2 Mayıs 2011 Pazartesi

ENKE’NİN RUHU AWD ARENA’DA
















FourFourTwo Nisan sayısında yayınlamıştır.

--------------------------------------------------------------

Robert Enke 2 yıl önce Kasım ayında aramızdan ayrıldığında, hastalık sebebiyle daha 2 yaşında kaybettiği kızı Lara’yla kavuşmak isteyen bu güzel adamın ruhu belki de Hannover semalarında onların koruyucu meleği olmuştu. Hannover 96 geçtiğimiz sezonun son 2 haftasına girildiğinde son 2 maçında 10 gol yemişti ve 17. sıradaydı. Puanları 27’ydi ve önlerindeki 2 takım Nürnberg ile Bochum’un 28’er puanı vardı. Mirko Slomka’nın öğrencileri önce Borussia Monchengladbach’ı kendi evinde 6-1 ile geçti ve hem Nürnberg hem de Bochum’un üzerine çıktı. Son hafta Bochum deplasmanına gittiler. Kaybetmeleri halinde küme düşeceklerdi. Rakiplerini deplasmanda 3-0 mağlup ettiler ve düşme hattının hemen üstünde ligde kaldılar. Bu sezon ise tabela ters yüz edilmiş gibi. Geçtiğimiz sezonun Şampiyonlar Ligi takipçileri Werder Bremen ve VfB Stuttgart küme düşme tehlikesi yaşarken Hannover 96 Şampiyonlar Ligi kovalıyor. Slomka’nın takımı üçüncü sırada. Onların bu çıkışını yerinde gözlemlemek için 19 Mart 2011 tarihindeki Hoffenheim maçı öncesi şehrin yolunu tuttuk.

Ligin 25. haftasında Hannover 96, kendi evinde Bayern Munich’i 3-1 ile mağlup ettiğinde FourFourTwo’nun haber editörü Ahmet Yavuz’a ulaşarak akredite çalışmalarına başlamasını istediğimde, bana bileti ulaştırması sadece 3 gün sürüyor. Kulübün Medya ve İletişim sorumlusu Dirk Köster bir pasaport fotokopisi ile basın tribünündeki yerimi ayarlıyor. Şimdi iş Hollanda’nın ortasındaki Amersfoort’tan Hannover’a gidecek bileti bulmakta. Onda da pek zorlanmadan gidiş-geliş 8 saatlik bir yolculuğu da içinde bulunduran bir futbol gününün hazırlığını yapıyoruz. 19 Mart sabahı yola çıktığımızda henüz kimse cumartesi uykusundan uyanmış değil. Öyle ki tren Hollanda’dan çıktığında içinde sadece 1 kişiyi bulunduruyor o da ben.












Ülkeden çıkış sonrası Almanya’daki ilk durak Bad Bentheim’da 1 kadın ve 1 erkek polis pasaport kontrolü yapıyorlar. “Tatil için mi?” diye sorduklarında “hayır” diyorum “futbol maçı, Hannover-Hoffenheim”. Erkek olan “neden Hannover’ın maçına gidiyorsun ki?” diye soruyor. İçimden Bochum taraftarı herhalde diye düşünüp “Almanya’yı Bayern Münih’ten ibaret mi sandın kardeşim?” diyecekken kadın polis “iyi yolculuklar” diyor, ben de Cumartesi öğleden sonrasını Batı Almanya’daki bir karakolda geçirmekten kurtuluyorum. Tren önce Osnabrück’ten, sonra da Minden’dan geçerek öğle saatlerinde Hannover’a varıyor. Trenden iniyoruz, etrafa dağılıyoruz, elde tüfek ağır ağır ilerliyoruz, derken onu görüyorum...aslanı....Alman Aslanı Alman...Allah Allah boyu 10 metre...biri Ziyaaaa diyor ordan, uyanıyorum. Hannover’a gelmişiz.












Hannover istasyonundan çıktığımda daha 4 saat önceden bazı taraftarlar kümelenmiş durumda. Elimizde navigayon teknolojisi olduğundan, artık stadyumları bulmak çok kolay ama ben yine de ilk kaynaşmayı yapayım diyorum. Stadyumun yerini İngilizce ve Hollandaca sorup Almanca karşılık aldığımda aşağı yukarı tarife ulaşıyorum. Önce sol, sonra sağ, sonra sol, donra dosdoğru. Maç öncesi karın doyurmak için ismi Kuzey Denizi anlamına gelen NordZee deniz ürünleri büfesinden Fish & Chips’i mideye indiriyorum. Hollanda’dan gelen bir Türk, Almanya’da İngiliz abur cuburu ile doyuyor. Hazır bu kültürel kesişme olmuşken etrafta Temel’i arıyorum fıkrayı oluşturmak için ama yok, Hannover taraftarları var etrafta. Bir de şehrin mağazalarının bulunduğu caddeye gerilmiş “Eine Stadt, Ein Verein, Eine Leidenschaft” (Bir Şehir, Bir Takım, Bir Tutku) pankartı gözüme çarpıyor.












Almanların, 2006 Dünya Kupası sonrası istikrarlı olarak uyguladıkları cumartesinin bir futbol gününe dönüşmesi kavramını Hannover halkı sonuna kadar yaşatıyor. Ancak şanslı günümüzdeyiz, bizi eski adıyla Niedersachsenstadion yeni adıyla AWD Stadion’a götürecek yola girdiğimizde bir kortej karşılıyor. Sayısı 2-3 bini bulan bir insan topluluğu Hannover’da nisan ayında gerçekleşecek, nükleer enerji karşıtı etkinliklerin öncesinde, Çernobil ve son Fukushima santrallerini de gündeme getirere bir protesto düzenliyor. Birçok kişinin elinde “Atom Kraft-Nein Danke” (Atom Enerjisi-Hayır Teşekkürler) bayrağı, boyunlarında ise Hannover 96 kaşkolleri var. Stadyum için gerekli son dönüşte kortej yolunu değiştiriyor. O değişimle beraber maç yolcuları tekrar yeşil sahanın peşine düşüyorlar. Hannover merkez istasyonundan, hafif bir yürüyüşle stadyuma varma süresi 30-35 dakika.












Almanya’da maç günü kültürünün bir başka özelliği, kimseyi dışarıda bırakmak istemiyorlar. Stadyumun hemen yanında, içeride olmayanlar için kurulmuş 2 katlı büyük bir kafe var ve yaklaşık 200 kişilik bir grup da orada maçı takip ediyor. Bu mekan aynı zamanda maç sonrası taraftarların buluşma noktası. Biz ise akreditasyon kartını almak için Doğu Tribünü’ne yöneliyoruz. Bilet gişesi hemen Hannover Kulüp Mağazası’nın içinde yer alıyor. Görevliye FourFourTwo Türkiye’den geldiğimi söylediğimde bana “Fırat Topal değil mi?” diyor. Suratına afallayarak bakıyorum, sonradan pasaport örneğimi direk teslim alan Dirk Köster’in kendisi olduğunu öğreniyorum ama hayatında ilk kez duyduğu ad ve soyadımı 10 gün aklında tutması halen takdire şayan. Alman disiplini diyoruz size...












Kulüp mağazasında forma, tişört, ceket, yağmurluk, çikolata, çay, kahve, saat, paspas ve nihayetinde ekmek kızartma makinesi ürünleri arasında 1 kaşkol ve 1 de taraftarlar arası ürün tasarlama yarışmasının galibi tişörtü koleksiyona katıyoruz. Mağazada satılan Hannover tarihçesini konu alan kitabın iç kapağında Enke’nin resmi var, kitabın ona adandığı yazısı ile birlikte. İki aşamalı bir kontrolden geçtikten sonra şeref tribününün hemen arkasındayız. VIP bölgesinde Hannover görevlisi kızlar gelenlere şekerli patlamış mısır dağıtıyor. Baın mensupları yavaş yavaş yerlerini alıyor, derken kulübün Genel Direktörü, bir Fortuna Düsseldorf efsanesi Jörg Schmadtke önümüzden geçiyor. Ortalığı hareketlendiren Hoffenheim ve Hannover otobüslerinin aynı anda giriş kapısının önüne çekmesi oluyor.

Maça 1 saat kalmışken, kulübün basın mensuplarının karnını doyurması için ayırdığı ve maç öncesi, maç boyu ve sonrasında sürekli açık olan kafateryaya gidiyoruz. Menüde çeşitli salatalar, rosto ve makarna var. Biz de bir tabağı alıp oturuyoruz. Her ülkedeki basın profili burada da geçerli. Yeni yetenek yazarlar bir arada, bazılarının önünde laptop ile diğer ligleri takip ediyorlar. 60 yaş üstü görmüş geçirmiş, hala yazılarını “yazdıranlar” ise genelde kafa kafaya vermiş yemekleri konuşuyorlar. Yemek faslı bittiğinde basın tribünündeki yerini almamıza geldi sıra. Stadyumun en üstünde spiker kulübesinin 2 sıra altında 180 derece sağa sola dönebilen koltuğumuza oturuyoruz. Önümüzde uzun bir masa var ve basın çoktan maç öncesi atmosferi ajanslara geçmeye başlamış bile. 2 nesilin birer temsilcisi de 2 tarafıma oturuyor. Sağımda genç, teknolojik ,dünya futbolunu takip eden, sağımda elinde kalem ve kağıtla oturan sigaralı eski tüfek.












Hannover DJ’inin yeteneği yadsınamaz. Önce Survivor – Eye of the Tiger, ardından AC/DC – Big Gun çalıyor stadyumda. Hannover tribünlerinin kemik tayfası kuzey tribününün ikinci katında 500 kişilik bir ekip. Alt katta da Brigade Nord 99 grubu pankartları ile sahnedeler. Toplamdaki 2-3 bin kişilik bu grup bütün stadyumdaki tezahüratı yönlendiriyorlar ve maçtan yaklaşık 1 saat önce yerlerini alıyorlar. Yavaş yavaş 49.000 kişilik kapatesiteye yaklaşılırken hoparlörlerde U2 sahne alıyor Betiful Day ile. Ardından 2 takım ısınma için sahada. Bu sefer Puff Daddy Come With Me onlara eşlik ediyor. Biz ise maç günü dergisini karıştırıyoruz. 23 yaşındaki Manuel Schmiedebach ile yapılmış geniş bir röportaj var. Olacakların habercisi gibi.

Sonunda 2 takım sahaya çıkıyor, Tomoyasu Hotei’nin Kill Bill’de de kullanılan melodisi Battle Without Honor and Humanity ile. Başlama vuruşu yapıldığında sahada 4-4-2’yi farklı versiyonla kullanan 2 takım var. Hannover’ınki daha klasik. Kalede Enke’nin mirasçısı Fromlowtiz varken defansın solunda ABD’li kaptan Steve Cherundolo sağında ise Christian Schulz oynuyor. Göbekte Emanuel Pogatetz ve Tunuslu Karim Haggui var. Önlerinde Portekiz asıllı Alman futbolcu Sergio Pinto ve Alman futbolunun yeni yeteneklerinden 23 yaşındaki Manuel Schmiedebach oynuyor. Sağ kanat Konstantin Rausch’a sol kanatsa Lars Stindl’e teslim. Hücum hattında Fildişili golcü Didier Ya Konan ve Fas asıllı Norveçli Mohammed Abdellaoue var. Hannover’in 2 forvetinin de daha önce Norveç Ligi’nde forma giymesi önemli bir etken.












Rakip Hoffenheim’da ise Marco Pezzaiouli orta sahayı kalabalık tutuyor. Onun dizilişi daha çok 4-1-4-1 şeklinde ama bu zaman zaman 4-4-2’ye zaman zaman 4-5-1’e dönüşüyor. Kaleci Starke ve önündeki dörtlü Edson Braafheid, Marvin Compper, Isaac Vorsah, Andreas Beck dizilişi sabit. Onların önündeki defansif orta saha Sebastian Rudy’nin rolü de belli. Hücum hattının arkasında 3 adam var.Ortadaki Bayern Munih’ten kiralık gelen David Alaba’yı, sağda Salihovic sağda Vukcevic destekliyor. Babel orta saha ve hücum arasında ancak bir AM’den çok uzak forvet gibi. Ibisevic ise bildiğimiz “hedef adam” rolünde. Devrenin ilk 30 dakikasında 2 taraf da açamıyorlar birbirlerini. Hoffenheim Babel’ı Hannover de Schulz ve Rausch’un kanatını kullanmaya çalışıyor ama perdeyi açan gol 37. dakikada maçın yıldızı Schiemedebach’ın akıl dolu pasını kalecinin burnunun dibinden değerlendiren Ya Konan’dan geliyor. Sağ yanımdaki kodaman spor yazarı soruyor: “Asisti Schiemedebach yaptı değil mi?”. “Hıncal abi nereyi izliyorsun sen?” diyorum.

Devre bittiğinde, Bundesliga sponsoru Krombacher’ın plastikten yapılmış dev şişelerini, içine girdikleri Zorbing topu ile devirmeye çalışan Almanların yarışması var. Diğer tarafta ise Hannover’ın stadyum anonsçusu tribündeki çocuklarla röportaj yapıyor ve röportaj dev ekrandan herkese aktarılıyor. Almanların her maçı kapalı gişe oynama geleneğinin sürdürülmesi için atılan temeller bunlar. Dev ekranda o mikrofona konuşan çocuk, stadyuma sesini duyurduktan sonra, ailesinden de aldığı gelenekle bir daha o mekandan ayağını çekmiyor. 7 yaşında aldığı bayrağı 70’ine kadar götürüyor. İkinci yarı başladığında her 2 takımın da ne kadrosunda ne sisteminde değişiklik var. Ancak Andreas Beck ile Babel’ın zaman zaman kaydığı sağ kanattaki anlaşmazlık çok net ortada. Twittersever Hollandalı henüz Hoffenheim’da da kaydadeğer işler yapmış değil.












53. dakikada Hannover farkı ikiye çıkartıyor. Atağı başlatan adam yine Schmiedebach. Ya Konan’la paslaşıp kendisine faul yapılmasına rağmen topu Stindl’a aktarıyor. O da arka direkteki Abdellaoue’ye kesiyor yerden. Bu golde Norveç soğukkanlılığından çok Faslı açıkgözlülüğü var. O dakikadan sonra Hannoverlıların uğraşı daha çok dev ekrandan verilen diğer skorlar. Eintracht Frankfurt’un 2-1 öne geçtiği haberine bir hayli üzülüyorlar. Hamburg’dan 6 gol yiyen Köln ile de bir hayli dalga geçiliyor. Hoffenheim’da teknik ekip sahaya Mlapa ve Sigurdsson’u gönderiyor ama ön alanda oldukça etkisiz kalıyorlar. Ibisevic 2 sezon önce ilk devrede 17 maçta 18 gol atan adamın gölgesi gibi. O sezonun devre arasında Hamburg’la oynadığı maçtaki ağır sakatlığının kariyerine büyük darbe vurduğu ortada.












Maç sonu yemek odasından geçerken, görüyoruz ki, bizim 60’lık kalemler 2. golden sonra kendisini yemeğe vermiş. Son bir ganimeti hüpletip basın merkezine iniyorlar. Tunuslu Haggui, birkaç basın mensubuna bir köşede uzun uzun ama sessiz bir şeyler anlatıyor. Bir süre sonra acaba çoluk çocuğun okulundan mı bahsediyor diye düşünmüyor değilim, zira bu muhabbet 10 dakika sürüyor. Ya Konan, İngilizcesi ile “3 puan aldık mutluyuz, 1 tane de çaktım daha ne isteyeyim?” diyor. Basın toplantısında sıra. Ben kapının önünde dolaşırken görevli beni resmen zorla içeri sokuyor, “gel kardeş kaçırma” diyerekten. Slomka ikinci golün çalışılmış-klasik bir gol olduğunu belirtiyor ve kendisine çift forvetin risk olup olmadığını soran bir basın mensubuna, “bu ne için risk aldığınıza göre değişir” diyor. Bunları söylerken kulübün 14 yıllık başkanı Martin Kind yanıbaşımda Slomka’yı dinliyor.

Ayrılıyoruz AWD Arena’dan. Robert Enke sokağını geçip istasyona doğru hızla ilerleyerek. Aklımda son kalan, stadyum yolunda, elinde bira şişesi, 2 polisle maçın kritiğini yapan kafası güzel abimiz.












Hannover 96 – Alte Liebe

Robert Enke’nin bir insana yapılabilecek en güzel cenaze törenlerinden birisinde You’ll Never Walk Alone ile birlikte söylenen şarkılardan birisiydi. Hannover 96’nın kulüp şarkısı. Hylla Martin ve Kai Hoffmann’ın söz ve bestesine imza attığı şarkıyı, 2002 yılında Dete Kuhlmann tekrar düzenledi ve şarkının son hali ortaya çıktı. Şarkı her zaman elele, birbirine destek olarak hedefe yürümeyi, işler kötü gitse de hayatının merkezine koyduğun takımına sahip olmayı öneriyor. Nakaratı ise şöyle, “96 – eski aşkımız, sana sarı ve maviden çok kırmızı yakışıyor, bırak diğerleri Bayern ve Bremen hakkında konuşsun, biz her zaman seninle birlikteyiz 96”. Youtube’dan dinlemek mümkün.


Otostopçu için tiyo:

Almanya’da trenle 1 hafta sonunda 4 maç izlemeniz mümkün. Yapmanız gereken iyi bir taksi parasını ve şehirler arası tren biletlerini önceden sağlama almak. Cuma Akşamı Batı Almanya’da Schalke, Dortmund, Frankfurt veya Hannover kentinin takımlarından birisi ile haftayı açıp, ertesi gün öğle vakitlerinde Duisburg, Düsseldorf veya Bielefeld’de bir 2.Bundesliga maçını, ardından trenle aynı bölgede akşam 17:30’da başlayacak bir 1.Bundesliga karşılaşmasını yakalamak olasılık dahilinde. Dahası. Pazar akşamı aynı bölgede Köln veya Leverkusen alternatifi ile haftayı bitirebilirsiniz. Trenlerin şehirler arası alacağı vakit ortalama yarım saat.

Hiç yorum yok: