26 Şubat 2009 Perşembe
YAĞMUR ZEVKİNİN İÇİNE EDEN DIŞ ETKENLER
Üstüne en çok anlam bindirilen doğa sıradanlığı yağmurdur yüksek ihtimalle. Şarkıcılar-söz yazarları onsuz yapamaz, yönetmenler de filmin en cikcikli yerinde fona onu yerleştirir. Bardaktan boşanırcasına olan tercih edilir, esas oğlanın saçları alnına yapışır mesela. Hafif erotizm katmak istenirse kızın üstündeki beyaz gömlek yapıştırılır vücuda, falan filan. Bak şimdi aklıma ne geldi, eskiden bir program vardı TRT1'de. 80'ler falan. Filmlerde uygulanan hileleri gösterirlerdi. Salça torbaları, kurşun sesleri. Orada yağmurların da hortumlarla nasıl yağdırıldığını gösterdiklerinde bir karanlık aydınlanmıştı çocuk beynimde, neyse.
Yağmuru severim, hem de çok severim. Yağdığında berduş gibi altında yürümek, iliklere kadar ıslanmak, güzel şeyler bunlar. Yani sonrasında çok ıslak kalmak riski yoksa yaşamak gerekli. Bir ucundan futbola da dokunduralım, yağmur altındaki maçlar da efsanedir, unutulmazdır. Unutamadıklarımızı başka bir yağmurlu günde yazarız.
Yağmur için yazılmış şarkılar dedik. En güzeli Teoman'ın Yağmur'udur herhalde. Yağmur için hazırlanmış playlistin de baş köşesindedir, bunu da yeri gelmişken belirtelim. Bakın Şebnem Ferah'ın Yağmurlar'ından hiç bahsetmiyorum. O zaten başka. Mansiyon ödülünü de Bertuğ Cemil'in Yağmur'una verelim ve devam edelim.
Şimdi bu yağmur iyi güzel de, bir de pis tarafı var. Özellikle İstanbul'un o pis yağmuru yağdığı (son iki günü yaşayan anlar ne demek istediğimi) zaman şehrin geldiği hali bir gözümüzün önüne getirelim. Dutchman sen getir gözünün önüne özellikle, ne zamandır uzaksın şehre.
Bu sene maşallahı var iyi yağdı. E öyle olunca kışın yarısını ıslak geçirdik. Şimdi yağmur zevkimizin içine eden İstanbul şartlarını sıralayacağız, sıkı durun:
ŞANS YOLU
Mustafa Yolaşan'ın sunduğu ve 80'lerin sonu ve 90'ların başındaki pazarları zapteden Pazar 80/90 bilmemkaç serisini hatırlarsınız. Türk mühendislerinin mükemmel icadı diye lanse edilen bir oyun girmişti programa bir ara. Yıllarca da sürdü. Neydi adı, Şans Yolu mu? Hah işte onda hani basılan yerde ışık yanıp, alarmın bas bas ötmesi kabusumuz olmuştu ya bi ara, rüyalarımıza girerdi. İstanbul'un yaya kaldırımları da yıllardır aynen böyle. Buradan 29 Mart seçimlerine hazırlanan adaylara sesleniyorum, akıllı olun! Yukarıdan gayet normal görünen o kaldırım taşlarının altında yatan suları n'olur bastığımızda anlamayalım artık ya. Zaten bu konuda epey bahtsız olan şahsım adına konuşuyorum, nerde o yamuk taşlar var gider bulurum. Oyumu bu taşları düzeltecek olana vereceğim anasını satayım, hadi bakalım!
ONUN ARABASI VAR
Açık konuşayım, yayayken yaya olmanın bokunu çıkaran, araba sürerken şoförlüğün nimetlerinden faydalanan bir adamım. Yani o anlarda karşı tarafın hissiyatına pek bürünemiyorum. Buradan ülkedeki yayalara seslenmek istiyorum. Yanlışlıkla bir yerde üstünüze su sıçrattıysam kusura bakmayın, bilerek olmamıştır. İyi de bütün suç şoförlerin mi kardeşim? İngiltere'de o kadar yağmur yağıyor, ben kaldığım süre içerisinde bir kere kenarında su birikmiş bir yol görmedim. Şoförler saatte 100 kilometre ile bile gitse kenara gram su sıçramıyor. Demek ki neymiş, burada da yazarın seslenmek istediği kişi belediye başkan adayları. Öyle parklara iki salıncak takıp, caminin boyasını yenilemekle olmuyor bu işler başkanım.
SALKIM SAÇAK YASEMİN YAĞMURLARI
Eğer yolun ortasında, ya da deniz kenarında yürümüyorsanız, kafanıza birikmiş su damlalarının düşmemesi için hiçbir sebep yoktur bu ülkede. Çünkü, sanki binaların çatıları, "şu yağmur sularını tozlu borularda biriktirip çamur haline getirelim de topluca salıp yıkayalım bu pislikleri", mantalitesiyle inşa edilmiştir. Birinin saçağı 50 santim dışarıdayken birininki 5 santim dışarıdadır. Düz bir çizgide yürümenize izin vermezler. Zikzaklar çizerek ilerlemelisiniz, ki buna rağmen ben bugüne kadar en azından bir koca damlayı yemeden yolu bitirebildiğimi de görmedim. Buradan kime seslenmeli acaba, müteahhitler odasına mı?
ŞEMSİYE TERÖRİSTLERİ
Sanırım teyze olmanın bazı net kuralları var. Yani içeriye karşı ilgili, dışarıya karşı ilgisiz bir kesim haline geliyor kadınlar yaş ilerledikçe. "Aman yavrııım terlersin, aman yavrım ıslanırsın, canına kurban" diyenler de bunlar, sokakta bizim gözümüzü çıkarmaya oynayanlar da. İçeriye kurban, dışarıya düşman kişilikler yani. Kapalı bir tarikatın üyesi olabilirler mi, aman tanrım! İşte bu teyzeler zaten o bardak yağmurlarında pek dışarıda olmazlar. Önlemlerini çoktan alıp bir yerlere girmişlerdir. Onları böyle hafif hafif atıştıran yağmurlarda görürsünüz sokaklarda. Tercihen en büyük boy şemsiyeleri kullanırlar. Boyları da genelde 1,40 ila 1,60 arasında olduğundan, terörizmin canlı bombaları olarak sokakta yerlerini alırlar. Az evvel saçaklardan kaçma zikzaklarından bahsetmiştik, üzerine bir de karşıdan gelen şemsiye teröristlerini ekleyin, yandan geçen arabaları da atlamadan! Gitgide daha ürkütücü bir hal alıyor öyle değil mi?
TEDBİRSİZLİK
Evden çıkmadan dışarıya bakarsınız, kupkuru bir güne uyanmışsınız. Çıkar yürürsünüz 10 dakika, başlar yağmur atıştırmaya. Geri dönsen olmaz, devam etsen olmaz. Ayakkabılar spordur, üsttekiler en emici kumaştandır. Mecburen köşede nereden bittiği belli olmayan şemsiyecilere yanaşırsınız ufak ufak. Ben bu sene 3 ila 10 Lira arasında değişen bir fiyat gamı gördüm. Şemsiye aynı şemsiye. Şeffaf olanlardan, hatırladınız değil mi? Zaten etrafınızda sizin gibi bir sürü insan göreceksiniz. Evet tabi ne sandınız, elbette kullanım ömrü 12 dakika. Bir köşesi çıkacak, ya da ters dönüp sizi şekilden şekile sonacak. Paranı çöpe atma ey fani, o şemsiyenin sana getireceği fayda emin ol beş para etmez. Migros poşeti geçirsen kafana daha az ıslanırsın, o derece.
Evet, çok mesaj içerikli bir yazı oldu bu. Yaklaşan yerel seçimler öncesi doğa olaylarından başlayıp siyasete de bulaşarak bloga ayrı bir boyut getirdik. İlerleyen günlerde farklı yaklaşımlarla, blogun duyarlı sesi olmayı sürdüreceğim sevgili okurlar. Ama yağmur güzeldir yine de sevin, sevdirin. En kötü çıkın cama sesini dinleyin, sonrasındaki toprağın kokusunu içine çekin. Bir şehri tam kalbinden beyninden vurup gidin, hadi bakalım..
by tunchay
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
5 yorum:
Beyoğlu Belediyesi!
29 Mart 2009 Saint Pulcherie Lisesi sandık no: 1189
GELİYORUM!
En baba YAğmur parçası Bülent Ortaçgil'in parçasıdır.Hatta Teoman Bülent Ortaçgil Saygı albümü olan ŞArkılar Bir Oyundur adlı tribuite albümde bunu ayrıca coverlamıştır da :)
http://hakanbaysal.blogspot.com/2008/10/yamur.html
şemsiye olayı çok cıddı bır konudur..
bır gun sokakta semsıye acan bırını doven genc bır adam gorursenız o benım.
hadı yagmur yagarken gozumuze sokuyolar, yagmur yagmıyor yıne semsıye acık. kendını yagmurdan mı koruyot? hayır. semsıye bı yerde kendi bır yerde..
cok cıddı bır konu cok...
yazın bir ayımı başka bir ülkede geçirdim, sabah 7de 20 dakika durağa yürmenin tek keyifli yanı yağan hafif yağmur serin rüzgar ve toprak kokusuydu nitekim her yer bahçe..
ankaraya döndüm, hani zaten yağmur yok. yağsa bile düşeceği toprak yok yol üstünde. taze hava kokusu da imkansız. şimdilik yağmur romantizminden anladığım sadece "barajlar yüzde kaça çıktı acaba" sorusu.
Bir yere gideceksinizdir ve evde yağmurun dinmesini bekliyorsunuzdur. Fakat bardaktan boşanırcasına yağan yağmur bir türlü dinmemektedir. Bununla beraber artık olmazsa olmaz çıkma saatiniz de yaklaşmaktadır. Lanet olsun dersiniz ve her şeyi göze alıp dışarı çıkarsınız. Sokağın başına geldiğinizde epeyce (duruma göre belki donunuza kadar) ıslanmışsınızdır ve yağmur birden kesiliverir.
Sadece beş dakika daha beklememenin bedelini her türlü hastalık olarak ödersiniz sonunda.
Yorum Gönder