Ortaokulda, lisede, üniversitede, adını siz koyun okul yıllarında işte, okulun popüler çocukları vardır hep. Gezi düzenleyen, kızların peşinde pervane olduğu, 8 sınıflık kattaki herkesin tanıdığı bildiğimiz okulun wonder-kid'i işte. Bir de yüzü bile bilinmeyen adamlar vardır. Kimsenin varlığından bile haberi olmadığı. Teneffüslerde sınıfta oturup bırakın bahçeyi koridora bile çıkmayan, çıktığı zaman da ayağıyla tepebileceği bir şey gördü mü tepmek isteyen tipler. Halısaha maçından halı saha maçına gördüğünüz adamlar hani. Kendilerini kanıtlayacakları tek alanın o olduğu ve oraya çıktıklarında o okulun popüler çocuğu dahil kimseyi tanımayan, orada devleşen, övgü alabilecekleri tek alan o olan adamlar. Genelde de "iyi çocuk" diye bilinen adamlar. Kadıköy Moda'da oturan popüler çocuktan farklı olarak Çengelköy veya Ümraniye'de oturan adamlar. Xavi ve Iniesta'yı o adamlara benzetiyorum biraz. O yüzden seviyorum.
Yazıya bu 2 adamla başladım. "
Biraz da Xavi ve Iniesta'ya değinelim" diye yazının ortası veya sonunda yer almayı haketmiyorlar çünkü. Ben olağanüstü bir insan değilim. Hayatta hedeflerim var, iş hayatı, özel hayatı içeren, başarısızlıklarım ve başarılarım var. Beni kızdıran ve deli gibi mutlu eden şeyler. Sabrım bir yere kadar. Bu duyguları uğraştığım ve kendime hedef koyduğum her şeyde hissediyorum. Bu 2 adama büyük bir hayranlıkla bakma sebebim sırf attıkları goller ve boyunlarında asılı madalyalar değil. İnsan olarak örnek alınmaları gerekliliği. Meslekleri futbolcu her ikisinin de. Para kazanmak için bir iş icra ediyorlar. Bankacı gibi, şöför gibi, devlet memuru gibi. Elbette hem anlık, hem de genel olarak sinirlendikleri anlar oluyordur. Sabırlarının taştığı, isyan etme noktasına geldikleri. Ama biz göremiyoruz bunları. Askere giderken, büyükler ve daha önce gitmiş olanlar "
şalteri indirip gir içeri" derler. Yeşil sahada bunu yapabilmiş ender adamlar arasındalar ve bunu bu kadar göz önünde olarak ve başarı kazanarak yapan tek örneği oluşturuyorlar. Her iş mülakatında sorulan, klişeleşmiş, "
en beğenmediğiniz özelliğiniz nedir?" sorusuna "
bazen gereğinden fazla çalışırım, kendimi yıpratırım" klişe cevabını dürüstçe verebilecek tek adamlar belki de. Mental ve fizik açıdan hep alarmdalar, hep dikkatliler, pes etmiyorlar, hep çıkar yol arıyorlar, deniyorlar, bıkmıyorlar, deniyorlar, bıkmıyorlar deniyorlar, bir daha deniyorlar, sonuç alana dek. Hiçbir şey onları isyan ettirmiyor, mesela Arjen Robben'in yüzündeki "
ben artık bittim" ifadesi görülmüyor yüzlerinde. Yedikleri tekmeler sonrası hakemin başına üşüşmüyorlar, bazen aşırı görülebilecek kadar ciddiler, oyundan kopmuyorlar, mücadele ediyorlar, tuttuğunu koparmak için yapışıyorlar işlerine ve bütün bunların yanında yetenekliler, soğukkanlılar.
Bu ikilinin yönettiği takımın arasında yaptığı paslaşmayı "sıkıcı" olarak görenlere çok sinirleniyorum. Zira bu adamlar dünya üzerinde hiç kimsenin yapamayacağı bir işi yapıyorlar.
Döneriz onlara yine. Şimdi gelelim
şu meşhur Total Futbol meselesine. Bakın dostlar, yine söyleyelim. Artık Total Futbol diye bir şey yok. Olmayacak da. Unutalım bunu, dün sahada olan 2 takım da bu futbolu oynamıyorlardı, oynamak zorunda değillerdi ve daha da önemlisi oynamamaları gerekiyordu. Hemen hemen her yerde "
Cruijff'un evlatları mirasa ihanet etti", "
bu mu Total Futbol", "
Gerçek Total Futbol kazandı" türünde saçmalıklar okuyoruz. Ahali, ortada miras falan yok. Üstelik de, o mirası üzerine yıktığınız takımın hocası "
artık Total Futbol'u unutun, dünya değişti, ben kazanmaya oynuyorum" demişken. Takımın yöneticisinin reddettiği bir mirası hala niye illa vasiyete sokmaya çalışıyoruz anlamış değilim. Futbolun evrimleşmesini, değişmesini, hem bireysel bazda hem takım bazında, "iyi olmanın" kriterlerinin bundan 30 sene öncesiyle karşılaştırılamayacak kadar farklı olmasını hesaba katıp, hala 1974'te sahaya sürülmüş ve Yanni'nin piyano tınıları eşliğinde izlediğimiz oyuna atıf yapmak pek dürüst olmuyor. O zaman "
Messi futbolcu değil" dediği için güldüğümüz Hıncal Uluç'tan farkımız kalmıyor. Çünkü o 1982'nin Socrates'li Zico'lu Brezilyasında kalmış, o takımı ve o adamları arıyor, biz de 1974'ün Hollandasını. Yok artık o adamlar da o takım da. Ve paragrafın başında söylediğimiz "olmamalı da". O defansın orta saha çizgisine kadar geldiği, pres çizgisini rakip sahanın ortasına kadar çeken Hollanda dün akşam sahada olsaydı, İspanyollardan ilk yarım saatte yiyeceği golleri çıkarmak 3 günü alabilirdi. Futbol sahasındaki romantizm, 21. yüzyılda en fazla Xavi ve Iniesta'nınki kadar oluyor. Xavi'nin çeyrek final zaferi sonrası "
biz romantik bir futbol oynuyoruz" lafı tesadüf değildir belki de?
Finali büyük ihtimalle evinden izleyen Jose Mourinho, Inter ile nisan ve mayıs ayında oynadığı 2 maçın (Nou Camp'taki Barcelona ve Madrid'deki Bayern Münih maçları) kısa vadede bu kadar büyük etki yapacağını tahmin ediyor muydu bilmiyorum? Hollanda, Inter'in Sneijder'ını eksene oturttuğu taktiğiyle aynen Mourinho'nun yaptığı gibi La Masia'yı durdurmaya çalıştı. Bunu yaparken son maçını oynayan Van Bronckhorst'un sürekli savunmanın ortasına kat ederek De Jong ve Van Bommel'e yardımcı olmasını da hesaplamıştı. Aslında, Ramos'un bazı pozisyonlarda boşluk bulmasına ve Mathijsen'ın orayı zorunlu olarak kapatması dışında işledi bu plan. Diğer tarafta Van der Wiel Capdevilla karşısında hiç zorlanmadı neredeyse ki bu maçı uzun süre dengede gitmesini sağladı. Tabii Van Marwijk bu taktiğin yanına sert tarafa daha yakın bir tatlı-sert futbolu da eklemişti ki Hollanda'nın maç sonundaki kart raporu bunun sonucu. Böyle bir taktiği tercih ettiğiniz ve rakibi yıldırmayı seçtiğiniz zaman, doğasında bulunan sertliği dizginleyen bazı oyuncuların dizginlerini bırakmış olursunuz. Birçok kişi Van Bommel ve De Jong'un maçı bitirmesini yanlış kararlar olarak görüyorlar. De Jong'un Xabi Alonso'ya karşı hamle yaparken, sonucun böyle olmasını istemediğinden eminiz. Ama ortaya çıkan şey bambaşkaydı ve futbol sahasında amaca değil ortaya çıkan sonuca bakılıyor. Dolayısıyla kartın rengi kırmızı olmalıydı.
İkinci yarı Robben'ın kaçırdığı gollerden sonra hem fiziksel hem de mental açıdan, kaçırdıklarında kalması sebebiyle bitmesi Van Marwijk'ı bir kumar noktasına getirdi. Ya Robben'ı kenara çekip orayı güçlendirerek Van der Wiel'i rahatlatacak ya da her ihtimale karşı Robben bir tavşan daha çıkarır diye bekleyecekti. İkincisini seçti, ben ilkini seçerdim söyleyeyim, zira De Jong-Van Bommel ikilisinin bozmak başka bir kumarı beraberinde getiriyordu. Jesus Navas'ın koridora çevirmeyi amaçladığı kanatta önce onun çıkışlarını sınırlandırmak için Elia oyuna girdi ama onun amacı, genç yaşında kendini kanıtlama tarafına kayınca Van Bronckhorst'un 35'lik adalesi dayanmadı ve kupadaki ilk dakikalarnı alan Braafheid çıktı sahneye. Heitinga ve Mathijsen'ın ben de dahil, turnuvanın başından beri herkesin beklediği, arkalarına sarkan topların yaratacağı tehlike bitime 13 dakika kala geldi. Sonunda kırmızı kart getirerek. Her şeye rağmen bu 2 oyuncunun kendilerinden beklenilenin çok üstüne çıktığını belirtmek gerek. O andan sonra iş Stekelenburg'un mucizelerine kalmıştı. Dayandı dayanabildiği kadar Ajax'lı ama Iniesta'nın vuruşunda teslim oldu. Gol atıldığında Hollanda sahada Robben'ın çayır gezisi sebebiyle 9 kişi penaltıları bekliyordu.
Hollanda'da şaşkınlıkla beraber hakeme isyan var tabii. Dünyanın en soğukkanlı, hatta soğuk olarak bilinen Batı Avrupalı bile söz konusu Dünya Kupası finali olunca, golden önce verilmeyen kornere sığınabiliyor. Bu tramvayı atlatmaları zaman alacak. En çabuk atlatan yine Bert van Marwijk görünüyor. Turnuvanın başından beri üstlendiği misyonun, artık 2 sene sonraki turnuvaya göre güncellediğinin bilincinde.
Kapatırken maç içindeki centilmenlik gösterilerinden ikisine değinelim. İlkinde Heitinga'nın, Casillas'a servis ettiği top nerede ise bir rezalete sebep oluyordu. Ama benim dikkat çekmek isteidiğim ikincisi. Xabi Alonso top orta sahada ayağındayken, sakatlık sebebiyle yerde yatan oyuncusun (sanırım Villa'ydı) hesaba katarak topu dışarı attı. Holanda taçla oyuna başladı, topu geri vermeleri gerekiyordu, Van Bommel topa ayağının burnuyla vurdu, top İspanya kalesi tarafındaki korner bayrağı dibinden taça çıktı. Sahadaki herkesin nasıl tepki gösterdiğini gördük. O rakiple pek uğraşmayan Del Bosque'nin dahi alkışladığı sahneleri de. Türkiye'de neredeyse her maç yapılan bu göstermelik, bayağı centilmenlik şovunun dünya arenasında nasıl karşılandığı açısından iyi bir ders olmalı.
La Masia, De Toekomst'a galip geldi....Bu eşleşmenin ayrıntısını da perşembe günü BirGün'e saklayalım.
14 yorum:
Yazının Xavi-Iniesta kısmı muazzam olmuş, tüm yazıyı onlara ayırabilirmişsiniz aslında.
"Ama ortaya çıkan şey bambaşkaydı ve futbol sahasında amaca değil ortaya çıkan sonuca bakılıyor."
Buı cümle tartışılmaz bir doğruymuşcasına yazılmış ama benim bildiğim "niyet", futbol oyununda bir çok kararı etkiliyor.
'Bu ikilinin yönettiği takımın arasında yaptığı paslaşmayı "sıkıcı" olarak görenler' denim ben de; ve bunu söylemekten zerre imtina etmiyorum. Dünya üzerinde hiçkimsenin bunu yapamayacak olması ve buna saygı duyup değerlendirmek başka şeydir, bundan sıkılmak başka.
Bu Xavi ve Iniesta konusu gerçekten çok sıkıcı bir hal aldı. La Masia'nın katolik okulu düzeninde bir yapılanması vardır ve 8-9 yaşından itibaren burda yetişen adamların hal ve hareketlerine gerçekçiliğin ötesinde yapılan yorumlar hoşuma gitmiyor. Tamam biz de biliyoruz İniesta saha üzerinde çok gösterişsiz,sessiz ve çalışkan, Ronaldo da şımarık serseri. Peki "tevazu" iyi ve doğru karaktere sahip olmanın birincil adresi mi ki?
Bu adamları ve yarattıkları şeyi ben de seviyorum, İspanya'nın bu süreci alnının akıyla tamamlamasından ben de mutlu oluyorum ama, ümraniye'deki adamla benzeştirmek konusu tamamen aykırıdır bu oluşuma. Zira Ümraniye'den Armando çıkar, Roy Keane çıkar, hatta biraz gelişkininden Cantona çıkar, ama asla bir Iniesta çıkmaz. Ordaki çocuk Iniesta'lara uyuz olur, okul servisine de yumurta atar. Zira La Masia silik sessizler değil, kontrolünü kaybetmeyen okumuş topçular yetiştirir. Bu kusursuzluk da tek başına sıkıcıdır.
"İspanya'nın oynadığı futboldan sıkılıyorsanız futbolu bilmiyorsunuzdur!"
Bunu kim, hangi hakla ortaya atıyorsa, "e bi de get!" deme hakkım da her türlü saklıdır.
@pompelmo
oradaki lafın örneği, misal topa müdahale etmek için yapılan kayarak müdahalenin penaltı yaptırmasıdır...
Robben kaçirmayip Elftal kupayı kaldirsa, Xavi-Iniesta, Umraniye-Moda (Pan Monroe ile hemfikirim bu konuda) yazilip konusulmazdi..Kil payi...Bu kupayi digerlerinden farklı kılan ve damgasını vuran tevazu ve centilmenlikten, ligimizde "puan ve puanlar için geldik" diye başlayarak adam başı 3er dakika yerde yatıp, 2ser dakika hakemlerle tartisan takımlarımız ne kadar pay alacak merak ediyorum..
@j-rep
maç sonucuna göre yorum değiştiren bloglar için başka adreslere tıklaman lazım. Burada pek yapmıyoruz.
Son paragrafta ne demek istediginizi pek anlayamadım. Centilmenlik gösterisinden kasıt nedir? Hollandalıların yaptıgı son derece terbiyesizceydi. İlk pozisyon kasti olmayabilir onu geçtim 2. topun korner direginin yanına gönderilmesi çok ayıp hele ki dünya kupası final maçında.
Tıkla dediğin yerlerde de Euro 2008den beri "kısa boylu ve hareketli oyun karakterleri ile rakip savunmaları yıpratan Xavi-Iniesta" yazıldıgı icin burada olanlar az degildir
Bu maç üstüne her tarafta gerektiği gibi bir çok şey yazıldı çizildi, okuduklarım arasında en iyisi de sanırım bu yazı. Ben açıkçası daha Hollanda tarafına kayan bir yazı bekliyordum fakat şükür ki yanıldım :D
Yazıya övgü dışında yazabileceğim şahsi yorumlarım: Van Bommel ve De Jong gibi herifleri şahsen artık bu sahalarda görmek istemiyorum. Sertlik ayrı, adamın hayatına kastetmek ayrı. Kendilerinin ve yaptıkları hareketlerin medyada ve dünya çapında taraftarlar arasında inanılmaz tepki görmüş Axel Witsel, Martin Taylor gibi adamlardan ne farkı var anlayamıyorum. Centilmenlik ayağına yaptıkları ali cengiz oyunlarına hiç değinmiyorum bile.
Ha bir de NTVSpor'da dinlediğim kadarıyla Robben'in maçtan sonra sarfettiği "ilk kırmızı kartı Puyol görmeliydi" lafı varmış ki, sadece gülüyorum. Almanlara bakın da adam gibi kazanmayı da kaybetmeyi de öğrenin!
http://9gag.com/photo/28969_540.jpg
total futbol yok diyorsunuz ama Cruyff un 2009 tarihli şöyle bir röportajını alıntılamıştım;
-Sizinle doğan ‘Total Futbol’u günümüzde en iyi uygulayan takım hangisi?
Tartışmasız Barcelona. Futbol adına ne gerekiyorsa yapıyorlar ve tribünleri futbola doyuruyorlar. Barcelona’daki her oyuncu, 3 pozisyonda oynayabiliyor. Mesela sağ bek ileriye gittiğinde, onun yerini dolduracak 2 oyuncu oluyor. Sağ açık ortaya, ortanın sağındaki ise beke geriliyor. Barcelona’yı iyi izlediğinizde, futbolcuların saha içinde müthiş bir rotasyon içine girdiğini görürsünüz. Aslında ‘Total Futbol’, topsuz alanda oyuncuların yaptığı hareketler ve saha içindeki pozisyon değişimidir. Dünyada topsuz hareketliliği de şu an en iyi Barcelona uyguluyor. Bazen Arsenal de bunu başarabiliyor.
Total Futbol
maalesef bende xavi-iniesta ikilisinden ve bir maçta 1000 pas yapan ispanya ve barcelona futbolundan sıkılanlardanım.[seni sinirlendirmek adına söylemiyorum] diyorlar ki "futbolda artık sonuç önemlidir bu sonuca nasıl ulaştığınız önemsiz." kesinlikle katılmadığım bir önerme bu. arsenal son 5 senede 1 tek kupa kaldırmış değil ama oynadığı her maç bana muhteşem keyif veriyor. mesela bu sezon 80. dk'da 2-0 öndeyken 3-2 kaybedilen wigan maçı bile ayrı bir keyifliydi. fakat ne inter ne de barcelona futbolundan keyif almıyorum. belki ikisi arasındaki maçlar taktik açıdan zevkli olabildi bu sene ama bir inter-juventus, bir barcelona-valencia maçlarından alacağım keyif bir arsenal-hull city maçından alacağım keyfin onda biri değil.
barcelona'nın tevazusundan bahsedilmesi ise ayrı yaralıyor beni. şu anda barcelona'nın almak istediği fabregas'a ve arsenal'e yaptıkları saygısızlığa bakılarak bile barcelonanın karakteri hakkında fikir sahibi olunabilir. hakeza iniestanın finalde aldığı son iki faulde temas bile olmaması bunların biri sonucunda kırmızı kartın gelmesi vs vs.
hele yapılan altyapı vurguları. barcelona her sene real madrid kadar transfer harcaması yapar ama barça niyeyse altyapı takımıdır, real madrid para babasıdır. pazarlama başarısı mıdır nedir?
öncelikle "biz bu oyunu niye seviyoruz, niye seyrediyoruz?" sorusunun cevabını sağlam bir şekilde verirsek yorumlamamız biçimimiz ve aldığımız keyif miktarı değişecektir diye ümit ediyorum. benim istediğim sadece güzel futbol; skor tabelası bizden yana, kupalarla dolu müzemiz olmasa da olur.
total futbol derken 70'lerin 80'lerin futbolu değil.21.y.y.'ın total futbolu.Top rakipteyken takım halinde topun arkasına geçmek, pres yapmak, top kapmak. Takım halinde oyunu kontrol edip hücum yapmaktır.
Hollanda'nın zaman zaman sertlikte kantarın topuzunu kaçırdığını kabul etmemek saçma olur. Fakat İspanya'nın yetenekli ayaklarının özellikle ikinci yarıda sarı kartlı Hollandalılar'ı attırmak için pek çok pozisyonda daha müdahele söz konusu değilken yada çok abartılı bir müdahele söz konusu değilken kendilerini yere bırakış şekilleride pek hoş değildi.
Robben'in Puyol kırmızı kart görmeliydi yorumu sanırım kendisinin maçın sonlarına doğru geriden gelip Puyol'u geçerek Casillas ile karşı karşıya kaldığı pozisyonda Puyol'un düşerken kendisine sarılmaya çalışması ile ilgilidir.
Hakem konusuna çok girilmesini çoğunlukla bende eleştiririm ama Howard Webb bana kalırsa iyi bir maç yönetmedi.
İspanya topu ayağında iyi tutup doğru yere doğru pası doğru zamanda atan Xavi - İniesta ikilisi ile hakkettikleri zaferi elde ettiler. Hollanda ise kendi açımdan benim beklediğimin üstünde direnç ortaya koydu ama bu direncin bir etkisi olarak işin hücum tarafında etkisiz kaldı.
Ben de insanların popüler olana karşı illa ki protest tavır geliştireceğim diye bu kadar çaba harcamalarına anlam veremiyorum. Bir benzerini Barça-Inter eşleşmesinde de yaşadık. Adamlar bildiğin güzel futbol oynuyor, şimdilik Mourinho ve van Marwijk'in ürettiği, biraz da bel altına vurmakla çalışabilen plandan başka da panzehiri bulunamadı bunun. Zevk almaya çalışın, hayatınızı kolaylaştırır.
Yorum Gönder