Fonda Çengelköy.
Bir zamanlar, sahile giden yolun dönüşünde, sokak arasında bir açık hava sineması vardı. Kim bilir, sonradan otopark mı oldu, apartman mı dikildi yerine? O kadar yolum düştü, hiç dönüp bakmamışım o tarafa.
O gün, küçük yeğen kontenjanından, ilk kez sinemaya gidiyorum. Vizyonda 1970'li kuşakların iyi bileceği, Hülya Avşar'lı "Sekreter" filmi var.
Bir kaç nesle elektrik prizlerine dair bambaşka şeyler düşündürmeyi başaran bu yapım "Sinema, sinema dedikleri bu mu şimdi?" sorusuyla birlikte geliyor el kadar zihnin hatıratına.
"Çizgi film yok mu?" diye sormak istediğim büyük abiler "ronta dikiz" sahnelerinde ayran budalası oluyor, ben de sanat denen şeyin yedincisiyle, beşinci yaşımda tanışırken, sıkıntıdan patlıyorum.
Üzerinden iki yıl geçmeden, Mehmet Karamancı İlkokulu'nda bir okuma bayramı... Siyah önlükle şahmışız, fosforlu yeşil pantolon ve beyaz gömlek ile şahbaz olmuşuz.
Kafaya büyükçe bir çorba kasesi geçirilmiş gibi traşıyla sahnede bendeniz; kimseyi selamlamadan girip , adam tokatlar gibi şiir okuduktan sonra, perdeden içeri, geri dalıyorum. Günün sonuna doğru, herkes sahne arkasına merdivenden yürüyerek giderken benim tırmanma uğraşım da cabası. Velhasıl, sanat Seferoğulları'ysa, ben hâlâ Tellioğullarıyım.
Yine Mehmet Karamancı İlkokulu. Artık 5 olmuşuz, gidiyoruz. Hababam Sınıfı değiliz ama biz de temsil yapacağız. Bana da rol verme gafletinde bulunulmuş.
Konumuz Kurtuluş Savaşı...
Yunan işgalinde gam ve kederden sakalları ağarmış, fakat tam da beyazlık yukarı doğru giderken Trakya ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'ni duyunca, ümide kapılıp, saçları ak pak olmaktan kurtaran bir amca gibi geziyorum sahnede. Sakal dursa bıyık kayıyor, bıyık dursa sakal oynuyor. Cepheden kaçmak için kendine dede süsü vermiş piyade sıfatımla, Serdar Ortaç'ın seneler sonra hayata soracağını, ben sanata soruyorum:
"Beni neden yoruyosun?"
Sanat, tabii ki efendiliğini bozmuyor ve "Siktir git lan, zorla mı tutuyoruz sahnede?" demiyor. Sanat mutedil, sanat çelebi, sanat kalender... Lâkin o günden sonra da "sahne tozu" yutmuyorum. Yeteneksiz topçuya, erken jübile.
Tiyatro denince, aklıma Nâzım Hikmet'in Kuvayı Milliye Destanı'ndaki Şoför Ahmet geliyor.Ve "Sen İstanbullu, sen kendi ellerinin hünerine alışmış olduğundan şaşarsın İstanbullulara : Ne kadar ince, ne çeşitli hünerleri var, dersin" dizeleri.
Zanaat erbâbı ve sahne üstâdı insanlar, her zaman lal eden bir hayranlıkla izlediğim şeyler oldu. Özellikle ince işlenen büyük mimari eserlerin ve her türlü sanatın, insanın mucizesi olduğuna inandım.
Uzun zaman görüşmedikten sonra ekranda "Bu o mu?" diye görüp, peşinden tiyatro sahnesinde izlediğim (Mehmet Karamancı İlkokulu'ndan sınıf ve Turşucu Deresi'nden mahalle arkadaşım) Timur da bu minvalde bir mucizedir benim için.
O ve diğer mucize arkadaşları, Kadıköy'de yeni bir kültür merkezini vücuda getiriyorlar. Şu haberde göreceğiniz gibi, Moda Sahnesi açılıyor.
Tiyatrosuz kalmış bir memleket için tek bir cümle söylenir:
İyi bilirdik!
Bu dostlara da söylenecek tek şey var:
Sefalar getirdin, sefa geldin, Moda Sahnesi.
Bezme revnak verdiniz, sefa geldiniz dostlar.
by Canarino (Duhuliye.com)
1 yorum:
Çengelköy'deki eski açık hava sineması şuan otopark olarak kullanılmakta.
Yorum Gönder