan ve projelerle yapılmasını, alkol düzenleme yasasının bu kadar sert hükümleri olmasını, 3 çocuk yapmayı vs. vs. vs. istemiyoruz! Uludere’deki, Reyhanlı’daki insanlarımızın yaralarının sarılmasını onlardan özür dilenmesini, eğitim sisteminin modernleşmesini, kadın ve töre cinayetlerinin bitmesini, polisin statlara yeniden dönmemesini, çirkin yapılaşmanın ve TOKİ’nin beton terörünün sona ermesini, bunca yıl dilini dinini bilmeden kardeşçe yaşadığımız insanlarımızın kimlik ifşa etmek veya saklamak zorunda kalmamasını, hiç kimsenin dil, din, bayrak, vatan kisvesi altında kandırılmamasını, askerliğin özelleştirilmesini, yüzümüzü daha insancıl olan Batı’ya döndürmeyi, kısaca insanca yaşamayı istiyoruz!

2-Koskoca adamlarız, çoğumuz baba evinden anne yanından ayrıyız, nasihat ve akıl alacak yaşı geçtik. Başkaları için en doğrusunu en güzelini en iyisini biz bilmediğimiz gibi bizim için de bunu kimsenin bilemeyeceğini çok iyi biliyoruz. Bilseler dahi bu umrumuzda değil. Yarına çıkıp çıkmayacağız bile kesin değilken 50 yıl sonramızın planlanıyor olması bizi hem endişelendiriyor hem öfkelendiriyor.

3-Kötü işler kadar yapılan iyi işlerin de farkındayız, katılıyoruz katılmıyoruz ama farkındayız. Ancak biz olayın insani tarafındayız artık. İstediğimiz şeye istediğimiz saatte ulaşamayacaksak ekonomik istikrarı ne yapalım diyoruz mesela. 

4-Bu ülkede herkese yetecek kadar meyhane de cami de var, kimse cami önünde içki içecek kadar zıvanadan çıkmış değil. Bugüne kadar mis gibi gelmişken, sanki ihtiyacımız varmış gibi sürekli yeni düzenlemeler yapılmasından ve bunların sınırlayıcılıklarının sürekli artmasından sıkıldık. Bildiğin sıkıldık.

5-Halkıyla kavga etmeyen, güler yüzlü, nazik, yabancı dil bilen, gurur duyacağımız yöneticiler istiyoruz. Ama istediğimiz olmuyor diye demokratik haklarımız dışında bir şey beklediğimiz de yok. Daha doğrusu bunun için meydanlarda değiliz, hele ki asla darbe peşinde değiliz, apolitik olsak da aptal değiliz, darbelerin bu ülkeyi nerelere sürüklediğini çok iyi biliyoruz. Ancak polis devleti de istemiyoruz, polisin halkına zulmeden değil ona hizmet eden olmasını istiyoruz.

6-Özür bekliyoruz, ılım, uzlaşma ve itidal istiyoruz. Değerli hissetmek, aydınlık hissetmek, özgür hissetmek istiyoruz. Gelecekten duyacağımız tek kaygı kişisel olsun istiyoruz, zaten yeterince varoluşsal sorun yaşıyoruz çoğumuz, aklımız karışık, ruhumuz darda, bir de üstüne bunlarla uğraşmak istemiyoruz.

Bunların yukarıda da dediğim gibi eksiği, gediği, yanlışı çoktur. Ama bu bir adımdır, uzlaşmaya, konuşmaya, barışmaya, özgürlüğümüzün korunmasına doğru bir adımdır. Bütün bunların hiçbirine gerek de yoktu belki, biz bu isteklerimizi söylemeden yine kendi dünyamızda yaşayıp gidecektik. Ama artık yeter dedik, nasıl dedik, hangi cesaretle hangi ortak akılla dedik bilmiyorum ama dedik. Bundan sonra da diyeceğiz, herkes de dinleyecek!

Yazdıklarıma inanmasanız da iyi niyetimize inanın, bunları yazıp yazıp yarın sokağa çöp atacak, hayvanlara eziyet edecek, eşcinsellere, azınlıklara, kadınlara sanki bir hakkımız varmış gibi ayırıp hak satmaya çalışacak, bize yapılmasını istemediğimiz şeyleri başkalarına yapacak insanlar değiliz biz.

Siz de olmayın!

by Varol Döken

10 Mayıs 2013 Cuma

HAYATIM FUTBOL-81









Galatasaray'ı öne çıkardığımız 81. sayıda Japonya izlenimlerinin 2. bölümüyle ben de katkıda bulundum. Hayatım Futbol...Tükenmeyen dergi...


Hayatım Futbol iPad
Hayatım Futbol android
Hayatım Futbol web

28 Nisan 2013 Pazar

soL VE FLYING DUTCHMAN RÖPORTAJI

















soL gazetesi'yle futbol ve futbol yorumculuğu üzerine kısa bir röportaj gerçekleştirdik. Kendilerine teşekkür ediyor, ilgilenenlere duyuruyoruz. Gazetenin twitter adresi için

https://twitter.com/SolGazetesi


25 Nisan 2013 Perşembe

HIROSHIMA BEFORE-AFTER





























Hiroşima'da ziyaret ettiğimiz Barış Parkı'ndan en çarpıcı görüntülerden birisi. Üstteki Hiroşima'nın 5 Ağustos 1945'i, 6 Ağustos 1945'e bağlayan geceki hali. Alttaki ise sabah 08:15'te düşen atom bombası sonrası kentin hali...home of the free'ni bilemem de, land of the brave'in batsın Amerika...


23 Nisan 2013 Salı

DÖNDÜK





























Artık yazma zamanı...Japonya'yı kelimelere sığdırmak mümkün olmayacak ama deneyeceğiz. Herkesin ömründe 1 kez gidip tecrübe etmesi gereken ve her gün karşınıza başka bir sürpriz çıkaran bu ülkeye bir kez daha selam olsun...Yukarıdaki resim Kyoto'daki Kinkakuji Tapınağı'ndan, nam-ı diğer Golden Pavilion. Alttaki ise yine Kyoto'dan Nishiki Marketi'nden. Lolipop usulü ahtapot...

28 Mart 2013 Perşembe

TSUBASA ÖNÜME ÇIKMA KIRARIM



Dostlar uzun süre yokuz ortada. Skinoski son bölümde intikamını aldı mı, Manço şehir efsanesinde dendiği gibi "vajina" anlamına geldiği için mi bu adam bu kadar çok sevildi, çok suşi yeyince beyinde kurt çıkıyor mu, fugu balığını yiyip ölmeyince bütün kızlar teklif ediyor mu, nedir bu liseli hayranlığı, kızlar dedim de niye kusmalı porno yapıp adamların penisini sansürlüyorlar, birbirlerinin kız arkadaşını nasıl karıştırmıyorlar, Wakabayashi'ye o golü Tsubasa mı attı, Misaki mi bir karar verin, şeklindeki konuları açıklığa kavuşturmak için Japonya'ya gidiyoruz. Nisan sonunda tekrar görüşmek üzere. さようなら (Sayonara diyoz lan)

2 Şubat 2013 Cumartesi

HAYATIM FUTBOL 67



CNBC-E Business tadında bir dergiyle karşınızda Hayatım Futbol. 67 haftayı geride bıraktık ve bu süre zarfında çok yol katettik. Ülkenin haftalık ilk ve tek dijital futbol dergisi unvanını da kimseye kaptırmadan ilerliyoruz. Geçtiğimiz hafta içerisinde göçebe hayattan yerleşik hayata da geçmeyi başardık, artık Hayatım Futbol'un canınız sıkıldığında uğrayabileceğiniz, yazarlara sinirlendiğinizde basıp dağıtabileceğiniz bir ofisi var. Özellikle transfer döneminde sıkça sorulan "bu paralar nereden geliyor?" sorusunu cevaplandırdık biraz 67. sayıda. Kerem Akbaş ve İsmail Şayan 2 güzel yazı ile katkıda bulundular bu tartışmaya. Benden de bu sezonun İngiltere'deki (hatta Avrupa;'daki) peri masalı Bradford ile ilgili bir yazı var. Keyfini çıkarın

Hayatım Futbol iPad
Hayatım Futbol android
Hayatım Futbol pdf
Hayatım Futbol internet
Hayatım Futbol Death Star

1 Aralık 2012 Cumartesi

HAYATIM FUTBOL 58

























Uzun süredir tanıtmadık dergiyi burada ama yavaş yavaş taşındıktan sonra eski rayımıza oturuyoruz. Hayatım Futbol'un iPad ve Android uygulamaları devam ediyor ama Flash versiyonunu PDF'e çevirdik. 58. sayı dolu dolu yine, ilgi çekici konuların yanında bu hafta sonu oynanacak maçların analiz yazıları da mevcut. Aşağıya dergide yer alan konuların tümünü aldık. Ben Salvatore Schillaci ve Anzhi-CSKA maçının analiz yazılarıyla katkıda bulundum bu ay. Ayrıca derginin internet sitesi ve tasarımını da değiştirdik. Kısa bir süre sonra geçmişteki tüm sayılara buradan ulaşmanız mümkün olacak. Bu değişim süresinde bize ilgisiyle destek veren tüm okuyuculara teşekkür ediyoruz.

Hayatım Futbol pdf
Hayatım Futbol iPad
Hayatım Futbol Android
Hayatım Futbol web sitesi


Krizden doğan kulüp: Malaga
Pellegrini’nin son gözdesi: Isco
Benitez’in görevi tehlike
Sahalarda ilk kez: Erik Lamela
Saha dışının 1 numarası: Neymar
Sicilyalı mazlum Toto
Vatandaşlığa geçen en iyi 10 isim

HAFTANIN MAÇLARI
Türkiye turu

Galatasaray-Gaziantepspor
Kayserispor-Fenerbahçe
Orduspor-Beşiktaş
Gençlerbirliği-Trabzonspor
Eskişehirspor-Kasımpaşa
MP Antalyaspor-Mersin İdman Yurdu

Avrupa turu
Real Madrid-Atletico Madrid
Barcelona-Athletic Bilbao
Juventus-Torino
Bayern Münih-B.Dortmund
Anzhi-CSKA Moskova

7 Ekim 2012 Pazar

HAYATIM FUTBOL DERBİ ÖZEL 50. SAYI







Standard Liege-Anderlecht ile başlayan derbi pazarı yeni günün ilk saatlerine kadar sürecek bugün. Bütün hepsini izlemek mümkün değil kanaldan kanala geçeceğiz. Hayatım Futbol da bu pazara ayırdı bu haftaki sayısını. Ben Lefkoşa derbisini sizler için yazdım. Bu arada ajans değişikliği sebebiyle dergiyi eski formatına döndürmekle meşgulüz şu günlerde, eski günlere yakında döneceğiz. 


22 Eylül 2012 Cumartesi

21 Eylül 2012 Cuma

HOLLANDA'NIN PROJECT X'İ


















18 bin nüfuslu bir kentti Hollanda'nın Groningen eyaletindeki Haren. Bu akşam en azından öyle değil. 15 yaşındaki Merthe bundan birkaç hafta önce 16 yaşına basacağı gün "Sweet Sixteen" felsefesiyle bir doğum günü partisi düzenlemeye karar veriyor. Facebook'ta organizasyonu yaratıyor ve davetleri yolluyor. Ancak ne oluyorsa o anda oluyor. Merthe bu davetleri "özel" yapmayınca arkadaşının arkadaşı, onun arkadaşı, onun tanıdığı derken tam 25 bin 500 kişi daveti kabul ediyor. 6 bin kişi belki gelirim diyor. Davetin ulaştığı insan sayısı 240 bin.
































Kent bu hafta boyunca alarmdaydı, belediye başkanıı, polis, esnaf ve tabii kasaba sakinleri. Şu an insanların Groningen'a trenlerle akın akın gittiği ve binlere ulaşıldığı haberleri geliyor. Dükkanlar, trafik levhaları ve benzer yapılarda tahribat var. Merthe'nin anne babası (ki resimdeki ev onlara ait) korkudan kızlarını da alıp şehir dışına kaçtılar. Yani ortada organizasyonu yaratan kız olmayacak.















Hollanda'nın "Project X"i için şimdiden tişörtler ve posterler basıldı. Buna benzer bir olay birkaç yıl önce Almanya'da da meydana gelmişti.


3 Eylül 2012 Pazartesi

DÖNDÜK



















12 günlük Türkiye turunun ardından Hollanda'ya döndük. Yolculuğun Flying Dutchman Gecesi'nde bize eşlik eden herkese teşekkürler. Kaçıranlar için bu organizasyonun 5. ve sonuncu versiyonuna diyelim artık. Yazılarla da hem Hayatım Futbol, hem BirGün hem de bloga döneceğiz. Şimdilik FD Gecesi'nin anlam ve önemini belirten fotoğrafla kapatıyoruz....