5 Ağustos 2010 Perşembe

KOMÜNSÜZ KOMÜNARLARA HAYAT BİLGİSİ



Müziksiz bir dakika yok. Bu yazının şarkısı da bu türkü olsun. “Göçmeliyiz buralardan…” 

Ankara’nın merkezinde bir sağlık ocağında pratisyen bir hekim. 9-6 çalışıyor. Sıradan bir insan. Saçları hafif kırlaşmış, çocuk yapmamayı seçmişler eşiyle. Annesi doktor olsun istemiş, o ise tarih okumak istermiş. Hangisi galip gelmiş bilinmez. Çünkü o hala tarih okuyor ve yazıyor.

Günün birinde bu topraklarda da daha çok insana dair bir düzen gelir mi bilemem. Okuldayken hazırladığım bir ödev için araştırma yaparken Türkiye’de ideolojilere dair teorik kitapların çevirilerinin çok azının 1960'lardan önce yapıldığını okumuştum bir kaynaktan. Yalnız 50 yıllık bir okuma tarihi olan, 100 yıl önce saltanatın hüküm sürdüğü topraklarda tepeden inme yeni bir rejimle, binbir ekonomik zorlukla hayatta kalmaya çalışan bir toplumda böylesine köklü bir değişim bir anda olmayacaktır. Özellikle de dünyanın en zengin petrol kaynaklarına bu kadar yakınken…

Diğer yandan, bir hasta düşünün ki yürüme zorluğu çekiyor. Aynı hastan beyninde bir ur var ki henüz gelişiyor mu yoksa on yıllardır orada duruyor mu bilinmiyor ve anlaşılması için muhtemelen birkaç yıl hastanın izlenmesi gerekiyor. Doktorluğun insani yönünü kaybetmemiş bir hekimle karşı karşıyaysanız ve yürüme zorluğuna sebep olan arıza basit bir ameliyatla çözülecekse, tümörün sürecine girmeden hastanın gündelik yaşamını çekilmez kılan basit ameliyatla başlarsınız. Sonra tümörü izlemeye devam edersiniz.

Henüz farklılıklara bile tahammülü olmayan, gayrimüslim, agnostik ya da ateist olmayı ayıplayan, evlenmemişe “evde kalmış”, çocuk yapmamayı seçene “kısır”, cinselliğini özgürce yaşayan kadına “orospu”, kadına sırf insana olan saygısı nedeniyle saygılı davranan erkeğe “kılıbık”, zamansal özgürlük adına çok para getiren bir işi seçmeyen erkeğe “işe yaramaz” diyen bir toplumda rejimden daha öncelikli sorunlar var demektir. Zaten kalıcı bir rejim, ancak toplum isterse ve bunun için mücadele ederse gerçekleşebiliyor. Tarih bunun örnekleriyle dolu.

Böyle bir toplumun saçmalamaya, saçmalayanlara, delilere ihtiyacı vardır. “Akıllı olup dünyanın derdini çekeceğine, deli ol dünya senin derdini çeksin” hesabı…

Ece Temelkuran bir kitabında şuna benzer bir şeyler diyordu:  “Umut sanki yalan biraz. Umut yittiğinde ne yapacaksınız! İnat ve ısrar daha anlamlı gibi. Daha istikrarlı…” Umudun maya tutmadığı topraklar sanki Mezopotamya. Bunca bereket bunca acıyı dünyanın kaç bölgesinde getirmiştir? O yüzden umudu bir kenara bırakıp insana, doğaya, etiğe dair ısrarcı, inatçı olmak bu toprağın insanı için daha iyi bir ilaç gibi geliyor bana.
Galileo Galilei’nin Eppur Si Muove** demesi gibi akıllıların doğru bildiklerinden şaşmamasına ihtiyacı var bu toprakların. Bunun için de öncelikle umuttan, bu çocukça güzel ama bir o kadar kandırıkçı histen vazgeçmeli. Çünkü eninde sonunda umut terk edecek ve dönek diye itham edilenlere benzeyecek akıllılar.

Özel sektöre adım atarken “İş arkadaşınızı ailenizden, eşinizden daha çok göreceksiniz” demişlerdi de dehşete kapılmıştım. Bu gerçeği anlamam yıllarımı almadı elbet. Her seferinde dönüp dolaşıp “İnsanın karnının doyması, barınmasının bedeli bu kadar ağır olmamalı” dedim bunca yıl boyunca. Ömrümün sonuna kadar da aynı şeyi söylemeye devam edeceğim sanırım.

Aborijinlerin hiçbir oyununda rekabet yokmuş. Çünkü bir tarafın kaybettiği oyun onlar için keyif verici bir şey olamazmış. Buna rağmen yüzyıllardır aynı oyunları sürdürdüklerine göre pek de sıkıcı olmasa gerek.

İşte Tolga Ersoy tarafından yazılmış bu kitap “modern” insanın gündelik yaşantısı üzerine bir doktor reçetesi. Öyle bildiğimiz doktorlar gibi rahatsızlığınız hakkında tek yorum yapmadan sessizce reçeteyi yazıp “Şu ilacı günde 3 defa iç, bu merhemi 1 defa sür” diye kestirip atmıyor. İnsanlık tarihinin bilinen her döneminden ve özellikle “ilkel” dönemlerinden şahane örneklerle detay detay açıklayarak reçeteyi yazıyor.

"Çagdas" insani mutsuz kilan nedir? Sürekli çalismak ya da bir baskasi için üretirken yoksullasmak mi? Yoksa yasaminin her alanina dogrudan müdahale eden bir sistem içinde her geçen gün insandan ve ona ait degerlerden uzaklasmasi mi? Ya da ortaklasa ve esitlikçi bir toplumsal kurgu içinde özgürlügünü yasama umudunu kaybetmis olmasi mi? Düslerini yitirmesi mi?Onlarin "uygarlik" dedigi kapitalizm -ve onunla ilgili hersey- midir yoksa bu mutsuzlugun nedeni. Kapaktaki fotografa bir kez daha bakin. Orada kolektif bir üretimden gelen "uygarlarin" "ilkel" dedigi insani göreceksiniz. Topluluguna gerektigi kadar üreten, yasami üzerinde hiçbir erke izin vermeyen, esit ve özgür yasayan ve sanat gibi, dans gibi, felsefe gibi bos zamana özgü degerlere alabildigine önem veren insani..."Ilkel" insana ve onun "arkaik" sistemine bir övgü degil bu çalisma, yalnizca insana özgü degerlerin yeniden animsanmasi için kisa bir not. Kavramlarimiza sahip çikarak, onlari umudumuzdaki ve düslerimizdeki dünya için yeniden tanimlamak için bir ön çaba yalnizca...Çok yönlü kapitalist kusatma ve yabancilastirmaya karsi yaratici insan, kolektif akli, bilinci ve eylemi örgülemeye aday ve yükümlüdür. Elimizdeki kitabin içerdigi konular bazi kavramlari bilimsel-sinifsal aidiyetleri ile yerli yerine oturtarak henüz yeterli donanima kavusamamis komünarlarimizin yeni nitelik kazanarak kurumsallasmasina katki getirecegine inaniyoruz. *

Kitaptan birkaç cümle:

“…konumuz bağlamında yabancılaşmanın tanımı, gereksinimlerimizin egemen tarafından belirlenmesi ve asıl önemlisi edilgenleri tarafından onun öyle sanılmasıdır.”

“…
Kanımca sorun “yönetme” aşamasının biraz daha ötesinde; ortakça, eşit ve özgür tüktebilme gücüne ulaşabilmekte.”

“…yeni bir iş tanımı… Örneğin, “eşit gereksinimlerimizin doğa ile düştüğü çelişkileri her iki taraf (doğa/insan-toplum) lehine olacak şekilde çözümleme eylemi” yeni bir tanım olabilir.”

“…
Belki de özgürleşme, ütopya kavramını sözlüklerimizden silmek ile başlıyor. En fantezi kurgularımız, en olmaz düşlerimiz bile insana ait oldukları için ütopyanın ötesinde – gerçekte duruyor. İnsan bir şeyi düşündüğü ya da düşlediği andan itibaren o olgu, dünyanın ve o andan ve o insandan başlamak üzere gerçekliğin bir parçası oluyor.”

“Çok sonraları, 20. Yüzyılın ortalarına doğru yapılan antropolojik araştırmalarda ortaya çıkacağı gibi “ilkel” olarak tanımlanan insanlar gereksinimlerini karşıladıkları çok kısa bir zaman aralığı dışında geri kalan geniş ve “boş” zamanlarını yiyerek, sevişerek, dinlenerek, fakat belki de daha önemlisi sanatla uğraşarak geçiriyorlardı ve yasalarla belirlenmiş ya da belirlenmemiş borçları ya da çalışma yükümlülükleri yoktu; tıpkı köleleri sayesinde felsefeyi ve sanatı üreten –ve tüketen- Grek ya da Romalı aristokratlar gibi! İlkeller kendi zamanları üzerinde tembellik hakkını kullanadursunlar, “uygar” toplumlarda çalışma ve çalışmanın denetimi tüm hızı ve vahşiliği ile devam ediyordu.”

“… burjuva devriminin metafizikçi savunucularının hazırladığı veremli “insan haklarından” bin ve bin kez daha kutsal olan Tembellik Hakkı’nı ilan etmeli; günde üç saatten çok çalışmamaya kendini zorlamalı, günün ve gecenin geri kalan saatlerinde tembellik etmeli…”***

*Kitap arkası tanıtım yazısı
** (Dünya) yine de hareket ediyor (dönüyor).
*** Paul Lefargue, Tembellik Hakkı’ndan yapılmış bir alıntı.

By Gand

9 yorum:

leonard zelig dedi ki...

Çok güzel yazı, çok güzel alıntılar...

sayko dedi ki...

yazı gerçekten güzel.hani kafadaki bi çok şeyin,bir araya getirilemeyen bazı şeylerin gayet güzel bi özeti bence.ama takıldığım tek bişey oldu yazı dahilinde o da şudur "cinselliğini özgürce yaşayan kadına “orospu” " cümlesi.

kesinlikle yanlış anlaşılmak istemem ve herkesin farklı fikirlerde olmasına da saygım var ama,dillere pelesenk edilen haliyle "cinselligi özgürce yaşamak" kavramı bana "insanlık" dediğimiz kavramı bayağılaştırıyormuş gibi gelmekte.

cinsellik dediğimiz olayı en basit şekliyle inceledigimizde bunun bir birleşme oldugunu söylemek çok yanlış olmaz sanırım.benim fikrime göreyse bu birleşmeyi tatmin amaçlı,sadece ve sadece fiziksel birleşme ve doyum olarak gerçekleştirmek kesinlikle iğrenç gelmekte.hani bu iş eğer bir birleşme durumu yaratmakta ise bunun içsel kısmı olmadan sadece fiziksel bir ihtiyacı karşılama anlamında gerçekleşmesi insanın kendi kendini bayağılaştırmasından fazlası yada azı değil bana göre.

"cinselliğin özgürce yaşanması" kavramı bana göre göz boyamaktan yada "özgürlük" kisvesi altında birilerinin kendi dakikalık tatminini yakalamaya çalışırken,hala "heeey bakın ben çok safım,çok temizim" diyebilmesi için uydurulmuş bir yalan bana göre.

tabi ki burda kadın yada erkek gibi bir ayrım yapmak kesinlikle budalalık ve küstahlık olur.bu iş iki taraf içinde geçerli benim gözümde.

hadi diyelim cinsellik özgürce yaşandı ve bu bir hak (ki eğer insanın amacı sadece ihtiyaçlarını gidererek yaşamak değil de,iyi bir insan olabilmek ise bu bir hak bile değildir bence).peki ya gerçekten sevdiğin,kendini tamamen zihinsel ve bedensel olarak adamak istediğin insanla bu birleşmeyi yaşarken geriye kişiden ne kalmış olacak.o insanın özel olması gerekirken,yapılan şeyin artık kişi için bir özelliği kalmadığı zaman ne olacak.karşıdaki insan kandırılmış yada insan kendi kendini kandırmış olmayacakmı.

tabi ki belli deneyimler olacaktır,kimse bakire meryem değil.ancak "cinselliği özgürce yaşamak" denilen şeyin gayet aptalca fiziksel doyumsuzluklar adına ve kişilerin kendi iradesizliklerini örtbas etmek için kullandıkları bir yalan olarak görmekteyim.ama daha önce de belirttiğim gibi bunun erkek yada kadın diye bir ayrımı olamaz.hele hele "orospu" şeklinde yapılan bir yaftalama hiç doğru olmaz.

ben kendim adına insanların,sevdiklerine inandıkları yada ileride sevecekleri insanlara şimdiden sorumluluk duyduklarına inanıyorum.ve birçok insanında "özgürlük" adı altında kendi iradesizliklerine bahaneler uydurduklarına inanıyorum.iste bu yüzden bahsedilen kavram bana yanlıs geliyor.kesinlikle bahsedilen orospu kelimesiyle yargılayamam kimseyi ama bu sekilde iradesizliklerini ve bayagılıklarını örtbas edip kendilerini gercekten iyi insanlarmıs gibi göstermeye calısanların durumu icler acısı gibi gözükmekte bana.

Hand Solo dedi ki...

Her satırda lafı sevişmeye getirme çabası takdire şayan
3 satır cümle yazıp içine ütopik, agnostik gibi cümleler katınca yazının "zottirik" olması kaybolmuyor.
Ucuz feminizm bitti tıp eğitimi de verilmeye başlanmış
Bir sonraki yazı cinsellik bazında kimyasal tepkimeye giren elementler olur, ordan da yine acaip anarşik fikirlere varılır
Hakikaten bu blogda mahkeme kararı ile yazdırılıyor sanıyorum bu yazara başka açıklaması olamaz

SSAY

Adsız dedi ki...

Yaziyi okuduktan sonra yorumlari okudugumda anlayamadigim birseyle karsilasiyorum.
Yazida sadece 2 (yaziyla iki) cumlede cinsellik cagristiran kelimeler gecti diye yazi hemen `lafi sevismeye getirme cabasi` haline geliyor.
Bu yaziyi bir erkek yazsaydi yorumlar sadece cinsellik baglaminda mi olacakti.Hic sanmiyorum...

gp maksimov dedi ki...

"ideolojilere dair ilk teorik kitaplarin cevirileri 60larda yapilmis" himm, 1860lar herhalde? cunku komunist manifestonun osmanlica cevirisi var, hatta gaza gelip paris komunune katilan osmanli istirakcileri bile mevcut. 1917 trabzon sovyetinden hic bahsetmiyorum=)

Gand dedi ki...

@hans solo

tüm bu yazanlardan bunu mu anladın :)

Gand dedi ki...

@sayko

insan ilişkilerinin tüketilmesi insaniyeti zedeler, haklısınız.

yine de insan günde 3 saatten fazla çalışmamalı :)

Gand dedi ki...

@maksimov

düzeltme için sağol. "ilk" değil de "çoğu" gibi bir düzeltme yapayım bari.

ama bu düzeltmenin, türkçe kaynak yetersizliği gerçeğini değiştirmediğinin farkında olduğunuza eminim.

ASVALTTAICENLER dedi ki...

kucuklugumde 1 mayista memur babamla birlikte yuruyuse giderdik, o donemler polislerin yuruyenleri, bir gorusu savunanlari, ideolojiye sahip zeki insanlari, hatta oradaki polisinde hakkini savundugu halde neden bizi dovduklerini bir turlu anliyamazdim, o polislerinde ellerindeki coplari, kalkanlari yere birakip bize katilmalarini isterdim, bazen cocuk kadar dusunebilmek yetiyor bu dunya duzenine..