3 Şubat 2009 Salı

MIMI WO SUMASEBA


















"Bir Hayao Miyazaki filmi" diyip, gerisini getirmesek de olur belki. Zira Japon Walt Disney olarak bilinen ustadın filmleri, kendilerini anlatır, kelimeleri kifayetsiz kılar. Ve Walt Baba'nın anısına saygısızlık olmasın ama, kendisiyle tanıştığımızdan bu yana, çok daha vurucu gelir bize filmleri.

"Mimi wo Sumaseba" yani "Whisper Of The Heart" da böyle, anlatılmasına gerek olmayan ve hatta anlatılmasa daha iyi olacak bir film aslında. Anime olayına "Hadi oradan" diye bakanlara bile, değme benzeri filmlerinden daha fazla tat verecek bir yapım. Aoi Hiiragi tarafından 1989'da manga olarak yayınlanan, Shizuku Tsukishima'nın macerası 1995'de Studio Ghibli'de sinemaya taşınmış. İngilizce dublajsız, orjinal şeklini bulabilmek Kazakistan'da kısmet oldu ve methini çok duyduğumuz filmi izleyebildik nihayet.

Film, John Denver'in "Country Road" sarkisini, Grease'deki rolü ile maruf Olivia Newton-John'un icrasiyla baslayarak, daha baştan tempo tutturuyor insana.

All my memories gathered round her
Miners lady, stranger to blue water
Dark and dusty, painted on the sky
Misty taste of moonshine
Teardrops in my eye

Country roads, take me home
To the place I belong
West Virginia, Mountain momma
Take me home, country roads

























Miyazaki filmlerinin göze en çok batan ozelliklerinden birisi, filmin açılışından "Credits"in sonuna kadar, bir şeyler olabilme ihtimali. "Bitti lan işte, kapa da televizyon seyredelim" diyenlere "Hasbinallah" bakışı eşliğinde "Bi dur be kardeşim. Civciv çıkar, kuş çıkar" dediğinizde haksız çıkmayacağınız kesindir, hemen her seferinde. Mesela bu filmin başlangıcında balkondan bakan Hulusi Kentmen muadili amca ve tek kulağı mor, tombul kediden "Bunlar önemli şahıslar" sinyali aliyoruz. Keza sonunda isimler akarken de ana karakterin yancısına dair bir vuslata şahit oluyoruz.

Bu konuda, oturup da belgesellerce bilgi toplamış değiliz ama Japon çekirdek aile yaşamının, bizim orta direk diye tabir ettiğimiz kesimine denk gelen çizgisini de, evler ve insanlar acısından çok güzel anlatıyor film.

Aslında konu, ortaokul çağındaki, kitap aşığı bir kızın hayatının duygusal anlamda vaziyetleri... Kütüphaneden aldığı kitapları kendisinden önce hep aynı kişinin okudugunu, kütüphane kartlarından anlayan ve bu vatandaşın kim olduğunu çok merak eden Shizuku'nun bu çocukla tanışması, Moon sayesinde olur. Alice'in "Geç kaldım" diye deliren tavşanının yerini, burada Moon yani, bizim tembel kedi almış. Aslında bağlanmayı sevmeyen, özgürlükçü tavrından ötürü kendisinin bir sürü ismi var. Trende kendi kendine yolculuk edebilen ve durmadan havlayan bir köpeğin hemen yukarısında "Havlarsan Ekim'e, havlamazsan ...... kadar" vurdumduymazlığıyla takılabilen bu arkadaşı takip eden Shizuku, kendini bir antikacı dükkanında bulur. Baron Humbert von Jikkingen ismindeki etkileyici kedi figürüne ve saat 12'yi vurduğunda mekanik aksanıyla, Dwarf Kralı ile Peri Prensesi'nin imkansız aşkını canlandıran eski bir saate bayılan kızımız, ara ara dükkana uğramaya başlar ve merak ettiği vatandaşın, yani Amasawa Seiji'nin, dükkan sahibi Japon Hulusi Kentmen'in torunu olduğunu öğrenir.

"Akabinde olaylar gelişir" kalıbıyla anlatmayı bitirelim.

Hasili, Dwarf Kralı'nın aşkı, Baron'un aşkı, dükkan sahibinin aşkı, Yuko'nun aşkı, Sugimura'nin aşkı, Shizuku'nun aşkı derken, onu, arkası, sagi, solu aşktan geçilmeyen bir film gibi dursa da "Mücevheri taşın içerisinden işleyerek cıkarabilirsin. Aksi halde, her zaman basit bir taş olarak kalır" temasıyla ideallerinin peşinden koşmanın önemine de dokunduran film, insana oldukça dokunuyor ama bittiğinde Tokyo havalisinden bir tatlı huzur almaya gittiğinizi hissediyorsunuz.

İzlenmeli, izletilmeli. Mümkünse Japoncası tercih edilmeli.


by Canarino

1 yorum:

Noat Samisa dedi ki...

Bu filmin değerlendirilmiş olması ayrı güzel; nitekim yönetmeni Miyazaki olmadığından animeci ahali tarafından dahi ıskalanlandığına rastlanır.

Mangasının yazarı-çizeri kim olursa olsun bir animede Hayao Miyazaki adı varsa, anlattıklarının üzerine konuşmak pek yakıştırdığım bir şey değil.Bana göre saf, katıksız bir şeyler kaldıysa bu dünyada, bunu/bunları en güzel gösteren Miyazaki filmleridir.