30 Haziran 2008 Pazartesi

AVRUPA ŞAMPİYONALARI'NIN UNUTULMAZ SAHNELERİ - 10/10: EURO 2008 HIRVATİSTAN-TÜRKİYE


Bu serinin son halkasını sakladım turnuva sonuna dek. Bu kadar unutulmaz sahnenin çıkacağını tahmin etmeyerek. Hele kendi milli takımımız açısından. Dolayısıyla hem unutulmaz anların sonuncusunu, hem de yapmamız genel bir turnuva yorumunu burada değerlendirebiliriz. 

Maçlar oynandıkça bloga yazmıştık aslında. Hiç bir şeyimizle uymadığımız bir turnuvayı geride bıraktık. Turnuvaya geldiğimizde diğer takımların aksine ilk onbirimizin 6-7 oyuncusu ve dizilişi hala belli değildi. Turnuva boyunca bir takımın geriden gelerek maç kazandığı tüm müsabakalarda Türkiye adı vardı. Bu 4 maçın üçünü biz bir tanesini rakibimiz Almanya kazandı. Bu aslında ibrenin değişmesi açısından turnuvanın en zevkli maçlarının da Türkiye maçları olduğu gerçeğini ortaya çıkartıyor. Attığımız bazı golleri dünyada atacak takım yok, yediğimiz bazı golleri yiyecek takım olmadığı gibi. Kim ne derse desin eğer bu turnuvanın bir süpriz takımından bahsediliyorsa bu Türkiye. Ama 2004 Yunanistan'ı gibi insanın midesine oturan bir sürpriz değil, kanını kaynatan bir sürpriz. Ama bütün bunlar olumlu bir sonuç mu yaratıyor? Hayır.

Blogun daimi yazarlarından Gorky bir kaç gün önce bir sohbette, "bu çarpıklıktan ancak bu çıkardı" diye milli takımın turnuvadaki performansının çok eleştirilmemesi gerektiğini söyledi. Haklı da...Zaten eleştirmek gereken turnuvadaki hatalardan çok öncesi. Fatih Terim oyuncu seçimlerini yaptığında bu blogda "ortada oynanacak oyunu gördükten sonra yorumlayalım" diye basbas bağırmıştık. Herkesin yere göğe koyamadığı tek umudumuz dediğimiz, tartışılmayan tek oyuncumuz Nihat Kahveci'nin, Colin Kazım'dan iyi oynadığını iddia edebilir miyiz?. Kazım bu kadronun en tartışılan adamıydı ve bırakın tartışmayı, o kadrodan çıkarılacak ilk adam olacağı söyleniyordu. Performansını turnuva ilerledikçe artırdı ve hep söylediğimiz şey gerçekleşti. Tüm dünya basını, ilk onunla röportaj yapmak istiyordu. Çünkü İngilizce konuşuyordu, dünya onu tanıyordu, İngilizler her gün onun bir demecine yer veriyordu. Bazen oyuncuların repütasyonları onları olduğundan daha yukarıya taşırlar. O gün söylemiştik, (olmayacağını biliyoruz ama) umarım bu bize bir ders olur. Milli takım teknik direktörlerini aday kadro seçimleri açısından çok eleştirmemek gerekiyor. 

Ama o kadronun içindeki değişiklikleri yüzünden eleştirebiliriz. Çok basit bir matematik var. 5 maç oynadık. 3 tanesini kazandık (Hırvatistan maçını kazandık sayıyoruz), tümünde Arda sahada idi. 2 maç kaybettik. İkisinde de Arda yoktu. Bu milli takımın geleceği hakkında da önemli bir gösterge. Arda Fransa için Zidane, Romanya için Hagi, Arjantin için Maradona ne ise Türk mili takımı için de o tür bi havaya bürünmek üzere. İlginçtir ki bunu Fatih Terim Portekiz maçında kendisi engelledi. Hala ben Arda'nın o maçta oynatılmayışını Terim'in mantıklı nedenlerle bana açıklayamayacağını düşünüyorum. Kariyerinin en kötü ilk onbir seçimi kararlarından birisi idi o. Ama buna sebep olan şeyleri tahmin edebiliriz. Çünkü Arda'yı yazıp, etrafına 10 adamı dizeceği bir sistem yaratmamıştı Fatih Terim. Hala "eğer bu taktikle oynarsam ne olabilir?" düşüncesi vardı kafasında. O düşünce zaten sürpriz takım olmamıza yol açtı. Milli takım ideal kadrosunu ve sistemini bir tek Hırvatistan maçında sahaya sürdü. Dörtlü bir defans onun önünde 2 defansif orta saha, yanlarında 2 hücuma dönük kanat oyuncusu ve ileride son vuruşçu ikili. Taktiğini turnuvadan 2 yıl önce belirlemiş Almanya, taktiğini turnuvanın çeyrek finalinde belirlemiş Türkiye'yi, 90. dakikada Lahm'ın karşısındaki Kazım'ın ayağı kaymasa geçemeyecekti. Futbolun güzelliği burada işte. Ama ders çıkarılması gereken de o. Biz Almanya gibi hazır gelebilir miydik? 

Bugün "bütün dünya bizi konuşuyor" psikolojisindeyiz. Ama ortada bir gerçek var. İspanya'yı herkes daha çok konuşuyor. İlave olarak küçük bir farkla. Onlar şampiyon ve tarih onları yazacak. Biz nesilden nesile sözle milli takımı aktaracağız, İspanya tarihe yazılmış olacak. Bizim kadar zevk vermediler belki turnuvaya. Sıkıcı bir İsveç maçı veçeyrek finaldeki İtalya maçını oynayarak gruplarında üst tura çıktılar ve şampiyon oldular. "Geri dönüşlerin kralı", "ölmeyen takım", "ne yapacağı belli olmayan takım" gibi unvanlara sahip olmak yerine Almanya gibi "mekanik takım" ya da İspanya gibi "pas trafiği üst düzey takım unvanını" alıp kupayı kaldırmak istemez miydik? Sizi bilmem ama ben ikincisini tercih ederdim. Bu rastlantıyla olmadı. Klinsmann'ın yanında 2 sene boyunca oturan Löw beraber kurdukları temeli alıp, komplekslerden uzak durarak takımı finaletaşıdı. Onlar daha önce Almanya'yı hep şampiyon yapmış, Herberger-Schön, Schön-Derwall, Derwall modelini benimsediler. Ortada bu model varken ve bu modeller Piontek-Terim başarısını yakalamışken, biz neden bunu tekrar denemiyoruz? Evet o mekanik Almanya bu "egzantrik" Türkiye'yi tek bir pozisyon ile eledi belki de ama eledi işte. Kazım'ın ayağının kayması bile bizim ne yapacağı belli olmayan bir takım olmamızın sonucu idi. Bu yüzden bu tür eksikliklerimizden hep ceza yedik. Çek Cumhuriyeti maçında Emre Güngör-Emre Aşık değişikliği olana kadar sahada 10 kişi kaldığımız dakikalarda kalemizde hemen gol gördük, çünkü takım eksikken nasıl organize olacağımızı bilmiyorduk. 11 kişiyle organizasyonumuz turnuvanın başladığı gün belli olmuşken ne bekleyebilirdik ki? Kazım'ın ayağı kaydığında o bölgede nasıl kademeye gireceğimizi bilmiyorduk, çünkü herkes sağlamken de bilmiyorduk. Hiç konuşmamıştık bunları. Problem de burada yatıyor. Yıllardır o ünlü "sonunda Almanlar kazanır" sözünün arkasında bu yatıyor. Sebebi Almanların hep hazır olmaları ve sürpriz takımları o mekanik halleriyle durdurmaları. 1996'da Çek Cumhuriyeti'ne, 2002'de ABD ve Güney Kore'ye yaptılar, bu turnuvada da bize. Finale kalan biz olsaydık da bu gerçek değişmeyecekti. 

Önümüzde 2 sene var. Umarım 2010 Dünya Kupası'nın kadrosunu Eylül ayından itibaren yapmaya başlarız. 2010 Mayısından itibaren değil. Zira sürpriz takım kontenjanı herkese bir kere vuruyor. Biz sıramızı savdık, artık iş yapma zamanı. Şenol Güneş'in o çok sıkıcı olduğu söylenen ve zevk vermeyen takımının bile, gelmiş geçmiş en heyecan verici takımından daha üst bir mertebeye eriştiğini de unutmayalım. Bazen sıkıcılık iyidir. 

Yazıyı bitirelim. Unutulmaz anla. Hiç sıkıcı olmayan bir an. Hırvatistan Türkiye. Klasnic o kafayı vurduğunda Slaven Bilic orta sahaya kadar koştu oyuncularına sarılmak için. 1 dakika sonra. Semih Şentürk'ün golü ile kazandık. Kazandık diyorum çünkü o gol Hırvatların penaltı noktasına çoktan turu kaybetmiş olarak gitmesine sebep oldu. Evet orası kesin. Hatırlanacağız.

Avrupa Şampiyonası'nın Unutulmaz Sahneleri

2 yorum:

Adsız dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.
jose dedi ki...

en ınanılmaz 120 dakıka:)bence futbolu hıc ızlememıs bır ınsana son 3 dakıkası ızletılebılır...