Çocukken dinlediğimiz masallardan Yeşilçam filmlerine, Hollywood klasiklerine kadar eskiden “mutlu son” bir olmazsa olmazken şimdilerde “mutsuz son” ya da en azından başkahramanın ölmesi bir zorunlulukmuş gibi. Neslimiz kadar ölümle hesaplaşan bir nesil daha olmuş mudur merak ediyorum. Okuduğum romanlardan kaçı ölümle bitiyor, kaç şarkıda ölümden sözediliyor diye düşündüğümde aklıma onlarca isim geliyor.
Apolitikliğin en sık rastlanan salgınlardan bile daha yaygın olduğu bir çağda yaşamanın bir sonucu mudur emin değilim ama, sanki hepimizin kafasında bir yerlerde ölümün acılarımızın panzehiri, alternatifiymiş gibi durduğunu gözlemliyorum.
“Dayanamadığım noktada ölürüm” mü diyoruz? “Ucunda ölüm yok ya!” mı? Yoksa “En kötü ihtimalle ölürüm” mü?
Bireyselleşmenin suyunun çıkıp anormal bir yabancılaşmaya dönüştüğü dünya toplumunda bireysel bir seçim olan intiharın yaygınlaşması doğal bir sonuç olsa gerek. Yine de kendimize haksızlık ediyoruz gibi geliyor.
80 sonrası nesillerin psikolojisini en güzel anlatan filmlerden biri olan Donnie Darko da söylendiği gibi “Her canlı yalnız ölür. (Every living creature dies alone.)” Ama yalnızlığa, karanlığa ve hatta ölüme kodlanmak yazgımız değil. Doğal hiç değil. Yaşayan her canlının ortak kaderi diye bir şey varsa eğer, bu yalnızca yaşamaktır. Doğumumuzun anlamı olsa olsa yaşamaktır.
İnsan sosyal bir varlık olduğuna göre, birey olmak değil de bunu eksik yorumlayıp yalnızlaşma bizim kaybolmamızı getirecektir. Yalnızlığa/karanlığa odaklanmaktansa yaşama(ya) odaklandığımızda varacağımız sonucun “birlikteliğin güzelliği” olduğuna inanıyorum. Bu hal, farklı formlarda vücut bulabilir. Cemaatten bireyleşmeye keskin bir geçiş yapan dünyada (özellikle de doğu toplumlarında), her alt birime (ülke toplumları) uyacak bir formül belirlemeye kalkışmak, eski ideologların yaptığı hatalardan ders almamak olurdu. Toplumsal hareketler evrimleşerek olgunlaştığına göre bu yeni filiz veren ve maalesef ölüme odaklı topluma, evrilmesi için bir şans vermek gerekir. Elbet yabacılaşmanın esiri bu nesil de tek başına hiç olduğunu anlayacaktır. Hepimiz aynı suda boğuluyoruz, dışa vurmasak da hepimiz yalnız doğduğumuzu ve yalnız öleceğimizi biliyoruz. Bu iki olgunun arasında duran ve adına yaşam denen o muhteşem yolda birbirimize verdiklerimizle yetinip dalgalara karşı birlikte durduğumuzu elbet farkedeceğizdir. Bir bakış, inceden duygulu bir ses tonu, küçük bir hediyenin aslında ne kadar büyük anlamlar taşıdığının ayırdına varacağızdır. Hepsi zaman meselesi...
Sonuç olarak, doğada fiziksel açıdan en zayıf yaratıklar olan insanoğlu, ancak bir arada olduğumuzda varolabiliyoruz. Yalnızlık kaçınılmaz, olmazsa olmaz değil. Yalnızlık, toplum denen tek vücuttan ayrı da bir varlığımız olduğunu hatırlatmak için gereken molalar sadece.
Sen yoksan bir eksiğiz...
VE KALANLARA...
Karasahil Sanatoryumu
30 Aralık 1985
By Gand
6 Temmuz 2009 Pazartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
3 yorum:
cok cok guzel bir yazi olmus, buna paralel 2 cumlede yazmaya calismistim:
http://northx.blogspot.com/2009/06/necessity-for-religious-beliefs.html
gand üslubunu seviyorum.
Yazıyı ben de cok begendim Gand. Diger anahtar deliginden tespitleri de okuyacagım. Keske daha cok insan okusa. Cogu kisi sensatıonal olay pesınde oldugu ıcın buraya cok yorum bırakmamıslar.
Yorum Gönder