11 Temmuz 2012 Çarşamba

ÇALIMA GİRMESENE LAN!




















Türkiye'de bugüne kadar futbola ve futbol seyircisine zarar veren etkenlerde basını hep güçlü bir öğe olarak tutar ama zirveye yerleştirmezdim. Ben 3 Temmuz sabahından başlayarak, azıtmada doruğa çıkan Türk basınının bu kadar bayağılaştığı bir döneme daha şahit olmamıştım. Nice adını bilmediğimiz adam bu süreç sayesinde meşhur oldular. Dava dosyasına adı karışanlar, futbolcular, taraftarlar...Bunların hepsinin karşılıklı  büyüyen nefrette payı vardı ama bu sefer basın benim için en tepede yer aldı. Tiraj kaygısı o kadar iğrenç işler yaptırdı ki... İnsanların özel hayatlarını altüst edecek gizlilikteki diyalogları yayınlamaktan, sezon içerisinde Fenerbahçe ve Galatasaray eksenindeki rekabeti kullanmaya, şahısların üzerine oynamaktan tutun da play-off süresince çıkan trajikomik haberlere kadar. Yıllar önce meşhur "Galatasaray, şampiyon Fenerbahçe'yi alkışlayacak mı?" haberiyle ortama gazı vermişler ve sonra "sulu derbi"de aktif rol oynamışlardı. Bu sezon bu kazı çevirdiler, bu sefer alkışlama işini Fenerbahçe'ye yakıştırdılar. Halbuki 2 kulüpten de ne bu yönde bir açıklama ne de eğilim vardı. Muslera'nın penaltısı sonrası "Volkan, son hafta Galatasaray maçında skor garanti olursa ve penaltı olursa penaltı atar mı?" haberi yapacak kadar açlığa düştüler. Tek bir gayeleri vardı, 2 tarafı da birbirine kırdırarak bu kaostan ekmek çıkarmak. Çoğunluk düştü tabii bu tuzağa...

Son 1 yıldır basın ilkeleri şöyle işliyor Türkiye'de. Kendine bir kutup seç-asparagas haber üret-kutbunu değiştir-diğer kutuptan bir asparagas üret-ikisini karşılaştır-bu yapay gündemi destekle...Transfer sezonu onlar için biçilmiş kaftandı. Yıllardır Türk basını şu "xxx kulübünden yyyyy kulübüne çalım" mantığını işliyor. Bir ülkedeki spor gazeteciliğini yıllar geçtikçe ilerlemesini beklersiniz. Bizde basın bırakın yerinde saymayı geriledi. 20 yıl önce "Galatasaray'dan Fenerbahçe'ye Kosecki çalımı" başlıklarını atanlar, "Gordon'u Nah Alırlar" haberini basanlar, bugün de "Galatasaray'dan Fenerbahçe'ye Altın Gol" çığırtkanlığını yapıyor Hamit Altıntop için. Ortada ne gol var, ne çalım, ne pas...

Zaten gaye ve ortaya çıkan sonuç belli ama anlayamayacakları dilden konuşsak dahi bu yayıncılık ve haberlerin ne kadar saçma olduğunu görüyorsunuz. Birincisi dünyada, transfer sezonunda birçok futbolcuya sadece 1 kulüp talip olmaz. Bu kulüpler farklı ülkelerden olacağı gibi aynı ülkeden de olabilirler. Hatta hatta aynı futbolcu için 2 ezeli kulüp de mücadele edebilir ama bu zaten transferin gereğidir. İkincisi günümüzde, gönül bağlanan renklerle, sırttaki formanın renginin aynı olması beklenen, arzulanan bir şey değil. "Galatasaray o daha vefalı" sözleri Metin Oktay'ın filminde kaldı yıllar önce. Son olarak da menajerlik sistemi oyuncuların bu transferlerdeki rolünün bir kısmını arabuluculara devretti. Durum böyle olunca da rekabeti yükseltmeyi isteyen menajerler bunu en iyi şekilde yurt içinde yapabileceklerini anladılar. Bütün bunlar bir araya geldiğinde bu "çalım" ne oluyor ben onu anlamıyorum. Kaldı ki alternatifsiz futbolcu kavramının nerede ise yokolduğu 21. yüzyıl futbol şartlarında futbolcuları, peşinde koşulan ve elden kaçırılması halinde kulübü yerle bir edecek Tanrısal yetenekler olarak görmek de çok zayıf bir argüman olarak duruyor.

Peki bütün bunlar varken bizim basın neden hala bu çalım sevdasında? 

2 yorum:

ismailinc dedi ki...

Yalnızca mevzu bahis internet sitesinde değil, çoğu medya aracında benzer bir dil var. Galatasaray' dan Fenerbahçe' ye tarihi çalım sadece bir tanesi. Süper Final de ki ilk karşılaşma öncesi, "Titanların öfkesi" diye başlık atıp milleti gaza getirenden ne beklersin.

Adsız dedi ki...

Medyada bu tür bir bozunmanın olduğu kesin. Fakat büyük bir taraftar kesimi de bu telden çalıyor. Her geçen gün twitter'da, facebook'da konuşlan konular bunlardan farklı değil. Meşhur paradoksu aklıma getirdi bu durum. Basın böyle yazarak insanların bakış açısını mı değiştirdi, yoksa insanlar bunu istediği için mi basın değişti?