18 Ekim tarihinde BirGün gazetesinde yayınlanmıştır
1996’daki Avrupa Şampiyonası’na katıldığımızdan bu yana düzenlenen uluslararası turnuvaların 4’üne gidebildik. Aynı süre içerisinde UEFA Katsayı listesinde Türkiye’nin önündeki 11 ülkenin ulusal takımlarından sadece 2’si bizden daha az uluslararası turnuva gördüler. Ukrayna ve Belçika. FIFA ülkeler sıralamasında 36. sıradayız. 1954 Dünya Kupası’ndan 42 yıl sonra İngiltere’de düzenlenen turnuvaya katıldığımızda ilk maçımızı Hırvatistan karşısında oynamıştık. Hırvatlar o turnuvayla beraber bugüne kadar düzenlenen turnuvaların sadece 1’ini kaçırdılar ve bugün FIFA sıralamasında 11. sıradalar. Kulüp takımlarımız en son Avrupa’da başarılı olduklarında 5 sezon önceydi. Ulusal takımın başına gelen her hoca yurt çapında kurulan ekiplerin futbolcu avına çıktıklarını ve her yaştan yetenek gruplarının mercek altında olduğunu söylüyor ama hikaye değişmiyor. Bir oyuncunun aday kadroya çağırılması için yeteneğinin İstanbul’un 3 büyük takımı tarafından maaş çekine bağlı olması gerekiyor (ya bizi kandırıyorlar ya da ortada ciddi bir planlama sorunu var). Kadromuzdaki oyunculardan 8’i yurt dışında doğmuş, futbol eğitimini orda almış ve bizim Türkiye formasını giymeleri için ikna ettiğimiz oyuncular. Bizim içimizden çıkarıp yurt dışına yolladığımız oyuncu sayımız ise 2. Bunlardan birisi takımında sürpriz olmazsa yedek oturuyor. Takımın önemli kozlarından bir tanesi Euro 2012 vizesi alamadığımız günden beri takım arkadaşlarını ima eden eleştiriler getiriyor, kaptan aynı adamı bir gol sonrası kulübeden çıkıp sevinmediği için fırçalıyor. Fakir edebiyatı yapmak abes ama kendimize sormamız gerekiyor. Biz kendimizi cidden ne zannediyoruz?
İstikrarlı başarısızlık
Ulusal takımların oluşturulmasında 2 yol vardır. Proje takımlarında 17, 18, 19 yaş altı takımlarından beri izlenen genç oyuncular A takıma geçişlerine kadar bu projenin belli bir parçasıdır ve zaten ilk grup bu geçişi tamamladığında makinenin düğmesine basılmış olur. Yüksek ölçekli takımlarda ise sürekli performanslarını üst düzeyde tutan futbolcuların arasından seçim yapılır. Mevcut durumda ne işleyen bir makinemiz ne de formda bir oyuncu topluluğumuz var. Zaten başlıktaki soruyu sorarken de bunu kastediyorduk. Türkiye’nin önünde 3 şans var. Ya Löw gibi, Lagerback-Söderberg modeli gibi, Morten Olsen gibi bir teknik adamı takımın başına getirip ona karnesi ne olursa olsun sabretme yolunu seçeceğiz ve en az 2 nesillik bir yapı kuracağız, ya yine maaş çeki hayli yüklü bir yıldız hocadan kısa sürede mucize yaratmasını bekleyeceğiz ya da bu denizlerden çekilene kadar her fırsatta Fatih Terim, Mustafa Denizli ve Şenol Güneş’e dönüp duracağız. İlk ikisini yakın zamanda tecrübe ettik. Ne başarıyı (2008) sürekliliğe dönüştürebildik ne de kariyerli hocalara sabredebildik. Bu ülkenin 1994’teki Euro 96 elemeleriyle başlayan çıkışının arkasında Piontek-Terim projesi yatıyordu. Aynen modern futbolumuzun kulüp takımları bazındaki gururu Galatasaray’ı Avrupa’nın zirvesine oturtan çıkışın arkasında Derwall-Denizli projesinin yattığı gibi. Önümüzdeki başarılı ve başarısız örnekler bu kadar ayan beyan ortadayken biz neden görmek istemiyoruz büyük bir soru işareti.
Belçika
Marc Wilmots 2009’da Dick Advocaat’ın yardımcısı olarak Belçika ulusal takımında görev yapmaya başladı. Advocaat sonrasında Georges Leekens’in yanında oturdu bu sefer. Leekens bu sezon başı Club Brugge’un başına geçtiğinde de görevi devraldı. Elinde 2008 Beijing Olimpiyatları’nda dördüncü olmuş, 2007 UEFA 21 yaş altı futbol şampiyonasında yarı final oynamış bir takım vardı. O iki turnuvanın kadrosundaki Kompany, Fellaini, Vertonghen, Mirallas, Dembele, Lombaerts, Witsel gibi oyuncular bugün A takım kadrosundalar. Bunların yanına Hazard, Mertens, De Bruyne, Alderweireld, Courtois gibi genç isimler eklendi ve Belçika bugün 4. Maçlar sonunda Sırbistan ve Hırvatistan’ın önünde grup lideri olarak Brezilya’ya göz kırpıyor. Jan Vertonghen’a 2 sezon önce bir Ajax maçı sonrası bizzat Belçika’nın gençlerinin ne zaman A takımda başarıyı getireceklerini sorduğumda, bu oyuncuların oynayarak tecrübe kazanması gerektiğini ve daha zaman olduğunu söylemişti. Ortada farkındalıkla birleşmiş bir plan var. En azından ne olduklarını biliyorlar, bizim ülkede yüzüne bile bakılmayan Belçika Ligi’nden çıkan takımlar UEFA sıralamasında ülkelerini Türkiye’nin üstüne yerleştirdiler ve 1-2 seneden önce de onları geçecek gibi durmuyoruz.
Futbol klişeleri yıkılalı çok uzun zaman oluyor. Artık topun bir o kaleye bir öbür kaleye gidip Almanları galip getirdiği dönemlerden, Almanların 4-0’tan maç verdikleri dönemlere geldik. Biz de bir zahmet kronik sorunlarımızı çözelim.
2 yorum:
hocam güzel yazmışsın.tebrik ediyorum.
''Bir oyuncunun aday kadroya çağırılması için yeteneğinin İstanbul’un 3 büyük takımı tarafından maaş çekine bağlı olması gerekiyor (ya bizi kandırıyorlar ya da ortada ciddi bir planlama sorunu var)''
bizdeki sorun sadece futbolda değil her alanada işi ehline vermemek.diğer alanlarda olduğu gibi futbolda da torpilin lobinin istanbul medyasının etkisi çok.
bir erman kılıç bu kadar yetenekli mükemmel oynuyor sivasta(ibb de oynarkende iyidi) ama milli takım için adı dahi anılmıyor.neden?cevabı yukarıda.
Son zamanlarda bu blogda veya başka bir ortamda milli takımla ilgili okuduğum en açık, sorunun tam merkezini hedef alan yazı olmuş.
Sadece küçük bir eklemem olacak: radikal bir değişiklik gerçekleşmediği sürece belçika ligini 1-2 yıl içinde yakalamayı bi kenara bıraktım, bu yıl Türk takımlarının toplamda elde edeceği puan BATE'nin tek başına toplayacağının gerisinde kalacak. Olası bir eşleşme olsa "BATE de neymiş? Köy takımı. Yedeklerle çıkalım da ayıp olmasın!!" gibi ifadeleri duymayacak mıydık?
Yorum Gönder