26 Mayıs 2009 Salı

A CLOCKWORK ORANGE

Uzun süre sonra ikinci kez izledim filmi gün önce. Bittiğinde dayanamayıp ilk yarısını bir daha izledim. Yazmanın zamanının geldiğini düşündüm. Baştan söyleyeyim Anthony Burgess'in romanını hala okumuş değilim. Ama birçok kesimce filmin, sinema tarihindeki en iyi uyarlamalardan birisi olduğunun hatta kitaptan da bir adım önce çıktığının belirtilmesi ile kendimi avutuyorum. Ama yine de fırsat bulduğum an sayfalara dalacağım. Şu anda filmi halen hatim etmekle meşgulüz. 21. yüzyılın en büyük sanatçılarından ve sinema tarihinin bana göre gelmiş geçmiş en iyi yönetmeni Stanley Kubrick'in filmlerinin genelde bilinen bir özelliğidir. Progresif filmler yapar usta. 368 kere izleseniz her seferinde yeni bir şeyler keşfedersiniz. 369. seferde de bir şeyler keşfedeceğinizden eminsinizdir. Özellikle Dr. Strangelove ve A Clockwork Orange'da bu özelliği zirveye çıkmıştır. Her diyalog, her kelime her sahne defalarca analiz edilebilir ve üzerine konuşulabilir. Şahsen beyaz perdede alt metinlerinde keşfedilecek hazineler bulunan filmlere anında aşık olurum. Yukarıda belirttiğim gibi Dr. Strangelove, Fight Club, Oldboy da böyle filmlerdir. İnce ince işlenmiştir hepsi ama çok önemli bir kumar oynarlar. Zira bu seyirciye keşfettirme işi bazen sarpa sarabilir. İki ucu keskin bıçak gibidir zira, alt metinlerle filmi katmanlara böleceğim diye sonunda hiçbir şeyin anlaşışmadığı bir çorba üretebilirsiniz. David Lynch filmlerine, kendisine ve hayranlarına saygılıyım sonuna kadar ama onun filmlerinde bu hava var. Tamam Lynch'in fimlerini çözmek ya da çözememek bir erdem olabilir ama ben onun filmlerindeki bu gözümüze sokulan muammalardan hoşlanmıyorum. Film bittiğinde benim kafamda kesin olmayan bir şeyler bırakmalı ve ben onları birleştirmeliyim. Lynch'in filmlerinden çıkınca insanın kafasında bir fikir olmuyor problem burada. Bunun diğer tarafı da verilmek istenen mesajların seyircinin gözüne sokulması durumu. Bizim Gand'ın çok sevdiği Donnie Darko'yu böyle bulurum misal. Örneğin öğrencilere kişisel gelişmi dersleri veren karakterin evinden çocuk pornolarının çıkması gibi. Çok gözümüze sokulmuştur o "Amerikan halk kahramanının aslında arka planından eler barındırdığı" mesajı. Kubrick filmleri bunların ortasını mükemmele yakın bulur. Dr. Strangelove'ın finalinde patlayan bombaların ve toz bulutlarının eşliğinde duyulan "we meet again, don't know where, don't know when" sözleri bunun çok net bir örneğidir. İlgili sahnenin ayrıca ilgili sahnenin dünya sinema tarihinin en iyi finallerden birisi olduğunu da düşünürüm. "Mein fuhrer.....I kan volk!!!!!"

Clockwork Orange ustanın her filmi gibi hafiften rahatsız edici, şok edici bir şaheser. Filmin ana teması şiddetin insan doğasındaki varlığının nasıl manipüle edilebileceği ve kimlerin kontrolünde olduğu. Ama tabi bu sadece özeti. Bunun yanında modern aile yapısı, tüketim toplumu, itaat, koşullu tepkiler, yetkiyi elinde tutanların davranışları, iktidarın ne gibi tehlikeleri içerdiği, suçun veya suçlunun ehlileştirilme meselesi, din, dil, bürokrasi gibi bir dolu konuya değinen bir şaheser. Ben filmin seyirciyi içine alan yapısı ve sanat yönetimine hayran olduğumu belirteyim. Filmin ilk yarısında Alex'e karşı nefretle dolarız, ikinci yarısında ise ona kaşrı bir acıma hissi oluşur bünyede. Kubrick burada seyirciye aynen Alex'in uğradığı terapi gibi bir terapi uygulamıştır. Yani bizi de şiddet ve merhamet duygusuyla donatmıştır iki farklı zamanda. Hepimize bu duyguların içimizde olduğunu göstermiştir. Alex terapisi sırasında tüm görüntüleri, çok sevdiği Beethoven eşliğinde izler. Terapi bittiğinde artık o melodiyi dinlemeye tahammül bile edememekte, her duyduğunda aklına iğrenç görüntüler gelmektedir. Kubrick aynı oyunu seyirciye oynar. Filmin ilk yarısındaki cinayetlerde ve şiddet görüntülerinde klasik müzik çalar sürekli. Yine Alex'in terapisi uygulanır bize de. Filmin sonunda ne zaman 9. senfoni duyulsa akla Clockwork Orange gelmektedir. Böyle usta bir kontrol manyağıdır Kubrick.

Filmdeki mekan tasarımları, renk kullanımı 1990 ve 2000'lerin modasını etkileyecek kadar çarpıcıdır. Modern kültüre olan etkilerini saymakla bitmez. Sadece Juventus tribün grubu
Drughi Bianconeri desek yeterli sanırım.

Malcolm McDowell sanırım dünya sinema tarihinin "tek rol adamı" unvanını en fazla hakeden oyuncusu. Onsuz bir Alexander Delarge düşünülemezdi. Kubrick her başrol oyuncusuna yaptığı gibi onu da üstüste tekrarlarla zorlamış ve karakterindeki o psikopatiye bürünmesini sağlamıştır. McDowell yıllar sonra Kubrick için hazırlanan bir belgeselde "bir saniye onu çok seviyordum ona sarılmak istiyordum, bir saniye sonra ondan nefret ediyordum, onu öldürebilirdim" der. Görüldüğü gibi Kubrick başrol oyuncusunu da set dışında Alex karakterinin filmdeki profilinin tam içine sokmuştur. Filmdeki terapi sahnelerinde McDowell gözlerine takılan mandallar sayesinde cidden gözlerinden kısa süreli bir rahatsızlık geçirmiştir. Ayrıca Kubrick, Alex'in evcil yılanını, McDowell'ın yılanlardan korktuğunu öğrendikten sonra filme eklemiştir.

38 yıl geçti Clockwork Orange gösteirme girdiğinden beri. İlk piyasaya çıktığında eleştirmenler her Kubrick filmi gibi, filmi anlamamış, çok saldırgan bulmuş, gençleri şidete yönelttiğini ileri sürmüştür. Kubrick de buna içerleyip filmi sinemalardan kaldırtmıştır. Warner Bros gibi bir stüdyoya (hatta herhangi bir film stüdyosuna) bunu yaptırabilen tarihteki tek yönemen olması onun nasıl bir nüfuzu olduğunun kanıtıdır. Tabi filmin değeri, örümcek beyinlilerin elinden çıkıp tüm dünyaya yayıldığında anlaşılmıştır. Sinema tarihinin bana göre gelmiş geçmiş en iyi 10 filmi arasına rahatlıkla giren bu başyapıtı tüm chelloveck ve devotchkalara "şiddetle" tavsiye ediyorum.

7 yorum:

Adsız dedi ki...

Hayatımın filmlerinden, hele Beethoven destekli sahneleri yarıyor adamı.

shenem dedi ki...

9.senfoni!!!ve alex'in diline,sözlerine dikkat!çok dikkatli izlemek gerek oraları:))

Hrundi V. dedi ki...

Ben kitabin Turkcesini (Otomatik Portakal) okumustum. Ceviren: Aziz Ustel. Muhtesem bir ceviriydi. Kullanilan dil, jargon ve argolar gercekten cok surukleyici yapmisti kitabi. Basucunda bulunmasi gereken kitaplardandir bence.

Frapppedaki dedi ki...

Skinhead ultralara mal olmustur biraz bu adamlar ozellikle italyanlar baya bir kullaniyor.

Bir de aklima the Addicts geliyor alakali olarak.

Unknown dedi ki...

"I am singin in the rain" sahnesi bana göre dünya sinema tarihindeki en müthiş ve bambaşka sahnelerdendir.

Empyrium dedi ki...

Flim için herşeyi söylemişsiniz.Gerçektende kitapla uyumluluk konusunda şuana kadar izlediğim en iyisi idi.Da Vinci Code yada LOTR aksine.

PS:Stewie adamımdır ya, güzel ürün :)

eurostadiums dedi ki...

kitabı okumadım filmi bi arkadaşın tavsiyesiyle (hatta ısrarlarıyla) yaklaşık 6ay önce izledim.
ÇEKİLDİĞİ ZAMANA GÖRE HARİKA...
ŞİMDİYE GÖRE İSE ÇOK FANTASTİK...
çocuğuma izletmem:)