12 Aralık 2007 Çarşamba

HARRIS'IN BASINDAN, ENYA'NIN ARPINA



Aşağı yukarı 12-13 yaşından beri rock, 16 yaşlarından beri de heavy metal ve türevlerini dinliyorum. Elektro gitar, bateri, keman ve flüt benim için en önemli müzik enstrümanları. Bu müzik türleri bundan 10 yıl önce de benim için birinci plandaydı. Bugün de öyle.

Arkadaş çevremde zaman zaman rastlıyorum. Üniversitede, lisede aynı müziği dinlediğim insanlara, “Iron Maiden'ın yeni albümü çıkmış”, “Avantasia’nın yeni single’ı piyasaya sürülmüş”, “Wacken listesine Nightwish de eklendi” gibi şeyler dediğimde şöyle cevaplar almaya başladım. “Abi sen hala onları mı dinliyosun, biraz değiştir artık, Manu Chao dinle, Inti Illimani dinle”, “Kanka artık Enya falan dinliyorum ben farklı şeyler aramak lazım”. Pardon. Nasıl yani?

Rock ve metali o yıllarda dinlerken ben zaten saydıkları isimlerin yaptıkları müzikleri de dinliyordum. New age, klasik müzik ya da soundtrackleri. Ama benim için her zaman başta saydığım iki müzik türü birinci plandaydı. Çünkü müzik benim için sadece ve sadece melodilerin oluşturduğu bir tat. Müziği sembollere, ideolojilere bağlamaktan hep kaçtım. Evet Iron Maiden’ın “Sanctuary” single’ının kapağı Margaret Thatcher’a yapılan en büyük saldırıydı belki. 30 sene sonra yaptıkları “A Matter Of Life and Death” albümleri de gelmiş geçmiş en iyi savaş karşıtı albümlerden biriydi. Zaten bunu inkar etmiyorum ve müziğin içindeki bu öğeleri seviyorum. Ama müziği, müziğin kendisi için seven insanın bu değişime ve farklılığa neden ihtiyaç duyduğunu anlamış değilim. Aslında anlıyorum.

O yıllarda rock müziği dinleyen ve bugün başka müzik türlerine geçen insanlar, rock ve metali çevrelerinden farklılaşmak, tarz sahibi olmak, arkadaş çevresi edinmek gibi sebeplerle dinleyip müziğin kendisine asla önem vermiyorlardı. Siyah uzun saçların, siyah makyajların, deri ceketlerin, kapşonlu siyah polarların yerini o insanların bulduğu işlerdeki dökülen saçlar, bağlayan göbek ve masaları bekleyen beyaz yakalı esirlere dönüştü. Müzik türü de sertlikten yumuşağa. Dave Murray’in elektrosundan, Manu Chao’nun bongosuna.

Ben ve benim gibi düşünen insanların sanırım kaliteli müziğe olan bağılıklarının zaman ve şartlara göre değişmemesinin sebebi de sanırım ne o yıllarda ne de bugün, dinledikleri müziği giyimlerine, görünüşlerine, ya da hayata isyan gibi bir takım sembollere yansıtmamaları.

Bilmiyorum ben mi yanlış düşünüyorum ama siz Dao Dezi, Secret Garden’ı yeni tanımaya devam edin., ben hepsini kucaklayıp gitar solosu atarak devam edeceğim

1 yorum:

Adsız dedi ki...

müziği müzik olduğu için değil, etraf tarafından farklı görünmek niyetiyle dinlemek ne akla hizmettir...ilginç...Guardian konseri öncesi tüm albümleri ezbere saymaya başlayan tipler; eee sayınca noluyo,en iyi fan mı seçiliyosun....Ya da konser öncesi " abi crematory one'ı söylemiş, partisyonlar mükemmel" diyenler; işin içinde olan adam söylesin de 14 yaşında çocuk söyleyince komik...hayatında baget ya da pena aldın mı eline yavrucum...elinde şarapla köşeye sinen gotik tipler...Ya adam gibi severek dinleyin ya şekilci olmayın ya da eve gidip fen liselerine hazırlık testleri çözün,paso içip kusmuğunuzda boğulun... hadi bakiyim...