Üçüncü gün yataktan kalktığımızda (yatak dediğim yağmur nedeniyle su almış, ağırlaşmış, üzerinde ufa kbir delik açılmış ve hareket ettikçe sönen bir nesneden bahsediyorum), bir önceki gün yağmuru ortadan kalkmış ve güneş tepemizde yükselmeye başlamıştı. Son bir gayretle festivalin finalini getirmek için çadırı geride bıraktık. Her festivalin kaderi üçüncü ve son günün sabahında kendini göstermeye başlamıştı...Pes eden camperlar. Yaklaşık 500 kişi o gün çadırlarını toplayarak Wacken'ı terketti. Bizim çadırımızın bulunduğu mevkii de bir anda rahatladı. Kalabalık şekilde Wacken'ı terk eden Alman komşularımız giderken sağolsunlar bize iki adet sandalye bıraktılar ve 3 gün süren popomuzu yere koyma geleneğinden kurtardılar. Üstelik kullanmadıkları bir duş biletini de elimize tutuşturdular ama gidemedik tabi. Tuvaletleri görünce bende duşa girme isteği ilk günden itibaren kaybolmuştu. Akşamı yapıp Nightwish'in sahneye çıkış anına kadar (diğer death metal ve hardcore gruplarına hiç tahammül edesim yoktu) yaklaşık 8 saatimiz vardı. Bunun üzerine ertesi gün bizi Wacken'dan medeniyete götürecek otobüslerin saatlerini öğrenmek için tüm bir festival alanını geçip giriş kapısına vardık. Wacken'ın bu yönden iyi bir özelliği var. Taksim Yeni Melek'e gitmiş olanlar bilirler, kural olarak içeri girdikten sonra dışarı çıkarsanız kolunuzda bant olsa dahi içeri tekrar giremezsiniz. Taksim'in göbeğinde Türk organizatörler sizi dışarı çıkarmazlar ama 1800 nüfuslu Wacken kasabasında yapılan festivalde her şey serbest. Biz de festival alanına geri dönmek yerine kasabaya inmeye karar verdik. O an gördük ki bir çok kamp sakini bunu 3 gündür gelenek haline getirmişti.
Tüm kasabayı yürüyerek geçerken gördüğümüz manzara ilginçti. Bütün kasaba sakinleri heavy metal müziğe gönül vermeseler de kapılarına Wacken Open Air bayrakları asmışlar, çocuklarına festivalin t-shirtlerini giydirmişlerdi. Her 2 evden birisinin önünde o evin sahibi mutlaka bir uğraş içindeydi. Kimisi festival alanından ucuza bira satıyor (içeride 3,5 euro olan birayı 1 euro gibi inanılmaz bir fiyata satarak) kimisi patates kızartıyor öbürü krep yapıyordu. Sözün özü şu. 1800 nüfuslu Wacken halkı bu festivale sahip çıkıyordu. Sarhoş, dinsiz, sapkın, keş, uzun saçlı, siyah elbiseli, küpeli ne olursa olsu, herkes o insanlarla hoş vakit geçirmeye kendini vermişti. Geldiğim ülkede ilçe kaymakamlarının festival düzenlemek isteyen organizatörlerin yoluna koydukları taşları, saat 8'den sonra canlı müzik yapılmaması kaydıyla verilen trajikomik festival izinlerini bildiğimden ufak bir isyanla karışık mutlulukla Oasis'ten "Whatever" çalan bir evin önüne kendimizi attık. Ardından uğradığımız kasabanın marketi tamamen siyaha bürünmüştü. Hayatımın en komik görüntülerinden birini orada gördüm. 45 yaşlarında, muhtemelen emekli olduktan sonra, evde oturmanın vereceği can sıkıntısından kurtulmak için markette çalışmaya başlayan Alman bayan kasiyer 25 yaşlarında, bellerinden yukarısı çıplak, üzeri çamurlu, piercing tarlası bir yüze sahip 2 gencin aldıklarını hesaplıyordu. Normalde böyle bir görüntüye pek rastlamazsınız.
Festival alanına saat 8 sularında döndüğümüzde müzik dinleme zamanı gelmişti.
KrypteriaGün boyu brutal vokalden sonra Koreli zarif bayan Ji-In Cho'nun vokalleri üstlendiği Krypteria kulaklarımızın pasını biraz sildi. Grup Lunatica, Xandria, Visions Of Atlantis gibi gruplar ne yapıyorsa aynısını yapıyor. Lacuna Coil, Within Temptation, Nightwish gibi grupların mertebesine yükselmesi için biraz daha yol katetmeleri gerekecek. Şimdilik orta karar bir gothic rock grubu durumundalar. Ama setlistteki 3-4 şarkının gayet güzel olduğunu itiraf etmem lazım. Gelecekleri var ama katedecekleri çok yol da
NightwishNightwish'i Tarja Turunen ile canlı dinlemek hiç kısmet olmadı. Kısmet Annette Olzon'a imiş. İsveçli zarif bayan için şu yorumu yapmak lazım. Daha önce Turunen'i hiç dinlememiş birisi Nightwish'i bu hali ile çok beğenebilir. Ama Turunen'i gördükten sonra bu çok zor. Yine de beklediğimden çok çok iyi olduğunu söylemem lazım. İsveçli Olzon Finlandiyalı selefine göre daha cana yakın, daha konuşkan ve daha hareketli, iyi bir frontwoman ama ses kalitesi açısından Tarja'dan çok geride. Yine de bu açığını iyi kapattı ve kendisinden önceki dönemden Nemo ile Siren şarkılarının altından kalkmayı başardı. Ama Wishmaster'da gözler kesinlikle Tarja'yı aradı. Yine de çokacımasız olmamak lazım, zor bir görev üstlendi İsveçli. Ancak şurası kesin, bu vokal değişikliği ile grubun beyni, klavyeci Tuomas Holapainen Nightwish'i 1 gömlek küçülttü.
Axxisİşte benim için enfes bir an. Lisede bilgisayarımı aldığımda ilk indirdiğim şarkılardan biridir Axxis'in Touch The Rainbow'u. Çoğunlukla eğlenceli ve derin anlamlar içermeyen şarkılar yapan bu Alman grubu, festivalin en eğlenceli dakikalarından bazılarını yaşattılar bize. Seyircilerden birisini sahneye alıp, eline tef tutuşturarak, akustik icra ettikleri "Touch The Rainbow" ve ardından gelen "Angel Of Death", "Living In A World", "Kingdom Of The Night", "Brother Moon", "Little Look Back" gibi enfes klasikleri ile konseri bitirdiler. Benim iin festivalin en özel anlarındandı ve yan sahnede Kreator varken bu kadar kalabalık bir kitleyi de beklemediğimi itiraf edeyim.
LordiLordi biraz üvey evlat muamelesi gördü. Saat 2'de sahneye çıkabildiler ve o sırada sabahı beklemek istemeyen bizim de dahil olduğumuz toplanma merasimiyle karışık 7-8 şarkı söyleyip indiler. Finali yaptıkları Hard-Rock Hallelujah'ı itiraf edeyim Eurovision versiyonunda daha çok sevmiştim, ama "Who Is Your Daddy" ve "Would You Love A Monsterman" gayet doyurucu idi. Lordi'yi her zaman sevmişimdir tanıdığımdan beri. Marilyn Manson, Gorgoroth gibi poserların olduğu camiada aynen o isimler gibi ağır makyaja ve kostümlere rağmen kendilerini ciddiye almazlar ve karamsarlığın simgesi, dünyanın geçek bilgeleri gibi davranmakla alakaları yoktur.
Konser bittiğinde biz toplanmış, bavulu doldurmuş festival alanından çıkış kapısına yönelmiştik. Wacken'ın boşalması saat 03:00'da başlamıştı. Dönüş yolunda birbirine tecavüz etmek isteyen ama başarılı olamayınca işeme yolunu seçen, sonra da üzerine işenen ve işeyen hep beraber kahkahalarla gülüp içmeye devam eden bir Danimarkalı grubun başını çektiği kendini kaybetmiş ve sınırı geçmiş bir dolu insanın yanından geçtik. Kamp alanları bir pislik ve çamur deryası idi. Otobüse kendimizi attık. Saat 04:00'da Itzehoe istasyonunda idik. İstasyonun peronları ve bekleme salonları çantalarının üstünde, çantaları yoksa betonun üstünde uyuyan insanlarla doluydu. Tren geldiğinde insanlar koridorlara uzanmıştı. Yolculuk sırasında ayakta uyuduğumu ve sendeleyip düşmekten kurtulduğumu hatırlıyorum. Hamburg merkez istasyonunda bizi Osnabrück'e götürecek treni beklerken bankta sızmışım. Uyandım, önce Osnabrück, sonra da Amersfoort, ardından da özlediğim evim.
Evet harika bir müzikal deneyimdi, evet unutulmaz anılardı ama insanın vücut dengesini bu kadar bozan bir başka festivale şahit olmamıştım. Açık söyleyeyim o 3 gün bana 3 ay gibi gelmişt. Özellikle müziğin olmadığı anlar. Bir daha böyle bir festivale ancak ve ancak evime tek tren mesafesinde olur veoldukça kalabalık bir arkadaş kitlesi olursa katılmayı düşünüyorum. Yaşlanmışız.
Wacken Günlüğü ep. IWacken Günlüğü ep. II
2 yorum:
Sevgili Dutchman, kalemine sağlık. Gitmiş kadar olduk. Bu arada eşine ve sana da geçmiş olsun. Bir sonrakinde daha arka sıralarda kalmak kaydıyla buluşup beraber izleyelim inşallah-:)
Hocam ben yazıları epey nce okudum ama bir kaza tehlikesi geçirmemiş miydiniz? Neyse karıştırdım galiba, yoruma bir neşter atarsın artık:)
Yorum Gönder