Hem Ünal Aysal'ın başkanlık koltuğuna oturuşu, hem Fatih Terim'in gelişi, hem yardımcılarının oluşması hem de yapılan yeni transferler...Yıllardır inandığım bir doğru vardır ki futbol takımı sahaya çıkmadan bunların hepsi teferruattır. Bu ülke ne bonusların şaha kalktığını, ne dünya yıldızlarının Ya Ya Ya Şa Şa Şa'daki İlyas Salman'a dönüştüğünü gördü. Yine hep dile getirdiğim bir şey, transfer dönemi en sevmediğim aylarıdır futbol takviminin. Bir dolu spekülasyon, haberler, sözde kulüplerin birbirine çalımları ve son yıllarda bu furyaya eklenen menajerler. Takımlar sahaya çıkana kadar transfer gündemini günde 1 kez kontrol eder geçerim. Bu yüzden Galatasaray'ın hamleleri hakkında peşin hükümlü hiçbir yazı yazmadık.Bu yazı da kısa olacak zaten.
Ünal Aysal'ın Fatih Terim'in teknik direktörlüğünü açıkladığı (ki halen kendisi imza atmış değil, basın transfer politikasından memnun olmayan Terim'in istifa edeceğini yazıyor ama adam daha imza atmadı nasıl istifa etsin), programı izledim. Aysal futbol dünyasındaki hava kirliliğine pek bulaşmamış kâr-zarar hesabı yapmadan bir işe girişmeyecek bir adam gibi duruyordu. Kendi ifadesiyle "daha birkaç ay öncesine kadar dahi kafasında Galatasaray başkanlığı yoktu ve camia ona bir misyon yüklemişti". Bu misyon ve yükleme işinin Aysal'ın kendi kararlarını uygulama konusunda nasıl etki edeceğini düşünüyordum ki, o günden sonra yaptığı açıklamaları pek iyiye işaretler olarak görmüyorum.
Önce basketbol şubesi için "Avrupa'da en iyisi kimse gidip onu alın", ardından gelen "en iyisi kimse onu alacağız" ve bugünlerde yaptığı "Drogba gündemimizde yoktu, taraftar ve basın istedi biz de gündemimize aldık" açıklaması. Aysal bu açıklamaları sarkastik bir üslupla yaptıysa bilemem ama kendisine "Elmander transferi ne oldu?" şeklinde sorulan soruya "aldık" cevabı veren bir adamın çok da kinaye yapacağını sanmıyorum.
Akıllı ile delilik arasındaki ince çizgi gibi, misyon yüklenme ile rüzgarın estiği yöne gitmek arasında da ince bir çizgi vardır. Aysal bu çizginin üzerinde tehlikeli suların üzerinde gidip geliyor. Bir kere futbol takımları basının gazlamasıyla transfer yapmazlar ve daha da önemlisi yapmamalıdırlar. İkincisi taraftarın futbol takımının transfer politikasına müdahalesi, bizzat taraftarların aktif rol üstlenmesiyle mümkün olabilir. Podolski'yi Kölne'e geri getirmek isteyen Kölnlü taraftarların internette 10 milyon piksele böldükleri sitedeki pikselleri tanesi 1 euroya satışa çıkarmaları gibi. Ya da bazen çok büyük marka değeri olan kulüpler bu yola başvurabilirler. Ama Galatasaray'ın bu 2 örneğe de uyan bir noktası yok, dolayısıyla kulüp başkanının birileri tarafından yönlendirilmesi değil birilerini yönlendirmesi gerekiyor. Kaldı ki her 2 topluluğun önemli bir kısmının başarıya endeksli bir güruhtan oluştuğu göz önüne alınırsa çok da güvenilir olmadıkları aşikâr. Aysal'ın birkaç ay öncesinde aklına bile getirmediği koltukta bocalamayacağını ümit ediyoruz. Aziz Yıldırım gibi bir sansasyonel transfer üstadı dahi geçen onca yılın ardından dersini almış görünüyor. Bu yola erken girmesi tavsiyemiz, yoksa basının yazdıklarıyla iş yaparsa 32 yaşındaki Forlan'a, 25 milyon euro ödemeyi de aklına koyabilir...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder