Spor yazarı denen mesleği, ya da bana göre hobiyi yapabilmek için olağanüstü kabiliyetlere sahip olmak gerekmiyor. Ben sinema eleştirmenliği ile spor yazarlığıının çizgisini birbirine benzetirim hep. Sinema eleştirmenliği olabildiğince farklı sinema ekolünden, kültüründen filmleri izlemekle, bu işi zevk alarak yapmakla, araştırmakla mümkün. Yoksa sinema eleştirmeni olmak için geçmişinizde çok usta bir yönetmen olmanız gerekmiyor. Bu ancak teknik konularda ortaya çıkan bir durumdur. Örneğin mavi ekranın önünde çekilmiş bir filmi özel efektlerle nasıl zenginleştirileceğini anlatacaksanız teknik bilgiye ihtiyaç vardır. Ama bir aktörün canlandırma yeteneğini ölçmek için çok fazla teknik bilgiye ihtiyaç yoktur. Futbolda da durum böyledir aslında. Kendi etrafında ve geriye doğru dönen bir topun yere çarptığında geriye doğru fırlayacağını bilmek için futbol sahasında bir kaç kez topu tepmek lazımdır ama örneğin bir futbol takımının sahaya nasıl çıkarsa başarıya ulaşabileceğini tahmin etmek için geçmişinde 10 şampiyonluk görmek şart değildir. Bu yüzden tarih boyunca iyi teknik adamlar hep eski futbolcuların içinden çıkmamıştır. Spor yazarlığı da böyledir. Jose Mourinho bir teknik adam değil spor yazarı da olabilirdi. Bu onu maça 1-0 yenik başlatmazdı geçmişinde futbol oynamaması sebebiyle. Ama bunların hepsinin üstünde olan başka bir şey vardır. Araştırma.
Bu blogu 2 senedir aşağı yukarı el birliğiyle yürütüyoruz. Hepimiz yazılarımızı yazarken bir eksik olmaması için birbirimize danışıyoruz. Ben şahsen bir yazıyı yazarken yazıda geçen her takımı 1-2 kaynaktan kontrol ediyorum. Örneğin "De Boer kardeşler Ajax'tan aynı anda ayrıldılar derken, açıp "hakikaten aynı dönemde mi ayrıldılar yoksa hafızam mı beni yanıltıyor" diye kontrol ediyorum. Buna rağmen arada bir bilgi yanlışlığı yapıyoruz yazılarda. Bu kaçınılmaz, ama araştırıyoruz işte bilgileri aktarmadan önce. Üstelik bu bir kişisel blog. Ülkenin ulusal yayın yapan gazetelerinde, her gün bir köşe işgal eden kişiler fikirlerini yazarken bilgi sahibi olmalılar önce. Değilseler de araştırarak bu bilgiye ulaşmalılar ki o klişe "bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olma" gafletine düşmesinler. Ben de bundan 2 sene önce Cezayir futbolunun geleceği hakkında fikirler söylesem büyük ihtimal bunları kasemden uyduracaktım. Ama şimdi farklı yerdeyim, Kuzey Afrika futbolunu hobim gereği araştırdım, okudum, bilgi sahibi oldum ve yazıyorum. Dediğim gibi bu bir hobi, eğer ben bu işi maaş alan bir gzete yazarı olarak yapsam sorumluluğum daha da artardı.
Niye anlattım bunları. Tarih 18 Temmuz Cumartesi. Milliyet gazetesi yazarı Ercan Güven'in Rijkaard'ın "astronot" hali yazısı. Şöyle diyor Güven. Rijkaard hakkında aşağıdaki satırlar.
Var mı itirazı olan?.. Yoktur... Olmamalı. Lakin herkesi yüreğinde / beyninde kocaman bir gerekçe var: “Dün bir, bugün iki... Adam yeni geldi”! Aynen katılıyorum... Hem alışmış Barcelona'ya ya falan... “C” takımı ile herkesi yeneceğini sanıyor. Sonra, bizi de tanımadı henüz. Yetmedi; Kazak futbolu... “K”sından da haberi yoktur eminim. Uzay istasyonunda altı ay kalıp Dünya’ya inmiş astronot gibi Rijkaard. Bilgi, görgü, tamam da hafif sersemlemiş durumda. Avrupa’dan Asya'ya’ya, oradan Orta Asya’ya... Mazur göreceğiz mecburen.
Şöyle diyor özetle. Rijkaard Barcelona'nın hocasıydı, attan inip eşeğe binmiş gibi oldu, zor durumda kalan, çok büyük yıldızlara sahip olmayan orta karar takımlarla ne yapacağını bilmiyor, çünkü bu konuda tecrübesi yok. 2-3 gömlek aşağı indi Galatasaray'a gelişiyle. Böyle takımları nasıl yöneteceği konusunda alışkanlığı yok.
Peki tamamdır. Ben aslında olabildiğince nesnel olan özeti çıkardım. Aslında ben bu yazıdan bir de "Frank Rijkaard kariyerinde Barcelona'dan başka takım çalıştırmamış" havasını da alıyorum da belki o benim maçamdan anlamamdır yazıyı. Şimdi yukarıda uzun uzun anlattığım olaya gelelim. Bilgi ve araştırma. Kimdir Frank Rijkaard? Barcelona'nın eski hocası. Çok büyük yıldızlara sahip olmayan orta karar takımlarla çalışmamış Rijkaard. Peki bu adam Barcelona'ya gelmeden önce hangi takımın hocasıydı? Sparta Rotterdam. Nasıl bir kulüp bu Sparta Rotterdam? Son şampiyonluğunu 1959'da kazanmış, Hollanda'da son yıllarda küme düşme mücadelesinin değişmez takımlarından ve Frank Rijkaard'la 2001-02 yılında kulüp tarihinde ilk kez küme düşen takım. Hani o zor durumdaki takımları çalıştırmamış, ömrü boyunca uzay üssünden takım idare etmiş Rijkaard'ın takımı. Şimdi bir dakika. Ortada bir problem var. Ya Galatasaray'dan da 2-3 gömlek düşük, hatta Tobol Kostanay'dan çok az daha üst düzey bir takım olan Sparta Rotterdam'ı Barcelona'dan 1 sene önce çalıştıran adam başka bir Frank Rijkaard, ya da Ercan Güven'in böyle bir görev döneminden haberi yok. Peki "alışmış Barcelona'ya falan, C takımı ile yeneceğini sanıyor" derken, en azından google'ı açıp sezonda 26 gol atıp 75 gol yemiş ve sondan ikinci olarak küme düşmüş Sparta Rotterdam'ı araştırma zahmetine katlanmayan, "dünyadan biastronot" Ercan Güven ne oluyor? Spor yazarı....
Kimdir bu spor yazarı denen topluluk hakikaten, bana bir anlatsanız?
İngiltere'den Türkiye'ye arabayla yolculuk
-
“Hayatımda yediğim en iyi dondurmaydı” dedi Ozan. Ömrünün henüz 5 yıl 6
ayının geride kaldığını düşününce çok iddialı bir açıklama gibi
gelmeyebilir. Ama...
4 yıl önce
20 yorum:
Spor yazarı denen topluluk; kayınpederinin torpiliyle gazetede yazan, inadına inadına objektif olduğunu söyleyip satır aralarını nefretle dolduran, bu vasfını ahlak zabıtalığı olarak kullanan, Avrupa futbolundan haberi olmadığı halde "Avrupa'da böyle mi canım" diyen, kulüp yönetimine yamanamazsa (ya da yaranamazsa) sahte muhaliflik yaparak prim yapmaya çalışan bir topluluktur. Bunlar spor yazarı, peki onlardan kat kat kaliteli yazılar yazan blog yazarları ne oluyor acaba o zaman?
Hayır bir de şöyle bir durum var;
Yaklaşık bir senedir futbol bloglarının ve daha uzun bir zamandan beri taraftar forumlarının geldiği nokta ve internet kullanımının had safhada olmasından kaynaklı takke düştü kel fena halde göründü.
Buna rağmen bu kadar patavatsız olabilmenin belli başlı şartları vardır diyorum ben. Yoksa da eğer durum çok vahim.
Bahsettiğim şartlara gelince;
birincisi ve en önemlisi spor basınının ciddi anlamda manipülasyona açık olması.
Zira Passat'lar İstanbul'dan Volkswagen Arena'ya yol oldu.
İkincisi; her pozisyonda beceri, bilgi, tecrübe ekseninde üstlerde yer alanların değil de, her yerinde olduğu gibi bu ülkenin yancıların, "bomba habercilerin", damatların olması.
Yahu bari gözmüzün içine baka baka yapmayın.
En son yorumu, bulunduğum yerden tribünden yapayım;
Bitmişsiniz olum, okeye dönüyorsunuz.
Belki de Sparta'yı çalıştırırken iğreniyordu.Öncesinde koskoca Hollanda Milli Takımı'nı çalıştırmış.
Her gün kabir azabı gibi geliyordu.
T.Direktör odasındaki koltuk kumaş pantolonun ütüsünü bozar, futbolcular cahil cühela, taraftar habire imza istiyor.Olamaz mı?
ercan güven'in gercek bir galatasaray antipatisi olmasi disinda sanirim belli bi yastan sonra insanlar düsük belli paltalon giymekten ve hayat hakkinda ince eleyip sik dokumaktan vazgecme egiliminde oluyorlar..
50 kusur yasinda olan bi adam öyle veya böyle bizim bildigimizden daha çok şeyi unutmus bir adam olabilir. ercan güveni bu dogrultuda eleştirmek yerine bence kafa kafaya olabilecegimiz ugur meleke gibi mehmet demirkol gibi insanlari bu yüzden elestirmek gerekiyor. ya da ridvan, sergen, hakan unsal, hakan sükür quartetini.
Yukarıda kocaman Rinus Michels yazıyor. Her açtığımda sıkılmadan okuyorum ben orada yazan cümleyi ve altındaki ismi.
Ercan Güven'i falan boşverelim. Gel 100 spor yazarına soralım kimdir Rinus Michels diye. Hadi ordan denebilir ama ben ne kadarının bu ismi bilmediğini tahmin edebiliyorum. Ülkenin en iyi spor yorumcusu olarak lanse edilen ve senede milyon dolarlık meblağ kazanan Rıdvan Dilmen yorumlayacağı maç sırasında "Kewell nerede ya sakat mı?" diyebiliyor. Adam neylesin Rinus Michels i neylesin Rijkaard'ı. İmam cemaat ilişkisi. Seyirci profili, okuyucu profili de ona göre.
Zaten bende sabahları kalktığımda Aceto'yu, Artemio Franchi'yi,Gayın-Sin'i vs. ve seni okuyorum artık. Bilinçli olanlar bu yönde düşünenlerde öyle.
Ha açıyoruz biz bu bloglarıda tabii paraları onlar götürüyo da denebilir. Altından palan vursan eşek yine eşekti en son bu topraklarda. Bilgi dünyanın en ucuz ihtiyacı. Aramaya öğrenmeye inanmak önemli olan.
Eski nesil spor yazarlarının çoğu 4 büyükler ve ligde dikkat çeken futbolculardan başka bir konuda yazı yazamıyorlar zaten. Futbol aleminde neler olup bittiğini kahvelerde iddia kuponu hazırlayan çocuklar kadar bilmiyorlar.Ama son dönemin Ogan Tarhan, Uğur Meleke gibi genç yazarları içimizi rahatlatıyor biraz.
Ercan Güven'e gelince yazının sadece burada okuduğum kadarıyla kendi içinde tutarlı geldi bana.
Orada anlatmak istediği sanırım kariyerinin öncesi değil nasıl bir ortamdan GS'a geldiği. Rijkaard'ın zaten TD kariyerinde 3 tane takım var ve spor yazarılığı yapan bir insan istemese bile bunu öğrenir gibime geliyor.
Bence adamın demek istediği Rijkaard'ın başarıyı yakaladığı, onu seçkin antrenörlerin arasına sokan ve son çalıştığı takım olan Barça'dan direk Türkiye'ye gelmesi aradaki siklet ve algı farkından kaynaklanan kaygıları doğurur. Üstüne daha kendi takımını ve Türkiye futbolunu bile tanımadan hakkında hemen hemen hiçkimsenin sağlıklı bilgi sahibi olmadığı bir Kazak takımıyla maça çıkınca bence de biraz o asntronota benziyor Rijkaard.
Fatih Terim UEFA'yı aldıktan sonra gidip Makedonya'da bir takım çalıştırsa onun içinde aynı kaygılar dile getirilirdi kimse zamanında Ankaragücü'nü ve ikinci ligde Göztepe'yi de çalıştırdı demezdi sanırım.
o kadar bıkmıştım ki, tüm spor yazarlarının diğer spor yazarları hakkında sürekli isim vermeden atıp tutmasını, sırf ismen açıkladığın için bile ( yani; bazı spor yazarları astronota benzetti gibi basitliğe düşmediğin için ) tebrik ederim.
hocam biraz konudan uzaklasmak olacak ama mourinho futbol oynadi.
Vaktiyle rahmetli Kazım Kanat, Ahmet Çakar ile programda iken sanırım trabzon-fener maçında bir pozisyonu tartışıyordu ve şöyle diyordu. "Ahmetçiğim bak 2 kişiyi trabzon defansı nasıl boş bırakmış, aralarında 2 metre mesafe var". Pozisyonu izleyince anlıyoruz ki, 2 fenerli topçu 2 metre ofsayta düşürülmüş. Ve bu adamlar yıllarca tufbol yazarı geçindiler bu ülkede.
takke düştü kel göründü gerçekten de . spor basınında "duayen" olarak kabul edilen yazarlar,blog yazarlarının 10 da biri kadar futboldan anlamıyorlar,dünya futbolunu takip etmiyorlar. işin acı tarafı bu işten para kazanan onlar
@TReVaNiaN
Ankaragücü Göztepe'yi çalıştırdı demezdi ama "attan inip eşeğe bindi" babında laflar etmezdi ki Euro 96 takımımızın da o kadar üst düzey olmadığı ortadadır...
bir de benim yazıda da belirttiğim nokta zaten bilmemek değil, bilmediğin şeyi araştırmakla ilgili bir yazı yazmadan önce...
1.5-2 sene öncesine kadar spor gazetelerini takip ederdim. o zamanlar futbol bloglarıyla da ilgim yoktu, internette sporx ve ntvspor dışında takip ettiğim siteler de yoktu. ama birgün fotomaç'da yanılmıyorsam, milli takımın norveç maçı öncesi lincoln'ün türk olmasıyla ilgili bir haber gördüm. haberin içeriği aslında daha kötüydü benim için: fotomaç çağrı yapıyordu, lincoln türk vatandaşı olsun, norveç maçına yetişsin diye!!!
(bu habere kızgınlığımda olmayan tek şeyin fenerbahçeliliğim olduğunu da belirteyim, eğer fenerbahçeli olmamdan dolayı kızdığımı düşünen olursa.)
çok aptalız biz değil mi, lincoln 2 günde türk olacak ve milli takımda oynayacak, lincoln milli takımın ilacı olacak...hayır bu haberi aslında şimdi düşününce basının afedersiniz kolpalığını daha iyi anlıyorum. 2 sene önce milli takıma gelsin denilen adamı neredeyse ülkede futbola soğutan basın. adam adım atsa kabahat haline getirdiler.
neyse dostlar ben o gün bugündür gidip almam kendim için o gazeteleri ve de normal gazetelerin de spor sayfalarına o kadar takılmam. kısacası artık hiç gazeteden takip etmiyorum sporu. anca babam ister onu da uyarırım yalan boşuna okuma diye. o yüzden ercan güvenmiş, ercan saatçiymiş bunların hiç birini okumam, okusam da bi yerde tepki dahi vermem çünkü o derece anlamsızdır o yazıları benim için. illa okuyacaksam mantık çerçevesinde eleştirdiğim mehmet demirkol'u, uğur meleke'yi ve denk gelirsem mert aydın'ı okurum köşe yazısı olarak.
eğer bu adamları okuyanlar varsa hala onlara da bunu taviye ederim sinirlerini bozmasınlar diye:)
ercan güven'in yanıldığı diğer nokta Rijkaard'ın Asya'ya alışık olmadığı görüşüydü.Oysaki Rijkaard'ın Barcelona'dan sonra vaktinin çoğunu Asya'da oyuncu bakarak geçirdiği gerçeğini biraz karıştırsaydı bulabilirdi.Yazıyı hiç bir şeyi araştırmadan yazmış olduğu belli
@ Ducthman
Yazıdaki fikrine tamamen katılıyorum. Misal fikstür çekiminde FB-TS maçının 3 sezondur ligin son haftası oynanması gibi garip durumlar üzerine herkes bişeyler söyledi medyada. Kuralarda üçkağıtçılık yapılıyor gibi abuk laflara itibar etmesekde bi gariplik olduğunuda seziyorduk. Uğur Meleke yazdı mesela 2 gün fikstür çekiminin nasıl yapıldığını. 3 büyükler ilk hafta oynamasın, arka arkaya oynamasın, milli maçlardan önce oynamasın derken zaten onların fikstüründe pek bir alternatif bırakmamışlar bize bu bilgiyi aktaracak başka yazar yok çünkü onlarda bilmiyor.
Konuya dönersek sadece bu örnek bu fikri tam anlamıyka desteklemiyor gibi geldi bana. Kaderde Ercan Güven'i savunmak da varmış :) He bu adam Rijkaard'ın başka takım çalıştırıp çalıştırmadığını gerçekten bilmiodur, merak edip bakmamıştır ona da şaşırmam açıkçası. Hala Ukrayna'ya UKRANYA, Anelka'ya ALENKA diyen adamlar bunlar neticede.
@perseverative
Mourinho'nun futbolculuk kariyeri kücük takımlarda ve oldukça kısa. Yok dense yeridir herhal :)
Ben yazı hakkındaki fikrinize katılamıyorum. Kendimce izah etmeye çalışayım:
Öncelikle yazı zaten Rijkaard hakkında değil ve sanırım bu konuda fikir ayrılığımız yoktur. Yazıya giden yol Tobol maçı ile başlamış, o belli. Ancak yazı temel olarak “yerli hocalara karşı takınılan tavır ile yabancı hocalara takınılan tavır arasındaki fark” üzerinden akıyor bence. Alıntıladığınız kısmın devam cümlesi yeterince açıklayıcı sanırım: “Ben zaten Rijkaard’ı değil, yabancılar konusundaki derin aşağılık duygumuzu eleştiriyorum.”
Ancak yine de yazının yazılmasına dair asıl kıvılcımı çakan şeyin bir sonraki cümlede anılan Adnan Polat sözü olduğu fikrindeyim: “Bakınız, sayın Adnan Polat bile “niye Kazakistan steplerindeyiz” diye evirdi çevirdi faturayı Bülent Korkmaz’a kesti.”
Bundan sonrasında Ercan Güven, “bu tavır farklılığının asıl sebebinin yerli hocaların tavırları(daha doğrusu tavırsızlığı) olduğu” fikrini işlemeye çalışıyor. İyi götürüp fena bitirmediğini söyleyebilirim naçizane.
Alıntıladığınız kısım bence Rijkaard hakkında bilgi vermeyi ya da yazarın Rijkaard hakkındaki görüşlerini anlatma amaçlı değil. Yapılan genel yorumları, Rijkaard’ı savunma amaçlı bakışı genelce ifade etmeye çalışıyor. Bu savunmalara ciddi bir itirazı olmadığını üstü kapalı da olsa ifade etmeye çalışmış.
Yazının geneline gelirsem, bence Ercan Güven’in ifade tekniği açısından yaptığı bir hata var. Kendi fikirleriniz ile -katılsanız da katılmasanız da- genel kanı arasındaki ayrımı, fikirlerin birbirine karışmasına yer vermeyecek şekilde açıkça ortaya koymanız gerekir. Ercan Taner “genel kanı” olarak aktarmaya çalıştığı ifadeler arasına kendisi de girip çıkmış. Bunu yaparken çok dikkatli olmanız, duvarları iyi örmeniz gerekir. Ercan Güven giriş-çıkış noktasını kötü seçmiş diyemem ama bunun o nokta olduğunu ifade etmekte özensiz davranmış bence. Gerekli özeni göstermeyince de bazen on cümle ile bile toparlanamaycak tek bir cümle kurmuş olursunuz. Yazının o kısmındaki ifade tarzınız ile yazının diğer kısımlarındaki ifade tarzınız arasındaki fark bile –bu örnekte olduğu gibi- derdinizi doğru şekilde anlatmaya yetmeyebilir.
Spor yazarı denen topluluk konusuna ise hiç girmiyorum, bitiremem, günler geceler yetmez, sabahlar olmaz :)
Ercan Taner anmış arada beni, halbuki tanımam etmem :)
ismet tongo dururken ercan güven e sıra biraz zor gelir ya:
"rijkaard kendini hala barcelona'da sanıyor"
gerçekten bu insanlar kendilerini bu antrenörlerden daha akıllı mı sanıyor?
Spor yazarı denen bir topluluk yok. Hepsinin bir ismi var. Bir meslek topluluğu toptan karalama...
güzel bir konu. yazilanlarin hepsine de katiliyorum. ercan güven'in yazisini bende tebessümle okudum. hafiften galatasaray'a dokundurdugu "mahalle takimi" damgasindan hic bahsetmiyorum bile. isin ilginc tarafi, yazida cizilen yazar profilie aslinda ercan güven uymuyor ama o bile artik bunu yapiyorsa, ki bu ilk defa olmadi, yavas yavas umutlarin tükendiginin göstergesi.
Bu konuda en çok kızdığım adamlardan biri Rıdvan Dilmen'dir.Çünkü yorumları çok güzel tamam ama insan hiç mi avrupa futbolu ve futbolcuları hakkında bilgi sahibi olmaz.Futbolu bu kadar güzel yorumlayan birinden avrupa futbolu hakkında daha bilgili olmasını bekliyorsunuz.Eğer gazetelerde yazınız çıkıyorsa televizyonlarda maçları yorumluyorsanız bu işten hatırı sayılır paralar kazanıyorsanız bir zahmet okuyun araştırın öğrenin.
Atilla Gökçe'nin yazısından alıntı:Kanaltürk'te Telegol'ü izlerken, soğuk duşa girmiş gibi oldum.
Çok bilen, çok soran, çok konuşan Ahmet Çakar, soruyordu :
Bu Bilica'yı Romanya'dan nasıl bulmuş adamlar ?
Bilica Romanya Milli Takımı'nda oynuyor mu ?
Serhat Ulueren, Ziya Şengül, Gökmen Özdenak ve tecrübeli menajer Sinan Engin susuyordu.
Bilica'nın Brezilyalı olduğunu hiçbiri söylemedi. 2000 Sidney Olimpiyat Oyunları'nda Alex'le takım arkadaşı olduğunu da...
Neden sonra Serhat, kulaklığına gelen uyarıyla uyandırdı arkadaşlarını : Bilica Brezilyalı'ymış!
Herkes susuyordu.
Ahmet Çakar da!
Yorum Gönder