7 Eylül 2011 Çarşamba

BİRİ BANA ANLATSIN vol.11: DİZİLİŞLER ÖNEMLİ MİDİR?



















Seriyi kapatalım dedik ama tekrar açıyorum. Jonathan Wilson enfes anektodlar bulunan ve bu sporu seyreden herkesin içinde bir şeyler bulacağı Inverting the Pyramid kitabının girişinde, başından geçmiş bir hikayeyi anlatır ve dizilişler hakkında konuşmanın anlamsız olduğunu çünkü yazmaya değer bir konu olmadığı görüşüyle, dizilişin aslında futbolda yazmaya değer tek konu olduğunu savunan görüşünü karşı karşıya getirir. Wilson yıllardır, ağırlıklı The Guardian'da olmak üzere futboldaki dizilişler üzerine kafa patlatıyor ve çoğunu kitabında kullandığı örneklerle destekliyor. Tabii soru işareti oluşturan noktalar var. Örneğin 1988-90 arasında 1 Serie A ve 2 Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu kazanan Arrigo Sachhi'ye kitabında oldukça büyük bir bölüm ayırırken, aynı başarılara ilave olarak bir de Chelsea'ye tarihinin ilk dublesini yaşatan Carlo Ancelotti'ye o derece eğilmemesi nasıl açıklanabilir?

Ekim 2010'da piyasaya sürülen When Saturday Comes dergisinde Mike Ticher, "Inverting the Pyramid'i okuduğumda, onca yıla rağmen bir futbol maçını nasıl izleyeceğimi bilmiyormuşum hissine kapıldım" şeklinde olaya esprili yaklaşır ve bu kitabın işin eğlencesi ve sonuçla ilgili olan "taraftar" kısmı ile, işin taktik, teknik kısmıyla ilgilenen "teknik adam" kısmı arasında bir köprü kurduğunu anlatır. Ancak katıldığım bir gerçek vardır ki bunu Avustralyalı Craig Foster, kitabı Fozz on Football'da da belirtmiştir. Ona göre İspanya'nın son 2 yılda ortaya koyduğu oyun, derinlemesine incelenebilir ama bu sıkıcı 1-0'larla kupalara uzanan bir takımın saha içinde hangi dizilişle oynadığına gömülüp futbolun ruhunu asıl oluşturan, aynen Dünya Kupası'ndaki Almanya-İngiltere maçı gibi, hatalara, dengesizliklere, maç içinde büyük iniş çıkışlara sırtını dönmek demektir.

Ticher şöyle tamamlar, "evet Barcelona'yı hepimiz övmeli, hatta onlar gibi oynamaya ve onları anlamaya çalışmalıyız, ama bunun "gerçek futbol" olduğunu söyleyen züppelere kulak asmadan. Duyguyu ve aşırılıkları futboldan çıkarın, stadyumlar ve oyun parkları boşalacaktır"

Dolayısıyla sormak lazım....dizilişler ve bir takımın hangi mevkide kaç adam oynattığını tartışmak ne kadar önemlidir ve bu aslolan futbolun analizi midir?

9 yorum:

erk dedi ki...

Bu tarz retorik sorulara soruyla cevap vermekse aslolan, geliyor sorum efendim:

Matematiği futboldan çıkarttığımız zaman, biz saha içinde o havayı solumamış züppelere saha dışında konuşacak ne kalır geriye?

Bir de saha içindeki kaosa yabancılaşıp onu bir metodoloji çerçevesinde ehilleştirerek kendi kontrol alanlarında reel başarılar kazananlar var ki - o züppeliği yapmadan bu adamları anlamak ne mümkün?

Futbol değişiyor - iyiye veya kötüye doğru - onu bilmem, tek bildiğim bu garip çağda değişimin tek aslolan olduğu - dahası övüldüğü; yüceltildiği ve gözümüze gözümüze sokulduğu.

Floyd dedi ki...

Futbolda aslolan unsurlar mantalite - filozofi - oyuncuya verilen rollerdir. Dizilişler ise hedeflenen amacın optimum şekilde uygulanmasına yardımcı olan araçlardır. Bu sebeple ''Ben 4-4-2 oynatırım.'', ''3-5-2'den başka taktik bilmem.'', ''4-3-3 oynatacağım kesin.'' gibi beyanlar veren teknik direktörlerden hiç hazzetmem. Oyuncuları değiştirmeksizin aynı dizilişle müthiş dominant futbol da oynanabilir, kalenin önüne set de kurulabilir. Dizilişler sadece rakamlardır, altını doldurmazsan da rakam olarak kalırlar.

erk dedi ki...

Bakın, matematik bir dildir. Şu anda kullandığımız dil nasıl olayları ve tecrübeleri aktarmamızda bize kısayolar sunuyorsa matematik de - rakamlar yoluyla bize bir tür gerçekliği aktarıyor. İstatistiklerin her şeyi göstermediği doğrudur - ancak kelimeler de göstermez - gözler de görmez hatta her şeyi. Bu yüzden teknik direktörler maçları kayıt altına alıp her instansı tekrar tekrar seyretmektedirler.

erk dedi ki...

Burada rakamlar hiçbir şey anlatmaz demek de rakamlar her şeyi anlatır demek kadar büyük bir yanılgıdır. 3-5-2 diye bir şey yoktur - sahayı parsellemenin farklı yolları vardır - 3-5-2 de bu yollardan birinin matematiksel anlatımıdır. 3-5-2 ile 5-3-2 arasındaki farkı kanat oyuncularının mentalitesi belirler - kaldı ki çoğunlukla sahadaki oyuncular kendi iradelerini ve inisiyatiflerini kullanarak sahadaki mücadeleyi planlayan teknik direktörlerin rollerini asgariye indirirler ki belki de bu yüzden pek çok taktisyen teknik direktör nispeten isimsiz oyuncularla başarılı olmak isterler. Bundesliga'da bu durumun sayısız örneği vardır.

Demem o ki - hiçbir teknik direktör 3-5-2 oynuyorum ben derken salt oyuncuların dizilişlerinden bahsetmez- kafasında bir futbol fikri vardır - onu uygulamaya çalışır - elindeki malzemeye o fikre yedirmek için çabalar - bunun için de gerekirse daha nitelikli parçaları değil - kafasındaki bütüne daha çok uyan parçaları kullanır. Ama parça dediğimiz şey insan sonuçta... Bu yüzden pek çok değişken girer devreye.

Elbette ki futbol salt matematik değildir - gelin görün ki - sahada olan şeyi yorumlamak ve bu yorumudan ileriki tecrübelerde faydalanmak için matematik çok güçlü bir araçtır - kimse bana sen kimsin? sorusuna - tatminkar bir yanıt veremedi şu ana dek - kaldı ki bu sorunun bir cevabı da yoktur - ama bu ne bir "sen" olmadığı anlamına gelir - ne de dilin bir işe yaramadığı. Dil kusurludur - ama dil bir araçtır - matematik de bir dildir - ve o şekilde değerlendirilmesi gerekir. Haddinden fazla anlam yüklemeden.

erk dedi ki...

Meselenin özeti bence şudur:

90 dakika içinde yapılan her bir pasın semantik ile anlatımı günler alırken - bu tecrübe rakamlara indirgendiğinde birkaç dakika içerisinde asgari kayıpla önemli bir veri aktarımı yapılır. Bir sene içinde yapılan tüm maçları - veya bir futbolcunun kariyerini düşündüğümüzde - buradaki indirgemenin önemi "ve de" buna orantılı olarak hata payı artar.
Ama rakamlar bize bir eğilim verecektir - bir basketbol maçında sadece statistik kağıdına bakarak maçın nasıl gittiğine dair bir fikir edinebilirsiniz örneğin - maçın heyecanını yaşayamazsınız - ama maçı hangi takımın hangi yönlerini ön plana çıkararak öne çıkardığını - hangi oyuncuların birlik halinde daha iyi performans gösterdiğini - hangi eşleşmelerde sorun olduğunu - maç içerisindeki konsantrasyon seviyesindeki dalgalanmaları - ikili oyunların ağırlılklı olarak hangi oyuncular üzerinden döndüğünü - hangi takımın tempoyu ayarladığını - hangi tempoda hangi takımın nasıl bir verim gösterdiğini - ön alan savunmacıları geçildiğine gelen yardım savunmasının zamanlama başarısını/başarısızlığını - görebilirsin. hangi oyuncunun takımı "ateşlediğini" "görünmez savunma kahramanı dediğimi oyuncukların gayet de görünür olan katkılarını - her birini. Milliyet'te basılmış olan sadece oyuncuların sayılarının ve yanlarındaki yıldızların basılı olduğu kağıtta değil elbette. Bu işi meslek olarak yapan adamların eskiden tuttuğu şimdi bilgisayhar yardımıyla elde ettiği geniş istatistik kağıtlarında.

Elbette hangi bloğun güzel olduğunu - güzel bir crossover'ı veya akıllı bir pası göstermez o kağıt. Ama teknik adam için bunları yoksaymak bunları görmekten daha önemlidir, çünkü onun işi seyir zevkiyle değil - saha içindeki grubun en verimli şekilde performans göstermesi ile ilgilidir. Quaresma'nın kaptırdığı topun peşinden koşup o topu alıp tkerar çalım atması seyir değeri taşır elbet - ama makroda bakıldığında bu rakip savunmanın oturması - oyuncunun efor kaybı gibi pek çok verimsizliği gösterir. Bir seyircinin bunlarla kafayı bozması elbette ki çok anlamlı değil - zira seyirci bu işin üreticisi değil tüketicisi. Ama işin arka planında rakamlar bir araç olarak kullanılyıor ve kullanılmaya da devam edecek.

"Uzay Futbolu" oynayan Barcelona ile küstah Mourinho'nun takımlarının sahayı nasıl parsellediklerini ve top rakipteyken nasıl yer tuttukları ile tarlalarını selin basmasından sıkılmış mısırlılar arasındaki paralelliği gördüğümüz zaman tüm o sevimsiz rakamlar daha bir anlam kazanacak.

varol döken dedi ki...

3-2-1-3-1 kartal taktiğinden başka taktik tanımam!

ozan dedi ki...

rakamlar tabi ki tek başlarına birşey ifade etmezler, zaten johnny wilson da kitabın bir yerinde şunu demiştir: 4-4-2, her zaman aynı 4-4-2 değildir, sol kanatta giggs'in oynadığı ve sol kanatta ronaldinho'nun oynadığı 4-4-2 dizilişleri birbirinden farklıdır. Aynı şekilde "çift mevkili" futbolcuların bulunduğu her taktik birbirinden farklıdır. Yani forvet arkasında alex'in olduğu bir 4-2-3-1 fenerbahçesi ile semih'i hafif forvet arkasına sarkıtan 4-2-3-1'i bambaşka bir dizilişe neden olur. Aslında Erk'nin dediği gibi dizilişten ziyade sahayı parselleme, defansı kurduğun yer, prese başladığın nokta bunlar taktiğin niteliğini belirler. Ha tabi yapılan eleştiriye de katılmıyor değilim, Barcelona maçından aldığım zevki gittiğim 2.Lig B kategorisi maçlarından da alabiliyorum, çünkü daha çok hata daha çok boşluk, ıskalar, pozisyon hataları ve bundan doğan şahane bireysel insiyatifler futbolu biraz daha alıştığımız güzellikte ve görsellikte kılıyor. kısa bir örnekle bitireyim, günümüz modern futbolunda sürekli kısa pas yapan, 10 metre ötesiyle yan paslar yaparak ilerleyen ön libero kavramını bir de 3. ligdeki bir takımda görün, gerektiğinde 30 metreden şut atan, ısıran, yatan kalkan, koşan, çalışan, ama zerre teknik olmayan bir önlibero. mahalleden, amatör kümeden, 90lar birinci liginden alıştığımız sevdiğimiz yapı bu çünkü.

Flying Dutchman dedi ki...

Geç katıldım kusura bakmayın

@erk

hadise biraz bunun nasıl bir inceleme ile bize sunulduğu ve insanların algılama biçimi. Örneğin Wilson'ın kitabının başındaki dizilişlerin futbolda konuşulmaya dair en önemli şey olduğu görüşü futbol sahasında olup bitenin dışında, futbolu gereğinden fazla ciddiye alan (ki bence yeteri kadar hatta fazlasıyla ciddiye alınması gereken bir oyundur) ve saha içinde olup bitenleri bu rakamlara indirgeyen bir analiz biçimi türedi. Şu dediğin çok doğru, bütün bu dizilişler sahayı parselleme üzerine kuruludur ve bunun değişik biçimleridir, ancak atlanmaması gereken bir şey vardır ki bu "parselleme" modern futbolun bir amacıdır, örneğin 1960'ların Brezilyasının değil. Amaçlar değişir ve felsefe ile dizilişler buna göre evrimleşirler. Dizilişler üzerine konuşurken bunu da gözden geçirmek gerekir.

erk dedi ki...

posttan uzun yorumlarımı okuma zahmetine katlandığınız için teşekkür ederek başlayayım söze (:


Ama bu sefer çok da uzun tutmadan. Yalan yok, bahsi geçen kitabı okumadım. Ancak bütün bu tartışmaya uzaktan baktığımızda her şeye yaptığımız gibi ( 21. yüzyılın tüketken yetişkinleri olarak ) bir biz ve öteki yaratıyor bütün tartışmayı bu eksende döndürüyoruz ki ( eleştiri öncelikli olarak size değil çevremden edindiğim izlenimin nesnelerine yöneliktir ) bu tarz ben ve öteki tartışmalarından yapıcı bir sonuç çıkmasını beklemek naiflik oluyor.

Bana sorarsanız bahsi geçen analiz biçimi de bir tür 21. yüzyıl rasyonel mistisizmi - her şeyin matematikle açıklanacağını sanacak kadar saf - veya insanları buna inandırıp bu inancın rahipleri olacak kadar kurnaz olanlar aynı rönesans öncesi dinin sonraları "rasyonalite"nin oynadığı rolü matematiksel bir dil - bir tür pseudo-kesinlik üzerinden imite ediyorlar.

Bu karşı çıkılası - çemkirilesi değil, oturup anlanması - hazmedilmesi gereken bir paradigma kayması bana sorarsanız. Çok dağılmayalım - bence bütün bu form - formsuzluk tartışmaları futbola da uzanan ama futbolla sınırlı kalan bir alanda değil - haliyle bu tarz kapsayıcı tartışmaları yaparen Rıdvan Dilmen'i bilirkişi olarak kabul edersek, Nancy kişisi gülmekten kalp krizi geçirebilir.

Elbette formun mutlaklığına dair bir yönelim vardır - futbol da dahil olmak üzere - her alanda - elbette bu oldukça indirgemeci bir tavır olmakla birlikte - her şeyi tek tipleştirir ( yabancılaşma - adorno - horkheimer üçgeninde düşünmek lazım ) ama bunları futbolun değil futbolun çevrelediği dünyanın doğurduğu sonuçlar olarak görmek lazım. Futbol sadece gerçekliğin bir versiyonunu bize yansıtıyor, hepsi bu. Amaç - araç tartışmasında bir taraf olacaksam sizin yanınızdayım sayın uçarkişi, öte yandan istatistik meselesinde Ferguson alıntısı yapıp ( Ferguson'a ne kadar saygı duyuyorsam bu konuda otorite kabul edilmesi beni o kadar rahatsız ediyor ) bütün meselenin kestirilip atılması - ve pek çok alanda pek çok mutlaklık verilmiş kabul edilirken - matematik gibi göreceli olarak daha tutarlı ve daha işlevsel bir alanda - tutarlılığın sorgulanması - bende birazcık adam sendecilik hissiyatı uyandırıyor.

Kazanan her zaman haklı olmasa yerden göğe kadar haklısın diyerek sözü kapatayım - işime döneyim (: