Lisede sevdiğim bir kız vardı, bildiğin lise aşkı işte. Sevdiğim dediğim de hoşlandığım. Dağarcığımız Beverly Hills 90210'daki ilişkilerden hallice olduğu için, öyle bir moda girerdik ki sanki biz Brendın Volş, sevdiğimiz kız da Keli Teylır...Halbuki en büyük hayalimiz sinemaya gitmek, o lacivert ceket, o gri pantolon, o çiçekli kravatla kime ne hakla aşık oluyorsun. Aslında kabul etmek lazım, "özgüven o zaman şimdiki kadar yoktu" diyorlar ama bazı açılardan da çok daha fazlaydı. Bugün sevgilinin yanına çıkmadan önce 5 kere aynaya bakılır, 15 kere saç kontrol edilir...O günlerde hoşlandığımız kızın teneffüste bizi görme ihtimali o derece yüksekken o gri pantolon, o lacivert ceketin altında siyah botlarla okul bahçesinde çift kale maç yapardık. Soruyorum size dostlar, o kılıkta bir adamın, hele hele terledikten sonra ceketi ve kravatı çıkarıp, gömleği de pantolondan dışarı sarkıtan adamın kız ayarlamakta ne gibi bir başarısı olabilir...Ama cesaret işte...
Bir gün koridorlarda bir dedikodu çıktı. Bizim kestiğimiz hatunun telefonundan bilinmeyen bir numara aranmış, ama hangi numara olduğu belli olmadığı gibi, arayan da bilinmiyor. Kızın telefonunu herhalde bir ara aşırıp, numarayı arayıp sonra geri bırakmışlar. Tabii o yıllar, ki bahsettiğim yıllar 1990'ların sonu olduğu için cep telefonunun Türkiye'de ilk peydah olduğu yıllardı ki, okula cep telefonuyla gelen öğrenci sayısı ya 4 ya 5'ti. İşte ben de onlardan birisinden hoşlanmışım mal gibi. Kız halbuki teknolojiyle döver beni sırf, ben okul kaloriferine dayanıp Titanic'ten konuşmak istiyorum, kız SMS atıyor. Neyse kalabalık toplanmış kızın başına, "kimin numarası, kimin numarası?" diye konuşup duruyorlar. Kız en sonunda yüksek sesle "arkadaşlar kim yaptıysa şakayı söylesin, bakın okuyorum" diye numarayı okumaya başladı. Benim "ehehehe kiminmiş la?" diye sırıtık olan suratım her sayı ağızdan çıktığında "lan...aha...oha...laaaan...laaaaaaaaaaaaaan" şeklinde bir sıfata büründü, zira evet numara bildiğin bizim evin telefonuydu. Meğer benim olayımı bilen zirzop arkadaşlar telefonu alıp benim ev telefonunu yazmışlar. O yıllarda ev telefonundan geri aramaya da kafalarımız çakmadığı için kimse de kıza geri dönüş yapmamış. Tabii ben bunu öğrendikten sonra arkadaşların tümünü dövemeyeceğime göre, askılıktaki montlarına mavi ve sarı tebeşir sürerek intikam almıştım.
Joe Kinnear'in hikayesi de buna benzemiş. Newcastle United'ın Sportif Direktörü (resimde başkan Mike Ashley'in sağında görülüyor), eylül ayında Birmingham'ın Swansea ile oynadığı lig kupası maçını izlemiş ve Shane Ferguson isimli 22 yaşındaki orta saha oyuncusunu çok beğenmiş. Maç bitince Birmingham'lı yöneticilerin yanında almış soluğu. Demiş "verin bu delikanlıyı bize"...Birmingham'lı yöneticiler önce birbirlerine sonra da Kinnear'a bakmışlar. Hatta aradan Arif Erdem çıkıp "ya Joe sen rahatsız mısın ya?" demiş. "Joe kardeş" demişler "sen bizimle maytap geçiyon galiba, o adam zaten sizden kiralık". Kinnear çayı bitirmeden "bana müsaade" deyip kaçmış St. Andrews'tan...
Hikayenin ana fikri....O kız olmadı....
2 yorum:
ben dylan mckay'dim yalnız...
senden anca o paso gittikleri barın sahibi olur
Yorum Gönder