29 Temmuz 2013 Pazartesi

ALİ ECE İLE MÜZİK TARİHİNİN TAVAN ARASI-2: LONDRALI JAPON’UN KIBRIS GROOVE’U: MICK KARN



Ülkemiz müzik kültüründe basçılar, ülkemizin çarpık futbol kültüründe negatif ayrımcılığa uğrayan savunmacılara tekabül etmez mi sizce de?

“2000 UEFA Kupası” deyince akla ilk Hagi ve Hakan gelir haklı olarak ama bir de gizliden gizliye “şampiyonluk farkı”nı yaratan Popescu-Bülent tandem kimyası gerçeği vardır.

“103 gol rekorlu Fenerbahçe” deyince ilk önce Oğuz-Rıdvan-Aykut isimleri sayılır ama sonrasında Uche-Högh tandemine kadar 7 yıl hasret kalınan şampiyonluktaki “Deli” Nezihi’sizlik yeterince irdelenmez!

Metin-Ali-Feyyaz fenomendir tabii ki ama Beşiktaş’ın Altın Çağı’nın gizli şifresi 10 yılda 5 şampiyonluk kazanan-kazandıran savunmanın sigortaları Ulvi-Kadir’dir…

Trabzonspor’un 1976-1984 arası kazandığı 6 şampiyonlukta golcülerden daha büyük fark yaratan (kaleci Şenol Güneş’le ortaklaşa) 6 şampiyonlukta da bordo-mavililerin ligin en az gol yiyen takımı olmasını sağlayan Turgay (1975-1987) ve Necati (1973-1986) istikrarı değil de nedir?

Ama işte bir keresinde “Disko Kebap” başyapıtında dünyanın en iyi basçılarından biriyle çalışan Urfalı Babi’nin de isyan ettiği gibi “Ajda ne pohum ki gazino patronu bana ‘İn artık Ajda çıkacak’ diyor!” Memleketimizin tüccar eleştirmenleri, Ajda’yı yıllarca “Süperstar” diye yutturmaya çalışsa da Edirne ya da Kars’ı geçince müziğimizin Ajda’dan çok daha fazla global süperstarları İsmail Soyberk ve Ahmet Güvenç gibi dünyanın sayılı basçıları değil de kimdir ki?

Tıpkı stoper gibi “Arkada duran adam” mıdır basçı? Yoksa geçen geceki Iron Maiden konserindeki Steve Harris örneği gibi müziği palavradan değil gerçekten de “süperleştiren” zaman ve mekanların ötesine taşıyan sessiz deha mıdır bas gitarcı?

Caz’ın Altın Çağı’nı geçtim, ne de olsa ahkam kesebilecek kadar anlamam etmem ama göz olduğu kadar da kulak da var: O kontrabasçıların tellerinden yayılan sıcak hümanizma ve deliliğe teğet geçen dehalar, 1950’lerde 1980’den beri Steve Harris’in yarattığı farkı yaratmasalar, caz tüm dünyayı kasıp kavurur muydu?

Bir de iki arada bir derede bir Mick Karn var. Asıl adıyla Andonis Michaelides… Modern müzik tarihinin en orijinal fenomenlerinden Japan’ın basçısı (+ part time saksofoncusu)


2 buçuk yıl önce bu dünyadan dehasına oranla ölüm sessizliğinde göçüp gitmeden önce son olarak Ankaralı Peter Murphy ile Dali’s Car rumuzuyla çıkarttıkları “InGladAloness” albümüyle son bir bas dehası selamı gönderen  Andonis Michaelides


Babam ve Dalglish’ten 7 yıl sonra 1958’de (bir süre sonra tam ortadan bölünecek) Lefkoşa’da Andonis Michaelides adıyla doğup Londra’da Mick Karn adıyla dünyanın sayılı avangard müzisyenlerinden birisi olan 52 yaşında kaybettiğimiz bas gitar’ın Lineker’i, Hugo Sanchez’i…

Ailesi 3 yaşındayken Kıbrıs Adası’nın makus talihinden kaçıp Londra’ya göç eden Andonis Michaelides, daha 16’sında lise arkadaşlarıyla ilk müzik grubu olan Japan’ı kurmuştu. O dönem Londra’yı kasıp kavuran İngiliz Glam’i ve proto-punk’ı David Bowie ve Roxy Music kadar New York Dolls ve Velvet Underground gibi Amerika’nın öncü gruplarından da etkilenen Andonis Michaelides, Mick Karn’a dönüşmeden önce ilham aldığı müzisyenlere özendi tıpkı Japan’daki ortağı David Sylvian gibi. David’in kardeşi Steve Jansen davula geçince Mick Karn, Uche’sini bulmuş Högh, Gökhan Keskin’ini bulmuş Ulvi, Popescu’sunu bulmuş Bülent, Turgay’ını bulmuş Necati gibi bas gitarda kendisini optimum verimlilikte bulacaktı. İlk dönemin biraz Bowie-Roxy Music çakması albümleri ve New Romantics akımının sulandırılmış atmosferinden çıkartan Japan 1980’lerin başında yıllar ilerledikçe estetik değerini daha da fazla bularak iyice kültleşen 2 albümü “Gentlemen Take Polaroids” ve “Tin Drum” başyapıtlarına imza attı.


Sonradan solo kariyerinde hem estetik hem de ticari açıdan uçan vokalist David Sylvian’ın Berlin 3’lemesi (Low-Lodger-Heroes) dönemi Bowie’sinden daha da güzel Bowie vokalleri bir yana bu 2 başyapıtı kült statüsüne sokan diğer müzikal faktör Mick Karn’ın batı armonilerine takılıp kalmayan bolca doğu ezgileri arasında gezindiği perdesiz bas gitarıydı.


Özellikle 1981 tarihli “Tin Drum” grubun adına da ilham olan Japon-Kore-Çin-Uzakdoğu müziklerini bulanık olduğu ölçüde derin ses sularıyla kesişen ırmaklar edasıyla sentezleyen Japan kısa süre sonra grup içi tartışmalar nedeniyle dağıldı gitti. Arada Rain Tree Crow adı altında yeniden birleşip hiç de fena olmayan ama Japan’ın son 2 stüdyo albümündeki yüksek çıtayı ıskalayan bir albüm daha çıkardılar


Solist David Sylvian solo albümlerinde King Crimson Robert Fripp ve Can elemanlarıyla hem entelektüel hem de ticari açıdan büyük başarılara imza atarken, grubun diğer büyük yıldız elemanı olarak görülen Mick Karn, Kate Bush ve Ultravox başta olmak üzere dönemin en popüler müzisyenleriyle yaptığı işbirliklerinde avangard bas gitarını popun zirvesiyle aynı potada eritmeyi başardı. Bir yandan solo kariyerine başlayan ve yazdığı şarkılara vokal de yapmaya başlayan Karn, 1984’te dönemin erken dağıldığı için üzen ama farklı sound’da olsa da akraba bir avangard ruhla kültleşen Bauhaus grubunun solisti Peter Murphy ile Dali’s Car’ı kurdu.


Hiç gitar olmayan ve bunun da etkisiyle Mick Karn’ın dahiyane bas örgülerini en dominant şekilde duyabildiğimiz albüm olan “The Waking Hour” insanları BBC’nin “Top of the Pops”unda dans ettirecek kadar kabul görse de Peter Murphy’nin Türkiye’ye göç etmesi üzerine Dali’s Car 18 yıllık bir sessizliğe gömüldü.

Estetik açıdan başarılı olduğu ölçüde zihin açıcı solo albüm ve işbirliklerine imza atmaya devam eden Mick Karn ticari açıdan aynı başarının onda birini bile elde edemeyince 2004’te anavatanı Güney Kıbrıs’a döndü. Arada David Sylvian haricindeki Japan’dan eski grup arkadaşları Steve Jansen ve Richard Barbieri’nin yanına zaman zaman avangard gitarcıların Fripp’le beraber en kudretlisi David Torn’u (en son Bowie’nin yeni albümü “The Next Day”de çaldı) ekleyerek doğaçlama konserler veren Karn 2010 yılında kanser olduğunu açıkladı. (Grubun resmi ya da gayri resmi kayıtlarını üç elemanın soyadlarının baş harflerini birleştirip BJK veya JBK yazarak internette bulabilirsiniz)


Karn’ı 2011’de kanserden kaybettik maalesef. Japan ve sonrasındaki solo albümleri ya da işbirliği yaptığı eserlerdeki zihin açıcı, avangard bas gitarı kadar çok güzel bir miras daha bıraktı bize, anlayabilene… 
Ölümünden sonra yayınlanan bir röportajda aslında notaları tam olarak bilmediğini ama Kıbrıs göçmeni annesinin onu Londra’da büyütürken babasından gizli gizli sürekli Türk sanat müziği dinlediğini ve perdesiz bas sound’unda bunun etkisinin her şeyden büyük olduğunu dile getirmişti. Biz yıllarca bas gitarlarımızdan o sesleri çıkarmak için binbir türlü teknik modifikasyon ve metot kitabıyla uğraşırken meğerse Karn’ın eşsiz sound’u yanı başımızda anneanne-babaannemizden kalan plaklardaymış. Son tahlilde suç bizde değil “Hafif Batı Müziği” gibi şarlatanca ötesi keskin çizgilerle ayrılmış saçmalıkların çizdiği popüler müzik kültürümüzde tüccar eleştirmenlere göre 100 katı masumuz. 

Bence Urfalı Babi çok haklı! Geçenlerde popüler bir filmin etkisiyle fiyatı 150 liraya kadar çıkan anneanne yadigarı diye çöpe atmaya kıyamadığım Ajda plağını satıp karşılığında Japan ve Mick Karn’ın tüm albümlerinin plaklarını aldım. Allah, Andonis Michaelides ve annesinden razı olsun! Toprakları bol olsun!

Hiç yorum yok: