27 Ekim 2009 Salı

HAFTASONU NOTLARI 2010 - 7


Ara uzadı, ama dünkü maçla hayata döndük. Her şeye rağmen seviyorum ben bu maçları. Katlanamıyorum, yüreğim sıkışıyor, tam hazırlanamadığınız sınavın iptal olması için anlamsız bir istek duyarsınız ya, hep o oluyor, hemen bitsin, sonu gelsin istiyorum ama bir şekilde, ilk düdükle son düdük arası dakika saymama rağmen geçiyor bitiyor, kişisel derbi tarihime bir halka daha ekleniyor her seferinde. Ben bu gerilimli haliyle sevdim derbiyi!

* Notlar derbiyle işgal olacak, mazur görün, o varken diğer her şey silikleşiyor, biliyorsunuz işte. Zaten kaydadeğer başka bir şey de izlemiyorum kaç zamandır, ara verdik aşırı futbol günlerine, Ahmet'e devrettik. Ahmet demişken belirtelim. Kaç zamandır kafamızda olan Stat Gezginleri projemiz, Hyundai ve FourFourTwo'nun ortak projesiyle hayat buldu. FourFourTwo kasım sayısında Ahmet'in Ege turunu ve bu turda yaşadığı şahane olayları okuyabileceksiniz.

* Saat 5 olmuştu Nazlı'ya geldiğimde. Ekip rakı masasını evde kurmuş, son 10 yılın maçlarını izleyerek hazırlanıyordu derbiye. Ben ise başka işler yüzünden sokaklardaydım o saatlerde. Gözlemlere de o saatlerde başladık esasen. Bana mı öyle geldi bilmiyorum ama, Galatasaraylılar'ın kazanabiliriz umudu ve arzusunun zirveye çıktığı maçtı bu maç. Eh öyle olduğu da Facebook'ta ve sokaklarda belli oluyordu. Bilenmiş mesajlar ve giyilmiş formalar, isteğin canlılığına delaletti belki. Gelgelelim öte tarafta da bir ekstra motivasyon vardı galiba. Rakibin iyi durumda olması, hücum hattının ürkütücü yanı, sarı lacivertlileri de gaza getirdi. Nazlı'ya geldiğimde sokağın haline inanamadım gerçekten. Renkleri boşverin de, futbol din ya hani, cenneti varsa orası gibi bir yerdi herhalde. Saat 6 sularında etraftaki 5-6 tekel bayide bira kalmadığına şahit olduk. Corona'ları ve light'ları yağmalıyorlardı en son. Biz geç kalmışlığın da etkisiyle prag usulü fanta-votkalarla başladık işe, iyi de geldi. Meşaleciler de ortamı fırsat bilmiş, yakaladıklarına satıyorlardı. Satılan da yanıyordu tabi hemen. Dumanın kokusunu da özlemişiz, içimize çektik.

* Tuvalet sıkıntısı var tabi sokakta, bilen bilir. Arka sokaktaki bir boş arsa o işi görüyordu dün akşam. Oraya doğru yönlendiğimde sokakta feryat figan bağıran bir kadın gördüm, yardım istiyordu. "N'olur gelin Fenerbahçeliler evimize saldırdı, babam kalp hastası, bıçak çekti" falan diye gaza gelmiş. N'oluyor derken birkaç kişiyle daha çıktık baktık yukarıya. Adam nasıl bir gaza gelmişse, ufacık çocuk var ağlıyor. Etrafta da kimse yok. Herhalde sokaklarda iyice vandal hale gelen birkaç gerizekalı şişe falan attı cama, bunlarda da bir telaş. Neyse ki iş açmadık başımıza, sakinleşti olay, geri döndük yerimize.

* Bir iddiam vardı maçtan önce. Yukarıda da anlattığım sebepten kırılma maçıydı bu maç. Galatasaray'ın arzusunun tavan yapacağını, bu noktada da kazanamazlarsa, belki bir beş yıl daha aşağıya doğru bir eğri olabileceğini düşünüyordum. Doğru çıkar mı bu tespit bilmem ama, yine de taraftardaki ve camiadaki bu arzunun sahaya yansıtıldığını söyleyemeyiz.

* Sahaya yansıma falan dedik, girelim artık içeriye, maçı anlatalım. İçeriye girince bir bayramlaşma faslı başlıyor tabi artık. Görmediklerimizi görüyoruz, gazın son haline geliniyor artık. Seneye şeker-kolonya getirmeyi düşünenler var, o derece. Bu geyiği dünkü idmanda Koch da yapmış, futbol bayramını şeker dağıtarak kutlamış. Biz ise, dakikalar yaklaştıkça heyecanı harlıyoruz. Hele içeride neden olduğunu o an bilmediğimiz 15 dakikalık gecikme iyice geriyor. Meğersem neler olmuş biz görmezken. Kavgalar döğüşler, yarılan kafalar. Maç başlar başlamaz Baros da sedyeye düşünce, gidişat hakkında endişeleniyoruz.

* Kim ne derse desin, on yıldır bu maçların gidişatı hep Fenerbahçe lehine olması gerektiği gibi oluyor. Daha ilk dakikalarda sayılmayan gol arzuları katmerliyor. 12. dakikada artık bu maçlarda görmeye alıştığımız ufak bir Galatasaray savunması konstrasyon kaybı ve boşta Alex'in dokunuşu. İkinci yarı başlamış ve Galatasaray'ın yüklenmesi beklenirken, bir kaleci hatası, bir penaltı ve ikinci gol. Belki bu golün hemen ardından yenen gol işleri sarpa sardırabilirdi bu kez, orada da Keita'nın kritik bir dakikada dışarıda kalması belirleyici oldu. Sonrası zaten olması sürpriz olmayan bir gol daha ve sonuç.

* Daum'un hakkını yemeyelim. Bükreş'te işe yarayan oyun yapısını değiştirmedi. Galatasaray'ın en önemli ama bir yandan da tek önemli planı olan kanat oyunlarına karşı akıllı bir diziliş kurdu sahada. Mehmet-Gökhan'ın direnci ve öbür kanatta da Vederson'un Inter maçındaki performansını hatırlatan oyunu, Galatasaray'ın çok şeyler beklediği Arda-Keita ikilisinin önünü tıkadı. Bu anlarda aslında plan b'yi yaratması beklenen Elano'nun da henüz istenen seviyenin yakınlarında bile olamaması işleri değiştirdi bence.

* Lefter-Alex buluşmasına ithafen, alternatif güncellenmiş slogan önerisi, tam zamanı: "Ver Alex'e, yaz Excel'e!"

* Sahaya bir şeyler atılması falan tasvip edilecek şeyler değil. Son 1-2 yıldır azalmıştı Kadıköy'de bence. Ama bu yıl yine abardı olay. Ben burada da Galatasaray'ın görece daha kuvvetli ve favori olarak gösterilmesinin Fenerbahçe taraftarının bozulmaya doğuştan müsait psikolojisini etkilediğini düşünüyorum. Sanki rakip daha kuvvetliyken bir şeyler yapmaya mecbur hissediyor bazı aptallar kendisini. Bir işe yaradığı da görülmemiş bugüne değin! Eğer saha dışı olaylar oyunu etkiliyor olsaydı herhalde 2007 Mayıs'ındaki o efsane olaylı maçta Fenerbahçe'nin beş yemesi gerekirdi. Net bir şey var, soğukkanlı kalan, mücadele eden kazanıyor.

* Bir de şeyi konuştuk. 10 senedir kimler geldi kimler geçti. O gün sahada olan tek futbolcu vardı pazar günü oynayan: Emre Belözoğlu. (Bu arada arşivleri karıştırırken şunu buldum 7 mayıs 2001 gazetelerinde; koymasam çatlarım: Emre çıldırdı - GALATASARAY otobüsü, güvenlik için maçtan sonra uzun süre staddan ayrılamadı. Bu sırada birçok taraftar, ellerindeki darbukalarla oyuncuları kızdırmaya çalıştı. Emre’ye çok sayıda laf atıldı. Adeta çılgına dönen Emre, otobüsten inmeye çalıştı. Takım otobüsündeki yöneticiler bu oyuncuyu güçlükle sakinleştirdi. ) Formaları değiştirmişti tabi. Şunu demek istiyorum. Olay sadece Kadıköy deplasmanında artık varolduğu söylenen gerilimli ruh halini geçmiş durumda. Tam bütün futbolcular artık alıştı, geçen yılki kavgadan sonra bu yıl daha sakin geçebilir diye düşünürken, sene başında ülkeye yeni gelen iki oyuncu işleri başa sarıyor: Baroni ve Keita. Baroni belki oradaki itmesinin böyle bir sonuca yol açacağını düşünmüyor olabilir, çünkü bilmiyor işte tarihi. Ya da Keita, kendisine gelen su şişesini kenardaki federasyon görevlisine götürdüğünde hakikaten işe yarayacak sanabilir, çünkü bilmiyor.

* Toparlayalım. Nereye kadar gidecek bu iş bilmiyoruz. Ama elimizden geldiğince şu derbileri korumaya çalışsak keşke. Fener taraftarının gözü önünde Galatasaray tribünlerine polis dalarken "oh oh" çekilmese keşke. Dışarıda işi refahı sağlamak olan polis, önce bize laf atıp, sonra coplarla dalmasaydı keşke. Hakemin kafasına gelmeseydi yabancı madde, sahaya hiçbir şey atılmasaydı. Sadece futbol kalsaydı geriye ve Rijkaard'ın stratejisini, Daum'un akılcılığını konuşabilseydik. Neyse ne diyelim, elde kalanlarla yetineceğiz.

* Kısa özetler geçeyim diğer şeyler hakkında, çünkü hakikaten hiçbir şey izleyemedim bütün haftasonu. Eskişehir'in koreografisini yeni izledim, haftanın gürültüsünde es geçildi, ama yine alkışlanacak bir iş. Hayatımda ilk kez gördüğüm sahneye imza atan, gol atmadan sevinen oyuncu Ekrem Dağ da komikti hakikaten. Beşiktaş için kritik bir üç puan, Galatasaray'la 4 puan var arada sadece, üstelik Galatasaray'a yenilmelerine rağmen, o kadar da kötü değil durum. Trabzonspor için de kritik bir galibiyetti. Sivas'ın yerine aday Gençler ve Kayseri önemli 3 puanları bıraktı, ama Bursa hala yükselmeyi sürdürüyor. Yedek kulübesinde kırmızı kart görme rekorunu kırmaya oynayan Okan Buruk'a ne demeli bilmiyorum. Andre Moritz'in golüne ve o golü ona attıran Ali Güneş'e de şapka çıkaralım. Musa Aydın golü Bülent hocasına hediye etmiş asker selamıyla. Necati ise Antalya'da sahnelere geri dönüyor, bu performansla belki gol krallığı tabelasına üstlerden girerek, ismini tekrar hatırlatabilir. Özellikle geçen haftaki golü tekrar tekrar izlenmeli. Bir çift sözüm de Bangoura'ya! İnsan boş kaleye attığı gol için 3 takla atar mı yahu, o hatayı yapan kaleciye ayıp!

* Fenerbahçe kağıt üstünde 5 puan önde, bir de oynamadan kazanacağı 3 puanı daha var. Şimdiden 30 puan yapmış durumda. Geçen yıl ilk devreyi 33 puanla bitirdiğini hatırlatırsak, bu puan daha anlamlı oluyor. Bu yıl çıta daha yukarıda olacak ve Fenerbahçe'nin olası iki maçtaki puan kaybı yarışı yine 3-4 takım arasına çekecek. Tepedeki iki yalnız hipotezimiz şimdilik rafa kalkmış durumda.

Bırakalım atıp tutmayı da gerisine bakalım. Heyecanın katsayısı körüklendi. Kış yaklaşıyor, domuz gribi söylemleri yoğunlaşıyor, bir yandan da çift basamaklı haftalarda ligdeki yerlerin daha belirli hale gelmesini takip edeceğiz.

by tunchay

6 yorum:

painkiller dedi ki...

okan buruk 4. hakeme enerji içeceği fırlattı, küçük bir bilgi

varol döken dedi ki...

sokaktaki şarapçıları unutmayalım!

Ku.Ba dedi ki...

"Fenerbahçe kağıt üstünde 5 puan önde, bir de oynamadan kazanacağı 3 puanı daha var."

Ya benim kafami bir süredir kurcalayan bir sey var. Simdi maglubiyet psikolojisi diye alginabilir (zira Galatasaray'liyim), ama samimi olarak ogrenmek istiyorum.

Hatirladigim kadariyla, malum olaylardan once Ankaraspor'a karsi oynayip da 3-0'lik (?) net bir skorla, yani, deyim yerindeyse bileginin hakkiyla galip gelen tek takim Galatasaray'di. Ankaraspor'a karsi oynayan diger 5-6 (?) takimin hepsi puan kaybettiler (beraberlik, hatta cogu maglubiyet). Peki simdi Galatasaray, diger takimlarin oynamadan, ter dökmeden, yani puan kaybi riski yasamadan hanelerine 2 x 3 puan ve arti 6 gol averaji yazabilmelerini niye kabul etsin? Farzedelim ki sezon sonunda 3 puan veyahut bu averaj yuzunden GS sampiyonlugu veya Avrupa liglerine katilma hakkini kaybediyor. Diger taraftan ise, Ankaraspor'a karsi oynayip da aslinda puan kaybetmis bir takim, sezon sonunda kume dusmesi gerekirken, yine ayni kararlardan dolayi ligde kalabiliyor ama bu sefer de kurban baska bir takim oluyor.

Hangi adalet anlayisina sigar ki bu? Dolayisiyla, mesela GS yonetiminin karara neden itiraz etmedigini de anlamis degilim dogrusu. Yoksa bu olayda benim goremedigim bir sey mi var?

Söz konusu kararin Gökçek hanedanini yerine Ankaraspor'da su an bosta bekleyen fukara futbolculari cezalandirdigi gercegine girmiyorum bile. Diyecegim o ki, bence bu olayda federasyon siçip sivadi arkadas. E hadi illa Ankaraspor'u cezalandirmak istediniz, o halde mesela ceza olarak bilmem kaç eksi puan niye verilmesin ki? Daha etkili ve daha adaletli olmaz miydi bu?

Tepkilerinizi bekliyorum.



Not: maçlar hakkindaki bazi detaylari yanlis hatirliyor olabilirim, ama bu sordugum sorunun içerigini degistirmiyor elbette.

Ku.Ba dedi ki...

Hatta yukaridaki senaryolari daha da abartabilirim:

Farzedelim ki ligde sona yaklasiliyor, GS da Avrupa'da önemli bir maça veya hatta finale çikmak üzere. Söz konusu karar verilmis olmasaydi, sampiyonluk yarisindaki en yakin rakibi FB Ankaraspor'a karsi oynayarak puan kaybetmis ve bu yuzden sampiyonluk yarisina erkenden havlu atmis olurdu. Yani GS ligde sampiyonlugu garantilemis, dolayisiyla lig maçlarinda as futbolcularini dinlendirebiliyor, ki Avrupa maçlarina daha dinç çikabilsinler.

Aksi durumda ise (söz konusu karar sonrasi), GS sampiyonlugu henüz garantilemis degil ve bu yüzden lig maçlarinda da as oyuncularini kullanmak istiyor, bu maçlarin birinde de Arda veya Keita sakatlaniyor, bir sonraki Avrupa maçlarina çikamiyorlar.

Çok mu abarti oldu bu? :D

fidddas dedi ki...

bu konuda noatın incelemesini okumanı dilerim... orada lig düşürmenin mantığı ile ilgili gerekli bilgiler veriliyor.
ankarasporun önceden oynadığı maçlarında neden hükmen statüsüne girdiği konusunda bilgi var...
dolaysıyla hukuken yanlış ve yanlı bir durum yok...
vicdaenen rahat olmamanız ise bu durumdan tamamen ayrı bir durumdur bence...

Ku.Ba dedi ki...

fidddas,

Beni yonlendirdigin blog icin tesekkurler, gercekten cok doyurucu bir yazi kaleme almis Noat arkadasimiz, lakin benim sorumu tamamiyle cevaplandirmiyor ne yazik ki.

Soyle ki: i$in kitabina gore yapildigindan pek kuskum yoktu zaten. Ama benim idare hukugundan ogrendigim bir gercek sudur: belli bir davranis kanuna gore idari bir yaptirim gerektiriyor olabilir, ama eger bu yaptirim 3. sahislara (veya kurumlara) zarar verecek gibi gorunuyorsa, bu 3. sahislara itiraz hakki dogar. Bu itirazi dikkate alan hakim ise, gerekirse alternatif bir yaptirimin uygulamaya sokulmasi gerektigi yonunde hukum verir.

Sikayetimin vicdanimin rahat olmamasindan kaynaklandigi konusunda elbette haklisin, ama sonucta vicdan adaletin temelidir, oyle degil mi? :)