Türkiye’de rock/metal piyasası yıllar geçtikçe daha çok hareketleniyor. Bir dolu yeni grup bilindik tarzlarda, bir o kadarı da kendine has tarzında dinlenesi şarkılar besteliyor. Senfonik ya da senfonik öğelerin kullanıldığı besteler yapan gruplar da rock ve metalin yükselişi ile ortaya çıktı. Türkiye için oldukça iddialı sayılacak bu tarzda şimdiye kadar dikkatimi çeken tek albüm Knight Errant’ın KE albümüdür. Yıllar yıllar sonra bir albüm daha çıktı ki yapanın eline koluna, beynine, kulağına, sesine işte her bir şeyine sağlık demekten kendimi alamıyorum.
Her sanatçının bir olgunluk çağı olduğunu ve en lezzetli meyvelerini de bu çağda verdiğini düşünürüm. Kıyamet Senfonisi de Almora için öyle olmuş sanırım. Bir orta doğu ülkesi (kime göre neye göre) olarak beslendiğimiz envai çeşit müzikten ortaya orijinal bir tarz çıkarmak uzaktan çok kolaymış gibi görünse de bu kafa karışıklığıyla hakkaten zor olsa gerek ki senfonik yapayım derken dokuz sekizlik bir ritmin şarkının ortasında peydah olması; süzme batı müziği tarzı bir şarkıda vokalin istemsizce komalı seslere kayması; kemanın istemsizce roman havasında çalınması (tamam, abartıyorum); Türkçe gibi zor bir dille estetik söz yazayım derken anlamı katletmek, anlam katayım derken söz-müzik ahengini kaybetmek; oldu olacak bir darbuka koyayım da orijinal olsun derken müziği hepten katletmek gibi bir dolu vahim deneme ile karşılaşıyoruz.
Ay Işığı Savaşçısı’nın koro bölümüyle Haggard’dır Therion’dur bilimum baba senfonik metal gruplarını, Sonbahar’ın back vokalleriyle Çalıkuşu dizisinin tema müziğini, Su Masalı ile Anadolu türkülerini, İyiler Siyah Giyer ile yurdum rock/metal gruplarını, Rüzgarın Kızı’nda 6:09’da başlayan final bölümü ile Pentagram’ın destansı şarkılarını ve tüm albüme kısmen hakim heavy metal riffleri ile pek doğal olarak Knight Errant’ı çağrıştırsa da (“da” dediğime bakmayın, insanoğlu benzetmeden anlayamaz) orijinal mi orijinal bir albüm ortaya koymuş Almora.
Sözler ise başlangıçta kulağa eğreti gelse de, dikkatli okuyunca fantastik-bilim kurgu dünyasından az biraz haberdar olan ve bu tarzda sözler yazan grupları daha önce dinlemiş herkesin kolaylıkla hazmedebileceği varoluşsal ve protest bir ruh halinden beslenmiş. İşin açığı sözlerde, örneğine rastlamadığım disütopik bir estetik var ki tadından yenmiyor.
İnsanoğlu görmüyor istemedikçe
Belki de kendi rüyasından korkuyor
Oysa ki kaybetse de tüm savaşları
İnandığı masallar kadar yaşıyor
-----------------------------------------
Bir gün gelir, biter bu hikaye
Rüyaların seni terk ettiğinde
Bol klavye ve buna uygun olarak yumuşak distortion tonları, şarkı isimlerinin çağrıştırdığı ay tozu/tılsım atmosferini oluşturmuş ve büyüleyici olmuş… Dinlerken Karanlığın Sol Eli’ndeki buz dağları ya da Küçük Prens’in yalnız gezegeni çağrıştı durdu… Yine de merak etmeden duramıyorum, bu albümde daha çok armoni ve kontrpuan kullanılsaydı, yani mesela vokalin arkasından sürekli vokalle aynı notaları basan klavye yerine vokali tamamlayan armonik notalar olsaydı; bol bol klavye yerine keman, flüt gibi senfonik metalin olmazsa olmaz enstrümanları çalıyor olsaydı nasıl bir şey ortaya çıkardı…
Dolunayın şarkısı cesaret! diyordu,
Vazgeçme diyordu yıldızlardan
Susturma kalbinin sesini
Unutma gökyüzü her yerde mavi
------------------------------------------------
Sonsuza kadar sürmez bu çirkin zafer,
Bu kıyamet senfonisi bir gün biter
Döner kırlangıçlar sürgün diyarlardan
Ve melekler de gün gelir elbet güler!Elbet güler!
İyiler Siyah Giyer’in sözlerini baştan sona kopyalamak gerekeceği için o şarkıyı, okurların araştırmacı kişiliğine bırakıyorum. Metalcilerin “siyah”la ilişkisini bu kadar güzel özetleyen bir yazı/şiir görmemiştim.
Vokalleri de unutmamak lazım. Sopranoların/tenorların Verdi’nin Macbeth’ini seslendirircesine ağdalı yorumları ya da eğitimsiz olmakla övünürken bu durumun tiz seslerdeki yırtınma halinden de kaçamayan vokallerden yavaş yavaş gına getirmeye başlamışken, son derece doğal tonlara pürüzsüz vibratolarla* temiz renkler katan kadın vokaller, Soner Canözer’in disütopik dünyalarının sirenlerinin sesi olmuş adeta.
Yukarıda dizdiğim övgülere rağmen, bu albümdeki hiçbir öğenin çok iddialı olduğunu, büyük izler bırakacağını, bu alanda devrimler yarattığını iddia edemem. Ama yalın bir iz bırakacağından şüphem yok.
Her sanatçının bir olgunluk çağı olduğunu ve en lezzetli meyvelerini de bu çağda verdiğini düşünürüm. Kıyamet Senfonisi de Almora için öyle olmuş sanırım. Bir orta doğu ülkesi (kime göre neye göre) olarak beslendiğimiz envai çeşit müzikten ortaya orijinal bir tarz çıkarmak uzaktan çok kolaymış gibi görünse de bu kafa karışıklığıyla hakkaten zor olsa gerek ki senfonik yapayım derken dokuz sekizlik bir ritmin şarkının ortasında peydah olması; süzme batı müziği tarzı bir şarkıda vokalin istemsizce komalı seslere kayması; kemanın istemsizce roman havasında çalınması (tamam, abartıyorum); Türkçe gibi zor bir dille estetik söz yazayım derken anlamı katletmek, anlam katayım derken söz-müzik ahengini kaybetmek; oldu olacak bir darbuka koyayım da orijinal olsun derken müziği hepten katletmek gibi bir dolu vahim deneme ile karşılaşıyoruz.
Ay Işığı Savaşçısı’nın koro bölümüyle Haggard’dır Therion’dur bilimum baba senfonik metal gruplarını, Sonbahar’ın back vokalleriyle Çalıkuşu dizisinin tema müziğini, Su Masalı ile Anadolu türkülerini, İyiler Siyah Giyer ile yurdum rock/metal gruplarını, Rüzgarın Kızı’nda 6:09’da başlayan final bölümü ile Pentagram’ın destansı şarkılarını ve tüm albüme kısmen hakim heavy metal riffleri ile pek doğal olarak Knight Errant’ı çağrıştırsa da (“da” dediğime bakmayın, insanoğlu benzetmeden anlayamaz) orijinal mi orijinal bir albüm ortaya koymuş Almora.
Sözler ise başlangıçta kulağa eğreti gelse de, dikkatli okuyunca fantastik-bilim kurgu dünyasından az biraz haberdar olan ve bu tarzda sözler yazan grupları daha önce dinlemiş herkesin kolaylıkla hazmedebileceği varoluşsal ve protest bir ruh halinden beslenmiş. İşin açığı sözlerde, örneğine rastlamadığım disütopik bir estetik var ki tadından yenmiyor.
İnsanoğlu görmüyor istemedikçe
Belki de kendi rüyasından korkuyor
Oysa ki kaybetse de tüm savaşları
İnandığı masallar kadar yaşıyor
-----------------------------------------
Bir gün gelir, biter bu hikaye
Rüyaların seni terk ettiğinde
Bol klavye ve buna uygun olarak yumuşak distortion tonları, şarkı isimlerinin çağrıştırdığı ay tozu/tılsım atmosferini oluşturmuş ve büyüleyici olmuş… Dinlerken Karanlığın Sol Eli’ndeki buz dağları ya da Küçük Prens’in yalnız gezegeni çağrıştı durdu… Yine de merak etmeden duramıyorum, bu albümde daha çok armoni ve kontrpuan kullanılsaydı, yani mesela vokalin arkasından sürekli vokalle aynı notaları basan klavye yerine vokali tamamlayan armonik notalar olsaydı; bol bol klavye yerine keman, flüt gibi senfonik metalin olmazsa olmaz enstrümanları çalıyor olsaydı nasıl bir şey ortaya çıkardı…
Dolunayın şarkısı cesaret! diyordu,
Vazgeçme diyordu yıldızlardan
Susturma kalbinin sesini
Unutma gökyüzü her yerde mavi
------------------------------------------------
Sonsuza kadar sürmez bu çirkin zafer,
Bu kıyamet senfonisi bir gün biter
Döner kırlangıçlar sürgün diyarlardan
Ve melekler de gün gelir elbet güler!Elbet güler!
İyiler Siyah Giyer’in sözlerini baştan sona kopyalamak gerekeceği için o şarkıyı, okurların araştırmacı kişiliğine bırakıyorum. Metalcilerin “siyah”la ilişkisini bu kadar güzel özetleyen bir yazı/şiir görmemiştim.
Vokalleri de unutmamak lazım. Sopranoların/tenorların Verdi’nin Macbeth’ini seslendirircesine ağdalı yorumları ya da eğitimsiz olmakla övünürken bu durumun tiz seslerdeki yırtınma halinden de kaçamayan vokallerden yavaş yavaş gına getirmeye başlamışken, son derece doğal tonlara pürüzsüz vibratolarla* temiz renkler katan kadın vokaller, Soner Canözer’in disütopik dünyalarının sirenlerinin sesi olmuş adeta.
Yukarıda dizdiğim övgülere rağmen, bu albümdeki hiçbir öğenin çok iddialı olduğunu, büyük izler bırakacağını, bu alanda devrimler yarattığını iddia edemem. Ama yalın bir iz bırakacağından şüphem yok.
Yazıda geçen bazı teknik kavramları da açıklayalım
*Vibrato: Enstrüman çalarken ya da şarkı söylerken telin ya da ses telinin titretilmesi ile dümdüz bir ses yerine titreşimli ses verilmesi
By Gand
4 yorum:
Allah askina su giydikleri kiyafetler bir Turk'un uzerinde cok igreti durmuyor mu?
Kafatascilik ya da bagnazlik pesinde degilim. Ama muhtemelen bu arkadaslarin hicbirinin Italyan gocmeni ya da buyuk buyuk buyuk dedelerinden Luksemburglu olmadigini varsayarak soruyorum, olmus mu o kiyafetler?
@Tosun
"konsept" adı verilen bir şey var göz önüne almak lazım. Running Wild da yıllardır korsan konseptini kullanır, konserlere o tür elbiselerle, orta çağ askerlerinin kıyafetleriyle çıkarlar, Fin grupları kelt efsanelerini kullanır sahneye eteklerle çıkarlar, Alman grupları İskandinav efsanelerini kullanır sahneye viking başlıklarıyla çıkarlar
ne Running Wild'ın büyük dedesi korsan
ne Finliler Edinburgh doğumlu
ne de Almanların dedeleri viking
kaldı ki ben o kadar da eğreti olduğunu düşünmüyorum, ben de kafatasçılık yapmayayım da mehter kıyafetinden iyi durduğu kesin...
Ben egreti olduklarini dusunuyorum acıkcası. Kendine has tarz yazmissiniz, okuyunca sasırtım. Cok ozentiye kacan bi muzik tarzları var. Onceki vokal cok kotuydu. Suan da dinlenecek kadar iyi bi grub degil aslinda.
Bu arada Gand size de bir elestiri yapmak istiyorum burdan. Sen nokta nedir bilir misin? Cumlelerin cok uzun. Okulda bu tur seyleri ogretmediler mi sana. Su asagidaki kisma bakar misin? Nefes almadan 5 dk konusmak gibi olmus bu!
Bir orta doğu ülkesi (kime göre neye göre) olarak beslendiğimiz envai çeşit müzikten ortaya orijinal bir tarz çıkarmak uzaktan çok kolaymış gibi görünse de bu kafa karışıklığıyla hakkaten zor olsa gerek ki senfonik yapayım derken dokuz sekizlik bir ritmin şarkının ortasında peydah olması; süzme batı müziği tarzı bir şarkıda vokalin istemsizce komalı seslere kayması; kemanın istemsizce roman havasında çalınması (tamam, abartıyorum); Türkçe gibi zor bir dille estetik söz yazayım derken anlamı katletmek, anlam katayım derken söz-müzik ahengini kaybetmek; oldu olacak bir darbuka koyayım da orijinal olsun derken müziği hepten katletmek gibi bir dolu vahim deneme ile karşılaşıyoruz.
Aslına bakarsanız noktalı virgül, virgül gibi noktalama işaretleri de nefes almak için kullanılır konuşurken.
Ama sizi rahatlatacaksa, aşağıdaki şekilde de yazılabilirdi bu cümle.
Bir orta doğu ülkesi (kime göre neye göre) olarak beslendiğimiz envai çeşit müzikten ortaya orijinal bir tarz çıkarmak uzaktan çok kolaymış gibi görünse de bu kafa karışıklığıyla hakkaten zor olsa gerek:
-senfonik yapayım derken dokuz sekizlik bir ritmin şarkının ortasında peydah olması;
-süzme batı müziği tarzı bir şarkıda vokalin istemsizce komalı seslere kayması;
-kemanın istemsizce roman havasında çalınması (tamam, abartıyorum);
-Türkçe gibi zor bir dille estetik söz yazayım derken anlamı katletmek, anlam katayım derken söz-müzik ahengini kaybetmek;
-oldu olacak bir darbuka koyayım da orijinal olsun derken müziği hepten katletmek
gibi bir dolu vahim deneme ile karşılaşıyoruz.
Yorum Gönder