4 Eylül 2012 Salı

THATCHER'DAN BUGÜNE PREMİER LİG


















İngiltere’de neo-liberal dalganın M. Thatcher dönemiyle beraber daha da ağır görülmeye başlayan etkilerinden bağımsız değil bugünün Premier Ligi. M. Thatcher’in iktidarıyla beraber işçi sınıfına açtığı savaşı biliyoruz. Futbola karşı yaklaşımı da bundan bağımsız bir gelişim göstermedi. Holiganizme savaş adı altında başlatılan çalışan sınıfların stattan dışlanması süreci başladı. Bir tarafıyla endüstriyel futbolun temelleri atılıyordu.

1989 Hillsborough ve Hill statlarında yaşanan facia ve ölümler sonrası yayınlanan Taylor Raporu'yla beraber holiganizme karşı savaş yaftasıyla statların dönüşümü başlıyor ve bu aynı zamanda taraftar profilinin de dönüşümünü de içeriyordu. Sürecin başında daha çok yasaklamalarla başlayan iktidar pratikleri, özellikle 1990 sonrası (1992’de Premier Lig’in kurulmasını da içeriyor) futbol kulüplerinin, taraftarı üzerine stadyumların dönüşümüyle beraber daha farklı kılıflarla ortaya çıkıyordu.

Premier Lig, diğer Avrupa ligleri arasında en büyük pazarı oluşturuyor. Hatta Premier Lig yönetimi teknik adamların kadro seçimlerine kadar müdahale edebiliyor (Tabi Premier Lig kurallarında olan "Her takım en iyi kadrosuyla maçlara çıkmak zorundadır" maddesine dayanarak- bu madde tartışılmaya devam ediyor). Wolves, 2010 Aralık ayındaki maçta Manchester United’a karşı as oyuncularla çıkmadığı için (M. McCarthy, üç gün önceki Tottenham maçı kadrosundan 10 oyuncu değiştirmişti) 25 bin sterlin ceza almıştı.

2010 yılında Manchester United tribünlerinde yeşil-sarı atkıları görmüştük. Yeşil-sarı renkler 1878’de kurulan Newton Heath’ın renkleri. 1902’den itibaren yılında kulüp Manchester United olarak yoluna devam ediyor.  Old Trafford’taki “seyirci”ler bu yeşil-sarı atkılarla maça gelip, kendilerince “Glazer out” diyerek tepki göstermeleri aslında, kendilerini üreten sistemi yeniden üretmelerine karşılık geliyor. Yaptıklarındaki ironi de burada yatıyor: yeşil-sarı atkılar onları, statta seyirci olarak var eden sistemin dışladığı işçi sınıfının kulübünün simgesini oluşturuyor. Bu da endüstriyel futbolda, kapitalizmle mücadele içerisinde olan sınıfın nasıl sistemi yeniden üreten bir cılız tepkinin (tepki futbolun sermayeleşmesini onaylıyor, sadece Glazer ailesini istemiyor) parçası olarak karşımıza çıkartıldığını gösteriyor. Kulübün tarihini (ya da Premier Lig’in) bugünden, yani yeşil sarı atkılardan yazmak çok kolay aslında. Fakat bugünkü durum kulübün tarihinden, yani endüstriyel futbolun tekelleşen küplerinden biri olduğu gerçeğinden bağımsız değil. İngiltere’deki Amerikan veya Arap sermayesine karşı verilen tepkileri (Liverpool vb.) aslında bir milliyetçilik sorunsalı içinde değerlendirebiliriz. Bu tepkiler, kulüplerinin sermaye sınıfına ait olmasıyla ilgili değil, İngiliz olup olmamasıyla ilgili.

Statlarda ayakta maç izlemenin minimize edildiği, hafta sonu maçların oynandığı bir mekandan öte, içinde tüketimi (alışveriş merkezleri, otoparklar, bar vb.) barındıran, aynı zamanda bilet fiyatlarındaki artışlarla (son on yılda yüzde iki yüze yakın bir artış oldu) beraber artık taraftarın statlardan kopuşu netleşiyordu (Ken Loach’ın Looking for Eric filmindeki ‘otoparklar yalan söylemez’ sahnesini hatırlayabiliriz). Tabi bu süreç aynı zamanda futbolun medya yoluyla paketlenip satılan bir iş alanına dönüşmesini de içeriyordu. Evde maçı izlemenin yolu artık küresel medya devlerine ne kadar ödeme yaptığımızla ilgili.  Artık İngiliz işçi sınıfı  işe dönüşen futbolda ofsaytta kalmıştı. Bugün İngiltere’de işsiz sayısı 3 milyona yaklaştı. Nüfus piramitlerinin gelişmiş ülkesinde, genç nüfusun dörtte biri işsiz… İngiltere’de bu durum uçurumun nasıl büyüdüğünü gösteriyor. Futbolcu maşaları İngiltere’de son 10 yılda yüzde yetmişe yakın artış gösterdiğini unutmayalım. Bunun yanı sıra Premier Lig yayın haklarıyla ilgili BSkyB televizyon kanalı, 2012/2013 sezon başına 116 futbol maçının yayın hakkına sahip oldu. Gelecek üç yılı da içeren anlaşma gereği ödenen miktar 3.018 milyar sterlin…

Bugün Premier Lig’de, modern taraftar olarak sundukları seyircileri de, bir tarafıyla, artık futbol turisti olarak nitelememiz çok doğal olsa gerek. Braudel’in bahsettiği kuzeyli turistin Akdeniz’i istilasını hatırlatıyor. Bugünün seyircileri de artık, işçi sınıfının elinden kayıp giden stadyumların istilacıları…

Kuzeylilerin koşa koşa geldikleri Akdeniz’de, turizmlerinin/tüketimlerinin nesnesi olma tehlikesiyle karşı karşıya olan Akdeniz tarzı yaşama, bir gerçeğe katılır gibi katılmadıkları ve tatilleri biter bitmez düzenli bir biçimde döndükleri kuzeydeki (artık fosil haline gelmiş yaşamları ve parayla satın alınan yazların sahte yaşamı) yaşamları…

Futbol turistleri de, stadyumların istilacıları olarak var olmaya başladıklarından beri sahadaki oyun artık başka bir şeye karşılık geliyor: futbol turistinin fosil haline gelmiş yaşamlarında, oyuna -bir gerçeğe- katılmaktan öte, oyunun parayla satın alınmış sahte yaşamlarının bir parçası haline dönüşmesi…
Yazımızı bitirirken sözü A.Wenger’e bırakalım:

Futbol artık eğlence ve spor olmaktan çıktı; ruhu satıldı. Tamamen para kazanma sektörüne dönüştü. Bu sektörün de başında yayıncı kuruluşlar var. Her şey onların istekleri ve kazançları doğrultusunda şekilleniyor. Artık fikstürümüze bile karışamıyoruz. Tüm ayarlamalar maksimum maddi kazanç sağlama doğrultusunda yapılıyor. Bu da önemli adaletsizliklere yol açıyor. Fikrimiz bile alınmıyor. Televizyon da kesinlikle futbol için çok önemli ama şu durumda sadece yayınların çıkarları gözetiliyor."

by Osman Bulugil


4 yorum:

yasince dedi ki...

bir kere de kapitalizm kelimesini kullanmadan yazı yaz arkadaş

Flying Dutchman dedi ki...

İyi de yazı Thatcher'la ilgili o kelime kullanılmadan Thatcher yazısı yazılmaz

hell voodoo dedi ki...

Bilader, 3 milyar sterlin yazıyor, capital, kapitalizm yazsa ne olur, yazmasa ne olur?

hell voodoo dedi ki...

Premier lig ve kapitalizm ayrı yazılamıyor artık. 3 milyar sterlin diyor yahu!