7 Şubat 2009 Cumartesi
MEYHANE MUHABBETLERİ BİRİNCİ PERDE
Geçen yazıda deplasman maçlarını meyhanede izlemeyi tercih ettiğimizi söylemiştik. Eve Digiturk bağlatamama hikayem de bambaşka, onu da sonraki yazıya saklayalım.Zaten maçtan sonra çıktık geldik eve, kapı yine zorlanmış, iki kilidi indirmiş şerefsizler; bu yüzden ev mevzusuna hiç girmeyelim şimdi, canımızı sıkmaya gerek yok.
Ne diyorduk, ha Bursa kupa maçı. Gittik mekana. 4 kişi olarak yapılan plan haftaiçi ekişleri sayesinde ikiye düştü. E bir de takside maçın 20.00'de başladığını, radyoda çalan istiklal marşı eşliğinde öğrenince, biraz geç kalmış olduk. Sağolsunlar, geri çevirmediler ama bir masaya yancı yapmak durumunda kaldı abiler. İyi ki de yaptılar.
Eh dört kişi aynı masada, üstelik masa rakı masası (yeni rakı); bir yerden muhabbetin bağlanması gerekliydi, digiturk vesile oldu. Amcalar aralarında eve ne bağlatsak diye tartışırken daldık söze; ne bağlatırsanız bağlatın ama önce pazarlık yapın diye. Aynı gün öğle saatlerinde beni arayan Digiturk müşteri temsilcisi, 84 tl olan spor paketinin benim için sadece 49 tl olacağını haber vermişti çünkü, anlattık. Bak yine digiturke girdik, çıkalım.
O dakika başlayan muhabbet epey sürdü tabi, akılda kalan başlıkları geçelim.
* Bizi en çok keyiflendiren şey sohbetin ilk anlarındaki anlatılandı aslında. 75 yaşındaki teyzeleri konusuydu hikayenin. Fenerbahçe maçlarının oynanacağı gün, Fenerbahçe için önüne gelene 5 TL dağıtan, açları doyuran, çocuklara çikolata, şeker veren teyzemiz; Fenerbahçe galip geldiği zamanlarda da esnafın yüzünü güldürmekle ünlüymüş. Neyse, 2-0 olunca skor aradık teyzeyi. Pek memnun edemedik kendini. "Alex atmış, neden daha çnceden aramıyorsun; zaten TV’de altyazı da gecmiyor."
* Sonraki bomba, amcalardan birisinin köfteci çıkması. Tarlabaşı'nın 25 senelik duayeni "Köfteci İlhan" bize işin inceliklerini anlatıyor. Duayen diyoruz, çünkü özellikle kokoreç konusunda çok iddialı. "İstanbul'un en iyi kokoreçini bende yersiniz" diyor. Test edeceğiz bir gün tabi. Mis Sokak'ın sonundan alt geçitten geçince, merdivenleri çıkınca solda kalıyormuş. Mavi bir kulübe. Tavsiye edelim.
* Devre 3-0 bitince maçtan kopuş başlıyor, muhabbet harlanıyor. İlhan amcayla Hasan amca geçmişe dalıyor. Sadece onların anılarını dinleyerek öğrenebileceğimiz gerçekler. Hasan amca Bursa deplasmanında izlediği maçı hatırlıyor mesela. "Cemil büyük topçuydu. Kafa vurmazdı ama. O gün Bursa'dayım, maçı izliyoruz. Fener tarafına da bilet bulamamışız, Bursalılar'ın içindeyiz, ses de çıkaramıyoruz. Biz kendimizi gizlediğimizi sanıyoruz ama meğersem belli oluyormuşuz. Su istedik sucudan, etraftan bağırdılar, İstanbullu onlar vermeyin diye!" diyor. Sonra maça geçiyor: "Orta geldi, Cemil kafayla vurdu, Osman'a doğru. Osman vurdu, direğin içine çarptı, gol oldu. Kazandık o gün!"
* Geçmişe doğru yolculuk başlıyor. Şeref Stadı, Mithatpaşa'da üstüste 3 maç. Şimdi bu hikayeleri o anı bir şekilde yaşayanlardan dinlemek çok başka tabi. "Manyak Şevki vardı" diyorlar. "Galatasaraylılar ona Karıncaezmez Şevki derlerdi, ama bize göre adı Manyak Şevki'ydi. Öyle Karıncaezmez falan da değildi ha, koydu mu oturturdu." Sonra tribün muhabbetleri tabi: "Mithatpaşa'da Galatasaray'ın yeri yoktu. Gümüşsuyu tarafındaki kapalı Fenerbahçe'nin, Maçka tarafındaki tribün Beşiktaş'ındı. Galatasaray Beşiktaş'la oynarken Fenerbahçe'nin yerine geçer, Fenerbahçe'yle oynarken Beşiktaş'ın yerine geçerdi" diye anlatıyorlar o günleri.
* Bizim masaların kritik soruları. Karşılaştırmalar. "Rıdvan mı Alex mi" daha uzun süre çözülemeyecek bir sorunsal mesela. Şu an ibre hala Rıdvan'a doğru. Amcalara ise daha genel soru soruyoruz. Fenerbahçe tarihinde izlediğiniz üç efsane kim? Cevapları ortak aslında, çok da düşünmüyorlar cevap olarak: "Lefter, Can, Cemil" Hani burayı ne kadar kurcalasak da değişmeyecek. Cevap kesin. Bari sonraki üçü karıştıralım diyoruz, sebep de yahu biz bu efsanelerden hiç kimseyi izleyemiyor muyuz telaşı. Neyse biraz bizi memnun eden isimleri sıralamaya başlıyorlar: "Rıdvan! Onun gibisi gelmedi, başka bir adamdı başka. Sonra Selçuk'un golleri. Alpaslan gibisi de gelmedi, gelemez. Oğuz-Aykut. Son dönemde de Tuncay."
* İş diğer yıldızlara da kayıyor. "Yusuf vardı Beşiktaş'ta. Topu rakiplerin arasından çeker, üstüne basar tribünlere bakardı. Coşardı Beşiktaşlılar, mest olurlardı" diyorlar. Ve Metin Oktay tabi. "Beyefendiydi, herkes severdi onu." Sonra iş Yılmaz Şen'le aralarındaki unutulmaz olaya geliyor. "O olayı nasıl duydunuz, nasıl biliyorsunuz?" diye soruyor Hasan amca. Anlatıyorum; Yılmaz Şen'in Metin Oktay'a pandik atması, Metin Oktay'ın da dönüp yumruğu çakmasını. "Eksik" diyor. "Ben anlatayım. Metin Oktay'ın son zamanları. O güne kadar hiç kırmızı kart görmemiş. Yılmaz da bunu biliyor ya, üzerine oynuyor maç boyu. En son bir pozisyonda elliyor arkadan, Metin dönünce de vurur vurmaz atıyor kendini yere. Hakem Metin'i atıyor tabi. Ertesi gün gazetede bir haber. Yılmaz'ın açıklaması: 'Metin abi'den özür dilerim. Amacım futbol hayatı bitmeden ona bir kırmızı kart göstertmekti. Bu yüzden yaptım, kendisinin hiçbir kabahati yoktur' diye. " Öğreniyoruz.
* Konu Yılmaz Şen'den açıldı ya. Fenerbahçe tarihinde gerçekten izlemek istediğim adamlardan birisidir kendisi. Odamda kartpostalı asılıdır, Rapaic'le birlikte duvarımı süsleyen iki adamdan birisi. Ergun Hiçyılmaz'ın sahafına uğradığımda Yılmaz üzerine konuşmaya başlamıştı üstat. "Lugano'da Yılmaz'ı görüyorum. Koşturuyor, ısırıyor, çırpınıyor, forma için oynuyor. Yılmaz'ı merak mı ediyorsun, Yılmaz Lugano'ydu" diyor! Gözlerim ışıldıyor. Hasan abi'yle İlhan abi de onaylıyor bunları. "Lugano gitmesin"de karar kılıyoruz.
* Odaklanamıyorlar yeni futbola işte. Güiza'ya onlar da tepkili herkes gibi. Fenerbahçe'nin forvet kısmetsizliğinin kime dayandığını bulamıyoruz sonuç olarak. Neyse ki maç kazanılmış, rakılar bitmiş, muhabbet demlenmiş de biraz daha hayata dönüyoruz. Bu sefer yemek konusunda ustalıklarını anlatma sırası Hasan abi'de. O da balık pişirme sanatının ustalıklarını anlatıyor. Palamut nasıl pişirilir, mezgit ne yapılmalıdır, lüferin kılçığı bir harekette nasıl çıkarılır öğreniyoruz.
Gece bittiğinde kupada yarı finale kalmaktan ziyade geçen değerli zamanların tebessümü var yüzlerde. Planlanandan tamamen farklı geçen gece ve öğrenilen bir sürü şey. Neyse daha fazla uzatmayayım. 5'e kadar Tarlabaşı'nda olmam lazım, bugün kömürde kokoreç günü!
by tunchay
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
7 yorum:
harika yazi.. tesekkürler. o masada olmak vardi. Yilmaz Sen'in Metin Oktay'la muhabbetini duymustum ama o aciklamasini bilmiyordum :)
Süper yazı...mükemmel tuncay...ellerine sağlık...çok keyif aldım okurken...
Meyhane ortamında maç seyretmenin zevki başkadır. Çoğu zaman maç yalan olur ama.
http://footballsoldier.blogspot.com
affınıza sığınarak vamosbien.net formumuza yazınızı copy paste ettim...alemeti farikası rakı sofrası olarak ödenmeye hazırdır!
Bizim kahve yazılarına rakip çıktı anlaşılan :) Şaka şaka güzel yazıydı, Olurda istanbula gelirsem elimde halihazırda tuttuğum meyhane listesi var, özledim o ortamları :)
"Mithatpaşa'da Galatasaray'ın yeri yoktu. Gümüşsuyu tarafındaki kapalı Fenerbahçe'nin, Maçka tarafındaki tribün Beşiktaş'ındı. Galatasaray Beşiktaş'la oynarken Fenerbahçe'nin yerine geçer, Fenerbahçe'yle oynarken Beşiktaş'ın yerine geçerdi"
Her zaman diyorum bu Galatasaraylıların yatacak yeri yok :)))
Şaka şaka tabii,eline sağlık hocam çok keyfli yazı olmuş.
Ferman
Son zamanlarda kendini okutan en güzel yazı için teşekkürler
Yorum Gönder