FourFourTwo Aralık 2010 sayısında yayınlanmıştır.
------------------------------------------------------
İtalyan opera bestecisi Verdi’nin şaheseri Aida ile sahaya çıkan Borussia Dortmund, sponsor adıyla Signal Iduna Park, taraftarların kullandığı adıyla Westfalenstadion’u coşturuyor ve 25.000 kapasitesi ile dünyanın en fazla taraftar topluluğuna sahip meşhur kale arkası, Süd Tribünü, aynı anda zıplamaya başlıyor. Forza BVB.....Forza BVB...Forza BVB....Dortmund...Onların arasında zıplarken stadyumun sallandığını hissediyoruz. Ama mecazi anlamıyla değil gerçek anlamda, zira ayaklarımızın altındaki beton titriyor. Sarı siyah cümbüşte zıplarken buraya nasıl geldiğimi düşünüyorum. Geriye sarıp hikayeyi anlatma zamanı.
Haftalar öncesi Almanya ziyareti masada olduğundan beri 3 Ekim’de oynanacak Borussia Dortmund-Bayern Munchen maçının biletini bulmak için hummalı bir çalışma var evde, ama ne mümkün. 81.000 kişilik stadyumunda 52.000 kombine satarak, kulüp ve Almanya rekoru kıran Dortmund’un oynayacağı bu önemli maçta, hem de meşhur Ruhr derbisini kazandıktan sadece 15 gün sonra bilet bulmak imkansıza yakın. İş yerindeki Alman dostlar “çok şanslıysan maç günü stadyum etrafında karaborsa bilet bulursun” diyorlar, ama ekliyorlar “100 euroyu gözden çıkar”...Bir insanın ömrü boyunca maç izlemek istediği birkaç stadyum vardır. Westfalen benim listemin başlarında, hele kale arkası en tepesinde.Karşıdan bakıldığında kek kalıbından çıkmış, tek bir kütleyi andıran o mahşeri topluluğun arasında maç izlemek bi futbol aşığı için, kendi hayatındaki Dünyanın 7 Harikası’ndan bir tanesinin yanına çarpı işareti atması demek. Ancak ilgi öyle fazla ki her maç öncesi internete sürülen biletler bu sefer ortada yok. Bunda Dortmund’un sıra dışı hocası Jürgen Klopp’un yıllar sonra takımı “Deutschemeister” yoluna sokması ve sadece 5-6 yıl önce iflas tehlikesiyle boğuşan, futbolcularına maaş indirimi teklif eden kulübün, sonunda, 90’ların sonundaki ihtişamlı günlerine dönme sinyallerini vermesi de var. Çaresiz cebimizde bilet olmadan, bir mucize umuduyla Almanya yollarına düşüyoruz. 2 Ekim Cumartesi günü, Dortmund’a 36 km uzaklıktaki Essen’e varıyoruz. Telefon ve e-mail trafikleri sonucu aldığımız cevap hep aynı. Böyle bir maçtan 1 gün önce bilet bulmak imkansıza yakın. Biz gözü karartıp Almanya’nın tüm sosy0-kültürel organizasyonlarının biletlerini satan firmalardan birinin Essen ofisine gidiyoruz. “Futbol maçlarının biletlerini satıyor musunuz?” sorusuna, görevli kızın karşı sorusu cevap yerine geçiyor zaten. “Hangi maç?”...”Dortmund-München” dediğimizde suratında hafif bir tebessümle kafasını 2 yana sallıyor.
Kaderimiz belli oldu, maçtan saatler öncesinde stadyum önünde bilet kovalamak. Dilini çok da fazla bilmediğimiz bir ülkede. İçimizde oraya kadar gidip, o muhteşem yapının içine girememe ihtimalinin verdiği korku da var. Bir taraftar için en büyük çiledir o, haftalardır hayal ettiği maç için bilet mücadelesi verip hüsrana uğramak. Hele bu stadyumun önüne kadar gelip eli boş dönmekten ibaretse “futbol dilencisi” lafını mecazdan çıkarıp gerçeğe uygulamak bile imkanlar dahilinde. Yani bilet dilenmek. Ve evet onu da göreceğiz.
Maçtan 4 saat önce Essen’in merkez istasyonundan, Dortmund’a en hızlı giden tren için bilet alıyoruz. İstasyonda Dortmund formalılar yavaş yavaş çoğalıyor, yanlarında da birkaç Bayern taraftarı var, ekseriyetle sırtlarında Robben yazan formaları ile. Bilet mücadelesi öncesi protein için istasyonda karnımı doyururken kafamda hala eli boş dönemin korkusu var, öyle ki yediğim Alman çöreğinin çok lezzetli olduğunu maç bitiminde ancak hatırlıyorum. Berliner Ball’u elime alıp geri bıraktığımı hatırlıyorum, o an meşhur Alman tatlısını değil üzerinde sıra ve koltuk yazan kağıt parçasını düşünüyorum çünkü. Tren istasyonunda elinde Warsteiner fıçısı ve çenesiyle birleşecek göbeğiyle, üzerinde Dede’nin resminin olduğu özel üretilmiş bardak ile bira içen devasa bir Alman’ın yanından geçip sarı siyah renge bulanmış perona giriyoruz. Koca peronda birbirini tanımayan iki Bayern’li istemdışı birbirine yanaşıyor o kalabalığın arasında. Tren perona giriyor, doluşuyoruz. Önce birçok Türk futbolcusunu çıkaran Wattenscheid kentinden, ardından da Bochum’dan geçip 20 dakikalık bir yolculuk sonrası Dortmund istasyonuna varıyoruz. Bir tramvay yolculuğu daha gerekli, ama öncesinde, kılık kıyafeti tamamlamak lazım. İstasyonun önündeki seyyar satıcı “atkılar 5 euro” diye bağırıyor. Hemen alıyoruz bir tane, bilet konusunu sorduğumuzda aynı Alman cevabını alıyoruz. “Çok şanslı olmanız lazım”.
Tramvaya atlıyoruz. Her durakta kalabalıklaşan tramvayda, Dortmundlular tezahüratları patlatmaya başlıyor, bir taraftarın boynunda “Fuck Bayern” yazılı bir atkı görüyorum. Çoğunun üzerinde 15 gün önce Gelsenkirchen’de alınmış derbi zaferinin üzerine piyasaya sürülmüş tişörtler de var. “Schalke 1:3 Dortmund, Derbysieger (Derbi Zaferi)” yazıyor. Ezeli rakibi mağlup etmenin üzerinden yapılan ürün satışı bize özgü değil anlayacağınız. 8 durak sonra mabede 500 metre uzaklıktaki durakta iniyoruz. Daha tramvay perona girdiğinde elindeki kartonu trendekilere doğru tutan bir Uzakdoğulu görüyorum. Üzerinde “Bilet Aranıyor” yazıyor. İçerideki gülüşmeler sadece o gencin değil, bizim de çaresizliğimizin kanıtı olabilir. Stadyuma yaklaştıkça kartonluların sayısı artıyor. En az 15 bilet dilencisinin yanından geçip, kontrol noktasındaki polise cevabı belli soruyu soruyorum. Kibarca “Gişelerde bilet kalmadı” diyor, hatta bana sadece ağzıyla güldüğü için müteşekkirim.
Dedim ya, o futbol aşkı insana çok şey düşündürüyor. Bu kadar bilet arayan insan acaba polis kontrolünden kamufle olmak için mi o kartonları tutuyorlar ve aslında mesaj mı veriyorlar diye düşünüp, elinde “Suche Tickets” yazısını tutan bir Almana yanaşıyorum. “Bilet arıyor musun, yoksa satıyor musun?” diyorum. Adam suratıma 1-2 saniye bakıp, saatlerdir bilet kovalamanın kızgınlığıyla bana patlıyor, kartonu gözümün önüne tutarak, İngilizce “Geri zekalı, okuyamıyor musun!!!” diye bağırıyor. Alman diyarında organize dayağa kurban gitmemek için cevap vermiyorum. Tam o sırada bir genç yanaşıyor gruba, cebinden 2 bilet çıkartıyor. Kapağı açık kalmış çöp kutusu görmüş sinek gibi üşüşüyoruz başına. “200 euro” diyor bize bakarak. 10 saniye sessizlik oluyor. Pek iyi şeyler düşünmeyerek uzaklaşıyorum, bu iş olmaycak ve tahminen 1 saat sonra Dortmund kafelerinden birinde Warsteiner içip “Not Without My Ticket” (Bilet Olmadan Asla) diyeceğim. Tam o sırada benle beraber stadyum önünde bilet kovalayan eşim (ona burdan candan teşekkürler) ve arkadaşı beni çağırıyor.
Yanlarına gittiğimde 60 yaşlarında, gözlüklü, SSK emeklisinden pek farkı olmayan bir Alman görüyorum, elindeki kartonu yırtmakla meşgul. Ne olduğunu soruyorum. “2 kombinesi var yanında, arkadaşı gelmemiş, kendisiyle girecek birisini arıyor?, 40 euro istiyor” cevabıyla afallıyorum. 100 euroyu gözden çıkarttığım, 30 saniye önce 200 euro fiyatını aldığım stadyumun dibinde, kendi halinde oturan, kimsenin daha önce yoklamadığı bir emeklinin 40 euroya bilet pazarlaması. Parayı vermeden önce aklımdan “eğer parayı alıp koşmaya başlarsa en azından yaş avantajım var yetişirim” diye düşünüyorum. Hangi tribün diye soruyorum. “Süd” cevabını veriyor. Eşime “benim gördüğüm adamı sen de görüyorsun” di mi diye soracağım, zira halüsinasyon mu diye düşünmüyor değilim. Sonradan adını sormadığıma çok pişman olduğum bu İyilik Meleği Alman, hala şaşkın olan benden 40 euro alıyor, benimle stadyuma kadar yürüyüp beni kombinesiyle, tribünüme kadar götürüp içeri sokuyor, Galatasaray’lı olduğumu öğrenip gülerek uzaklaşıyor. Stadyuma giriyorum, evet tribündeyim, sadece 5 dakika önce hiçbir şeyi olmayan bir dilenci artık o gün mutlu gidecek evine.
İçeri girdiğimde ilk baktığım şey saatim. Henüz 2 saat var ve o meşhur güney tribünün dışında kalan tribünler neredeyse boş. Bayern Munchen taraftarlarına ayrılan küçük bölüm de yavaş yavaş doluyor. Tribünlerde 15-25 arası gençlerin sayısı oldukça fazla olduğu gibi, çok fazla konuşmayan “ağır abiler” her zamanki yerlerindeler. Maça 1,5 saat kala ilk davul gürültüsü duyuluyor stadyumda, kısa bir süre sonra saha kenarında bir peder görüyorum, Jochen Reideger. Maç öncesi muhtemelen Dortmund’a Tanrı’nın yardımını da yolluyor. Sahaya futbolcular arasında ilk çıkan Bastian Schweinsteiger. Bana, sahaya tek başına çıkıp rakip seyirciyi çıldırtan bizim Coulibaly’i hatırlatıp içeri giriyor. Ardından spotta anlattığımız an geliyor. Dortmund, Aida eşliğinde sahada. Klopp, elleri arkasında saha içinde ısınmayı izlerken, Van Gaal her zamanki gibi not defterine bir şeyler yazıyor.
Kadrolar Dortmund’lu taraftarların her futbolcu isminde, ellerinde onların resmi olan bira bardaklarını havaya kaldırması ile 80 bin kişinin eşliğinde anons ediliyor. Nuri Şahin’in Dortmund taraftarları için nasıl önemli olduğunu insanların sırtındaki formalardan anlıyoruz. Nuri, Lucas “Der Panther” Barrios ve J-2 takımı Cerezo Osaka’dan transfer edilen yeni yıldız Shinji Kagawa en çok satılan formalar. Kagawa için 3 tane de samuray bayrağı gözümüze çarpıyor. İlk yarı halen bu muhteşem atmosferi solumamızla geçiyor. Maçın hemen başında Bayen, Gomez ile geliyor ama Ribery ve Robben’in yokluğunda 2 kanadı kırık olan takım Lahm’ın bindirmelerine bakıyor. Nuri ile Mark van Bommel maç sonuna kadar sürecek tatlı-sert mücadelelerini sürdürüyorlar. Schalke’yi yıkan adam Kagawa ise gününde değil. İlk yarı 0-0 bittiğinde hamburger, hotdog ve bira zamanı. Hollanda’da sıkça uygulanan maç arası tribünlerin en yaşlı ve en gençleri arasında yapılan yarışmalar Almanya’da da mevcut.
Takımlar sahaya döndüğünde Dortmund taraftarları bir kez daha karşılıyorlar takımlarını. Bu karşılama sonucunu veriyor. 52. dakikada sarı siyahlıların Bayern kalesine yüklenmeleri ufak bir abluka yaratıyor ve penaltı noktasında topu önünde bulan Paraguaylı Panter, Barrios, dönerek topa çakıyor, Badstuber’ın bacak arasına çarpan top Butt’un üstünden ağlarla buluşuyor. Stadyum yıkılıyor, 75.000’e yakın Dortmund taraftarı ayakta ve stadyum anonsundan “Lucaaaas” sesi geldiğinde “Barriooos” diye cevap veriyorlar. 8 dakika sonra olanları, ardarda yaşanan 2 büyük sevincin insanları “koparması” lafıyla açıklarız ancak.
Bayern kalesinin solundan kazanılan frikik için topun başına Nuri Şahin geldiğinde, tribünler “Nuri..Nuri..Nuri...” sesleriyle inliyor. Türk oyuncu, topa geliyor ve mükemmel bir vuruşla barajın üstünden topu geçiriyor. 1 saniye sonra Süd tribünündeki herkes 3 sıra aşağı iniyor ben de dahil olmak üzere. 2-0. Bayern’in fişi çekilmiş durumda. Aynı Nuri sesleri daha gür bu sefer. Yanımdaki Alman tipimden Nuri’yle aynı kökenden olduğumu anlamış olacak ki elini kaldırıp “çak” diyor, sonra da ekliyor...Mükemmel oyuncu. Van Gaal’in kulübeden ilk çıktığı anda, tüm Hollanda geleneğini unutup, “uzun top oynayın” hareketi maçın fiilen bittiğinin göstergesi. Hakem Florian Meyer bitiş düdüğünü çaldığında festivalin kalanı başlıyor. Tüm futbolcular stadyumu dolaştıktan sonra, tribünlerin lokomotifi kale arkasının önüne gelip yere oturuyorlar, biz de 25.000 kişi olarak çöküyoruz. Oturur halde söylenen tezahürat yarısında iken futbolcular da dahil herkes ayaklanıyor ve tezahürat bitiriliyor. Nuri hoplayıp zıplıyor herkesten fazla. Dakikalarca yerlerini terketmeyen taraftarlar Jürgen Klopp’u tribüne çağırıyorlar. Dortmundlular her sene takımı daha da ileri götüren hocalarına aşık, bunu anlıyoruz.
Bizim için gitme zamanı. Hemen tribünün altındaki satış noktasından kendimize iyisinden bir tişört alarak alışveriş kısmını çabuk kapatıyoruz. Bizim stadyum köftecilerinin Alman versiyonu Berliner Ball satan sarışın kızların yanından geçip metro durağına varıyoruz. Maç sonrası aracına yüklenme de evrensel belirtelim. Kendimizi içeriye zor atıp, havasız bir metro aracında Dortmund’a dönüyoruz. Işıklarını hala söndürmemiş stadyumu izlerken aklımdan geçenler, Giuseppe Verdi, İyilik Meleğim yaşlı Alman, Nuri Şahin, Barrios ve tabii ki 5 şubat 2011’de, Dortmund’da oynanacak Ruhr derbisinin rövanşı. Westfalen...tekrar görüşeceğiz....
9 yorum:
Abi kısaca söylersek süper bir yazı olmuş. Çok imrendim şimdi:-)
nihayet FD! :)
Hocam, bir tribünmania olarak beni mest ettiniz. Yok böyle bir an yaşama, anı yaşarsın tamam da, bu an ancak böyle güzel anlatılabilirdi. Bu kadar güzel anlattıktan sonra en güzel tribünlerden oluşan 7 harikayı yaşamanız nasip olsun inşallah :)))
müthis olmus.
Adam 60 yaslarinda miydi? Bence sen bilet bulma heyecaniyla dikkat edememissin pek en fazla 50 falandi adam.
Bi de o adamin elinden bileti 20 yaslardaki 5 tane gencin arasindan cesurca kapmami da (tabi arkadasin yardimiyla) pek anlatmamissin.
Dergide isminizi bulmak için akla karayı seçtim. O kadar küçük ve biçimsiz bir yere yazılmıştı ki garipsedim.
koyu bir dortmund taraftarı olarak çok beğendim :)
Merhaba,
oncelikli yllar onceki bu muhtesem yazı ve sonrasıdna bizimde benzer tecrube yasamamız için sorularımıza verdiğin cevaplar için cok tesekkur ederm. Biz de ki kafadar bu hafta sonu sadece Dortmund mazı izlemek için Köln üzerinden Dortmund a gititk. Maç için tabiki bilet bulmak imkansızdan biraz da oluru olan bir durum. internet uzerinden satıs yapan karaborsa sitelerinden baktık biletler fahiş fiyatlara idi. ayrıca bir turlu guvenemedik onlara. Mactan iki gun once Köln de bilet sormaya basladık. Herkes imkansz oldugunu soyledi. Mactan bir gun once Dortmund a gecip gece yarısından itibaren herkes sormaya basladık bileti. Gar gorevlisi, restaurant, sokaktaki adam, oteldekiler, bvb fan shop , herkese... ya biley bulamaycagımızı ya da bulsakda kapıda bir ihtmal oldgunu soylediler bizde senin bu tecrubeinin hayali ile mac gunu 3 saat once stadda olduk. Bilet satanlar vardı ama direk almadık Köln de bir polşs uyardı bizi sahte oluyor ayrıca basınıza iş acarsınız diye belli bir sure izledik. Alman bir amca da bilet vardı gozumuze kstrdik onu ayrıca zencilerde vardı bilet satan ama izleme sonrası anladıkki onlarda satanlardan orada alıp 10 dakka sonra geri satyrlar. Zlmn zmc ile konstuk 70 euro ya 22. bolumden aldık biletleri ve 10 dakka snra saddaydık. westfalen ın içinde sud karsımızda 80.455 kişi... rüyanın gercek olamsı bu demek! Nurinin frikik golu, taraftarlar, tezahuatlar muhtesemdi...omur boyu unutulmayacak efsanevi bir tecrube!
tesadüf benim gittiğim maçta da Nuri frikikten atmıştı, yukarıda da yazdığım gibi :)
Yorum Gönder