7 Nisan 2010 Çarşamba

KURUMSAL HAYALLER






















"Klasik tanımıyla, Galatasaray bu topraklardan çıkabilecek en kurumsallaşmış tek spor markasıdır".

Bu yukarıdaki laf Adnan Polat'ın şubat ayında piyasaya sürülmüş Galatasaray Dergisi'nde kendisine ayrılan bölümdeki cümlelerinden birisi. Galatasaray yönetimi ve Adnan Polat kendi yönetimleri zamanında bu "kurumsallık" lafını zaten çok kullandılar da ben kulübün resmi bir yayın organındaki cümleyi almak istedim boşa sallamayalım diye.

Dün Türk basınına Galatasaray eski teknik direktörü Michael Skibbe'nin bazı açıklamaları yansıdı. Ebru Kılıçoğlu aslında onunla bu röportajı devre arasında Antalya kampında yapmıştı öğrendiğimize göre. Her şeyden önce neden Skibbe'nin bu röportajı Galatasaray devre arasında transferleri patlatırken, seçime 2 ay varken yayınlanmadı da, Galatasaray şampiyonluktan kopma noktasına geldiğinde ve o ara transfer bombaları Neill dışında elde patlayınca piyasaya sürüldü onu bilemiyorum. Gerçi Kılıçoğlu bu röportajı gazetesinde hiç yayınlama fırsatı olmadığından kişisel bloguna yerleştirmiş de olabilir kimsenin günahını almayalım. Hatta büyük ihtimal ikincisidir.

Michael Skibbe'nin röportajı çok uzun bir röportaj değil. Genelde Batıdan buraya gelen her teknik direktörün, Türk futbolcusunun temelindeki çürüklükle ilgili yaşadığı şaşkınlık ve hayal kırıklığı ile ilgili görüşlerini biliyoruz. Özellikle Batı Avrupalılarda bu şaşkınlık daha fazla oluyor. İşin o tarafını daha önce çok tartıştık burada ama ben 2 noktaya değineceğim. Şöyle bir bölüm var röportajda.

Galatasaray yönetimiyle ilgili sorunun var mı?

Beklentilerini daha önce anlamış olmayı isterdim. Haldun Üstünel ve Adnan Sezgin’in yetkilerinin hangi konularda olduğunu ancak 2 ay sonra anlayabildim. Bana baştan bilgi verilmedi mesela. Bir de ben bazı şeylerin temelden değişmesi gerektiğini savunuyordum. Ama bana ‘bunlar değişmez’ diyorlardı.


Ne gibi?

Mesela futbolcuların komple bir eğitim alması gibi. İsim vermek istemiyorum ama şu futbolcuyu şöyle yapmalıyız dediğim zaman ‘hayır, o değişmez, o öğrenmez, uğraşma’ diye karşılık alıyordum. Oysa ki emek harcamak, o futbolcuları birer birey yapmak lazım.

İlk sorunun cevabındaki lafın tercümesi şudur. "Bana göreve gelmeden önce Üstünel ve Sezgin'in yetkilerinin ne olduğuyla ilgili hiçbir şey söylenmediği gibi, bu yetkilerin ne olduğunu anlamam 2 ay sürdü". Yani Galatasaray takımı, Adnan Polat'ın yazının girişinde verdiğimiz "Türkiye'nin tek kurumsallaşmış spor markası", göreve getirdiği bir teknik adamla, futbol takımı üzerinde etkisi olan yöneticilerinin arasındaki çizgiyi belirli şekilde çözmeyi başaramamış ve söz konusu teknik direktörün 2 ay boyunca bu yetki sınırlarını anlamaya çalışmakla geçirdiği bir "spor markası". Genelde kurumsallaşmış şirketlerde, insanların görev sınırları bellidir. İdari İşler Müdürü masasından kalkıp Pazarlama müdürüne giderek reklam afişlerinde hangi rengin kullanılması gerektiği hakkında yaptırım uygulayamaz. Ya da en basit ifadeyle o işe karışamaz. Kişilerin görevleri, sorumlulukları bellidir ve bunu zaten şirketten içeri adım attığınızda anlarsınız. En azından 2 ay beklemezsiniz, ya da o şirkette işe girmeden beraber çalışacağınız ekip arkadaşlarınızın görevlerinin ne olduğunu bilirsiniz...

Bunu bir tarafa bırakıyorum, aklınızın bir köşesine....Devam edeyim...

Galatasaray'ın 2008-09 sezonunda en iyi oynadığı dönem Ekim 2008-Ocak 2009 arası dönemdi. Cassio Lincoln'ün de Galatasaray'da en iyi form tuttuğu dönem aynı zamana denk gelir. Bunun en önemli sebeplerinden birisi Michael Skibbe ile Lincoln arasındaki iyi ilişki ve Skibbe'nin bu ilişkiyi sahaya yansıtacak hamleleri yerinde yapmasıydı. Nitekim Kılıçoğlu'nun röportajında da Skibbe yine Lincoln ile ilgili, aralarındaki ilişki hakkında ipuçları veren bazı şeyleri dile getiriyor. Bu ikiliden önce Skibbe sonra Lincoln Galatasaray'dan ayrıldılar. Lincoln'ün profesyonellik ve kulüp etiğine uymayan davranışları konusunda görüşümüzü çok belirttik blogda, o tarafa tekrar girmeyelim. Ben başka yere geleceğim. Bu ikilinin arasındaki iyi ilişki ve bu ilişkinin getirdiği iyi futbola rağmen Skibbe başarısız sonuçlar sebebiyle, Lincoln de "disiplinsiz davranışları gerekçe gösterilerek" kulüpten uzaklaştırıldılar. E zaten bir kulübün menfaatleri, iki çalışanının arasındaki iyi ilişkiden önde olmalıdır. Dolayısıyla bu kararların, o tarafında bir problem yoktu.

Frank Rijkaard'ın tercümanı Mert Çetin'le ilgili, geçtiğimiz hafta herkes bir şeyler yazdı. Çetin'in görevde kalmasının en önemli sebeplerinden birisi olarak Rijkaard'ın onu çok sevmesi ve aralarındaki iyi ilişki olduğu söyleniyor. Şimdi yukarı geliyorum. 1 sene önce, bir teknik direktör ile futbolcu arasında var olan iyi ilişki ortamına rağmen, bu 2 adam da kulübün menfaatleri gerekçe gösterilerek uzaklaştırılırken, neden 1 sene sonra aynı kulüp menfaatleri, bir teknik adam ile tercümanı arasındaki iyi ilişkiye takılıyor bunun açıklamasının yapılması lazım. Ve tabii, o giriş cümlesine tekrar geliyorum. Bu iddia edilen "en kurumsallaşmış marka" anlayışına ne kadar uymaktadır?

Kurumsallık, hem futbolculuk hem de teknik adamlık kariyerleri parıltılı olan, kurumsallaşmış futbolun içinden çıkan 2 adamı saha kenarına yerleştirmekle olmuyor. Bugün Abovv Dürümcü Zinciri'nin başına Bill Gates ve Frederick W. Smith'i getirmekle nasıl dünya çapında kurumsal bir firma olmuyorsanız, temeli kurulmamış, informel ve keyfi uygulamaların devam ettiği, bir dolu sapma görülen, kendi içinde tutarsız ve istikrarsız bir sistemin başına da Frank Rijkaard ve Johan Neeskens'i getirdiğinizde her şey rayına oturmuyor. Dolayısıyla Skibbe'nin röportajından bir bölüme daha atıf yapmak lazım.

Galatasaray yönetimi uluslararası isimlerle çalışırak, iyi isimler transfer ederek ‘Uluslararası’ olmaya çalışıyor

10 sene önce, bugün Avrupa'nın kurumsallaşmada abide kulüplerinden birisi olarak kabul edilen bir kulübü mağlup ederek Avrupa'nın zirvesine çıkmış bir camianın, 10 yıl sonra, "uluslararası olmak için" iyi isimler transfer etme yoluna gittiği imajını neden verdiğini, kurumsal hayallere dalan Galatasaray yönetiminin çok iyi düşünmesi lazım.

7 yorum:

erdem diye biri dedi ki...

2 yıl oldu ve adnan polat'ın niyetinin aziz yıldırım gibi günü kurtarmak mı yoksa uzun vadeli bir planla yeniden galatasaray'a karakter kazandırmak mı anlayamadık...

skibbe'in tespiti doğru olabilir ama hiç güvenilir birisi değil o da...

Flying Dutchman dedi ki...

skibbe'nin teknik adamlığını tartışalım da güvenilir olmadığını anlamadım

teknik adam olarak mı güvenilirliği kastettiniz
yoksa adamın karakteri mi bozuk :)

Erdem Karakuş dedi ki...

Bu konuda birşeyler söylemek istiyorum ben de.

5-2 Kocaeli yenilgisinden sonra ne kadar delirdiğimi hatırlıyorum. Skibbe gidince nasıl rahatlamıştım anlatılamaz. Çoğu kişi de böyle hissetmişti. Müthiş bir kadro teknik direktörün yetersizliğinden dolayı heba olmuştu (diye düşünüyorduk). Sonrası facia tabi. Bu yıl yine çok iyi başlanılan bir sezon, ve yeniden yaşanılan bir facia. Geçen sene Skibbe'nin yetersizliğine bağlanmıştı problem, bu sezon teknik ekibin yeterliliği Galatasaray'ı aşacak seviyede olmasına rağmen yine aynı sonuç çıktı ortaya.

İşte ancak bu sonuçtan sonra insan idrak edebiliyor problemin teknik heyet, futbolcu yeteneği meselesi olmadığını. Ortada kurumsal, yönetimsel problemler var. Borges çok güzel yazmış blogunda bu konuyu, açıp okumak lazım. Adnan Polat ve yönetimi de sonuçta çok çok üst düzey futbol idarecileri değil, normal bir insandan çok da fazla tespit edemez bu problemleri. Bu yüzden onlar da yeni yeni farkediyorlar bazı şeyleri.

bakyaw dedi ki...

Röportajda "Halbuki normalde Türkiye hariç hiçbir yerde başkanların ismi bilinmez." demis...

Zaten isin özü de burda yatiyor herhalde...

Ferhat dedi ki...

Galatasaray açısından kurumsallaşma ve profesyonelleşme anlamında ilerleme olacağı konusunda hiç umutlu değilim.

Doğru kurumsallaşmanın oluşturulması ve çokbaşlılığın kaldırılması için mevcut yönetimin süregelen hatalardan şu andan itibaren ders alması gerekir.Yoksa böyle gittiikleri sürece iki yıl sonunda illaki devrilirler.Ve bu seçimin muhalifleri rekorla işbaşı yaparlar.Çünkü bu seçimde hiç bir proje sunmadan liseli bir kaç t-rex'in etrafında bir kaç uluslar arası part-time pazarlamacı yönetici modeli ile Adnan Öztürk %45 oy alabiliyorsa iki yıl sonra rekorla başa geçer.Ve işte o zaman asıl komedi filmini izleriz.

Çünkü futbol yönetimi olarak mevcut yönetim geçmişte ne kadar saçma sapan işlere imza atsa da bence Öztürk'ün süper kadrosu bu saçmalıklarda Polat'ın da önüne geçebilir çünkü bence bu iş içinde kafatasçıların olduğu part time yöneticilerle de olmaz.

Yani bana göre her türlü kurumsallaşma ve profesyonel yöneticilik anlamında bir dört sene daha Galatasaray'da ilerleme olmaz.

Yani teknik ekibin sürekli işine karışan bir Üstünel-Sezgin-Polat triosuyla da olmaz veya "işe gittim dönücem." Adnan ve Fatih-Gökşen-Hayri Kozak-sürekli ağlayan Abdürrahim Albayrak dörtlüsü ile de olmaz.

Yine de Borges'in önerisi mantıklı.Yani dokunulmaz yetkilerle donatılmış bir sportif direktör ya da genel menajer futbol takımı ve teknik heyetle ilgilensin ve diğer herkes geçmişte hep yaptığı gibi futbol takımına karışmak, teknik ekibi engellemk yerine kendi işlerine baksın.Üstünel transfere, Sezgin kırtasiye işlerine,Polat başkanlığa baksın hatta burada ben de Borges'in fikrine bir ekleme yapmak istiyorum.Galatasaray'ın basın yayın ve halkla ilişkiler sorumluları değiştirlsin.

Yani Servet Çetin'le hayali polemiklere giren Rijkaard yerine basınla iyi anlaşan bir Rijkaard için başta çevirmen olmak üzere bir çok yönetici değiştirilmeli.

roland deschain of gilead dedi ki...

lütfen haksızlık yapmayalım

günümüzün futbol çalışma düzeniyle karşılaştırıldığında Aboovvv Dürüm Zinciri çok daha kurumsal bi firma olarak karşımıza çıkar eminim.

Bill Gates de gelsin Aboovvv da adananın tadına bi baksın

lyotard dedi ki...

Bence Polatların Adnan'ın her şeyden önce bir Türkçe kursuna ihtiyacı var. "en kurumsallaşmış tek spor markası" ne demek?
Bir şey ya "en kurumsallaşmıştır" (birkaç kurumsallaşmış marka arasındaki) ya da tek kurumsallaşmıştır.
Kaldı ki, söylemin mantığı gereği "bu topraklardan çıkabilecek en kurumsallaşmış marka" olmaz, bu kara iddialı başlayan bir tamlama "tek kurumsallaşmış" ile biter.
Bu mantıksızlığın dergide yayınlanması da başlıbaşına kurumsallaşmanın alakasının olmadığını gösterir, çünkü eğer öyle olsaydı bu beyan "tanrı kelamı" kabul edilmez ve çoktan editör (ya da daha en baştan redaktör) tarafından düzeltilirdi. Ha bunlar çok mu önemli?
Evet önemli, çünkü bu tip detaylardır uzmanlaşmayı gösteren ki, bu uzmanlaşma olmadan da "nah" kurumsallaşılır.