30 Aralık 2009 Çarşamba
500 DAYS OF SUMMER
Bir dolu sahnesi, sizi bir dolu başka sahnelere götüren bir film 500 Days of Summer. Zaten ilginç şekilde filmin baş kahramanı da kendi hayatlarının bir başka film The Graduate'den etkilendiğini açıkça itiraf ediyor. Günümüz kadın erkek ilişkileri üzerine, çok iddialı olmayan ama net saptamalar yapan ve bunda da hayli başarılı olan, süresini hafiften kısa bulduğum bir film. Bir çiftin 500 güne yayılan ilişkilerini anlatıyor. Elimizde tipik bir erkek var. İçine ufak bir kıvılcım düştüğünde aşk denizine hemen yelken açan türden. Tipik bir de kız. Bu ciddiyetten korktuğunu her fırsatta dile getiren ve bu düşüncesini asla erkeğe kafasındaki gibi anlatamayacak türden. Sonrası zaten günümüz ilişkilerinin birçoğunun özeti gibi. Erkeğin, belli etmek istemese de sahiplenişi (uğruna kavgaya girişi), işi "hayallerimin kızını buldum"a götürecek şekilde ciddiyete bindirmesi ve karşı taraftan da en az kendisi kadar ciddiyet beklemesi ve bunu alamadığı her anda büyük anlamlandırmalar yapması. Kızın ise o baskı ortamından hep kaçmak istemesi ama aynı zamanda partneriyle iyi anlaşabileceği bir ilişkinin ciddiyete gerek olmadan da sürdürülüp, iyi vakit geçirme tabanına yayılabileceğini anlatma isteği. Sonunda erkeğin "bağlanmaların olmadığı ilişki" modeliyle kızınki çakışıyor tabii ki. Bir taraf bağlanmayı cinsel anlamda algılarken, diğeri duygusal anlamda yorumluyor çünkü.
500 Days of Summer piyasaya ilk çıktığında filmdeki Summer karakterine lanetler okundu, genel olarak erkek seyirciler tarafından. Bir kısım da Tom'un finaldeki tavrına kızdılar. Şunu söyleyeyim, ben kimseye kızmadım. Zira hayat genelde böyledir. Ruh eşiniz, kaderiniz, hayatınızın kadını olarak düşündüğünüz insan, genellikle sizi öyle görmez. O da aynı kişiyle bambaşka bir şekilde tanışır. İhanete uğramış hissedersiniz ama yeni "ruh eşi" ile buluşmak çok uzun sürmez (belki de Tom'un hayatında 1 "Spring" 1 de "Winter" olmuştur daha sonra, biz sadece ikisini gördük). Aslında "ruh eşi" gerçekleşmesi çok zor, hatta dürüst olalım gerçek olmayan bir ilişki hurafesidir. Beraber olduğumuz insanları biz o mertebeye ulaştırırız, onlar hazır halde bizim karşılarına çıkmamızı beklemezler dünya üzerinde. Filmin bu görüşü doğrulayan tarafını da oldukça beğendiğimi söyleyeyim.
Before Sunrise karşılaştırması biraz haksızlık olur. O film bambaşka bir şeydi ve bana göre bir başyapıttır. Zaten derdi de başkaydı. Hele 9 sene sonra gelen devamı ile birleştirildiğinde. Bu film mutlaka bir filme bağlanacaksa High-Fidelity daha iyi bir seçim olur kanaatindeyim. Onun kadar iyi olmasa da Hollywood'un içinden hala böyle naif filmler çıkabilmesi sevindirici.
Bir de...Benim annem de en çok Ringo Starr'ı sever lan.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
15 yorum:
ilginctir, ben de High fidelity'i animsayarak seyrettim bu filmi. Nedenini anlayamasam da, 30lu yaslarin ortasinda biri olarak, High Fidelity'i cok daha anlamli bir film olarak goruyorum. 500 Days... biraz daha genc isi geldi bana:)
Ciddiyetten kacan gonul eglendiren kiz tipik olur mu hic sevgili fd
summer'ı yolda görsem ağzını burnunu kırarım. nuri alço geçen gün taksim'de ayağıma bastı bir şey yapmadım, ama summer'a yaparım. ciddiyim!
Barış'ın yorumuna katılıyorum bende. Ancak bu filmin çok net saptamalar yaptığı da bir gerçek.
"Zira hayat genelde böyledir. Ruh eşiniz, kaderiniz, hayatınızın kadını olarak düşündüğünüz insan, genellikle sizi öyle görmez."
Bu kadar işte abi. İnsanlar bunun suratlarına vurulmasına tepkililer sadece.
Summer'a kıl olan insanlardan biri de benim.Öyle gül gibi adam bırakılıp gidilir mi uleynn!
2009 içeriside izlediğim en iyi filmlerden biriydi.Sahneleri hala aklımda :)
Yapmayin etmeyin Hollywood sinemasi gul gibi kadinlari birakip giden adamlarla dolu. Viva summer
Sonu hariç hakikaten son yıllardaki filmler arasında türünün en iyilerinden. Beklentilerle gerçek hayatın yanyana gösteildiği bölüm filmin zirvesiydi sanırım. Son sahne öncesi Summer e kızan her erkek o sahneyle hala akıllanmadın mı be adam demiştir. Filmdeki karakterlerin bizdeki yansıması da zamama bağlı olarak değişiyor diye düşünüyorum. Üniversite zamanlarında ilk gördüğü kıza hayatının aşkı gözüyle bakan,anında 5 yıllık kalkınma planı yapan erkek tarafı, yaş alıp iş hayatına girince daha summerlaşıyor. Karşı tarafta da tam tersi, genciz, güzeliz, gezelim, eğlenelim tavırları zamanla acaba evde mi kalıyorum yok mu beni alacak bir Tom şekline dönüşüyor sanki. Ayrıca soundtracki de en iyi filmlerden bir tanesi bence. Hero, sweet disposition ve hepsinden önemlisi; there is a light that never goes out.
Summer: I woke up one morning and I just knew.
Tom: Knew what?
Summer: What I was never sure of with you.
Bu kısmı en can alıcı dialoguydu bence filmin.
Ps. Mafaldaya katılıyorum. Commitment isteyen erkek olur mu hic. Filmdeki Tom Hansen gibi sokakta kac tane bulabilirsinki?
Valla filmi izlerken Summer'a kafa göz girişesim geldi ama sonra "olm dur demek ki kızın ruh eşi değilmiş bizim eleman. canı sağolsun" diyerek dizginledim kendimi. Mutlu olsun ne diyelim :P
Türe pek ilgim olmadığı için midir bilemem ama beni sarmadı bu film. Diğer romantik komedilerden aşırı bi farkını göremedim. Tamam sonu farklı olabilir ama 7'den fazlasını da veremem 10 üzerinden.
Hatta ben de bir şeyler yazdıydım filmle ilgili;
http://cineshoot.blogspot.com/2009/11/makyajl-romantik-komedi.html
bu yil bu türde izledigim en iyi filmdi sanirsam. yüksek beklentilerle izlemedim. zira uzun bir süredir begendigim, takdir ettigim, ufaktan da takintili oldugum Zooey Deschanel'i izlemek icin oturdum basina..
film bittiginde ise bogazimda birseyler dügümlenmisti. kimseye kizmadim ama hikayenin gercekciligi insani cok etkiliyor. basindan bu tip bir sey gecmis her erkek kendini bu adamin yerine koymustur. artik belki bu hatalari yapmazsiniz ama adamin gözünüzün önünde yapiyor olusu ve sizin caresizce izlemek zorunda olmaniz cok aci verici ve etkileyici. ayrica film sonunda o saf duygularla birine tekrar baglanamayacaginiz gercegi suratiniza bir kez daha vuruluyor. bu da ne kadar ayni aciyi yasamayacaginizin garantisi olsa da, o saf duygulara melankolik bir özlem duyulmasina da yol aciyor.
soundtrack gercekten muhtesem. carla bruni'den Quelqu'un M'a Dit, Feist'den Mushaboom, Regina Spektor'dan Hero, Sweet disposition ve tabii ki Zooey Deschanel'den Sugar Town defalarca dinlenecek güzellikte..
daha uzun yazabilirim film hakkinda ama yorum olarak bu kadar yeter. 9/10 veriyorum. yilin ilk 10'u arasinda yukarlarda yer bulur kendine
Summer'a kızanlardanım ama başka birisini bulması sebebiyle değil. Yazıda yazdığın çoğu şeye katılıyorum FD özellikle şu kısma:
"Zira hayat genelde böyledir. Ruh eşiniz, kaderiniz, hayatınızın kadını olarak düşündüğünüz insan, genellikle sizi öyle görmez. O da aynı kişiyle bambaşka bir şekilde tanışır". Ama bunun Tom'u ne kadar acıtacağını bile bile o bankta oturdukları sahnede gösteriği tavır, seçtiği sözcükler dayağı hakediyor fazlasıyla :)
Summer 'ı canlandıran Zooey Deschanel bu filmde fazlası ile bir dönem Adile Naşit - Münir Özkul filmlerinin kızı Itır Esen'e fena halde benzemiyor mu?
bence filmin tek eksisi finali. yani pek çok insanın zannettiği üzere hiçbir şeyi suratımıza falan vurmuyor bence film, bilakis ruh eşiniz zannettiğiniz insan aslında o olmayabilir üzülmeyin hemen yenisi gelecek diyor. karakterimiz gerçekten hayatının kadını olan insanı kaybettikten sonra -gerçek hayatta olduğu gibi- yapayalnız kaldığı an bitseydi film, işte o zaman tokat olurdu. bu ise masalın ta kendisi. her masal gibi çok güzel, o ayrı.
Tom tam bir Harry Kewell değil mi :D
Yorum Gönder