Muhteşem bir futbol gecesiydi. "Güzelliklerden başlayayım" diyemeyeceğim nerede ise kötülük yoktu gecede. İlk önce oyun. Maçın temposu bir an bile düşmedi. İki takım da maçın çok kısa bölümleri dışında tamamen golü düşününce enfes bir mücadele çıktı ortaya. İlk maçta birbirlerini kilitleyen iki takım orta sahası biraz daha hücumu düşününce 8 gün önce sahanın hayaletleri olan Drogba ve Torres sahneye çıkma fırsatı buldular. Ballack'ın sakatlıktan dönüşünün Chelsea'ye ne kadar çok şey kattığını bir kere daha gördük. Rakip ceza sahası ile kendi ceza sahası üzerinde 60 metrelik bir hatta sürekli mekik dokuyor Alman oyuncu. Son haftalarda iyice ağırlığını koydu. Finalde de takımın en önemli temel taşı olacak.
Roberto Rosetti. Hiç duraksamadan ömrümde gördüğüm en iyi 3 hakem yönetiminin arasına koyuyorum. İtalyan hakem baraj mesafelerini 9.15'ten biraz daha kısa tutmasa belki zirveye koyacaktım. Mimikleri, futbolcularla iletişimi, neredeyse en ufak taç atışı dahil tüm kararları, yardımcıları ile iletişimi, hareketleriyle onlara olan güveni. Hakemlik dersi verdi adeta.
Avram Grant. Dünya futbolunun eğer varsa "persona non grata"sı (istenmeyen adam) bu adamdır. İngiliz sarkastik medyası her fırsatta dalga geçiyor. Rakipler dalga geçiyor. Avrupa futbolunun aktörleri ve neredeyse Chelsea'yi desteklemeyen tüm taraftarlar dalga geçiyor. En son gelecek sezon öncesi hazırlıkları için Chelsea'nin kamp yapmayı planladığı Malezya'da yahudi olması sebebiyle gösteriler yapıldı. Special One, seçilmiş kişiden devraldı görevi. Ben bile bu blogda ceberrut suratlı diye andım onu. Kariyerinde bolca Hapoel ve Maccabi'li takımları çalıştıran ve üst düzey bir kulüpte ilk defa 1 numaralı yetkili olan İsrail'li bütün bu hengamede dubleye gidiyor. Yanındaki Henk Ten Cate ve Steve Clarke'ın da bunda payı büyük tabi ki.
Frank Lampard'ın golü annesine hediye edişi, futbolcuların birbirine son derece saygılı olması, Fenerbahçe ile 2 maç yapınca hayatında ilk defa 90 dakika Drogba'yı izleyen bir çok kişinin "bu mu Drogba" gibi talihsiz yorumlar yaptığı Fildişi'linin Liverpool'ı yıkan adam olması, Liverpool'ın son ana kadar maçı bırakmaması, maçtan sonra 2. Dünya Savaşı'nda Alman Esir Kampı'nın bulunduğu Auschwitz'e anma günü için gidecek Avram Grant'ın maç boyu ceketinde kırmızı bir bant taşıması ve son düdükle ceketi atıp saha kenarında diz çökmesi, her şeyiyle enfes bir maçtı. Bu maçtan çıkanın finalde kupayı almayı hakettiğini düşündüm dakikalar ilerledikçe. Hala arkasındayım bu düşüncenin.
Son notum farkedenin olup olmadığımı bilmediğim bir ayrıntıya. Sanırım Drogba'nın ilk golden sonra ilk önce kendi tribünlerine koşup kayması, daha sonra da taç çizgisi kenarına kadar gidip kulübelerin orada aynısını tekrarlaması hafta içinde Rafa Benitez'in kendisi hakkındaki olumsuz demeçlerine bir tepkiydi. Kaç kişinin dikkatini çekti bilemiyorum.
1 yorum:
Dutchman senin yerinde olmayı isterdim :) Biz burda İlker Yasin ve Emre Tilev adlı iki kazmadan maç dinleyip çıldırıyoruz ya!!
Yorum Gönder