12 Ekim 2009 Pazartesi

ACCIDENTAL HERO


















Tarih 22 Haziran 2005. Ersun Yanal'ın Türk milli takımının teknik direktörlüğü görevinden alındığı gün. Türk milli takımı o gün 2006 Dünya Kupası eleme gruplarında mücadelesine devam ediyordu. Türk milli takımı Yanal görevden alındığında 7 takımlı olan ve grup ikincisinin play-off oynayacağı grupta 16 puanla ikinci sıradaydı. 19 gol atıp 8 gol yemişti. Grubun lideri Ukrayna ise 9 maç sayısı ile 23 puandaydı. Yani hemen hemen kupaya gitmeyi garantilemişti. Yunanistan 15 puanla üçüncü, Danimarka da 12 puanla dördüncü sıradaydı. Hatta tam tablo için aşağıya bakabilirsiniz. Milli takım kendi evinde sadece, gruptan çıkmayı garantileyen Ukrayna'ya 3-0 mağlup olmuştu. Grupta en fazla gol atan adamımız Fatih Tekke'ydi ve 9 maçta 5 golün altına imzasını koymuştu. Takımın kendi evinde oynayacağı bir Danimarka maçı ve deplasmandaki Arnavutluk ve Ukrayna maçları vardı. Kazakistan'ı Almaty'de 6-0 mağlup ettiğimiz maçtan sonra görevden alındı Ersun Yanal. Bu aynı zamanda 1980 sonrası Türk milli takımı tarihinde ilk kez bir teknik adamın galibiyetten sonra görevden alınışı oldu. Şöyle deniyordu o günün basın sayfalarında Yanal'ın görevden alınış gerekçesi için.

TAKIM O G B M A Y P
Ukrayna 9 7 2 0 15 3 23
TÜRKİYE 9 4 4 1 19 7 16
Yunanistan 9 4 3 2 12 7 15
Danimarka 8 3 3 2 13 8 12
Arnavutluk 9 3 0 6 7 16 9
Gürcistan 7 1 2 4 10 16 5
Kazakistan 7 0 0 7 2 21 0

Hakan Şükür tartışmaları ile yıpranan, Dünya Kupası grup elemelerindeki son maçların ardından hayat bulan Ersun Yanal adeta kendi kuyusunu kazdı. Raşit Çetiner'in istifasından sonra Yanal'ın düşüncesiyle Olimpik Milli Takım'ı Akdeniz Oyunları'na A Milli Takım antrenörleri Mesut Bakkal ve Metin Bayındır'ın götürmesi planlanmış, kendisinin de ekibe gözlemci olarak destek vermesi kararı alınmıştı. Ancak Yanal, izin almadan İspanya'ya gitmeyince topun ağzına geldi.

Olimpik Milli Takım, dün sabah İspanya'ya uçarken, Kafile Başkanı Serdar Güzelaydın, havaalanında Ersun Yanal'ın olmadığını görünce büyük şok yaşadı. Ancak Yanal'ın, A Milli Takım Sorumlusu Davut Dişli ve Menajer Can Çobanoğlu'na gitmeyeceğini söylediği ileri sürüldü. Buna rağmen Dişli'nin yakın çevresine, "Ersun Yanal benden izin almadı" sözleri kaos yarattı.

Patlayan krizin ardından Yanal'ın görevden alınması görüşü ağırlık kazanmaya başladı. Federasyon Başkanvekili Hasan Doğan, "Buna 'kriz var' diyebiliriz. Kafile başkanı, listede ismi olan Yanal'ın gelmeyeceğini havaalanında öğreniyorsa, bir sıkıntı var demektir" ifadesini kullandı. Serdar Güzelaydın ise, "Kimseden izin aldı mı bilmiyorum" dedi. Ersun Yanal'ın, pazartesi günü yapılan antrenör eğitimi seminerine de katılmadığını öğrenen yetkililer, son kararı Levent Bıçakcı, Serdar Güzelaydın, Davut Dişli üçlüsüne bıraktı. Bugün saat 17.00'de federasyon binasında Bıçakcı ile bir araya gelecek olan Yanal'dan önce savunma, sonra da istifasının istenmesi bekleniyor. Tecrübeli hoca ise "Sayın Serdar Güzelaydın'a bir haftadır gidemeyeceğimi söylüyorum. Çok yorgunum. Böyle bir sebepten A Milli Takım Teknik Direktörü görevden alınır mı? Yarın Danimarka'ya puan kaybedersek kimse A ne iyi hocaydı, Akdeniz Oyunları'na gidip milli takımı da seyretmişti demez" savunmasını yaptı.

Yani gerekçe Yanal'ın Türk milli takımı ile yaşadığı başarısızlık değildi görünüşte. Zaten ortada elle tutulur bir başarısızlık da yoktu. Takım grupta ikinciydi ve şansını sürdürüyordu. Ama sokaktaki adam, ekrandaki yorumcu, internetteki fısıltı gazetesi herkes tek birhadisede birleşiyordu. "Hakan Şükür'ün milli takıma alınmayışı". Yanal "Hakan Şükür'ü sistemine uymadığı için milli takıma almadığını" iddia ediyor, onu eleştirenler de onun söyledikleriyle çeliştiğini ve Şükür'ün yokluğunda hava toplarına sık başvurduğundan ve uzun boylu oyuncuların milli takıma alındığından söz ediyorlardı. Bu konuşmaların arasında ipi çekildi Yanal'ın. "Hakan Şükür gibi bir oyuncun varsa kadroya alırsın" en çok dile getirilen yorumdu.

10 Ekim 2009 akşamı, bu olaydan 4 yıl 3 ay 17 gün sonra Fatih Terim Belçika mağlubiyeti öncesi demeç veriyordu. Ersun Yanal'ın milli takım kariyerine 3-2'lik galibiyetle başladığı Kral Baudoin Stadyumu'nda. Şöyle diyordu. "25’i özel, 30’u resmi 55 maç yaptık, 25 özel maçta 10 galibiyet, 9 beraberlik ve 6 yenilgi aldık. 30 resmi maçta ise 16 karşılaşma kazandık, 7 kez berabere kaldık, 7 maçı kaybettik. Genel toplamda, 26 galibiyet, 16 beraberlik ve 13 yenilgi aldık. Resmi maçlarda 55 gol attık, 35 gol yedik, özel maçlarda 33 gol attık, 26 gol yedik. Bu dönem resmi organizasyonlarda milli takımın tarihteki hiçbir süreçte olmadığı kadar maç kazandığı ve en istikrarlı dönemidir"

Halbuki milli takım Ersun Yanal döneminde 15 maçta 8 galibiyet, 4 beraberlik ve 3 yenilgi almıştı. Yanal milli takımın başında çıktığı maçların % 20'sini kaybetmişti. Bu rakam Fatih Terim'de ise %23 idi. Tabi maç sayısı daha fazla olduğu için Fatih Terim'in aldığı galibiyet sayısı fazla görünüyordu ama yüzdeye vurulduğunda Terim yönetimindeki maçların % 47'sini kazanabilmiştik. Bu rakam Ersun Yanal döneminde % 53'tü. Takım 55 maçta 55 gol atmış ve 35 gol yemişti. Yani maç başına 1 gol atmış ve 0.63 gol yemişti. Ersun Yanal'ın takımı ise 15 maçta 29 gol atmış 14 gol yemişti. Bu maç başına 1.9 gol ortalaması ve 0.93 gol yemesi demekti. Yani Terim'in Ersun Yanal'la galibiyet, mağlubiyet, attığı gol ve yediği gol verileri açısından karşılaştırmasında üstün olduğu tek rakam yediği gol sayısındaydı. Onun dışındaki tüm verilerde Ersun Yanal daha öndeydi. Bu rakamlar Cumartesi akşamı Terim aleyhine değiştiler.

Bu sayısal verileri yazmamın sebebi kafaları karıştırmak, Terim'in daha fazla maç oynadığını, Euro 2008'de mücadele verdiğini göz ardı etmek ve bunun üzerinden bir eleştiri yapmak değil. Milli takım kariyerlerinin sonunda bulundukları yerlerin arasında çok da fark olmayan (hatta Yanal'ın daha önde olduğu) iki teknik adamın kamuyoundan, Türk halkından, bizlerden gördüğü birbirinden çok farklı iki tepkiye dikkat çekmek. Yanal bir futbolcuyu milli takıma almadığı için aforoz edildi fiilen. İşin resmiyeti daha komikti. Akdeniz oyunlarında milli takıma eşlik etmemek. Fatih Terim Euro 2008'de 2-0 kaybedilen Portekiz maçında, bu ülkenin son yıllarda yetiştirdiği en büyük yetenek olan Arda Turan'ı 90 dakika boyunca kenarda tuttu. O "sistemime uymuyordu" deme zahmetini bile göstermedi. Hiçbir zaman bunun hesabını vermedi. Çıt çıkarılmadı. Aynen görev başında olduğu 4 yıl boyunca görülen onca falsosuna rağmen.

22 Haziran 2005'te Terim görevi devraldıktan sonra Danimarka ile berabere kalındı içeride. Gruptan çıkmayı garantileyen Ukrayna ve grupta hiçbir iddiası kalmamış, maçla olan tek ilgisi, Türkiye'nin çekiştiği Yunanistan'la ile kültürel bir düşmanlığı bulunan ve Yunanistan ile aralarında bugün hala süren bir nefret olan Arnavutluk deplasmanda 1-0 mağlup edildi. Danimarka da Yunanistan'ı 1-0 mağlup edip yolunu açtı milli takımın play-off için. Muhtemel rakipler arasında İspanya, Çek Cumhuriyeti ve Norveç vardı. İsviçre geldi play-offta milli takımın karşısına. Son 2 dünya kupasına katılmamış İsviçre bizi Bern'de 2-0 mağlup etti. Durum 1-0 iken Fatih Terim 83. dakikada Tuncay Şanlı'yı oyundan aldı, Ergün Penbe oyuna girdi. Oyuna girer girmez elleriyle arkadaşlarına 3-5-2'ye dönüyoruz diye işaret etti. Hüseyin Çimşir defansın ortasına geçti. 3 dakika sonra onun hatasıyla ikinci golü yedi takım (videonun 1:00 anında defansın ortasında ofsayt taktiğini yapmaya çalışan ve başarısız olan 15 numara). İçeriye döndük. Türk futbol tarihinin en utanç verici maçı sonucu İsviçre'ye toplamda mağlup olduk. Akıllarda Emre'nin deparı, Mehmet Özdilek'in çelmesi, Fatih Terim'in kenardan yolladığı infaz emirleri kaldı. Dünya Kupası şansı devam ederken görevden alınan Ersun Yanal'dan 5 ay sonra, o şansı bitiren ve üstüne üstlük milli takımı tarihinin gördüğü en büyük skandallardan birisinin içine atan aktörler görevde kalmaya devam ettiler.

Euro 2008 macerası başladı takımın. Yunanistan, Norveç, Bosna-Hersek, Moldova, Macaristan ve Malta'nın bulunduğu gruptan çıkışımız, grubun son maçında Bosna-Hersek'i kendi evimizde 1-0 mağlup edişimiz ile oldu. Bosna-Hersek grubu dördüncü bitirdi. Bizi Bosna'da mağlup ederek. Muslimovic, o zaman adı sanı duyulmamış olan Dzeko ve Cuzovic'in golleri ile. Euro 2008'de hiçbir zaman "istikrarlı takım", "kadrosu oturmuş takım", "ne yaptığını bilen takım" olmadık dünya basınına göre. "Pes etmeyen takım", "sürprizlerin takımı", "geri dönüşlerin takımı", "eğlenceli takım" olduk. İlk sıfatlara sahip takım şampiyon oldu, bir diğeri de bizi eleyerek finalist. Biz ise yarı finale veda ettiğimiz maçtan sonra Gary Lineker'e kızdık "Bak gördün mü Almanlar yine kazandı ulan!!!" diye. O maça neden 13 kişilik bir kadro ile çıktığımızı kimse konuşmadı mesela. Hadi sakatlıkları geçiyorum Tuncay, Arda, Volkan ve Emre Aşık'ın neden cezalı olduklarını. Nasıl olsa bir hakemin bizi doğramasıydı büyük ihtimal. Üçüncülüğü kutlayarak döndük içeri. Turnuvada sadece Çek Cumhuriyeti maçının son 20 dakikasında, Çeklerin skoru koruma psikolojisi ile kapandıkları anda iyi oynamış ve sadece 7-8 dakika önde oynamayı başarmıştık. Terim 2008 macerasında tam 3 kez şansının sona erebileceği anlarda rakip kalecilerin yardımını aldı. Nikopolidis, Mhyre ve en önemlisi de Petr Cech. Bunları da sineye çektik ve içeri döndük.

2010 Dünya Kupası elemeleri başladı. Onun hakkında eleme maçları boyunca çok şey yazdık. "Ders" isimli yazımız düşüncelerimiz hakkında çok net şeyler söylüyor. O yazıdan bir alıntı yapacağız ama, Fatih Terim'in kafasının hala milli takımın başında geçirdiği dördüncü yılda dahi nasıl karışık olduğuna örnek olarak. İspanya'ya karşı İstanbul'da oynanan ve 2-1 kaybedilen maçın ardından şunları söyledi Terim: "Değişiklikleri 1-1'i korumak için yaptım". Direk onun açıklamasından gideceğim. Sabri Sarıoğlu oyuna girdikten sonra sağ açık, Batuhan Karadeniz pivot santrafor, Nuri Şahin ise hücuma dönük orta saha olarak oynadılar ve takım değişikliklerden sonra sürekli rakip kaleye saldırmaya çalışıyordu. Bu oyuncu yerleştirmeleri ile Fatih Terim nasıl 1-1'i korumayı hedefledi bugün hala muallak. İşin daha acısı bu soruyu kendisine tek bir basın mensubunun sormaması. Gelelim bu açıklamanın daha fahiş yanına. Fatih Terim'in maçı 1-1'e bağlamaya çalıştığı gruptan o günkü haliyle bir fotoğraf çekelim ve böylece genel görüntüye de bakmış olalım. Bosna Hersek grup ikincisi ve Türkiye'ye 4 puan fark yapmış durumdaydı. Kendi evlerinde bize karşı kazanmak zorunda olmadıkları bir maça çıkacaklardı. O Nisan 2009 günlerinde inanılmaz formda olan ve Wolfsburg'u şampiyonluk potasına sokan (sonra da şampiyon yapan) genç ikili Dzeko ve Mislimovic'in yanına sakatlıktan kurtulmuş Vedad Ibisevic'i ekleyerek. Bu arada kendi evlerinde büyük bir ihtimalle liderliği garantilemiş, ülke tarihinin yenilmezlik rekorunu kırmış yani artık 18 yaş altı takımıyla sahaya çıksa dahi durumunda hiçbir değişiklik olmayan bir İspanya'yı konuk edeceklerdi. Bu arada biz o arada bir de Belçika ile deplasmanda oynayacaktık. Bu tablodaki bir grupta Fatih Terim amacına ulaşsaydı değişen tek bir şey olacaktı. Fark 4 puan değil 3 puan olacaktı. Onun dışındaki tüm şartlar aynı kalacaktı. Eğer bu 3 puanlık farkın onu deplasmandaki Bosna ve Belçika maçlarını kazandıracak kadar emin kılacağını düşünmüşse hesapları konusunda kafası oldukça karışmış demektir. Zaten bu güvenceyi verecek bir fikstür olmadığı gibi göreve geldiğinden beri 4 sene içinde hala iskeletini kuramadığı bir takım var".

Şu ana kadar anlattığımız her şey, sportif hadiseleri değerlendirme konusunda çok kolay "unutabilen" Türk kamuoyunun biraz dikkatini çekebilmek ve olayları hatırlatmak. Gelelim fasulyenin faydalarına. Milli takım 4 senedir bir oyun planı yaratamadı. Fatih Terim'in görevi aldığı günle bu gün arasında geçen sürede oyun anlayışı, taktik, oyuncu seçimi, kendi kadrosunu oluşturma gibi kriterlerde tek bir adım bile atmadığını görüyoruz. 4 yıl önce Nuri Şahin'i Almanların elinden kaçırarak 17 yaşında milli formayı verdiğimizde Fatih Terim maç sonrası "Geleceğin Türk milli takımını Nuri'nin üzerine kuracağız" diyordu. Nuri bir daha ortalıkta görünmedi. Evet belki üzerine bir takım kurulacak kadar müthiş bir çıkış yapamadı dünya futbolunda ama o halde daha ilk maçında bir hocanın bir adamın üzerine takım kurma vaadi verirken neleri planladığının hesabı sorulmalıydı. Sorulmadı. Abdullah Avcı'nın 17 yaş altı milli takımıyla yaşadığı çıkıştan sonra neden görevinden alındığının hesabı sorulmadı. İsviçre maçı sonrasının hesabı sorulmadı, basın mensuplarına saha içinden kalkan kolların hesabı sorulmadı, yanlış taktiklerin, tekrarlanan hataların, suratına ders almasını bağıra bağıra söyleyen tokatlar çarptıkça bunu ısrarla reddeden bir teknik adamın icraatlerinin hesabı sorulmadı ve bugün savunma olarak "bu ülkeye yaşattıkları unutulmamalı"ya başvuruluyor.

Kimsenin bu ülkeye yaşatılanları unuttuğu yok bunun anlaşılması lazım. Biz Terim'in 4 senelik milli takım kariyerindeki tablosunun ve 9 seneden daha uzun bir zamandır kariyerinde tek bir kupa kaldırmamış bir adama görevi boyunca ciddi şekilde hesap sorulmamasının veya onun otokontrol mekanizması ile Türk halkına hesap vermek yerine ders verme sevdasının peşindeyiz. Yine anlaşılması gereken bir şey var. Kaleci hatalarıyla gelen puanlar, bir türlü oturtulamayan taktik yapı, istikrar, ülkenin başını ağrıtan sportmenlik dışı davranışlar, basın mensupları ile kavgalar, futbolcuların saha içindeki tavırları, oyunculara saha kenarından küfür yağdırmalar, yanlış oyuncu seçimleri, inada binen aday kadro seçimleri vesaire vesaire vesaire...Emin olun o vesairelerin yerini dolduracak daha bir dolu kelimemiz var. Bir teknik adamın bu kusurların sadece birisini yapması kabul edilebilir. Problemimiz de bu, Fatih Terim bu kusurların hepsinin altına imzasını attı. Bu iddiaları tek tek savunduğunuz zaman tabloyu temizlemiyor. Elimizde bunların tümünün toplamında, 4 sene boyunca hiçbir istikrarlı tablo üretememiş, rakiplerin bol bol ikramıyla karşı karşıya kalmış, sportmenlik anlamında basın, rakipler ve uluslararası arenadaki bir çok otoriteye karşı sınıfta kalmış (Belçika teknik direktörü, kendi ülkesinden gazeteci, Bosna maçının hakemi, İsviçre milli takımı....tümü bir olup "haydi Fatih Terim'i bitirelim" demediyse bir problem olmalı, Fatih Terim'in kenarda olmadığı Belçika maçında, Metin Tekin ve Oğuz Çetin'in kendini gösterdikleri tek bir icraat oldu, Dick Advocaat'la ağız dalaşına girdiler, 4 sene boyunca Terim'in örnek alabilecekleri en baskın teknik direktörlük davranışı buydu çünkü), bir önceki eleme grubunda iki sıra gerimizde kalan Bosna-Hersek atılım yaparken yerinde sayan, başarısızlığı net biçimde belli bir teknik adam varsa bu adam eleştirilir. Bu dünyanın her yerinde böyledir.

"Elimizde daha iyisi mi var?", "Futbolcu kalitemiz belli" gibi ifadeleri oldukça komik buluyorum. Hele hele bunu son Avrupa şampiyonu takımın hocasını yaşıyla dalga geçerek, finalistinin hocasını da Alman köylüsü diye uğurlamış bir ülkenin vatandaşları yapınca daha da cinler tepeme çıkıyor. Elimizde daha iyisi yok, evet, zira bırakmadık ki. Guus Hiddink lafları dolaşıyor ortalıkta. Hiddink bu ülkeye çalışmaya geldiğinde PSV ile Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası'nı kazanmıştı. Onu harcamış bir ülke halkının ve basınının "elimizde daha iyisi mi var?" sorusunu sorması beni deli ediyor. Yok çünkü, kimsenin iyi olmasına izin vermiyoruz ki? Kaldı ki bir milli takım hocasının o ülkenin en iyisi olması gerekmiyor. Milli takımlar bazında aldığımız en iyi derecenin mimarı olan Şenol Güneş'in teknik direktörlük anlamında 1992 yılında kazandığı Türkiye Kupası dışında neredeyse hiçbir kupası yoktu. Luis Aragones kariyerindeki son şampiyonluğu 70'li yıllarda elde etmişti. Dolayısıyla milli takım hocalarının dünyanın en iyi teknik direktörleri arasından seçilmesi gibi bir durum bundan önce söz konusu değildi hala da değil.

Hatalardan ders alma zamanı bir kez daha. Bir ülkenin ulusal milli takımının kaderinin kişisel çekişmelere, tek adamlığa, sorgulanmayan ve kayıtsızca kabul edilen kararlara bağlanmayacağının göstergesi bir kez daha. Ders alır mıyız? Çok umutlu değilim. Mehmet Demirkol maç sonrası yazısında "beden derslerinin 1 saat olduğu ve seçmeli ders olarak göründüğü bir ülkenin milli takımının teknik direktörünü tartışmak ne kadar sağlıklı?" diye soruyor. Haklılık payı var elbet. Altyapı, futbol akademileri, yaş gruplarını düzenleyerek sürekli kendini yenileyen jenerasyonlar oluşturma, futbol eğitimini bir karakteristiğe oturtma ve sistemleştirme...Bunların tümü, ülke çapında istikrarlı bir futbol yapısını oturtmanın yolları. Ama şunu da unutmamak gerek. Beden dersi haftada 2 saat zorunlu iken, öğretmenin gözünün içine "serbestsiniz" demesi için bakan ve lafı duyar duymaz futbol maçına koşan çocuklar olarak büyüdük. O gün her yediğimiz gole taş üstü diye itiraz ediyorduk, bugün de milli takım hocasının görevden alınması söz konusu olduğunda "elimizde daha iyisi mi var?" diyoruz. Beden derslerinin saati ve zaruri durumundan önce bizim de kafalarımızda bir şeyleri değiştirmemiz gerekli. Orası kesin. Her gün milyonlarca insanın bisikletle işe gittiği Hollanda'dan 30 yıldır Fransa Bisiklet Turu galibi çıkmamasına çözüm bulmanın yolunda olduğu gibi....

18 yorum:

Majesty dedi ki...

Şöyle bir laf duymuştum, "İsviçre'de bisiklet bir spordur, Hollanda'da ulaşım aracı."

Ülkemize getirip kıymetini bilemediğimiz kişilere baktıkça da, Rijkaard'ın ne kadar şanslı olduğunu görüyorum.

Peki Rijkaard'ın kıymeti nasıl bu kadar bilindi? En yakın geçmişte, hadi Löw o zamanlar gençti, bizimkiler de göremedi adamı falan, son şampiyon Aragones geldi ve gitti, kimse sorguladı mı İspanya'yı Avrupa Şampiyonu yapmış hoca nasıl bu kadar kolay harcandı diye? "Ama İspanyollar zaten uzay futbolu oynuyordu" demesin kimse bana, İspanya'dan ne jenerasyonlar geçmiş, hala Dünya Kupaları yok, Avrupa Kupası kaç oldu bu, iki sanırım? Del Bosque var aynı şekilde, bahanemiz de hazırdı, "İspanya dışına çıkmamış." Yeni gelecek muhtemelen yabancı hocaya da aynı argümanı sunarız, "ya iyi hoca büyük isim de Türkiye'yi Türk futbolcusunu tanımıyor ki abi, bizim topçuyu çok serbest bırakmayacaksın sert davranacaksın". Evet sert davranınca da ne olduğunu gördük, yukarıda yazıyor, Avrupa Şampiyonası yarı final maçı, 3-4 tane cezalı oyuncu! Peki Rijkaard'ın kıymeti nasıl bilindi? Cevap basit, Dünya'nın en popüler, en harika futbol oynayan takımını yönetti VE AYNI ZAMANDA EN MEDYATİK TAKIMI. Caps Lock'u açarak yazdım, Rijkaard aynı tarz futbolu Sparta Roterdam'da oynatıp, onları Hollanda Şampiyonu yapsa, ŞL'de de eh oyuncuları bir yere kadar gider, gruplarda 3. olup UEFA'da çeyrek finalde elenseler mesela, bu kadar destek görür müydü? Hiç sanmıyorum. Eski futbol muhabirlerinin medya patronluğu yolunda emin adımlarla ilerlediği bir ülkede, tamamen medya tarafından yönlendirilen bir halkın da futbol anlayışından zaten bir şey beklememek lazım. (halkı küçümsediğim yok, ama öyle işte, öyle)

lembo dedi ki...

ne ersun yanal'ı, ne de fatih terim'i severim.. ama ersun yanal " hakan şükür sistemime uymuyor " deyip ersen martin'ç çağırdığı gün işin iç yüzü ortaya çıkmıştır.. ersan martin, hakan şükür 'ün yapamadığı neyi yapabilmektedir ? davut dişli-ersun yanal önderliğinde milli takım fenerbahçeye çalıştırılmış, sırf galatasaray'ı yıpratmak adına böyle hilelere başvurulmuştur.. terim zaten apayrı bir hikaye.. bizans zamanında yaşamalıymış.. acil yabancı hoca gerekir bize.. tek bildiğim budur..

q dedi ki...

Büyük resme, bir iki ayrıntı: Ne zaman milli takım bir düşüş trendinin içerisinde olsa, ya bir toplumsal yardım kampanyası, ya da yarışma programları vb. içerisinde yer aldı. Pr ve ilişki yönetimi, terazinin batan kefesini çıkarmak için kullanıldı. Duygu sömürüsü ve popülist kampanyalar, bu ülke için inanılmaz bir kullanım aracı. Böyle bir durumdaki kurumu, adamı eleştiremezsin; eleştirirsen (hangi konuda olursa olsun) aslında duyguyu eleştirirsin; aforoz ederler.
Bir de, İsviçre maçı öncesi ve sonrası, Acar Baltaş ile yapılan milli takım seanslarının kayıtlarının yayınlandığını söyleyeyim. Yani kısaca diyor ki; ey izleyici; ben elimden geleni yaptım, en iyilerle çalıştım, ama yine de olmuş (olacak) olana engel olamadım. Futbolcular kendileri böyle hareket etti. Bir lider, başında bulunduğu güruhu böyle bir hedef gösterimi içine koyar mı? Buna hangi medya çanak tutar? Bu lidere bir daha kim inanır?
ama şu ki; toz duman dağılınca, herşey silbaştan yaşanır; tek bir anı bile hatırlanmadan...

Tartavuz dedi ki...

Ellerinize sağlık çok güzel yazı olmuş... Çıkıp hala ben hesap vermem demiyor mu deli oluyorum.. Kariyeri sürekli gerilemede olan bi adam nasıl bunları söyleyebilir hayret..

Elimizde daha iyisimi var laflarından da nefret ediyorum. Bu kadar şans Yılmaz Vural'a da verilse bunu yapabilir -bence daha iyisini de yapar :) -

joe kleine dedi ki...

Biz lider sever bir toplumuz arkasından gidecek ararız işte bunca yıllık futbol maceramızda arkasından gidilebilecek adam olarak bu adamı bulduk hakikaten şu anda bir ikincisi zor bulunur, biz hiç bilime ilime falana filan yakın olmadık ki, biri çıksın bizi kurtarsın biz ona biat edelim arayışımız bu, aslında yanarımda Fatih Terimin bu payeyi bu şansı kişisel egoları uğruna kendini geliştirmeyerek harcamasına yanarım...

Unknown dedi ki...

Flying Dutchman, gene çok güzel yazı yazmışsın. Fatih Terim ikinci döneminde sportif başarısızlıktan öte neredeyse halkı milli takımdan soğutacak konuma getirdi. Milli takım sonuçta adı üstünde tüm ülkeyi kucaklaması gerekirken, sürekli gereksiz kavgalarla git gide daha antipatik hale geldi. Zaten Fatih Terim de bana göre Euro 2008'den sonra çok istekli değildi. Sonuç olarak elimizde yaş ortalaması yüksek, sistemi olmayıp her maçta bambaşka oynayan, patlamasını bekleyebileceğimiz genç bir yıldızı neredeyse olmayan bir milli takım kaldı.

Aslında Türkiye'de futboldaki sorun hepimizin bildiği gibi teknik direktör sorununun çok ötesinde. Futbol yıllardan beri amatörce yönetiliyor, her şeyden önce bunun çözülmesi lazım. Bir türlü istikrarlı bir takım olamadık, bu da elbette organizasyon eksikliğimizden kaynaklanıyor.

Uğur Meleke bugünkü yazısında "Milli takım altyapısı, genç teknik adamlar için Süper Lig’e hazırlık kampı olmamalı" demiş, gerçekten çok doğru bir söz. Fatih Terim'in ikinci dönemindeki -İsviçre maçında yaşananlar haricindeki- en büyük hatası bana göre milli takımlardaki tüm antrenörleri antrenörlük tecrübesi çok az olan eski öğrencilerinden seçmiş olmasıydı. Bu kadar futbolu sevip de bu kadar altyapıyı umursamayan başka bir ülke yoktur sanırım.

Aslına bakarsak buna şaşırmamak gerek çünkü ülkemiz insanın yapısı da böyle. Eriksson Rooney'i 17 yaşında milli takıma aldığında birçok kişi "vay be adamlara bak" diye övüyordu fakat Fatih Terim Batuhan'ı oynatınca eleştirmeyen kalmamıştı nerdeyse, sanki kenarda Drogba bekliyordu da hoca Batuhan'ı oynatmıştı. Yani son maçta Ceyhun ve Yusuf oynatıldığı için eleştirmek gerçekten çok kolay ama Mevlüt ve Batuhan gibi gençler oynayınca da herkes eleştiriyor. Sanki defalarca dünya kupası kazanmış bir ülkeymişiz gibi çok sabırsızız. İşte bunu kırabilmek için artık farklı bir şey yapmak zorundayız. Altyapılar için hep takım başarısı önemli değil, iyi oyuncu gelsin yeter denir ama eğer genç milli takımlarımız başarılı olabilirse insanlarımız belki daha sabırlı olabilirler. Mesela ben daha milli takımda izlediğim maçlarda Nuri Şahin'i pek de iyi göremedim ama u17 takımıyla oynadığı dünya şampiyonası yüzünden hala çok umutluyum ondan. Genç takımların başarılı olması durumunda futbol kamuoyunun da buralardan gelecek oyunculara karşı daha toleranslı olacağını düşünüyorum, işte bunun için genç milli takımların antrenörleri çok ama çok önemli.

Fakat ne yazık ki bana göre Mahmut Özgener'de futbola böyle geniş bir açıdan bakabilecek bir vizyon yok. Muhtemelen şimdi tonla para verilip yabancı bir hoca gelecek, eh bir kaç tane de Almanların yetiştirdiği Türk oyuncuları ikna edersek ne ala diyeceğiz. Bundan sonra 2012'ye muhtemelen gider, 2014 Brezilya'yı gene evden izleriz işte... Artık oturup ciddi ciddi bir şeyleri değiştirmezsek böyle gelmiş böyle gider demeye de devam ederiz.

Adsız dedi ki...

tek kelimeyle muhteşem bir yazı...başlık yeter tek başına..sadece ufak bir düzeltme...isviçre maçı öncesi favorilerle underdoglar eşleştirildiği için bizim ispanya ve çek cumhuriyeti ile eşleşme şansımız yoktu...3 aday slovakya norveç ve isviçreydi...

Gokmen dedi ki...

eline sağlık bir güzel yazı daha... benim de anlamadığım husus şu ; ersun yanal ne milli takım da ne de kulüp takımlarında başarısız olmamıştır.eğer geçen sene trabzon son haftalara kadar iddasını koruduysa bunda hiç mi payı yoktu? peki bugün trabzonun durumu nedir?yazındanda anladığım kadarıyla anti-ersunculuğun tek sebebi hakan şükürse vay futbolumuzun haline diyorum...

tierra dedi ki...

eline sağlık.. bize söyleyecek hiçbir şey bırakmamışsın!

Nazmi Hasdemir dedi ki...

kardeşim mükemmel bir fatih terim analizi yapmışsın. senden ricam benim blogtaki fatih terim etiketli yazıları bir kez okumalısın. Benim senelerdir söylediklerimi sen toparlamış yazmışsın helal olsun.
favori yazım
çeteistan imparatoru
mahhalletakimi.blogspot.com

herşeyin bir nedeni var, gerilemeninde. Seçilmiş daha sonra posası çıkartılmış zavallının biridir terim.

Adsız dedi ki...

Fatih Terim' i eleştirirken hakikaten çok ciddi oturup düşünmeli bence.

- Her ne kadar Türkiye' de düşünce yapısı 1990 ların başında Şenes Erzik dönemiyle değişmeye başlasa da Fatih Terim ismi bu değişikliğin ete kemiğe bürünmüş ifadesi oldu. Normalde 10-15 yılda katetmemiz gereken yolu 3-4 yılda aldık, yan etkileri böyle oldu. Dünya görüşü, siyasetteki duruşu, ilişkileri, tavırları biz Cuper tarzı yazarların/izleyicilerin hoşuna gitmediği için elimize geçen her fırsatta yerin dibine sokmaktan kendimizi alamadık, hoş, kendisi de malzeme sağlama konusunda hiç güçlük çıkarmadı. Dürüst olarak konuşmakta fayda var, Denizli,Yanal yada "Terim'den farklı dünya görüşünde" birisi olsa nasıl yaklaşırdık Terim'e ve yaptıklarına?
- Kendisinin ilk döneminden sonra takımın başına gelen Ş.Güneş, E.Yanal matematik olarak O'ndan daha başarılıydı. Doğrudur, ancak bu Onların başarılarının Antalya' da 3.kaleci iken milli takım seviyesine Terim sayesinde gelen Rüştü'lerin oluşturduğu iskeletin sayesinde olduğu gerçeğini değiştirmez.
- Ünlü İsviçre maçı sonrasında aklı başında hiçbir federasyon Terim' i orada tutmazdı, M.Özdilek' in görevden alınmasına yalnızca kargalar güler.
- Kadro revizyonunu/dönüşümünü, kendi hataları yüzünden, beceremedi, aşırı hırsı oyuncularda ters tepti.İlk dönemindeki oyuncular bunu bir şekilde kaldırabildiler ancak E.Belözoğlu gibileri bunun altında kaldı.
-Euro 2008 için Terim' in Cech e para vermesi lazım, yoksa bu başarının teknik/taktik ile alakası yoktu.
-Sonuç olarak, hayatımızın pekçok alanında olduğu gibi olumlu/olumsuz abartıların nesnesidir Terim. Ancak şunu söylemek hakkaniyete uyacaktır diye düşünüyorum; Türk futbolu 1994 öncesi ve sonrası diye ikiye ayrılır, Terim kendi egosunun kurbanı olan bir fenomendir, nokta.

FLK

delgado dedi ki...

mükemmel bir yazı.

baho dedi ki...

"Nasıl istemem, her Türk genci gibi tabii ki bende istedim. Ama inanın bugüne kadar hiçbir kimseden bir davet almadım. Aslında davet ederler diye çok bekledim ama olmadı. Demek ki onların gözünde yeterli değilmişim. Şimdi Hollanda Milli takımı için ter döküyorum. Burası da benim için ikinci bir vatan sayılır."

bunları diyen geleceğin en büyüyk yıldız adaylarından arsenal oyuncusu oğuzhan özyakup

saha dışında dahada skandal bir organize sinyor terimden..

Ortega dedi ki...

Fatih Terim'in medyanın birkaç sivri dilli ismi dışında kimse tarafından eleştirilememesi çok ciddi bir olaydır. Sadece medyadaki isimler değil, normalde bir teknik adamın ilk mağlubiyetinden sonra o takımın başında olan yöneticiler arasından en az bir kişi ya açık yoldan, ya da bir gazeteci arayarak federasyondan bir yönetici imzalı eleştirilerde bulunur. Lakin bunu Terim'in çalıştırdığı Türk takımlarında görmek çok zor. Bu demek değildir ki Terim eleştirilsin, yerden yere vurulsun.

Euro 2008'de gelen başarının ardından çok mühim bir kuşak yakaladık. Gelecek bizim diyen isimler, bugün Türkiye'nin futbolcu kalitesinin toplamda düşük olduğunu yazıyorlar.

Çok garip gerçekten. Terim'i taktik anlamda saatlerce eleştirebiliriz bloglarda..ama benim kafamı kurcalayan, tıpkı yazıda da zaman zaman değinildiği gibi, bir başkasının eleştirildiği kriterlerin mevzu Term olunca göz ardı edilmesidir.

Hiddink meselesine gelince. Ortaya bu ismi ilk atanlardan biriyimdir. Türkiye'de kendisine yapılanları da hatırlıyorum. Zaten blogdaki yazının sonunda biz kimleri harcadık gibisinden de not düştüm. Biraz uçuk kaçıyor Hiddink ama içine düştüğümüz durumu düzeltebilecek birkaç isimden biridir. Kurtuluş reçetesi gibi adam. Gelir mi? Geleceğini sanmam, ama yine de umut etmek güzeldir.

Gökmen Özdemir ve Mert Aydın da sağlam bastırıyor bu konuda ama yemez :)

altay dedi ki...

Imparator Fatih Terim...

Serhat dedi ki...

2010 Dünya Kupası'na gidilemiyor. Üstüne bir sonraki turnuva elemeleri fikstürüne üçüncü torbadan dahil olma durumu. Bu iki unsur Fatih Terim'in son iki yılının başarısız olduğunun somut kanıtlarıdır. Ancak bu başarısızlığı hala malum İsveç maçı ile ilişkilendirerek eleştirmek çok da doğru değil.

Ayrıca o malum maçta yaşananların sebeplerini sadece Fatih Terim'de toplamak kendimizi inkar demektir.

Bu arada yazıdaki düşünce istatistiki veriler ile desteklenmekle beraber şunun gözden kaçırılmaması lazım. Bir takımın coach'u, teknik direktörü, menejeri o takımın lideridir. Ancak o lider, bir oyuncu (kariyeri ne kadar büyük olursa olsun)ile ilgili yaşadığı sorunu dahi çözemiyorsa liderliği her ortamda sorgulanmaya başlanır, sonrasında da liderliği elinden alınır. "Sistemime uymuyordu" argümanı çok doğru olsa bile herhangi bir sistemi olmayan ülkenin basınına ve o ülkede yaşayan insanlara bunu kabul ettirmek imkansızdır. Bu nedenle Ersun Yanal'ın liderlikle ilgili Fatih Terim seviyesine gelmesi için daha çok yolu vardır.

ozanaltin dedi ki...

yazı inanılmaz başarılı. Son paragrafı herhangi bir gazetede görsem zaten Dutchman olduğunu anlarım. Yazının başarılı olmasından ziyade Fatih Terim'in görev süresince yaptığı her olumsuz hareketi (taktik anlamda da dahil) kahvehane tabiri ile eleştirip öteye gidemeyen bir yergi sistemimiz olduğu için 'cesur' da buldum. İsviçre maçındaki taktik analizi ve pozisyonu izledikten sonra aklıma gelen her insanın hata yapabileceği. Futbolcusundan tekink adamına kadar, hakem de Petr Cech de dahil. Ama yaşım itibari ile şahit olduğum federasyon mantalitesi konusu haricinde beni endişelendiren başka da birşey yok. Federasyonumuz, Futbol temelli hareketler yapamıyor. Çünkü ellerinde ne bir proje ne de bir 'irade' var. Teknik adam seçerek, ve tüm teknik kadroyu baştan aşağıya bu teknik adam çevresi ile donatarak önlerindeki 3-4 seneyi pasifize etmekten başka yapacakaları birşey yok, olmayacak da. Aynı hikayeleri daha çok duyacağız. Diğer yorumlarda belirtildiği gibi, almanlardan ya da hollandalılardan kaptığımız futbolcularla övüneceğiz. Ama kimse çıkıp da Dünya Şampiyonası'nda Brezilya'ya elenen o Genç Takımımızdaki çocuklara ne oldu diyemeyecek. Altyapımız kötü, kaynak ayırmıyoruz gibi altı boş saçmalıklar söylemeyeceğim tabii ki ama ortada bir gerçek var hepimizin düşüncesi her izlediğimiz maçtan sonra 'iyi oldu', 'hakettiler', 'bırak yenilsinler'e dönecek. Birazcık dil farklılığı ile Federasyonun yani Türk Futbolunun başının da tavrı bu olacak, edilgen olmaya devam edecekler söz konusu olan 'MİLLİ' takım değilmiş gibi. Aynen sana katılıyorum dutchman, betonlaşmış futbol anlayışımız, sorumluluktan kaçışımız bizi önliberoda pas alışverişinden başka bir işe yaramayan, ofsayt yapmayı bile beceremeyen Hüseyin Çimşir'den farklı yapmayacak. Bakalım ne zaman dikine oynamayı öğreneceğiz?

outlawtorn dedi ki...

yazıda terim 55 maçta 55 gol attı yazmışsınız ama bu 55 gol resmi maçlarda atılan gol sayısı. özel maçlarla beraber 55 maçta 88 gol yapar ki ma. başına 1.6 gol ortalaması demektir bu. yani terim döneminde o kadar da düşük değil gol ortalaması. tabi aynı dönemde milli takım 33 değil 59 gol yemiştir. bu da maç başına 1.07 ortalaması yapar ki buradan ersun yanal'ın milli takımının terim'in milli takımına oranla daha iyi defans yaptığını gösterir. aslında yanal bu alanda da terimden üstündür. galiba özel maçları hesaba katmayı unuttunuz.

aslında bütün verilerde terim üstün olsa bile zamanında yanal'a büyük haksızlık yapılmıştı. zannımca ersun yanal halan milli takımın başında olması gereken isimdir.