Konu futbol olunca en sevmediğim aylar Temmuz ve Ağustos aylarıdır. Zira herhangi bir uluslararası turnuva varsa bile o da nihayete ermiş, basının ve futbol izleyicisinin konuşacağı tek bir şey var demektir: Transfer. Nefret ediyorum bu transfer döneminden. Zira Türk basınının 2000'li yılların başından beri sürdürdüğü yayıncıık politikası, Avrupa'ya da sıçramış durumda. Hiçbir araştırma yapılmadan sadece yazı işleri odasında toplanılıp, eşli batak oynarken arada yapılmış haberler gibi duruyor hepsi. Bu yüzden blogda neredeyse hiçbir transfer haberine yer vermiyorum. Sadece gerçekten yerinde bulduğum ve gözden kaçanlara değinmekle yetiniyorum. Tranfer dönemi bttiğinde takımların genel bir durumun yorumlarız. Örnek vermek gerekirse Real Madrid ve Ronaldo transferi ile ilgili haber okumaktan spor basınını takip etmez oldum. BBC transfer dedikoduları ile ilgili sayfasında Ronaldo'ya ayrı bir bölüm açtı hatta ve gün gün dakika dakika transferi konuşuyor. Bir an önce şu adam Madrid'in yolunu tutsa da rahatlasak. Madrid'li ve Manchester United'lı taraftarların yerine koyuyorum kendimi. Ne Ronaldo'nun takımımdan gitmesine üzülürüm ne de takımıma gelmesine. Çünkü bu transferin posası çıktı artık. Hiçbir çekiciliği de kalmadı.
Hadi dünya basını internet sitelerinde ve gazetelerinde transfer dışında oldukça yararlı makalelere ve araştırmalara yer veriyor. Peki bizim basın? İngiltere'deki transfer piyasası A.Ö. ve A.S. diye ikiye ayrılır (Abramovich'ten önce ve Abramovich'ten sonra). Rus işadamının takımın başına geldiği andan itibaren yaptığı çılgın transferler İngiltere'deki her oyuncunun aslında normal olandan çok daha fazla bedellerle transfer olmasına yol açtı. Bundan 5 yıl önce sadece 3-4 milyon pounda transfer olacak Yakubu geçtiğimiz yıl 11,25 milyon pounda M'boro'dan Everton'a transfer oldu. Bunun bir benzeri Türk futbolunda Aziz Yıldırım ile gerçekleşmiş durumda. Yıldırım'ın bundan bir kaç sene önce yaptığı Ariel Ortega transferi Türk basını için çok tehlikeli bir anlayışın da başlangıcı oldu. Öyle ya Ortega eğer Türkiye'ye gelebiliyorsa, Türk okuyucusu her büyük oyuncunun Türkiye'ye geleceğine inandırılabilirdi. Hal böyle olunca da son 5 yılda Türkiye'ye geleceği söylenen oyuncuların haddi hesabı olmadı. Halbuki bu sürede kulüplerin transfer ettiği dünya çapındaki yıldız sayısı 2 elin parmaklarını bile geçmedi.
Platini'nin İngiliz kulüplerinin genç futbolcuları kulüplerin akademilerinden kaçırıp daha lise çağlarında takımlarına kazandırmasına karşı verdiği mücadeleyi transfer borsası açısından da vermesi lazım. Bunun özellikle Türkiye'de yapılması daha da önemli. Yapı olarak her olayda kişi ve kurumları ya yerin dibine batıran ya da göklere çıkartan ve ortayı bulamayan bir milletiz. Futbolumuzda görev adamlarının hiç değer görmemesi ve yetenekli teknik futbolcuların el üstünde tutulması da bundandır. Fenerbahçe'nin son 10 yıldaki en iyi kanat oyuncularından Dimas, Roberto Carlos'un gördüğü ilginin onda birini görmedi. Türkiye'ye gelmiş en sağlam futbolculardan olan Suat Kaya hep Emre Belözoğlu'nun gerisindeydi. Hal böyle iken ve bu yapıdaki bir toplumun beğenisini kullanarak tamamen kâr gütmeyi amaçlayan yayıncılık anlayışına çare bulacak bir sınırlama gelmesi lazım. Bu sınırlama en çılgınından olabilir. Her gün Türk gazetelerinin transfere sadece 1 sayfa ayırabilmesi zorunluluğu gibi. Bu yayıncılık anlayışının kulüplere zarar verdiği bu kadar açıkken onların bu olaya sessiz kalmasına anlam vermek mümkün değil. Dünya futbolunda artık menajerler birer borsa spekülatörü gibi çalışıyor. Onların tek bir amacı var, futbolcusunu en yüksek fiyatla pazarlamak. Hiçbir menajerin bir transfer döneminde futbolcusunu göndereceği takıma faydalı olup olmamasını düşündüğünü sanmıyorum. Maddiyat bu konuda bir numaralı etken. Artık futbolcular transfer görüşmelerine katılmıyor bile. Hatta kendilerinden önce menajerler basına demeç veriyor. Bu tablo futbolcuların kulüplere oldukça yüksek fiyatlarla transfer olmasına yol açıyor birkaç yıldır. Bu yüzden de scout sisteminin önemi giderek arttı. Her transfer döneminde türk basınından "...... takımının taraftarları hala transfer bombalarının gecikmesinden rahatsız" şeklinde bir haber çıkar. Ömrüm boyunca takımım transfer yapmadı diye rahatsızlık duyan bir adam olmadım. Jurgen Klinsmann bu sene transfer yapmayacaklarını açıkladı. Büyüklük bununla ölçülmüyor. Ancak Türkiye'de görülen takımların bu transfer çılgınlığını, birbirlerine üstünlük sağlayacak birer araç olarak görmeleri. Basın da bunu çok iyi kullanıyor.
Endüstriyel futbolun en itici dönemlerinden birisi transfer dönemleri. Avrupa futbolunda ve özellikle Türkiye'de bu dönemi yeniden yapılandıracak bir düzenleme yapılması şart. Bu düzenleme menajerlerin rolünden, basın ilkelerine, futbolcu-kulüp ilişkilerinden ücret tavanlarına kadar her konuda yapılmalı. Yoksa oyun giderek büyüklerle küçüklerin arasındaki uçurumun arttığı, ruhunun tamamen ikinci plana atılıp, futbolcu ticareti ve reklam anlaşmalarının konuşulduğu bir kumar makinesine dönüşecek. Parası olanın kolu çektiği ama onun bile batağa sürüklendiği ve büyük maddi zararlar gördüğü bir makine.
3 yorum:
flying dutchman son aylarda okuduğum en iyi futbol yazısıydı.
kapitalizm ve küreselleşme hayatın her alanına giriyor.bu sefer de futbolu kirletecek.yıllardır "futbol emekçisi" diye andığımız "duayen" sıfatı verdiğimiz kişilerin dünya ve türk futbolunu bu pisliğin içinden çıkarması şart.yoksa haftada binlerce pound maaş alanlar köle olduklarını iddia etmeye devam edecekler.
Şöyle de bir komedi var ki, aylardır 50 kişiyi Fenerbahçe ve Galatasaray'a getiren spor basınımız Harry Kewell ve Güiza'yı imzadan sonra öğrendi.
Beceriksizliğin de bu kadarı. Hani atıyosun da...
ba$ucu yazılarına eklenip canın sıkılınca, hatta her boş kaldığında okunacak bir yazı. te$ekkurler fılayink daçmen
Yorum Gönder