15 Ekim 2008 Çarşamba

NEDEN?




Geçen pazar günü İstanbul’da 2 farkla kaybedilmiş bir Avrupa Kupası 2. tur mücadelesinin rövanşı oynandı ve ben oynanacağını tamamen tesadüf eseri gazetenin kıyısında köşesinde gördüğüm, mükemmel bir maç izledim. Üsküdar Belediyesi hentbol takımı 29-27 kaybettiği ilk maçın rövanşında HC Lokomotiva Zagreb ile karşılaştı ve maçı 28-26 kazanarak deplasmanda attığı 1 fazla gol averajı ile EHF (European Handball Federation) European Cup’ta 3. tura çıktı.






Maçtaki mücadeleyi anlatmak için şöyle örnek vereyim. Çalınan hemen her faul, basketbolda centilmenlik dışı faul düzeyindeydi. Hele Zagreb’in gördüğü iki kırmızı kart sonrası ortalık olaylı İsviçre maçı sonrası gibi olabilirdi. Maçta fark, iki takım lehine 2’yi hiç geçmedi ve son dakikalar müthişti. Skor berabere iken Üsküdar, bir 7 metre atışı kaçırdı ve sonrasında harika bir savunma sonrası hızlı bir hücumda 1 farkla öne geçtiler. Maç tam da bitecek derken, orta sahada pas arası yapıp, ok gibi fırlayan Esra’nın bitime 4 saniye kala gelen golü ile ben dahil salonda bulunan herkes neredeyse sahaya iniyordu.

Bundan sonraki kısımda ukalalık edip, Türkiye’de amatör sporların durumu ile ilgili tespitler yapmayacağım elbette. Tamam, hentbol’un popülarite açısından futbol, basketbol, voleybol hatta sadece Eurosport’ta izlediğimiz Snooker ve Curling’in bile altında kaldığını söyleyebiliriz. Ancak 12 milyon nüfuslu bir şehirde, o günkü en önemli spor organizasyonu için 3500 kişilik bir salonun en azından üçte birini dolduracak, sporun özü olan amatör ruhun ve yarışma heyecanının keyfini çıkartacak insanlar bulamamamızı nasıl izah etmeliyiz onu düşünüyorum. Gerçi 17-18 yaşında gencecik bir adamın A milli takımda oynamasının vereceği heyecanı, sırf kişisel hırslar nedeniyle “koskoca bir ülkenin gol umudunu, el kadar çocuğa bağlamaya” çevirdiğimiz bir ortamda izah aramaya da gerek yok. Keza, Dutchman de değinmiş, sadece tarihe tanıklık etmenin bile ayrı bir keyif olacağı bir yarı final maçı sonrasında bile, 13-14 sağlam oyuncusu olan bir takımı kadro seçimi üzerinden “eleştirip”, o keyfin piç edildiği bir düzenden daha fazlası beklenemez herhalde.

Peki neden böyleyiz? Neden zaten her anı başlı başına zorlu bir mücadele olan hayatımıza ufak bir keyif anı katmayı kendimize bu kadar çok görüyoruz?

by gorky

4 yorum:

Adsız dedi ki...

hentbolda bu sene olimpiyatlarda 300.000 lik izlandanın erkeklerde yaptığını yapabildiğimizi acaba torunum görür mü ?
eline sağlık gorky güzel yazı ancak keşke ukalalık(!) yapıp şu tespitlerini sıralasaydın.
sen sıralamazsan Selçuk Yula veya Aziz Üstel gibi adamlar ahkam kesiyor çünkü...

selamlar

Ferman

Sosyal_FB dedi ki...

Caferaga 10 kisiye oynanan Bayan Basketbol maclari ve Burhan Felek'te Tokat Plevne Belediye taraftarinin Fenerbahce taraftarindan cok sayida oldugu maclar ile benzerlerine rastgeldigimden bu yana benim bu konuda en ufak bir umudum yok. Bu ulkeye sporu "gercek anlamiyla" sevdirmek imkansiza yakin bir sey.

Adsız dedi ki...

Peki neden böyleyiz?

Okullarımız fiziksel olarak inanılmaz yetersiz. Yurt dışında okul olarak kullanılan binalar sadece dersliklerden ibaret binalar değil. Gelişmiş ülkelerde en küçük köyde bile okulların yüzme havuzları, spor salonları ve yemyeşil futbol sahası/sahaları var. Ayrıca bu çocukları spora yönlendiren öğretmenleri ve aileleri var, çocuklar küçük yaştan itibaren sporla iç içe. Abuk sabuk dersler yerine oyun ve sporla iç içe büyüyorlar. Hafta sonları spor yapan çocukların resmi müsabakaları var, ailelerin hepsi orada, neşeli bir piknik havasında geçer.

Ben bundan 18 sene önce 5000 kişilik kasabanın spor salonunda bir hentbol mili maçı oynamıştım, en az 2000 biletli seyirci izledi, spor salonunun üst katında okçuluk müsabakası, alt katında ise yüzme yarışları vardı, dışarıda yan yana iki futbol sahasında en büyüğü 5 yaşındaki çocuklar takım formaları üzerlerinde resmi hakemle gerçekleştirilen bir maç yapıyorlardı.

İşin birazı ekonomik, birazı devlet politikası, büyük bir kısmı kültür ve alışkanlıklar. Bizde spor kazanma odaklı garip bir şey. Küçükler müsabakasına gidin, bakın bizde. Küçücük çocuklar maç yapar, bazılarının babaları köpükler saçarak hakeme bağırır, karşı takım taraftarı velilerle ağız dalaşına girer. Yani geneli spor yapamaz bu ülkede çocukların, yapabilenler ise kazanmak zorundadır, başarı odaklıdır. Çocuk yeteneksizse sadece spor yapmak için futbola devam edemez, o çocuğu takımda tutmazlar, yoksa 11 yaş grubunda o yıl şampiyonluk gelmez, daha yetenekli olması gerekli ve şarttır. Zaten hata yaparsa bunun farkında olan babası antrenörden önce tepki verir kendi evladına.

Kimse çocuğunu alıp koşmaya, yüzmeye gitmez, belkide gidemez, nereye gidecek, tesis zaten yok, büyük bir şehirdeyse özel klübe yılda 1000 lira verecek, küçük şehirde o imkan da yok. Çocuğun yüzmesi abes, gitsin, işin ucunda para olan bir spor yapsın, ne işi var çocuğun eskrimle yüzmeyle, jimnastikle, atıcılıkla, atletizmle.

Maalesef çok umudum yok durumun değişmesi için, ülkenin eğitim altyapısının iyice suyu çıktı, çocuklara bırakın spor yapmayı, oyun oynayacak vakit kalmamakta. Ne sporu, dershaneye gitsin horst graben öğrensin, trigonometri kazısın, sonra ne oldun, bankacı.

İşte bu yüzden böyleyiz. Söyleyecek çok şey var ama bu kadarda keseyim.

Ahmet Bozada dedi ki...

bu blogları takip eden kitlenin kesinlikle sadece "futbolsever" değil sporsever olduğundan eminim. Çocukluğu burhan felek maçlarında voleybol ve basketbol maçlarını, bağlarbaşı spor salonunda hentbol,boks, masa tenisi ve cimnastik izleyen ve tam anlamıyla kendini "sporsever" olarak gören ben.. eminimki yalnız değilim ve böyle postları okudukça da kendimi iyi hissediyorum..

saygılar..