Günümüz futbolunda sahadaki oyunun, bu oyunu üreten koşullardan bağımsız değerlendirilmesi söz konusu. Taktik ve teknik üzerine yapılan analizlerin çoğunlukla yapılan paslar, gol ve asist istatistikleri üzerinden yapılıyor olması, hem oyunu hem de analizleri sığlaştırıyor. Örneğin, Barcelona’nın oyun felsefesini sadece yapılan paslar ve Messi veya Iniesta’nın akıl dolu hareketleri üzerinden analiz etmeye çalışmak, oyuncuları, ürettikleri oyundan bağımsızmış gibi algılamaya neden oluyor.
Öncelikle kısaca La Masia’ya bakalım. La Masia 1979’da kurulmuş. Okula alınan çocuklar öncelikle okul dersleri de olmak üzere sıkı bir eğitimden geçiyorlar. Yeteneklerini üretecek olan karakter ve oyun bilgisiyle yetişiyorlar. Burada şöyle bir eleştiri getirilebilir: yeteneğin mekanik bir sınırlamayla oluştuğu. Bugün Barcelona’da yeteneklerini bir mekaniklik sınırında geliştiren oyuncular olduğu kadar (Buquest, Pedro gibi), bunun da ötesine geçebilen, oyunun konseptine yedirilmiş gelişmenin de üzerinde yetenek icra edebilen oyuncular mevcut (Xavi, Messi, İniesta, Pique gibi)
La Masia’da bir stopere topu kesmek öğretilse de, temel bilgi çabuk düşünme ve bir sonraki pozisyonu sezebilme üzerine kurulu. Bu topu kesebilmedeki gelişimi kadar, bunu en uygun zamanlamayla ve en uygun pozisyonda yapacağının bilgisi de verilmiş oluyor. Mevkilerin belirli bir sabitlikten öte olduğu, herkesin her mevkide oynayabildiği bir oyunda, bir stoper bir forvetin gözünden de oyuna bakabiliyor.
La Masia’ya değindikten sonra daha geniş bir perspektiften futboldaki yaratıcılığı ele alalım. Futbolun bir yaratıcılık alanı olduğu aşikar. Peki, oyuncunun yaratma süreci nasıl oluyor? Kısaca bunu açalım.
Oyuncunun yaratma sürecinde, yaratıcılığı üzerine düşünmesi kadar bunu kavrayışa dayalı yaptığını söyleyebiliriz. Öncelikle futbolda, oyun sahası oyuncunun verileni aldığı bir şeye karşılık gelmiyor. Çünkü saha oyuncunun pratik niyetlerine içkin bir şekilde mevut. Buradaki mesele, bir anlamda oyuncunun sahayla bir olması. Bu noktada artık bilinç ve onun oyun içindeki karşılığı, hareketle saha arasındaki diyalektikten başka bir şey değil. Oyuncu her hamlesiyle sahanın niteliğini değiştirirken, yapacağı yeni manevralar da, sürekli değişen sahadan bağımsız şekillenmiyor. Oyuncunun sahayla ilişkisinin yanı sıra, yaratıcılık sergileyebilmesi için görülmeye değer başarısızlıklar ve yaşama riskini göze alması gerekiyor: Bu da, sahada yeni hareketler ve doğaçlama hamleler yaparak oynamaya karşılık geliyor. Futbolun bir yaratıcılık alanı olduğuyla ilgili üç örnekten bahsedelim:
Franz Beckenbauer, Lev Yashin ve Garrincha
Franz Beckenbauer, futbolda ilk kez defanstan ileriye 40–50 metrelik drippling’i icat etmişti. Liberonun tanımlanan görevlerinin dışında olan bir şeydi yaptığı ve futbola önemli katkı sağladı. Eduardo Galeano’nun Gölgede ve Güneşte Futbol’da bahsettiği gibi sert futbol eğilimden olanların aksine o zarif futbolla gerektiğinde bir tanktan daha güçlü, bir otobüsten daha delici olabiliyor, ileriye atağa kalktığında ise bir havai fişekten farksız oluyordu. Günümüz futbolunda Beckenbauer gibi oyuncu bulabilmek neredeyse imkânsız. Diğer örneğimiz kaleci Lev Yashin. Yashin, bugün topu yumruklama şeklinde ifade bulan, topu ceza sahasını dışına çıkarmayı keşfetmişti. Kalecilerin ceza sahasına gelen her topu tutma gayretinin anlamsızlığını ortaya koyan bir buluştu Yahsin’inki. Yahsin’in yanı sıra, A.Carrizo’ya da kısaca değinelim: Carrizo, hücumcu desteklemek amacıyla kendi alnını terk etme cesaretini gösteren (ileri çıkışlar, rakibe çalım atma) ilk kaleciydi ve kalecilerin hücuma katılabileceğini göstermişti.
Garrincha’nın buluşuna gelince. Futbola başladığında doktorların ‘oynayamayacağı teşhisi’ koyduğu Garrincha, çocuk felci geçirmişti ve sol ayağı aksıyordu. Garrincha’nın buluşuyla ilgili olarak Ulus Baker’den yapacağımız alıntı anlamlı olsa gerek:
“Garrincha’nın buluşu tam anlamıyla bir futbol ‘jestiydi’: Topla küçük veya uzun atılan adımların ‘alterasyonu’ aracılığıyla rakip tarafından ulaşılamaz/hissedilemez hale gelmek... Buluş, dar ve geniş alanlarda farklı biçimlerde gerçekleşiyordu. Bu, sanıldığının aksine futbolda ‘çalım atmak’ ya da ‘adam geçmek’ değildi yalnızca... Evet, bu türden etkileri vardı ama aynı zamanda rakibi inanılmaz biçimde yoruyordu. Garrincha, biraz da sol ayağının aksamasını pozitif bir unsur olarak kullanıp, inanılmaz bir teknik icat etmişti. İşin sırrı topu küçük adımcıklarla ve küçük dürtmelerle kontrol etmeye dayanıyordu. Bunu iyi yapamayanlar, günümüzde doğru dürüst pas verme şansını tepen ‘hödükler’ olarak anılır. Küçük tepiklerle hareket edildiğinde geometrik alan küçülür, daha dar bir alanda daha çok iş yapılır. Garrincha da henüz onun buluşundan haberdar olmayan defansları darmadağın etmişti”
Boş Alan, gerçekten boş mu?
Günümüz futbolunda bu yaratıcılığıyla öne çıkan oyunuca tartışmasız Lionel Messi. Messi, o küçük adımlarla, dürtmelerle kontrol ettiği topu kullanması da bu tekniğinden bağımsız değil. Messi de yazımızın başında da değindiğimiz gibi La Masia’dan yetişen bir oyuncu. Diğer bir örneği de Xavi ve İniesta üzerinden verebiliriz. Barcelona’nın oyunu, estetik bir faaliyete karşılık geliyor. Tabii bunu mümkün kılan koşullar olduğu sürece. Barcelona’nın oyunu, Xavi ve İniesta’nın yaratıcıklarını en iyi sergileyebilecekleri oyunu tarif ediyor.
Artık Xavi ve İniesta’nın ters kanada milimetrik uzun pası atabilmesi kadar, bunu yapabileceği en uygun koşullar da oluşmuş oluyor. Barcelonalı oyuncular bu oyunu üretiyor, aynı zamanda bu oyunla da kendi yeteneklerini de üretmiş oluyorlar. Xavi ve İniesta’da öne çıkarabileceğimiz en önemli özellik, oyunun nerede oynanacağına karar verebilmeleri. Tabii uygulayabildikleri oranda. Uzun paslarında bunu rahatça görebiliyoruz: rakibin yetişemeyeceği bir alana topu gönderiyorlar. Fakat bu ‘alan’ takım arkadaşının yetişebileceği bir ‘alan’ oluyor. Topu alana atmakla aslında yaptıkları şey, boş bir alana top atmaktan ibaret değil, hareketlenen takım arkadaşına en uygun ‘alanı’ da atmış oluyorlar. Bu da bize, günümüz futbolunda yaratıcılığın oyun yıkma konseptine içerilmiş olduğunu gösteriyor.
Yaratıcılık alanı olan futbolda önümüzdeki yıllar pek de iç açıcı görünmüyor. Günümüz futbolu faullerle dolu bir süreci kapsıyor. İkili mücadeleler de artık didişmeye dönüşmüş durumda. Futbolcuların daha bir tek tipleşmeye başladığı bir sürecin içindeyiz. Bu görünümün en açık olduğu lig de İngiltere. İkili mücadeleye dayalı ve “topa sert” gibi kavramlarla yumuşatılmaya çalışılan durum, icat yapmayı zorlaştıran etkenlerin başında geliyor. Tabi “modern futbol” olarak da öne sürdüklerinin İngiltere’deki futbol olduğunu unutmayalım. Bu da futbolda yaratıcılığın minimize olmasına neden oluyor
by Osman Bulugil
4 yorum:
Tam da bu son paragrafta bahsedilen sebepten ötürü Mourinho'nun son iki senede Barça karşısında R. Madrid'e oynattığı savunma futbolu "başarıya giden yol" olarak görülmemeli ve eleştirilmeliydi bizim cografyanın bloggerları tarafından ancak bunu çok az yazar gerçekleştirdi ve bundan dolayı da Katalan, taraflı, subjektif gibi önyargılı ithamlar aldılar.
Mesele biraz da futbolun selametiydi.
R. Madrid gibi (sportif yönden, hücum futbolu, yarattığı etki, Avrupa'nın en başarılı üç-beş takımından biri) bir takımın 2010-11 sezonu ŞL yarı final ikinci maçında Barça karşısında 31 faul yapıp Şampiyonlar Ligi tarihinde bir maçta en çok faul yapan takım unvanını elde etmesinin tirajikomikliği üzerinde durulmadı. (Böyle bir rekoru tahminen 6 maçta 0 puan almış ve Barça'yla baş edecek kadro kalitesi olmayan bir takımdan beklerdiniz, öyle 100 milyon dolarlar harcama şansı bulunmayan ve bu tür bir takımın strateji olarak faul yapmayı seçmesi tartışmaya açıktır hatta makul görülebilir, güç yörüngesinden bakılınca.)
Günlerce Pepe'nin Alves'e yaptığı hareketin gerçekliği üzerine konuşuldu ama total noktaya, geniş pencereye bir türlü erişilemedi. Bir sezon önce Pellegrini ile farklı düşünce & hareket biçimine sahip olan ve El Clasicolarda kaybetse de sertlik & kavga unsurlarına başvurmayan oyuncuların Mourinho elinde nasıl bir canavara dönüştükleri göz ardı edildi.
Mourinho yine "olması gereken"i yapmıştı 18 günlük süreçte, pek çoklarına göre, başka şansı yoktu (aynı kadroyla Pellegrini bir sezon önce farklı futbol oynatırken hem de Barça maçlarında ve daha çok zorlarken) ve bu sezona bakıldığında bunda başarılı olduğu da görülüyor ancak tez-antitez üzerinden doğacak olan sentez Barça kadar estetik ve spor ahlakına sahip olamayacak (en az faul yapan takım yarıştığı her turnuvada) başarı endeksinden ötürü.
Barça için nasıl kazandığının da önemli olması, bunun için değerli.
Çok anlattım bu konuyu, uzatmayacağım, ilgilenen olursa;
http://erenlogoglu.blogspot.com/2012/04/barca-cag-sona-erer-mi-pep-icin-agt.html
Amadeo Carrizo'dan bahsedilirken neden Juan Pablo Carrizo'nun resmi konmuş?
tamamen FD'nin mallığından :)
la masia rhunu futbol ve yaratıcılıkla harmanlayarak çok güzel betimlemişsiniz bence bu olgunun futbol okullarında mutlaka okutulması gerekiyor.şenol güneş hocamızın iniesta'nın hayatını anlatan kitabı futbolcularına okuutturmas çok örnek bir davranış tabi okumak yetmez ülkemizde altyapıya gereken önemin verişlmesi de gerek...kaleminize sağlık.
Yorum Gönder