15 Eylül 2008 Pazartesi
PATLAMA YAPAN TRANSFERLER RE-MASTERED
Kulüplerin düşük rakamlara mal ettiği ama elde ettikleri ticari ve sportif kârın oldukça yüksek olduğu futbolcuların en çok göze çarpan örnekleri. Havalimanlarında sadece bavul kontrolörlerinin karşıladığı ve omuzlara alınmaları ancak sahaya çıktıklarında gerçekleşen futbolcuların hikayeleri
Franck Ribery (Galatasaray): Türk futbolseverleri hele hele İstanbulun sarı-kırmızı renklerine gönül verenler bu ismi çok uzun bir süre unutmayacaklar. 31 Ocak 2005 tarihinde devre arası transfer sezonunun son günü Galatasaray Fransa Ligi’nin genelde son 10 takımı arasında yer alan Metz’ten, 21 yaşında, Avrupa’da pek, Türkiye’de ise neredeyse hiç adı sanı duyulmamış “yaralı yüz”lü bir futbolcu transfer etti. Öyle ki transfer haberi gazetelerde 2 paragraftan öteye geçmemişti. Fransız, Ali Sami Yen stadı çimlerine ayak basana kadar da adı Franck Ribery değil Fenerbahçe’ye aynı dönemde transfer olan“Nicolas Anelka’nın bonusu” olmaktan öteye gidemedi. Ya sonra?....Ribery sadece 6 ay kaldığı Galatasaray’da Hagi’den sonra en büyük etkiyi bırakan futbolcu oldu. Rakip takımların sol kanadı adeta onlar için bir kabusa dönüştü. Ribery neredeyse ayağa her top gelişinde tehlike yaratan bir futbolcuydu. O sene Türkiye Kupası finalinde Fenerbahçe’ye attığı gol taraftarların gönlünde Ribery’i çok özel bir konuma yerleştirdi. Ama.... Hepsi bu kadar. Ribery 2005 yılı yaz aylarında kontratındaki bir ödeme şartının yerine getirilmediği iddiasıyla ülkesi takımlarından Marsilya ile sözleşme imzaladı. Daha sonrası ise tahkim kurulları, UEFA disiplin komiteleri ve son olarak CAS. Bütün bu sürecin sonunda Galatasaray maddi anlamda hiç bir şey elde edemezken 2006 Dünya Kupası ve 2008 Avrupa Şampiyonası kadrosuna seçilen Ribery 2007-08 sezonunun başında Manchester United, Real Madrid, Juventus gibi kulüpleri peşindne koşturduktan sonra Bayern Münih’e transfer oldu. Şüphesiz sadece Galatasaray’ın değil Avrupa’nın son yıllardaki en büyük keşiflerinden birisi.
Archil – Shota Arveladze (Trabzonspor): Türk futbolunun renkli simalarından Erman Toroğlu’nun hakemlik görevini sürdürürken yönettiği Dinamo Tiflis – Linfield maçında keşfettiği ve Trabzonspor’lu yöneticilere tavsiye ettiği Arveladze kardeşler ligimizde oynamış en iyi yabancılardandı. Bu ikili çok fazla gürültü koparmadan geldikleri Trabzonspor’un son 15 yılda şampiyonluğa en fazla yaklaştığı sezonun da mimarı oldular. 1995-1996 sezonunda tek bir penaltı atışı bile kullanmayarak attığı 25 golle Tarık Hosic’ten sonra Türkiye 1. Ligi’nde gol kralı olan ikinci yabancı olan Shota ve Archil Arveladze kardeşler daha sonra Hollanda Ligi’nin yolunu tuttu ve Shota Ajax, Archil ise NAC Breda takımına transfer oldu. Bir süre Glasgow Rangers ile İskoçya macerası yaşayan Shota, ardından AZ ve Levante maceralarından sonra futbolu bırakarak uzun yıllar forma giydiği AZ'in kenar yönetiminde Van Gaal'in yanına oturdu. Archil ise yaşadığı sakatlıkların çokluğu nedeniyle Köln, Dinamo Tiflis ve Lokomotif Tiflis takımlarında çok fazla forma şansı bulamayarak 29 yaşında futbolu bıraktı ve bir süre Gürcistan Ümit Milli Takımı’nı çalıştırdı.
Marcio Nobre (Fenerbahçe) : Marcio Nobre 2004 yılında vatandaşı Alex De Souza çok uzun bir transfer pazarlığı sonucu (bu pazarlık neredeyse bir önceki sezonun devre arasından başlamıştı) Cruzeiro takımından transfer edildiğinde kısa bir süre sonra aynı takımdan bir başka futbolcu daha transfer edildi. Kariyerinde Cruzeiro takımından önce Paysandu, Parana Clube, Kashiwa Reysol gibi takımlar bulunan Marcio Nobre oynadığı ilk maçlardan itibaren özellikle pozisyon takibi ve fırsatçılık konusunda ne kadar yetenekli olduğunu gösterdi. Fenerbahçe’de oynadığı iki sezonda oynadığı 120 maçta 62 gol atan ve bir de şampiyonluk yaşayan Nobre 2006-2007 sezonunun başında İstanbul’un siyah beyazlı kulübü Beşiktaş’a transfer oldu. Fenerbahçe’deki gol ortalamasından uzak da olsa ilk sezonunda 38 resmi maçta 12 gol atan Nobre bu süre zarfı içinde Türk vatandaşlığını seçerek Mert adını aldı. Nobre’nin (eğer seçilirse) Türk Milli takımında oynama şansı bulunuyor.
Zlatko Yankov (Beşiktaş): 1996 yılında Beşiktaş’a Bulgar milli takımının orta sahasında da oynayan bir futbolcu transfer edildi. Sadece 2 sene Beşiktaş’ta oynayıp şampiyon olamadan ülkesi takımlarından Naftex Burgas’a transfer olan Yankov öyle bir mevki geleneği başlattı ki ardından gelen Del Solar, Letchkov ve sonrasında Giunti Beşiktaş’ın bu bölgesinin güvenilir elemanları oldular. Bugün dünya futbolunda ön libero olarak adlandırılan, ülkemizde ise farklı sıfatlarla adlandırılan bizce ise en doğrusu defansif orta saha oyuncusu olarak adlandırılması gereken mevkinin Türk futbolundaki ilk temsilcilerinden olan Yankov Beşiktaş formasıyla çok iyi maçlar çıkarttıktan sonra Adanaspor, Vanspor ve Gençlerbirliği gibi diğer Türk takımlarında oynayarak futbolu ülkesinde bıraktı. Yankov 79 kez giydiği milli forma ile 1994 yılında Dünya dördüncülüğü de yaşadı.
Uche Okechukwu (Fenerbahçe): Türk futbolunun istikrar abidelerinden biri. Genelde flaş transferler yapan Fenerbahçe transfer komitesinin belki de son 20 yılda yaptığı en iyi bir kaç transferden biri olan Uche, 5 sene boyunca oynadığı Brondby’den geldiği sarı lacivertli takıma oynadığı yıllarda çok şey kattı. Nijeryalı soğukkanlı ve her daim sakin (ayağı kırıldığında bile) defans oyuncusu Fenerbahçe’nin yıllar yılı üzerinde olduğu söylenen Beşiktaş deplasmanları fobisini geldiği ilk sezon 11 Aralık 1993 tarihinde, İnönü stadında 90. dakikada siyah beyazlı takım karşısında attığı ve takımını 2-1’lik galibiyete taşıyan golle yıkan Uche daha sonra 2002 yılına kadar oynadığı Fenerbahçe’de üzere 19 gol atmıştır. Uche daha sonra 2002 yılında transfer olduğu İstanbulspor’da 2 sezon önce futbolu bıraktı. Uche 44 kere Nijerya milli takımının formasını giydi.1996 yılında altın madalya kazanan milli takımın da oyuncusuydu.
Geremi Njitap (Gençlerbirliği): İlhan Cavcav’ın Afrika’da yaptığı transferler hakkında şöyle bir rivayet vardır. Gençlerbirliği başkanı, Afrika’nın herhangi bir yerinde bir maç izler. Eğer izlediği maçta bir futbolcuyu beğenirse, maçtan sonra soyunma odasına inerek hem futbolcuyla hem de kulüp başkanıyla anlaşır ve transfer ücretini ödeyerek transferi gerçekleştirir. Bu söylenti ne kadar doğru bilinmez ama İlhan Cavcav son yıllarda Türk Futboluna bir çok ilginç transfer kazandırdı. 1997 yılında Cerro Porteno takımından Gençlerbirliği’ne transfer olan Geremi ufak tefek dalgalanmalar dışında kariyerini sürekli yükselten bir futbolcu olarak bunlardan sadecve biriydi. Önce 1999 yılında John Benjamin Toschack’ın isteğiyle Real Madrid’e oradan da 2003 yılında Chelsea’ye transfer olan Geremi, 2002-2003 sezonunu kiralık olarak Middlesborough’da geçirdi. Daha sonraki 4 sezon boyunca Chelsea kadrosunun istikrarlı bir elemanı olan Geremi bu sezonun başında kulübü tarafından serbest bırakıldı Newcastle United bonservisi elinde olan Kamerun’lu orta saha oyuncusunu transfer etti. Halen bu takımda forma giyiyor.Geremi 60 kez de Kamerun Milli Takımı’nın formasını giydi.
Elvir Baljic (Fenerbahçe): 1994-95 sezonunun yaz aylarında Güney Marmara’dan Avrupa’ya ilginç bir futbol dalgası yayıldı. İlk defa düzenlenen Inter-toto Kupası’nda bir önceki sezonun 6. sı olarak mücadele eden Bursaspor UEFA Kupası’na katılma şansını finalde Karlshure’ye penaltılarla kaybederek yitirmiş ama Türk Futbolu’na Timsah yürüyüşü, 3 parçalı forma, Musisi ve Baljic gibi bir çok metafor kazandırmıştı. Bunlardan sonuncusu olan Saraybosnalı genç, 20 yaşında yeşil beyazlı formayla başladığı Türkiye kariyerinden sadece 5 yıl sonra kendisini İstanbul Fenerbahçe Stadı üzerinden (Aynen Geremi gibi J.B. Toschack’ın etkisiyle) Santiago Barnebau stadında buldu. Beyaz Şimşekler’de bir de Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu yaşayan Baljic (kısa bir süre tekrar Fenerbahçe’ye kiralık olarak dönüp bir sezon oynadıktan sonra) 2002 yılında Rayo Vallecano’ya kiralanması ile bir düşüşe geçti ve ardından sırasıyla başarısız Galatasaray, Konyaspor, Ankaragücü ve İstanbulspor tecrübelerinden sonra akıllarda kaleyi bulan sert şutlarından ibaret gollerini bırakarak kariyerine nokta koydu. Baljic ayrıca 38 kere giydiği milli forma altında takımının 4-1 galip geldiği Estonya maçında 4 gole de imzasını atarak halen kırılamamış bir rekoru elinde bulundurmaktadır.
Adrian Ilie – Iulian Sebastian Filipescu (Galatasaray): Büyüklerimizden bir başka mükemmel transfer örneği. Çok basit bir formül. Ucuza al, takıma büyük katkı sağla, maliyetinden çok daha fazlaya sat. Galatasaray Hagi ve Popescu gibi iki dünyaca ünlü starının yanına 4 yıllık hasat mevsimi boyunca 2 tane isimsiz Rumen futbolcu daha transfer etti. Aslında oyun karakterleri arasında büyük farklar bulunan bu iki oyuncudan daha hırçın ve sabıkalı olanı “Filip” 5 sezon oynadığı ve şampiyonluk yaşadığı Steau Bükreş’ten 1997 yılında Galatasaray’a transfer oldu. 2 sezon boyunca saha içindeki hırçınlıkları dışında sağ kanatta sarı kırmızılı takımın tek bir problem yaşamamasını sağlayan futbolcu İstanbul’da yaşadığı iki şampiyonluktan sonra (ki bu Filipescu’nun üstüste yaşadığı 7 şampiyonluk anlamına gelmiştir) Real Betis’e transfer oldu. Ardından da geçtiğimiz yıl son dakika golüyle takımını şampiyonluğa taşıdığı İsviçre takımı FC Zürih’e oradan da 32 yaşına bastığı günlerde Alman Duisburg’a transfer oldu. İkilinin daha içine kapanık olanı vatandaşlarının ve İspanyolların “Kobra” lakabını taktığı Ilie ise yine Bükreş’ten geldiği Türkiye’de iki şampiyonluk yaşadıktan sonra İspanyol devi Valencia’ya transfer olmuş ancak sürekli sakatlıklar sebebi ile önce Alaves daha sonra da Beşiktaş, FC Zurich ve Belçika Ligi’nden Germinal Beerschot’ta forma giyerek futbolu zorunlu olarak geçtiğimiz yıl bırakmıştır. Ilie özellikle oyun anlayışını yansıtan soğukkanlı yüz ifadesi ve akıl dolu ince vuruşları ile akıllarda kaldı.
Falco Gotz – Reinhardt Stumpf (Galatasaray): Halefleri Högh-Uche, Zago-Ronaldo ve Tomas-Song ikililerinin yaratıcısı. Fotospor gazetesinin asparagas haber yaratmada rakipsiz iki ismi Büşah Gencer ve Ersan Çelik’in “Emmioğlu Falco” ve “Ayıboğan Stumpf” olarak lanse ettikleri ikili Galatasaray’ın 1992-94 yıllarındaki sürekli yükselişinin mimarları oldular. Birisi Türk futboluna bambaşka bir libero anlayışı getirerek Galatasaray’ın oyun planının kendi sahasının ilk metrelerinden başlayarak olgunlaşmasında büyük pay sahibi olurken, diğeri de Yeboah, Carnavale, Romario ve özellikle de “tuvalete giderken bile yalnız bırakmadığı” Eric Cantona gibi dünyaca isimlere uyguladığı markajla Galatasaray defansına uzun bir süre problem yaşatmadılar. Sarı kırmızılı takım 1992-1993 sezonunda 4 kupanın da sahibi olurken izleyen sezonda da efsanevi Manchester United serisiyle Şampiyonlar Ligi’ne kaldı ve şampiyonluk unvanını yeniledi. Falco’nun bir diğer özelliği 1992-93 sezonunda kullandığı 13 penaltının 12’sini gole çevirerek çok başarılı bir penaltıcı olduğunu kanıtlamasıydı (ilginçtir, kaçırdığı tek penaltı 33. hafta şampiyonluğu belirleyecek maçta Beşiktaş kalecisi Bako’nun kurtardığı penaltıdır).
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
2 yorum:
Jay-Jay Okocha:
maliyeti: 3 milyon mark civarı
2 sezonda 63 maç, 30 gol
17 milyon dolara PSG ye satıldı
Elde edilen sportif ve ticari karın belki de en yüksek olduğu oyuncudur heralde..
Ayrıca Ribery neden bu listede anlamadım Gs ne elde etti ki Ribery'den? Ticari kar=0 hatta zarar, sportif olarak da bi şey kattığını söyleyemeyiz bence..
Ya Bobo ve hatta sonradan bozulsada Pancu
Yorum Gönder