İçimdeki Groundhopping sevdasını kıpraştıran geziyi buraya da düşelim. Sene 2004, Londra - Manchester hatıraları:
Fenerbahçe'nin Man United ile eşleşmesini müteakip takımı ilk yurtdışı seferinde yalnız bırakmamak amacıyla tüm tatil planlarını askıya alıp 28 Eylül'ü bekledim. Sonrasında da, orada futbol adına gördüklerimi bir toparlayayım dedim..
İngiltere’deki kulüpleri ziyaretimize Chelsea ile başladık. Şehir merkezine metroyla ulaşımı gayet kolay olan Stamford Bridge, Fulham Broadway diye bilinen semtte bulunuyor. Etrafında ‘Chelsea Village’ adı verilen kulüp birimlerini içinde barındıran yapılarla kurulu stadyumun yanında ayrıca bir de otel bulunuyor. Stadyumun alt tarafındaki Chelsea Megastore 3 kattan oluşuyor. Giriş katında taraftara dönük ürünler bulunan mağazanın üst katı sadece forma ve A takım ürünlerine ayırılmış. Mağazanın girişinin alt katında ise aksesuar ürünlerin satıldığı küçük bir kısım var. A takım ürünleri arasında en çok ilgimizi çeken, formaların kalabalık bir şekilde sergilenişiydi. Takımın yıldızlarının isimleri yazılmış formalar standlarda bolca bulunmaktaydı. Bunun yanında tam 8 baskı makinesiyle özel siparişler de anında yerine getiriliyordu. Mağazanın ilginç köşelerinden birisi takımın son efsanelerinden ‘Zola’ya ayırılmış kısımdı. 8 Ağustos’ta Stamford Bridge’de jübilesini yapan İtalyan yıldızın resimlerinin ve isminin basılı olduğu formalar, atkılar, tshirtler ve kitapçıklar için özel bir köşe yapılmıştı. Yine bu köşede yıldız oyuncunun son olarak oynadığı Cagliari takımındaki forması da bulunmaktaydı.
İkinci adresimiz ise bu yıl durdurulması çok zor görülen Arsenal’di. Highbury de yine metro istasyonuna çok yakın bir yerde konuşlanmış durumda. Stadın bulunduğu semt de Arsenal olarak biliniyor. Arsenal’in yeni bir stad hazırlığında olduğunu bildiğimizden büyük umutlar beslememiştik. Gerçekten de öyle oldu. Stadın çok eskimiş olduğu belliydi. Stat etrafında ilk dikkatimizi çeken şey ‘Ticket Office’lerdi. Sürekli açık bulunan bu ofiste takımın içeride ve dışarıda yapacağı maçların biletleri yanında, deplasmanlar için organize edilen turların satışı yapılmaktaydı. Biraz daha ileride ise ‘the Arsenal Shop’u gördük. Çok küçük bir mağaza ve ürünlerin iyi sergilenemeyişi Arsenal’in en büyük sıkıntısı olsa gerek. Gezerken ürünlere elinizle dokunma şansınız yok. Çünkü bir satış standı kurulmuş ve ürünler bunun arkasında ya da tavana yakın kısımlarda. Önünüze sunulan katalogtan ürünleri görüp beğendiğinizi incelemek üzere isteyebiliyorsunuz. Takımın şu aralar en çok kullandığı slogan ‘Invincibles’. 2003-2004 yenilgisiz şampiyonluğunun yankılarını hala kullanmaktalar. Ama diğer mağazalarda gördüğümüz hareketin burada olmadığını da eklemeliyiz..
Arsenal’e 2 metro durağı uzaklıkta bulunan Tottenham Hotspurs’ün stadı White Hart Lane’e gidiş ise tam bir eziyet. Stada ulaşmak için geçmek zorunda olduğunuz cadde Londra’da olduğunuzu hissettirmemek üzere tasarlanmış bir yerleşim birimi gibi. Siyahların ve Türklerin yoğun olarak yaşadığını duyduğumuz bu bölgedeki ‘Özdiller Süpermarket’, ‘Şükran Kuaför Salonu’ gibi tabelalar bu durumu bize ispat ediyor. Okuldan çıkan çocuklarda duyduğumuz bozuk Türkçe, insanlardaki tavırlar sizi sanki kötü bir Türkiye’de gibi hissettiriyor. White Hart Lane’e ulaştığımızda ise bu duygudan sıyrılıyoruz. Londra’da gezdiğimiz kulüpler içinde en başarılı mağazacılık kesinlikle Tottenham’da. Çok iyi bir şekilde düzenlenmiş mağazada, takımın kaliteli ürünleri başarılı bir şekilde sergileniyor. Tek sorun soyunma kabini bulunmayışı ve aynanın azlığı. Diğer tüm mağazalarda da olduğu gibi takımın geçmişi ve bugunüyle ilgili kitap ve dvdler bolca var. Yine forma baskıları hızla yapılıyor. Sponsorlar dışında takımların ürettiği ürünler içerisinde Spurs ürünleri kesinlikle en kalitelisi. Fiyatları da diğer takımlara göre gayet uygun. Bu kulübün çok daha fazla şeyi hakettiğini ve aslında ne kadar büyük bir kulüp olduğunu burada daha iyi anlıyoruz.
Maç günü Manchester’dayız. Oradaki ekiple buluşup öğleni bulduktan sonra ilk istikamet Old Trafford. Gittiğimizde stadı gezebilmek için geç kalmadığımızı öğreniyoruz. Hemen stat turuna katılıyoruz. UEFA’nın şartları gerekçesiyle sadece bir tribünden stadı görmek durumundayız. Ama nasıl olsa akşama tekrar geleceğimiz için o an bizi fazla ilgilendirmiyor bu durum. Zaten buradan gördüklerimiz ve görevlinin bize anlattıkları da gayet güzel. Stadın büyütülme kapasitesi ile ilgili bilgileri görevliden alıyoruz. Kombine biletler ve localar hakkında da bazı bilgiler veriyorlar. Yanlış hatırlamıyorsam 500 pound civarı olduğunu söylüyor. Localar ise 4000-5000 pound arası. Statta tam 159 loca var ve bir locayı da içeriden görme şansı yakalıyoruz. Localar gayet küçük ancak sahaya hakim bir konumda. Buradan çıktıktan sonra müzeyi inceliyoruz. Manchester United neden bu işte bir numara olduğunu bir kez daha gösteriyor. Kulübün geçmişi ve geçmişine dair belgeler çok başarılı bir şekilde sergileniyor.
Eski formalar, eski yıldız oyuncular, rakiplerin formaları, flamaları, kazanılan kupalar, efsanelere ayırılmış köşeler, hepsi ağzımızı açık bırakıyor. Kulüp geçmişiyle ilgili veri bankasına ulaşılan bilgisayarlarda gördüklerimiz ise bizi iyice şaşırtıyor. Kulüp tarihindeki bütün maçlar, bütün oyuncular, bütün teknik direktörlerle ilgili geniş ve ayrıntılı bilgilere çok kolay bir şekilde ulaşabilmeyi çok kıskanıyoruz. Ayrıca yine çeşitli oyunlar var. Bunlardan birisinde, Manchester’ın bir golünü siz anlatıyorsunuz ve sonra müze içinde büyük ekranda bu gol sizin sesinizden ekrana geliyor. Bunun gibi daha çok enteresan şeyler var. Müzeden çıkıp MegaStore’a geçiyoruz. Mağazada maçla ilgili bir anı ürünü yok. Maç hatıra atkısını dışarıdaki satıcılardan alıyoruz. Mağaza ise gördüklerimizin en büyüğü. Çok çeşitli ürünler bütün mağazaya yayılmış. Bayan ve çocuk ürünleri çok fazla. Formalar için çok fazla yer ayırılmış. Yine burada da ünlü oyuncuların isimleri yazılı formalar raflarda. Ayrıca istediğiniz baskıyı da yaptırabiliyorsunuz. Burada da yine ünlü oyuncu Eric Cantona özel bölümü var. Bu mağazadan da çıktıktan sonra hedef şehrin diğer yakası..
Manchester City ile United’ın yerleri şehrin iki ayrı köşesinde. City of Manchester'a ulaştığımızda bizi geniş bir alana yayılmış çok başarılı bir yapı bekliyor. Stadın yeni yapıldığını öğreniyoruz. Burada da stat turuna katılıyoruz. Kulüp görevlisi bize stadın tüm yapısını çok ayrıntılı anlatıyor. Öncelikle stadyumun her köşesindeki oturaklar çok konforlu ve stadyumun her yerinden sahayı çok iyi görebiliyorsunuz. Kale arkası tribünlerin birinin arkasında yapılan Efsaneler Locası’nda yemeğinizi yeyip içkinizi içerken sahayı bütünüyle görebiliyorsunuz. Soyunma odaları kısmına indiğimizde ise en çok ilgimizi çeken şey bir odada suni çim ve nem ortamıyla stat zemini havasının yaratılmış olması. Takımların burada da maça ısınabildiklerini öğreniyoruz. Soyunma odaları küçük. Saha zemini ise mükemmel. Burada bize farklı bir sistem anlatılıyor. Çimleri korumak için uygulanan sistemde, şehirdeki güneş enerjisi sıkıntısını en iyi biçimde kullanmaya yarayan düzenek var. Ayrıca tribünlerle tribün üstü kapak arasına kurulan sistem de çok enteresan. Uzaktan kumandalı rüzgar panelleriyle maç günleri bu kısım kapatılırken diğer günlerde zeminin rüzgardan mahrum kalmaması için paneller açılıyor. Stadyum turumuzu tamamladıktan sonra müzenin yan tarafında bulunan yemek salonunda yemeğimizi yiyoruz. Geç kalmamız sebebiyle müzeyi gezmekten vazgeçip direk olarak mağazaya yöneliyoruz. Mağazayı da hızlı bir biçimde turladıktan sonra Old Trafford’a gitmek üzere otele dönüyoruz.
Otelde bizi stada götürecek otobüsü epey bir bekledikten sonra stada doğru yol alıyoruz. Sokaklardaki trafik bizi korkutuyor ve gerçekten neredeyse korktuğumuz kadar oluyor. Stada yaklaştığımızda maçın başlamasına sadece yarım saat var ve biz hala trafiğin içindeyiz. Sonrasında dayanamayıp iniyoruz ve kalan yolu Manchester taraftarlarının içinde yürüyerek geçiyoruz. Herhangi bir problem olmuyor, zaten Manchester taraftarları işine giden bezgin işçiler görüntüsünde. Sanki hepsi bunu bir görev olarak belirliyor ve öyle davranıyorlar.. Herhangi bir heyecan belirtisi yok insanlarda. Gireceğimiz tribüne geliyor ve kolaylıkla içeri giriyoruz. Girer girmez içerde gördüğümüz Maç Günü dergisi 3 pound. Herkes birer tane alıyor ve yine bu durum bizi isyan ettiriyor, neden bizim yok diye. Yerimize geçiyoruz, Türk taraftarlar çok fazla. Ayrıca Manchester düşmanı İngilizler de var bizimle birlikte maçı izleyen. İlk dakikadan son dakikaya kadar yoğun bir tezahürat var. Takım için kötü bir maç olsa da, Türkiye’den gelenlerin az olmasına rağmen tribün açısından iyi bir maç. Zaten bütün gollere rağmen taraftarın hiç desteğini çekmemesi İngilizler’i de şaşırtıyor. Kötü skora rağmen, takım maç sonunda alkışlanıyor. Rakip taraftar da alkışlanıyor. ManU taraftarları maç boyu pek ses çıkarmamaya özen gösterir gibi. Sadece baskı anlarında artan bir uğultu ve gollerden sonra kulakları sağır eden patlama anları yaşanıyor. Gerçekten denildiği gibi Manchester United taraftarlarının tribün açısından iyi olmadığı konusunda hemfikir oluyoruz.
Maç bitiminde Türk taraftarlar biraz bekletiliyor. Biz ise en sona kalıyoruz. Tuvalet için de bekleyince kalan son 10 kişiyi farklı kapılardan çıkarıyorlar. Çıktığımız kapının karşısında onlarca ManU taraftarı var. Anladığımız kadarıyla futbolcularının çıkmasını bekliyorlar, ama aradan biz çıkıyoruz. Çıkıştan sonra şehirde yoğun bir araç trafiği var. Gideceğim yere gitmekte sıkıntı çekiyorum. Sonunda Otobüs Garına ulaşıyorum ve beklediğim sürede ManU taraftarı bir İrlandalıyla konuşuyorum. Maç için Belfast’tan gelmiş ve aslında birçok maç için bunu yapıyormuş. Maç hakkında ve takımlar hakkında konuşuyoruz. O Arsenal’i nasıl durduracaklarının hesabını yapıyor ben ise savunmanın nasıl adam olacağının.
Londra’ya döndükten sonra asıl takımımız Hammers’ı mekanında ziyaret etmek için Upton Park’a doğru yol alıyorum. Şehrin dışında bir yer, yine Londra gibi olmayan bir yer. Ancak Upton Park Stadı dev gibi sergiliyor kendini. Metro durağından itibaren tabelalarla yöneltiliyorsunuz stada. Ayrıca stada da çok yakın olan semt merkezinde sanırım kupa galipleri kupasının adına bir heykel dikilmiş. Stat gerçekten çok görkemli görünüyor. Stadın çevresinde yine bilet ofisleri var. Hemen altındaki mağazaya giriyorum önce. Premiership’ten düşüp Championship’e geldikten sonra biraz hava kaybetmişler. Ürünler ucuz, mağaza sessiz. Ama çeşitlilik yine de çok. Lacivert-Sarı Rebrov 16 formamı aldıktan sonra hemen mağaza içindeki müzeyi geziyorum. Müzede pek parlak kupalar yok, ama yine de elde olan her şey toparlanıp sunulmuş. Ayrıca West Ham’de, yaptığım tüm gezilere rağmen hiç para istenmiyor. Diğer statlarda tur fiyatları 5 pound ile 10 pound arasinda değişmekte.
Sonrasında stadın altındaki ‘The Academy of Football’a giriyorum. Burada sanırım West Ham’in meşhur altyapısının merkezi var. Kimler çıkmamış ki son 5 yılda. Rio Ferdinand, Frank Lampard, Joe Cole, Michael Carrick, Jermaine Defoe gibi isimler hep bu fabrikanın ürünü. Ancak kulüp özkaynaklardan gelen kazanımları kullanamayıp ikinci kümede mücadele etmek durumunda. Bu yıl umut var. İçeride stadı görmek istediğimi söylüyorum ve hemen kapıyı açıp içeriye sokuyorlar beni. Stadımı da gördükten sonra buraya da veda ediyorum.
Sonraki durak Fulham. Stad yakınına gittikten sonra zaten daha önceden de hakkında iyi şeyler duymadığım mağazayı görüyorum. Çok sıradan ve basit. Stada gitmek bile gelmiyor içimde. Ama buraya kadar gelmişken akşama şampiyonlar ligi maçına ev sahipliği yapacak Stamford Bridge’e tekrar uğramasam olmaz. Fulham ve Chelsea kulüpleri birbirlerine çok yakın.
Chelsea Village’a geldiğimde etraftaki bilet arayan Portekizliler göze çarpıyor. Maça 4 saat var ama orada maç olduğuna dair belirtiler çok nadir. Bilet ofisine uğruyorum ve ne şans, akşama en güzel tribünden bilet buluyorum. Maç oranın saatiyle 19.45’te. Ben saat 18'de stattayım tekrar. Etrafta hareketlenmeler başlamış. İşten çıkan İngilizler demlenmekteler. "Brazil" adlı mekanda da Portolular son hazırlıktalar. Korsan ürünler göze çarpıyor, Matchday dergisi her yerde satılıyor. Ayrıca taraftarların çıkardığı bir matchday daha var. Official olanı 3 pound, fan olanı 1 pound. Saat 18.30'da kapıdayım ama kapılar 19.00'a kadar açılmıyor. Maça 45 dakika kala içerdeyim ve stat bomboş! Bize çok uzak bir manzara. Takımlar ısınmaya çıkıyor, tribünlerde hala renk yok. Takımlar seromoniye çıkıyor, boşluklar hala var. Maç başladıktan 5 dakika sonra tribünler gerçek halini alıyor. Takım sahaya çıkarken hoparlörden ‘Kakalin’ çalınıyor ve bütün stat hep beraber söylüyor. Zaten official shop’ta kalpak bile satılıyor ve üstünde ‘Chelski’ yazıyor, sahiplenmişler.
Bulunduğum tribün çok keyifli. Ara ara gaza gelip bağırmaya başlayan insanlar. Bir adamın aklına bir beste geliyor, diğer birkaç kişi daha katılıyor. Ara ara ayağa kalkılıp topluca bağırılıyor. Gollerde coşku büyük, oyunculara yazılan şarkılar söyleniyor. Drogba ve Tiago adına olanlar çok keyifli. Maçın en komik anlarından biri, 2-0 dan sonra Portolulara karşı söylenen ‘We bought your manager’ şarkısı.. Sonrasında Jose Mourinho sloganları atılıyor. Drogba tek başına büyük bir silah, allah karşısındaki savunmacılara sabırlar versin. Oyuncular oyundan çıkarken isimlerine şarkılar söyleniyor. Girenlere de şarkılarıyla hoşgeldin deniliyor. Porto seyircisi ise çok suskun. Ara ara ‘Porto’ bağırtıları dışında fazla bir ses yok. Epey kalabalık olmalarına rağmen sessizler. Erken gol yemeleri belki bunda etken. Chelski çok iyi oynayıp 3-1 kazanıyor maçı. Maç biter bitmez tribünler hemen boşalıyor. Stadın etrafı çok kalabalık, çoğu kişi metro istasyonuna yöneliyor. O kalabalığı görseniz en az 2 saat burdayız dersiniz, ancak 15 dakika içinde metrodasınız yarım saat içinde de şehir merkezinde..
Enteresan başka bir şey de, Londra’nın merkezine çok yakın bir mağaza. ‘Sportpages’ adındaki kitap dükkanında sadece spor kitapları satılıyor. O kadar fazla kitap var ki, delirmemek işten değil. Hangisini alayım diye düşünmekten duramıyorsunuz. 2004-2005 yılı yearbookundan 7-8 çeşit var. Her şey o kadar çekici ki, fazla zaman geçirmek cüzdan açısından pek iyi değil. Yine Londra merkezdeki başka bir ilginç mağaza da Lillywhites. Ülke ve dünya takımlarının formalarını ve diğer ürünlerini bulmak mümkün. En ilgi çekici şey ise ‘Sale’ da olan ürünler. 5 pounda Man City, 3 pounda Blackburn forması alabiliyorsunuz mesela. Kasa kuyruğu hep çok uzun. Soccer Scene de yine merkezde konuşlanmış benzer bir mağaza.
Sonuç olarak İngiltere’de futbolu doyasıya yaşamak garanti edilebilir. Ancak biz ve onlar arasındaki bazı kültür çatışmalarına alışmak da zor olabilir. Ben dolaştığım süre içerisinde pek çok şeyden keyif aldım. Futbolun beşiğiyiz diye boşuna hava atmıyorlar sonuçta, var bir şeyler. Her şeyiyle, kitabıyla, dergisiyle, gazetesiyle, maçıyla futbol bu ülkede çok doyurucu.
by tunchay
6 yorum:
gezdiğin özellikle de ingiltere deki futbol kültürünü bize yansıttığın için çok teşekkür ederim.
izmitten hakan ..
Bir çırpıda okuduğum mükemmel bir yazı . Ellerinize sağlık .
Sportpages benim hayalimdir.
Bizde öyle bir matbuat olmadığından yayınevini de açmak lazım tabi.
Okurken sanki kendim geziyormuş gibi hissettim. Çok güzel bir yazı olmuş, ellerinize sağlık.
2008de Chelsea stad turu 15 pound. Sizi ilk olarak wag boxa götürüyorlar, yani wives and girlfriends. Press room, soyunma odaları, müze, misafir soyunma odaları falan her yeri gezdiriyorlar. Emirates'de ise stadyum turuna bile yer bulamadım, fakat muazzam bir stat.
Sayende ingiltereyi de gezdik tuncay. sagolasin :)
Yorum Gönder