29 Ekim 2008 Çarşamba

LEPİSTES BASIN



















Türk basınının kaostan, asparagas haberlerden ve sözüm ona transfer "bombalarından" beslenerek 2000'li yılların başlarından itibaren ayyuka çıkardığı bayağı yayıncılık anlayışının sonunun ne zaman geleceği hakkında ben düşünmeyi bıraktım. Zaten bıraktığımız için de futbol ve sporun diğer dallarının sevdalıları bu bloglara ve diğer mecralara açıldı ya. Basının bu yayıncılık anlayışını sürdürürken yaptığı işlerden birisi de, kafalarında kendi gazeteleri ile ilgili arşivleri silmeleri. Yani öyle haberler yapılıyor ki, sanki 4-5 yıldır kendi sayfalarında yer verdikleri haberlerden hiçbir sorumluluk duymadıklarını düşünüyorsunuz. Bu özelliklerinden birisini bu hafta yaşadık.

Arsenal Fenerbahçe karşısındaydı. 5-2 kazandı. Bugüne gelene kadar gazetelerin bir çoğunda şu tür bir haber gördüm. Arsene Wenger Arsenal'in 12 yıldır başındaymış, istikrar böyle sağlanırmış, zaten Arsenal kurulduğundan beri ortalama 6 yılda bir hoca değiştirmiş, Fenerbahçe ise ortalama yılda bir hoca değiştirmiş. Bu istikrarsızlıkla nasıl istikrar sembolü Arsenal karşısında başarılı olunurmuş. Şimdi bu haberleri yazanlar ya sayı saymayı bilmiyorlar ya da Alex Ferguson'dan küfür yememişler. Arsene Wenger 12 yıldır o takımın başında. Geçen sene de ordaydı. 5 sene önce de. Türk basınının varlığı ise Arsene Wenger'in varlığından daha eski. Bu istikrarı ancak uygulayandan 5 gol yeyince dile getirmenin basitliği ve olaya üstün körü bakış apayrı bir mesele. Asıl trajikomik olan basının yıllardır yaptıkları yayıncılık politikasından bihaber davranması ve sanki o haberleri yazanlar hiç kendileri değilmiş gibi davranmaları. Arsenal İngiliz futbolunun en büyük birkaç kulübünden birisi. Arsenal bu takımın başında kaldığı 12 yılda sadece 3 kez şampiyon olabildi. 9 kez unvanı başkasına kaptırdı. Herhangi bir Avrupa Kupası şampiyonluğu yok. Şampiyonluğu en çok kaptırdığı adam Alex Ferguson Manchester United'ın başındaki ilk bir kaç yılında şampiyonluğu bir kenara bırakın 13.lük yaşamış bir adam. 1986'da atandı. 7 yıl boyunca şampiyonluk göremedi. 1989 yılındaki FA Cup yarı finalini Nottingham Forest'e kaybetse idi ertesi gün kovulacaktı. Kaybetmedi, o sürenin üzerine 19 yıl koydu ve ilk şampiyonluğunu alması 1993 yılını buldu.

Şimdi gözünüzün önüne getirin, Galatasaray'ın başına geçip 7 sene şampiyon olamayan bir hoca, Fenerbahçe'nin başında 12 sene kalıp 3 kez şampiyon olabilmiş bir hoca. Böyle bir şeyi aklınız hayaliniz alıyor mu? Mümkün değil. Peki yine hayal edin. Daha göreve yeni gelmiş bir hoca hakkında 4., 5. haftada istifa söylentisini yayan, Skibbe'nin yerine en az 5, Aragones'in yerine en az 6, lig lideri olan Ertuğrul Sağlam'ın yerine 3-4 tane hoca adayı bulan ve hatta bu hocalarla anlaşıldığı haberini yapan Türk basını Alex Ferguson ve Arsene Wenger'i ne yapardı. 44 sene sonra bir ulusu şampiyon yapan adam için neler yazılıyor görüyorsunuz işte. Efendim Xavi, Iniesta İspanya'yı şampiyon yapmış, Aragones'in bu şampiyonlukta payı yokmuş. Sanki bu 2 futbolcu profesyonelliğe bu sene adım atmışlar gibi. Yıllardır bu oyuncular etraftaydı, onları bir araya getirip belirli bir taktikle oynatan "dede" idi başkası değil. Bu ne demek biliyor musunuz? Alex Ferguson Fenerbahçe'nin başına geçse şu sözlerin söyleneceğinin kesin olması demek. "Rooney ve Ronaldo ile şampiyon olmak marifet değil", "25 sene oldu senin süren doldu", "Kariyeri boyunca Britanya dışında çalışmamış hocayı getirirseniz böyle olur" ...Türkiye'de kariyerli kariyersiz hiçbir hocaya 3-4 hafta bile sabredemeyen, kaostan, istikrarsızlıktan, çalkantıdan beslenen, oyuncu, başkan, teknik adam farketmeksizin sürekli sirkülasyon yanlısı olup bunu destekleyen basının "Arsene Wenger ve istikrar Fenerbahçe'yi mağlup etti" demesi size de son derece içten pazarlıklı, bayağı, sığ ve yapmacık gelmiyor mu? Bana geliyor. Bu basınımızın bu yönde ilk icraatı değil. Bizi de görmüyor sanıyorlar, ama görüyoruz, kaydediyoruz. Tabi aynı anlayış türk futbol izleyicisinde yok mu? Var elbet. "Arsene Wenger 12, Alex Ferguson 25 senedir takımın başında" diye her yerde tellalık yapan bizlerin Michael Skibbe ve Aragones için "bavulunu toplasn defolsun" laflarını dağa taşa yazmamız ve aynısını ilginç şekilde Gerets, Zico, Daum, Del Bosque, Scala, Lucescu hatta hatta Galatasaray'ın ilk döneminde Fatih Terim için yapmış ve hiç ders almamış olmamız çok acı değil mi?

9 yorum:

Fuzzy Logic dedi ki...

trabzon ve olimpiakos galibiyetleri ile basin Skibbe'yi rahat birakir biraz belki diye düsünürken gelen eskisehir malubiyetinin ertesi günü gazetelerde "koltugu sallantida" haberlerini görünce pes artik dedim, oturdugu yerden, arastirip sorusturulmadan, keyfi haber yapan, onun bunun yakini olmasi dolayisiyla hasbel kader gazeteci kimligi tasiyan insanlar ile dolu bu sektör

methaldar dedi ki...

Çok doğru bir tespit. İstikrardan anlamayanlar, şimdi de tuhaf bir tutarsızlıkla istikrarı övüyorlar, onu da bir maç üzerinden yapıyorlar. O maçta Fenerbahçe kazansaydı, bu tür bir istikrarın yanlış olduğu sonucu mu çıkacaktı ki!

Arsenal şu an bir Türk takımı olsaydı, aynı güruh Wenger'in gitmesi gerektiğini 12 yılda sadece 9 kez şampiyonluğu başkasına kaptırdığından dem vururdu.

İkiyüzlülük işte...

Adsız dedi ki...

ucan hollandali..

Olaya bir de söyle bakmak lazim.. Ferguson öncesi en son sampiyonlugunu 1966-67 sezonunda yasayan Manu'nun 86'da Manu'nun basina gelmesiyle, her 2-3 sezonda bir sampiyonluk yasayan Fenerbahce ve Galatasaray'in basina herhangi bir hocanin gecmesi ve sampiyonluksuz gecen 5-6 yila birak 2-3 yila bile tahammül edilmesi ayni sey degildir.

Ferguson Manu'nun basina geldiginde bugünün efsane ve en iyi futbol kulübü olan manu kelimenin tam anlamiyla "Dingo'nun ahiri" konumundaymis. Günümüz Premier Lig'inin Bolton'u de, Blackburn'u de... En son sampiyonlugunu 66-67 sezonunda yasayan adami gelir gelmez ya da bir sonraki sezonlarda sampiyon yapamadi diye kovmazlar...

Simdi Alex Ferguson birakti diyelim, ki olacaktir bir gün.. Manu simdiki büyük kulüp, dünyanin en iyi futbol kulübü statüsüyle, Ingiltere ve Avrupa futbolundaki sportif büyüklügüyle yeni gelen hoca sIkIyorsa 2-3 sene bu takima bir sey veremesin... 2 sene sabretmezler yeni hocaya... Statüler farkli... Ama bi Sam Allardyce kendi gitmedigi sürece Bolton'un basinda yillarca kalabilirdi..

Arsene Wenger daha farkli bir durumdur. Geldiginin ertesi sezonu Manu hegemonyasi olan ligde Arsenal'i sampiyon yaparak oturdugu koltugun ayaklarini Highbury'ye üzerini cimentolayarak gömmüstür.

Umarim yanlis anlamazsin ama bana dönemin Manu'sunun basina gecen Alex Ferguson'li ve takimini manu hegemonyasinda ise basladiginin ertesi senesinde sampiyon yapan ve daimi takimi, kulübü yenileyen, mütemadiyen futbolcu alis-verisleriyle ticari kar yaptiran Wenger'li malzemelerden Türkiye'ye FB ve GSli kiyaslamalar yapan zihniyetten gina geldi...

Bu kiyaslama birebiri birak ona bir bile örtüsmez...

Statüsü Türkiye'nin GS'i, FB'si olan diger Avrupa kulüplerinin hoca ve beklenti stratejilerine bak. Hepsinde GS ve FB'den izler bulacaksin..

Avrupa'nin en iyi yönetilen kulüplerinden biri olan Bayern'in hoca stratejisine bak, Real Madrid'in, Barcelona'nin, Milan'in, Inter'in, Juventus'un ve diger liglerdeki statüsü GS ve FB gibi olan kulüplerin hoca stratejilerine bak...

Evet istikrar önemlidir, hocanin arkasinda durmak önemlidir. Ama bunu hem hocanin kendisi hem de kulüp beraber katkida bulunmak zorundadir. Gelen hoca hem kisa vade basariyi hem de uzun vade basariyi saglayacak kararlari, planlari harmanlayip, hem kendi konumunu, hem de onu yönetenlerin konumunu saglamlastirmak zorundadir. Üstdüzey kulüplerin hicbiri 4-5-6-7 yil sonrasi olasi bir basarilar sinsilesini o dönemlerini sefil olarak gecirmeye sabredemezler...

Sen simdi Avrupa Sampiyonu olmus Ispanya'nin basindan kalkip Türkiye'ye gelip bir önceki sene Avrupa'daki en önemli basarisini kazanan FB'nin basina gelip ve o kadrodan sadece ve sadece Aurelio'yu kaybedip, üstüne Ispanya gol kralini cok daha alt seviyedeki bir ligde gol makinasi gibi kullanma durumundayken, ciltigin ilk 6 lig macinin 4'ünü kaybetmemelisin.. Ben bunu bilirim.. Gelen adam biraz hazirlikli gelecek, ligi ve calistigi kulübün o ülkedeki statüsünü arastiracak. Skibbe gibi Kayseri deplasmaninda rakip 8 eksikle oynarken takimi beraberlige kurup, alinan 1 puani övmeyecek.. Ben bu zeka seviyesini ve buraya gelmis adamin (basarili ol/olma, yenil/yenilme) bunu önceden ögrenmis olmasini, özümsemesini beklerim.. Yok öyle köyden indim sehire....

Tam olarak düzgün sirayla aktaramadim argümanlarimi ama ne demek istedigimi anlatabildigimi düsünüyorum.

SAFÆ dedi ki...

Türküm dogruyum ama türk futbolu izlemiyorum..bu yazıda en buyuk kanıtı..

Flying Dutchman dedi ki...

sevgili erkut-td :))

Öncelikle örneklerin seçildiği kulüplerden başlayayım. Manchester United ve Arsenal örnekleri. Bence Alex Ferguson örneğini biraz küçümsüyorsun. Zira belirttiğimiz kulüp 1966-67'den beri kupa kazanamayan bir takım olmasa da Halifax Town değildi elbette. Dediğin doğru takım tam anlamıyla olmasa da bir kaosun eşiğindeydi ki Ferguson'un ilk işleri disiplin namına bir çok kelleyi uçurmak olmuştur. Ama 2-3 sene ile 7 sene arasında dağlar kadar fark var. Ferguson'a Man Utd. yönetimi "zaten bir şey kazanamıyorduk" felsefesinden çok İngiliz kulüplerinde var olan muhafazakarlıktan da ileri gelen bu istikrar sevdasından ötürü sabretmiştir ki nitekim yazıda belirttiğim gibi buna rağmen o FA Cup yarı finali onun dönüm maçı olmuştur.

Arsenal'e gelince bence burada da şampiyon olamayan bir 9 senenin küçültülüp şampiyon olunan 1 senenin aşırı büyütülmesi yolun başvuruyorsun. Ki Arsenal, Man Utd gibi uzun süre kupa kazanamayan bir takım da değildi Wenger göreve geldiğinde daha 5 sene önce kazanılmış bir şampiyonluk FA Cup ve Lig kupaları vardı. 12'ye 3 gibi bir serinin, Londra merkezli bir takımın yeri geldiğinde tek İngiliz oyuncu olmadan sahaya çıkışının ve tek bir Avrupa kupasının yokluğunu yıllar önce gelen tek bir şampiyonluğa bağlamak çok yerinde bir yaklaşım olmuyor bana sorarsan. İşin içinde başka şeyler var. Aynen Man Utd örneğinde verdiğim şeyler.

Bu örneklerden eğer gına geldiyse Everton, Groningen, Guus Hiddink-PSV gibi örnekler de verilebilir ve çoğaltılabilir. Bunlar da orta karar ekipler, yukarıdakiler de Avrupa'nın en büyük kulüpleri.

Türk takımlarının ne oyuncu avcılığı ne maddi yapı olarak bu takımlarla yarışacak hiç bir şansları yokken çıkıp gömlek değiştirir gibi teknik direktör değiştirmeleri kimseye bir başarı getirmez savunduğum budur. Hoş yazıda savunduğum o bile değil, basının bu konudaki iki yüzlü tutumu. Ama onu bir kenara bıraksak bile Beşiktaş'ın kazandığı son 2 şampiyonluğun birinin Türkiye'de 2 yıldır çalışan bir adamla, diğerinin de göreve geldiği sene sadece Türkiye Kupası'nı almasına rağmen takımda kalan bir adamla olduğu, Fenerbahçe'nin Avrupa'daki en büyük başarısının 1 senenin üstünde görev yapan bir teknik adamla olduğu ve Galatasaray'ın altın jenerasyonunun o takımın başında bir kaç kez istifa vermesine rağmen yönetim baskısı ile kalan bir adam olduğu ortada iken ben kusura bakma ama Arsenal'i de Everton'ı da United'ı da örnek verebilirim.

Real ve Inter'in ve Avrupa'nın diğer kulüplerinin durumları çok farklı. Orada onları otomatikman ülkelerini değil Avrupa'nın tepesine yerleştiren bir futbolcu sirkülasyonu, alt yapı ve maddi güç var. Kaldı ki bu takımlardan birisinin hocası Jose Mourinho. Bu basın ve bu anlayışın bizi getirdiği yer belli. Kimseyi beğenmemek. Bu olaya bakışla alakalı. Skibbe için söylediğin sözlerin aynısı Löw için de söylendi. Köylü dendi aynen senin dediğin gibi. Alman köylüsü Almanya milli takımının başına geçti. 96'daki şampiyonluktan beri kura şansı ile bir kez final oynayabilmiş bir ekibe tekrar final oynattı ve Dünya Kupası'na da götürecek büyük bir ihtimalle.

Biz bu tür köylü, ülkeyi tanıyıp gelecek gibi laflarla çok hocayı harcadık bundan sonra da harcamaya devam ederiz. Skibbe gider, Lucescu gelir, ona da zaten re-unionlar hiç olmadı ki zaten zevksiz futbol oynatıyordu der göndeririz. Bu anlayış hiçbir hocayı hiçbir teknik adamı beğenmemeye gider ki gittiğimiz nokta budur. 8. hafta oynandı daha yahu 8. hafta. Milan aynı gerekçelerle Fatih Terim'i kovdu Ancelotti'yi getirdi. Getirdikten sonra Serie A'yı bir kez kazanabildi Milan. 4 senedir de ligde esamesi okunmuyor. Ligi en son kazandığından beri elinde olan tek şey Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu. Tam 3 sene sonra gelen. O 3 senede hiç bir şey kazanmadı. Milan bu. Dünyanın en büyük iki markasından birisi işte. Ama Ancelotti hala orada. Kara kaşı kara gözü için değil. Biri Real diğeri Milan. Onlar bile yapabiliyorsa biz de yapabiliriz ve yapmalıyız.

40 yıl Türkiye'de çalıştıktan sonra Çin'de işe başladın erkut..yanında sadece çinceyi de türkçeyi de bilen bir arkadaşın var. Hiç bilmediğin bir kültür Başka kimse yok. Eline bir dükkan verdiler yönet diye. Çin'in en büyük 4 mağazasından birisi. Aynı pazar, aynı mallar. Başarısız olunca 3. ayda kapatır mısın? Çin hükümeti gelip ekonomiye zarar veriyorsun diye 3. ada ülkeden git dese gider misin? Yahu daha 3 ay oldu diyip kendini ispatlamak içni yeni girişimlere girmez misiz? En küçük başarılarında sevinmez misin herkes üstüne gelirken. Ben daha kültürün k'sini bilmiyorum adamlar neden üstüme geliyor diye bocalamaz mısın? Türkiye'nin şartları belki bu noktada farklı erkut. Dışarıdan bakarak hazırlanarak özümsenmiyor. Gelip yaşaman görmen lazım. Hiçbir kitap fotomaçı fanatiği fotosporu, Selçuk Yula'yı, Necati Bilgiç'i, İsmet Tongo'yu yazmıyor. Kulaktan dolma bilgi ile çin'de ahtapot yerken hangi çatal kullanılırı ene kadar öğrenirsen Türkiye'yi de o kadar öğrenirsin.

diyceğim budur :))

Adsız dedi ki...

Yorumlar bile post tadında,sağolun Fırat Abi ve Erkut :))
Bu blogu harbiden cok seviyorum ;)

Ferman

Adsız dedi ki...

12 yil, 25 yil istikrarsa asil en istikrarli bizim klupler. Kurulduklari gunden beri istikrarli bir bicimde sacma transfer politikalari guden, goreve getirmeler/gorevden alimlar yapan (transferleri de ekliyelim zaten liste uzar) bizim klupler degil mi. Ha tabi bence burda kiyaslanacagimiz ulke Ingiltere olmamali bence. Akdeniz insanini/kulturunu Ingilizle kiyaslamak gercekci olmaz. Akdeniz kiyilarindan takilsak daha verimli bir kiyaslama olur diye dusunuyom. Basarisizlikta yonetim ve basin oyle bir hava yaratiyor ki, ne TD kaliyor ne TD-oyuncu iliskisi kaliyor, besiktasin yillardir icinde bulundugu gibi irenc bir durum olusuyor. O saatten sonra da TD gondermek bence kotu bir fikir degil. Durumu o noktaya getirmemek lazim.

Eron

turhanatakan dedi ki...

benim düşüncem özellikle galatasaray ve fenerbahçe için her sezona kadrosu nasıl olursa olsun şampiyonluk mecburiyetiyle girmenin yarattığı zorluk olacak. her sezon kadronuzu, teknik adamınızı ligin en iyisi seviyesinde tutamayabilirsiniz, arada altyapıdan gelenlere de şans tanıyacağınız dinlenme dönemleri gerekir. dünyada çok az kulüp ama kesinlikle ferguson'ın geldiği zamanki manchester united değil- bu denli şampiyonluğa endeksli başlıyor sezona.

peki bu itelemenin sorumlusu kim? bir yandan flying dutchman'in dediği gibi sabırsız taraftarlar, basının çoğunluğunun pompalaması, kulüp başkanlarının (aslında ülkedeki hemen her şeyin başında olanlardan farksız olarak) yanlışları.

galatasaray 20 yıl kadar sonra ilk kez avrupa kupasına katılamadığı ikinci fatih terim dönemi ile başlayan sezonda sabri'yi takıma monte etti, iki sezon önceki kötü denebilecek sezonda da arda'yı, ardından uğur'u. her şartta gençlere şans tanınsın edebiyatı yapacak değilim ve sevmem de ama bir gerçeği de görmek gerekiyor. oyuncu üretmek ve eldekini işlemek dışında şansımız yok.

benim yazıda en çok hoşuma giden kısım: "Tabi aynı anlayış türk futbol izleyicisinde yok mu? Var elbet. "Arsene Wenger 12, Alex Ferguson 25 senedir takımın başında" diye her yerde tellalık yapan bizlerin Michael Skibbe ve Aragones için "bavulunu toplasn defolsun" laflarını dağa taşa yazmamız ve aynısını ilginç şekilde Gerets, Zico, Daum, Del Bosque, Scala, Lucescu hatta hatta Galatasaray'ın ilk döneminde Fatih Terim için yapmış ve hiç ders almamış olmamız çok acı değil mi?"

ben de galatasaray her maçında müthiş bir top oynasın, her maçını alsın, ortamda kupa bırakmasın isterim ama şu anki görüntüde bu nasıl olacak birinin de beni ikna etmesi lazım. eldekiyle olmuyor bu işler. skibbe'nin oynattığı futbolla ilgili bir dolu eleştiri getirilebilir ya da başka bir hocayla ilgili ama hocaya bağlı sorunların etkisinin çok olmadığını düşünmekteyim.

hayat deneyiminizle sevdiğiniz, iyi anlaşacağınızı düşündüğünüz hatta hayatımın aşkı dediğiniz birisiyle evlendiniz. aradan kısa bir süre geçti ve alışkanlıkların sandığınız kadar uyuşmadığını, evde işlerin birlikte kolay yürümediğini gördünüz. kavga edersiniz, normaldir. tartışmalar çıkacaktır, normaldir. ama hemen boşanmayı düşünmek de bana çok olgun bir hareket gibi gelmiyor, tıpkı ne olursa olsun yuvamı yıkmayayım demek gibi. bence bu durumda yapılacak olan uzun vadede ilişkiyi iyi hale getirebilecek bir paydada buluşmak olacaktır.

hadi bu uç bir örnek diyelim. arkadaşlarınızdan biriyle ilk anlaşmazlığınızda ilişkinizi keser misiniz? iş yerinde bir işi iyi yapamadı diye birinin hemen işten atılması adil midir?

bence burada seçimler önem kazanıyor. mevcut başkanlar hayatlarındaki önemli kararlarda ellerindeki kısıtlı şeyler arasından mı seçim yaptılar, yoksa zaten seçilen mi oldular bunu bilmek gerekli belki de. teknik direktör veya oyuncu transferini çocuk oyuncağı olarak görmelerinin arkasında yatan sebepleri anlamak için.

yoksa gerisi akdeniz sabırsızlığından çok kısa vadede köşe dönme kurnazlığıyla açıklanır benim gözümde.

Radical Media dedi ki...

Açık açık yazılamayınca herşey, böyle bir mantık boşluğu varmış gibi görünüyor. Bu sene ligde G.Saray için 4 maç , Fenerbahçe için de 2 maç hakemler tarafından döndürüldü. Basın bunu yazamıyor belki ama gidişatın ne olduğu da belli Skibbe ve Aragones hakikaten kendilerinden bekleneni ( üstelik de bu zayıf kadrolarla ) verebilecek adamlar değiller. Bir de bu sene Sivas , Ankara ve Kayseri'nin ekstra performansı da eklenince kıyamet kopuyor. Biriniz de ayrıca elini vicdanına koyup konuşsun G.Saray'ın UEFA şansı , Fener'in CL şansı bu kadrolarla nedir ? Aynı kadrolarla biri Portekiz öbürü Rus takımı olarak kuralarda bizim takımlara çıksa şampanya patlatırız.