İnternet hakkında hep aynı örneği veririm. Küçükken çizgi filmlerde çok güçlü bir silah için, genelde "bu silah çok güçlü bir silah, dünyayı kurtarabilir, ama kötülerin eline geçerse, dünyanın sonu da olabilir" lafı geçerdi. İnternet böyle bir silah işte. Adamın birisi internet sitesi kurup çocuk suçluların rehabilitasyonu için çalışmalar yapıyor, bir diğeri eski kız arkadaşıyla seviştiği görüntülerini koyup rep alıyor. Böyle bir dünya. Bu dünya da iyi ve kötü yönde evrimleşiyor tabi. Bundan 10 sene önce, internet kafelerde "slm asl?", "23-m-izmir, asl?", "62-trans-zaire" zincirinde gidiyordu işler. Sonra chat programları türedi. Ama insanlar kendilerini ifade etme sınırını genişletmek istediler. Bir sonraki adım insanların fikirlerini sayfalarca yazabilecekleri forumlar oldu. Ama şöyle bir problem oldu ki forumlar, site sahipleri dışında kimsenin kontrolünde olmayan ve insanların fikirlerine muhalif düşüncelerin olabileceği ve o bizim içimizdekini sergileme ve kendi talk-showumuzu yapma ateşine engel çekebilecek bir oluşumdu. Bunun üzerine blogger çıktı ortaya. Bugün insanlar kendilerine ait internet siteleri vasıtasıyla, tamamen kendi kontrol ettikleri bir dünyayı yönetiyorlar. Sonra işin içine Facebook girdi. Kişinin sadece düşüncelerini değil şeklini de ifade etmesin gerekiyordu. Bu insanın kendi sirkini sunmanın sonu mudur? Olmayacak tabi. Her şeyin olduğu gibi blogger'ın da modası 2-3 yıl içinde geçecek. Sonrası ne olur bilmiyorum. Belki de bundan 5 yıl sonra insanlar, yüksek çözünürlük oranlarıyla, kendi oturma odalarından, yanlarına 1-2 kişi alıp webcam vasıtası ve youtube gibi video destekli siteler üzerinden web programları yapacaklar. Çılgınlık gibi gelebilir ama bundan 10 sene önce, "bir gün senin benim gibi, profesyonel yazarlık geçmişi olmayan, sıradan insanların yazdıklarını okuyup, onların sitelerine üye olup her gün okuyacaksınız" deseler "yürü lan" derdik büyük ihtimal. Dolayısıyla yazdıklarını okuduğunuz adamların görüntülerini izlemek de büyük çılgınlık olmayacak belki de...
Chuck Palahniuk'un Türkiye'de Gösteri Peygamberi adıyla yayınlanmış "Survivor" isimli kitabında şöyle bir ifadesi vardır. "İnsanoğlunun ömrü boyunca yaptığı her şey, başka insanların beğenisini kazanmak içindir". Sonuna kadar katılırım buna. İnsanların aldığı kıyafet, söylediği söz, geliştirdiği espri anlayışı, yürüme şekli, konuşma şekli, düşünce yapısı ve bunun uzantısında ortaya çıkardığı her şey başkalarının beğenisini kazanmak içindir. Yaptığı yemek, çektiği film, bestelediği şarkı, yazdığı kitap, iş mülakatındaki yürüyüşü, el sıkışı, giydiği kıyafet, sevgilisine yaptığı espri....Bu kanuna sıkı sıkıya bağlanmış insanın da, internete açılmaması olanaksızdı. Öyle de oldu zaten. Sizi bilmiyorum ama açık konuşalım. Bu blogu ben insanlar okusun ve beğensinler diye yazıyorum, yoksa kendime beğendirmek için olsaydı, aynanın karşısına oturup konuşurdum. Elbette yazarken bilgimi artırıyorum, ama bilgimi artırmak için yazmıyorum, insanlar tarafından okunmak için yazıyorum. Facebook. Niye var sanıyorsunuz ki o siteyi? İnsanlar neden resimlerini yüklüyorlar oraya? O resimleri zaten kendileri görüyor, hepsi bilgisayarlarında. Neden oraya yüklüyorlar? "Bakın ben çok mutlu, hayatından memnun, beğenilmek istenen bir insanım" mesajını vermek için olabilir mi? Neden hiç cenaze fotoğrafını koyan yok ama bir dolu tatil fotoğrafı var? Neden kimse sevgilisiyle kavga ederken çekilmiş resmini değil de, ona sarıldığı resmini koyuyor? Neden her erkek göbeğinin, hiç kadın selülitinin resmini değil de en fazla kendisinin beğendiği resmi koyuyor? Neden insanlar ilkokul arkadaşlarını bulma arzusuyla dolup taştı bir anda? Beğenilme arzusu. İnsanın tüm davranışlarının temelidir. Merak etmeyin herkes böyle. Nedir Twitter? Sizin benim gibi, sıradan bir insanın, yazdığı 2 satırlık cümleleri okumak üzerine bir oluşum. Kuşbakışı bakıyorum konuya, düz olarak. "Flying Dutchman: Dün Taksim'i özlediğimi farkettim. Kışın tünelden, meydana karlar altında bir bohemya değil midir orası?"....Hayır...Sen Taksim'i özlemedin, Taksim'i özleyerek beğenilmeyi özledin...MSN'e yazılan ileti, Facebook'a yazılan ileti, Twitter mesajı, şu veya bu....İnsanoğlu sirkini giderek genişletiyor...Şu beylik lafı çöpe atalım artık. Milletin ağzına sakız olmayalım....Palavra. Milletin ağzında çiğnendikçe dağılmayan sakız olmayı çok seviyoruz. Hepimiz birer Gösteri Peygamberi'yiz.
5 Ağustos 2009 Çarşamba
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
32 yorum:
ama ben dün oraya gerek yok yazdım abi, vallahi gerek yoktu, birileri gelip abi ne gerek vardı demesin diye, vallaha vallahi, bu yorumu da sakız olayım diye yazmadım, yoksa yazdım mı?
@tunchay
sen bilirsin doğrusunu:)
not: palahniuk dövüş kulübü'nde sadece ortamı tartmıştır... gösteri peygamberi, tıkanma ve özellikle görünmez canavarlar'ı okuyun, ne demek istediğimi anlarsınız...
Palahniuk'un obsesif olması muhtemel zihninden çıkan anormal sayıda çok detaylar ile yer yer sıkıcı olmaya yaklaşan, ama belli bir noktadan sonra ilginçlik konusunda Fight Club ile yarışan kitap.
Post modern insanın (biz oluyoruz) hastalıklarına çırıl çıplak bir bakış ile uyuduğumuz uykudan bizi hırpalayarak uyandıran Chuck tokadı...
Mutlaka okunmalı.
beğenilmek isteriz tabii ki de bunun amaç mı yoksa araç mı olduğu önemli. senin amacın nitelikli bir iş yapmaksa ve bunu gerçekleştirirsen başkalarına da sunup kendini beğendirmek istersin. sırf beğenilmek için iş yapmamış olursun.
bir de kimseyi sallamıyorum tribine girenler vardır ki asıl onların ikiyüzlülüğü midemi bulandırır.
Abi o değil de senin çılgınlık anlayışına bayağı şaşırdım. :)) Yani webcam vasıtasıyla web programlarının yapılması falan neden çılgınlık gibi gelsin? Yarın bile başlansa şu olaya, bana hiç de şaşırılacak bir olaymış gibi gelmiyor. Blog olayına gelirsek de vallahi ben 10 yıl önce 12 yaşındaydım, ama yine saçma bir fikir olarak gelmezdi gibi geliyor. :)) Blogunuzu yeni takip etmeye başladım ama tahmin ediyorum yaşınız 40 cıvarı.
kitabın değindiği en önemli nokta, bütünüyle hayalden ibaret şişirilmiş bir imajla dahi kitleleri peşinizden sürükleyebileceğiniz.. bunun için, kendisini bir şeylere adamaya hazır insanları bulmanız gerekiyor..
yazıya vesile olan saptamalara gelecek olursak;
bir iletiyle veya bir post yordamıyla, aslında bizler de peşimizden sürükleyecek kitlelere ulaşmaya çalışıyoruz..
kitaptaki kadar büyük bir etki yapmıyor elbette, daha ufak çapta bir etkiden bahsediyorum.. hatta bazen 1-2 kişi..
insanoğlu kendisini resmetmeye çalışıyor hayatı boyunca, bir şekilde anlatmak istiyor derdini, bazen bir rol biçiyor kendine, bazen bir rol üstleniyor.. "ben buyum!" demek için, yeri geldiğinde harfleri, sesleri, mimikleri, giysileri, simgeleri ve daha birçok şeyi kullanıyor..
bu denli dürüst bir şekilde yazıya döktüğünüz için tebrik ediyorum.. hoş, bu satırları da birileri beğensin ve takdir etsin diye yazıyorsunuz en nihayetinde :)
baktığımızda başa dönüyoruz galiba.. yazıdan yola çıktığımızda; siz de açık yüreklilikle, dobralıkla beğenilmek arzusu taşıyorsunuz aslında.. o yüzden, bunun isteğinize uygun yorumlardan biri olduğunu düşünüyorum..
"ya sen?" diye sormayın ama.. yazıda cevabını veriyorsunuz nasıl olsa :)
@Anıl
28 yaşındayım :))
not: palahniuk'u çok sevmem
Chuck Palahniuk'un kitapları çok hoşuma giderken kendisinin "Gösteri Peygamberi" olması konusuna nedense pek değinmiyor. Fight Club Amerikalı bir sinema dergisi tarafından -ismini unuttum ne yazık ki- gelmiş geçmiş en iyi film seçilirken Chuck Palahniuk bir sonraki romanı "Survivor" ve "Invisible Monsters" üzerinde çalışıyordu ve "bunları nasıl senaryo haline getirip para kırabilirim?" diye düşünüyordu. Popüler olmaktan nefret eden bir karaktere rağmen Chuck popüler olmaktan çok büyük bir haz duyuyor bence.
"Kurmaca roman lan bu" diyebilirsiniz ama benim düşünceme göre her yazar romana kendi parçasını, kendi düşüncesini mutlaka koyar. Bunun en güzel örneğini ben Yakup Kadri'de gördüm ve açıkçası çok beğendim. Chuck kendi düşüncelerini romanla anlatıyor ve popüler olmaktan nefret etmesine rağmen kendi popüler olmak için uğraşıyor. Ya da bir şekilde editörü tarafından kullanılıyor ki bu durumda Tender Branson olmaktadır :)
Konuyu bilemiyorum, bu konuda yorum yapmayacağım ama Chuck hem popüler olup hem toplumun kurallarını yıkmaya çalışan ikiyüzkü biri sadece.
chuck palahniuk "gösteri peygamberi"'ni o dönemde hazırlamıyordu. ayrıca "tıkanma" nın çekilmesinden ve "gösteri peygamberi" nin de çekilmeye başlanmasından sonra "artık kitaplarımın film olarak çevrilmesini istemiyorum, bu yüzden film olarak çevrilemiyecek kitaplar yazmak istiyorum" demiştir.
Bence içinden çıkılması imkansız bir paradoks bu. Elbette her insan güzel şeyler duymak, beğenilmek, sevilmek ister. Nasıl hayatta kalmak için yemek içmek gerekiyorsa mutlu bir hayat sürebilmek için de insanın kendini güvende hissettiği bir ortamda bulunması şarttır. Kimisi kendini ailesine verir, kimisi işine, kimisi arkadaş çevresine. İstisnalar hariç insan sevdiklerinin yanında mutludur.
Bir kadın kendisi için asla makyaj yapmaz, beğenilmek için yapar. Bir erkek asla kendisi için vücut çalışmaz, kadınları çekmek için yapar. Issız bir adada ister dünya güzeli olun ister Josh Holloway, sizi beğenecek biri olmadıktan sonra hiçbir anlamı yoktur.
Yukarıda anlattıklarım demek değildir ki yazılanlara katılmıyorum. Evet haklısınız, özellikle son on yılda işler öyle sarpa sardı ki insan her adımını başkalarına göre atar oldu. Özgünlük bile banal hale geldi. berthelemy'in dediği son derece doğru, sallamayan insan "sallamadığını" dile getirmez, belli etmez. Çevremde o kadar çok umursamaz ayağına yatıp umursamazlığını herkesin suratına vurmaya çalışan insan var ki anlatamam, çünkü havalı, çünkü prim yapıyor, çünkü işine geliyor. İçine düştükleri müthiş ikilem umurlarında değil, başkaları durumu çakmadığı sürece.
Daha değişik bir örnek vereyim. Benim lisede inanılmaz özenti arkadaşlarım vardı. Adamlar günde kaç prozac aldıklarına dair sidik yarışı yapıyordu mesela. "O da bir şey mi ben günde dörtten aşağı almadan yapamıyorum", "Ne dört mü, ben dört tanesini bonibon niyetine yutarım hacı" tarzında cümleler kuruluyordu. Yani demek istiyorlardı ki "Ben o kadar depresifim ki beş prozac almadan insan içine çıkamıyorum". Elemanları çocukluklarından beri tanırım, ailelerini de bilirim ve emin olun ki hayatlarının çoğu insana nazaran çok daha iyi olduğunu söyleyebilirim. Yaptıkları Prozac muhabbeti "cool" olma çabasından ibarettir.
Bu çocukların müzik zevki de aslında zevkleriyle alakalı değildi. Ekşisözlüğe girip arama yapar, hangi gruba daha fazla yazı girildiyse hastası olurlardı. Hayatı boyunca bir Opeth şarkısı dinlemeden gidip Opeth tişörtü alan adam tanıyorum ben. Opeth'ten daha çok sevebileceği x bir grup önersem ona, ekşisözlükte arama yapıp hakkında birkaç yazı girildiğini ya da hiçbir şey olmadığını gördüğü an siler o grubu.
İşte benim sinirimi bozan olay budur. Sırf beğenilme kaygısıyla yaşamak. Herkes izlesin diye yapılan televizyon programı inanılmaz kalitesizdir, örnekleri çoktur kanallarımızda. Herkes dinlesin diye yapılan şarkıların sanatsal değeri negatiftir, örnekleri çoktur müzik piyasamızda. Herkes izlesin diye çekilen film rezalettir, örnekleri çoktur sinema salonlarımızda. Aynı şekilde yalnızca "beğenilme", "havalı görünme" arzusu taşıyan hareketler samimiyetsiz olduğu kadar saçmadır da. Bu tarz hareketlerin sahipleri büyük ihtimalle bomboş bir hayat geçirecek, ve dünyada hiçbir iz bırakmadan göç edeceklerdir.
Gidip hiçbir kızı "Sen makyaj yapıyorsun, kendine iyi bakıyorsun, bunlar sırf ilgi için" diye suçlayamam. Hepimiz ilgi görmek isteriz, nihayetinde insanız, doğanın defolu ürünleri. Eğer kız sırf dış görünüşüne kasmış, kültürel ve sosyal açıdan zayıf kalmışsa muhattap olmam, çeker giderim. Evli evine köylü köyüne hesabı. Her ne kadar tasvip etmesem de neden o şekilde yaşadığını anlayabilirim. Ben aynaya bakmayalı, elime tarak almayalı aylar hatta yıllar olmasına rağmen birisi yazdıklarımı beğendiği, esprilerime güldüğü zaman mutlu oluyorum. Aynı şey farklı perspektifte az önce anlattığım kız için de geçerli.
Son derece insani olan takdir edilme isteğini acımasızca eleştirmek kolaya kaçmaktan fazlası değildir. Fakat insani olduğu kadar yanlış yanları olan bu isteğe de esir düşmek aptallıktır. Asıl erdem kendimizi bu dürtüye fazla kaptırmayıp özgün bir kişilik geliştirmek, sürekli üzerimize eklemek, acaba nasıl daha iyi bir insan olurum diye uzun uzun düşünmek ve bu planları hayata geçirmektir. Çok zor ve uzun bir yoldur bu, meyvelerini toplamadan vazgeçebilir hatta vefat bile edebiliriz ama erdem ulaşılması bu kadar zor bir olgu olmasa herkes erdemli olurdu zaten.
'gösteri peygamberi'ni okumadım, ama anladığım kadarıyla dutchman'in bahsettiği düşünceye eleştirel bir yaklaşım var bu kitapta da. yazarın kendisiyle 180 derece çelişmesi imkanlı gözükmüyor. senin özün kullandığın araba veya sahip olduğun mobilya değil diyen tyler durden'ı hatırlayınız.
lakin modern insanın, hepimizin, gösteri peygamberi haline gelişi kesinlikle doğru bir çıkarım. ama bir noktada 'irade' ön plana çıkıyor, kendi istekleriniz ve tutkularınız size yön veriyor. yani kafka'nın 'artistlik' olsun diye kitaplarının yakılmasını istediğini sanmıyorum.
Sen bu post'u da beğenilmek için yazdın, alttan alta "toptan anlarım ama felsefi kitap da okurum, beni kesseler acımaz" diyebilmek için!
Ben bu yorumu da sonraki okuyanlar bana gülsün, ismim tanısın, beni beğensinler diye yazdım!
Hatta şu son yargı cümlesini de beni daha çok beğensinler diye koydum!
Bu karşı-karşıya konmuş iki ayna gibi daha gider, boku çıkar bir nevi :)
@ prodigal son
Chuck Palahniuk'un Rant, Survivor, Invisible Monsters ve Haunted romanlarının IMDB'ye göre yapım aşamasında olduğu görülüyor. Ben IMDB'nin yalancısıyım :)
http://www.imdb.com/name/nm0657333/
Kendisi romanlarının filme çevrilmesini istememekte bence haklı, çünkü roman ve film ayrı kategorilerdir. Romanda bir karakterin kafasından neler geçirdiğini bilebilirken, sinemada bunu göremiyoruz. Sinemada bunu "iç ses" tekniğiyle halletmeye çalışıyorlar ama bir sinemada bir insanın ne düşündüğünü sinemada gösteremezsiniz, sadece onun bir şeyler düşündüğünü gösterebilirsiniz. Palahniuk'un romanları da aynen bu şekilde film tekniğine uygun olmayan romanlar.
Açıkçası ben roman yazan adamda samimiyet ararım. Yakup Kadri bu konuda Türk romancılğındaki ender örneklerden biri. Yahya Kemal gibi "Bin atlı o gün çocuklar gibi şendik" deyip mütareke yıllarında Avrupa'da "rahatsızlığı" sebebiyle Türkiye'nin tüm dertlerinden uzakken, Anadolu o yıllarda düşman işgalinden kurtulmaya çalışıyordu. "Ucuz popülizm yapıyorsun" diyebilirsiniz ama bence bir yazar hal ve hareketlerinde ikiyüzlü olmamalı.
Fight Club'ı film olarak çevirip, üstüne oyun yapılmasına izin verip "paraları götüren" bir insanın açıkçası ben pek samimiyetine inanmıyorum.
Palahniuk'u ciddiye almak kişiye tarifi imkansız ve tahmin edilemez zararlar verir. 20. yüzyıl modernizminin yarattığı insanın özüne aykırı psikoloji biliminin ürünleri olan biz mekanik insanlara tutulan bir çeşit küçültme(devin tersi) aynası veya o sert uykudan uyandırılışın uyanma yeteneğiyle donatılmamış yığınlar tarafından algılanamaması sonucu oluşan bireysel, post modern kişilik bozuklukları ve devamında muhtemel toplumsal kaos hali. Gerçek bir kaos görememiş biz insanlar için heyecan verici bir "peygamber" olsa da Palahniuk'u önemsemek, modern psikolojinin ekmeğine yağ sürer cinsten bir uzlaşma.
Ben aslında Gand'dan detaylı bir Palahniuk yazısı beklerdim. Gerçek mesleği nedir bilmesem de(merak etsem de), uzun süredir yazısını görememek normal şartlar altında eksikliği hissedilmeyen ancak bu tarz kendisine has rüzgarlar taşıyan konularla yeniden su üstüne çıkan özleme dönüşüyor.
Kendisi yazmıyo ama webmaster'ı yazıyomuş: http://twitter.com/chuckpalahniuk
sanatçıların ürünlerinden ne aldığımızı en çok da biz belirleriz diye düşünmüşümdür her zaman.
kaypak ve faşist eğilimli bir ressam olarak anılan Dali, benim için her zaman rüyaları gündelik dünyaya yansıtacak kadar güçlü bir ressam olmuştur. resimden anlamam, ama hayal dünyası algılayışını genişletme açısından Dali bana bir şeyler katmıştır.
Palahniuk yazarken birilerinin ekmeğine yağ sürmek istemiş midir, yorum yapamayacağım. hiç bu gözle okumamamıştım.
tek bildiğim, bir çoklarına sıradan gelen detaylarda gizli olan yalan dünyamızı, bu detayları birbir, ilmek ilmek işleyerek nasıl yüzümüze vurduğudur.
kitaplarında hep bozuk psikolojili kişilikler vardır evet. ama her biri kendini öyle ya da böyle tamamlama, değiştirme, yeniden yaratma çabasındadır. palahniuk'un değeri de bu noktada ortaya çıkıyor. karakterlerin bir nevi yeniden dirilişi sırasında geçirdikleri sembolik süreçler, ekmeğine yağ sürdüğü modernizm ya da sonrasının çok sağlam eleştirisi oluyor çoğunlukla.
-spoiler-
aslına bakarsanız misal Tıkanma'daki mastürbasyon bağımlısının taşlardan inşaa etmeye çalıştığı hiçlik, en umutsuz insanın bile içinde taşıdığı o en değerli üretme isteğinin dışa vurumudur. ama post modern dönemde öyle bir kaybolmuştur ki insan, yaratmaya çalıştığı yine koca bir hiçliktir.
Yine de Palahniuk, hiçbir noktada "hiçlikten başka çaremiz yok dememiştir. yalınca "işte bu kadar kayıbız" demiştir.
sanatçıdan beklenen bazen sadece ayna olmasıdır. en azından benim öyle. çünkü ne kadar kendimizle yüzleşmiş olursak olalım, başkasının aynasında suretimizi gördüğümüzde her şey daha inandırıcı olur. Palahniuk bu yüzden değerli bir yazardır.
------------------------------
FD'nin her şeyin kaynağı olarak beğenilme arzusunu görmesi noktasında ise sadece bir soru sormak istiyorum: NEDEN BEĞENİLMEK İSTİYORUZ?
neden beğenilmek istiyoruz? cevap vereyim. çünkü kendi varlığımızı hissetmek istiyoruz, buna muhtacız. çünkü etraf bize varlığımızı unutturacak ve ne kadar değersiz olduğumuzu suratımıza çarpacak gerçekliklerle dolu. çocukluğumuzdan ve gençliğimizden itibaren hayal kırıklıklarıyla yoğrulduk. varlığımız yalnızca sınıf defterindeki bir okul numarasıyla veya ülke nüfusundaki +1 rakamla vücut bulur oldu. aynı anda ülke nüfusunun fazla olmasının zararlarından da bahsetmeden geçmeyerek...
işte sırf bu yüzden, bu tip travmaların değersizleştirme hissiyatları yüzünden kendi varlığımızı hissettirecek aynalara ihtiyaç duyuyoruz. çevredeki tüm insanlar, olaylar, ilişkiler bu aynalardan başka bir şey değil. bir başkasının dünyasında değerli olma arayışı bizleri bu aynalara muhtaç kılıyor. kendi varlığımızın sahip olduğu değere sırt çevirip daha çok insanda daha çok beğenilmek, daha çok ihtiyaç duyulmak arzusuna teslimiyetimizi gerçekleştirmişken, aslında onlara olan ihtiyacımızın ne boyutlara vardığını kestiremiyoruz. dünya ile olan mutualist ortaklığımız, bir süre sonra haz alma-haz verme ilişkisine dönüşüyor. tatmin olabilmek için sürekli yeni ve daha fazla sayısa aynalara gereksinim duyuyoruz.
çünkü böyle öğretildik. çünkü içinde bulunduğumuz çağ, yaşadığımız andan maksimum verim alabilmeyi becerebilenlerin kabul göreceği bir simulasyona dönüştü. dünya savaşları, darbeler, insan hakları ihlalleri, hepsi bizlere var oluşumuzu sorgulamaya itti. hayatı daha iyi yaşamak gerekliliğini hissedip daha mutlu olmanın ve haz duymanın yollarını aramaya yöneldik. bir şeyle yetinmenin yersiz olduğunu, çünkü modern çağın bizlere daha fazlasını, daha güzelini vermeye hazır olduğuna inandık. oysa bu vaatlerin içinin boş olduğunu, aslında sadece elimizdekini kaybetmeye programlandığımızı bir türlü keşfedemedik.
peki o zaman benden de bir soru. modern çağın narsist insanları olarak, gerçek bir aşk yaşama ihtimalimiz var mı?
neden beğenilmek istiyoruzun cevabı basittir bana göre ki onu da Freud açıklamıştır zaten,
En küçüğünden en büyüğüne İktidar ve bunun getireceği maddi ve manevi güç
Cinsel açlığın doyurulması
bunun dışındaki nedenlerin hepsi altalta 150 tane sıralansa dahi bu ikisine çıkar
bu kadar
@FD
neden güç arzusu?
@utku
aşk:
http://vliegendenederlander.blogspot.com/search/label/Anahtar%20Deli%C4%9Finden%20Tespitler
aşk da post modernitenin pompaladığı afyonlardan biri değil midir?
kastettiğiniz bir insanı sevmek ise sözkonusu narsizmin bir sonucu olan yalnızlığımızın farkına varıp sevecek kadar cesaretli olduğumuzda pek tabi gerçek bir sevgi yaşayabiliriz.
o narsizm hali de hamam böceği kadar değersiz hissetmemizden kaynaklanmıyor mu zaten. bir insanda aşırı güçlü olan bir özelliğin, bilinçaltında tam aksinin taşıyor olmasından kaynaklandığını düşünmüşümdür hep. Ama ne psikoloğum ne de freudyen... (Psikoloji biliminin handikapları oldukça fazla olmakla birlikte, üzerine ciddi emek harcanmış hiçbir alanın "bütünüyle işe yaramaz" ilan edilmemesi gerektiğini düşünüyorum. Max. fayda almak en iyisi :) ne kadar da oportunistim :) )
korku, prozac, tüketim toplumu gerçekliği içinde boğulup gitmemek adına, Palahniuk'un ötekileri gibi kendi atmosferimizi yaratmak zorundayız. geride kalan çoğunluğun hangi ışıltılı dünyada tavşan gibi kör olduklarına fazla takılıp kendi alternatifimizi üretemezsek bizim de kaybolacağımız kesindir.
hem sayımız sandığımız kadar da az değil.
Gand
neden blog?
Link eksik olmuş:
http://vliegendenederlander.blogspot.com/2009/03/anahtar-deliginden-tespitler-2-ask.html
@FD
s.k.i.b.
ya çak kim, j.k. rowling, dan brown dünyayı kasıp kavurdu palahniuk kim 5 bin satıyo mu? :)))
yakında facebook hesabı da açar çak...
çak is bugün çok underground
entelizmin dibine vuran FD
bloglar, bu değerli hissetme hadisesini çözecek yakında, herkes yine eskiden olduğu gibi çok değersiz olacak...
çok yakında... bekleyin!
@fd
sana katılmanın derin ıstırabını yaşamamak için, freud'a katılmayı tercih ediyorum:)
ha bir de vdgrl'deki soruma (şu en son tartıştığımız konuda) cevap verirsen çok sevineceğim...
verdim de o tartışmayı oradan sürdürme taraftarı değilim pek, önceki muhabbeti bilmeyen birisi gelir, damdan düşer gibi bir şey yazar, tepemi attırır, siteyi hacklemek zorunda kalırım, hapse girerim, hapiste şişlenirim falan uğraşmayalım :))
şiş dedin de... selçuk çöp şiş çekti bünye, yandım çavuş'ta, bir de ayran, oh yemişim iktidarı, dizisini, freud'unu...
gand hanım bu sıradanlık nasıl:)))
Canım fikir tartışmasını ne hale getirdiniz; yok hack, yok hapis, yok şiş, yok racon. Ne güzel haplanmış gibi bakıyorduk yazılanlara :)
aşırı freudyen iki ilkelden daha göz kamaştırıcı sıradanlıklar beklerdim
;)
yazan: elitist psikanalist
Gand hanımın yazdıklarını okuyunca benim aklıma şu diyalog geliyor
zühtü hoca: deney değil evladım tecrübe tecrübe...ilmi kimya tecrübelerle müspet bir satha nüfuz eder....mahmut bey ben bu yeni neslin söylediklerini bir türlü anlamıyorum
mahmut hoca: niye efendim?
zühtü hoca:baksanıza müspet ilim yapan bu zat-ı muhteremin konuşmasından hiçbir şey anlamıyorum
mahmut hoca: valla zühtü bey bazen ben de sizin söylediklerinizden bir şey anlamıyorum
Samanlıktan Kaldıramadım Samanı da Zühtü
Ben Sana Kandım Zühtü
Şimdi Gel Sarılmanın Zamanı da Zühtü
Ben Sana Kandım Zühtü
Ben "Taşlardan inşa edilmeye çalışılan hiçlik" kısmından sonra kopmuşum. Şantiyenin üst katlarına çıkıp "Yıkın bu hiçliği" diye avazlanayazdım (Lan sonunda bu -yazmak şeysini kullanmak nasip oldu bir cümlede)
Ne var ki "Psikoloji biliminin handikapları" bölümünde tekrar kendime geldim. Handikap, Şartlı-4, Kısa Vade, Maiden, Enternasyonel, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Kupası Koşusu falan derken, titredim ve kendime döndüm.
Evet, biz çok light kalıyoruz bu konularda iptidai yaşam formları olarak ama bu mevzular da hakikaten "Dark" yani. Master Yoda'nın "Anger, fear, aggression, the dark side are they" dediği kadar var hatta :))
Ben Narsizm feat. Hamam Böceği ile ilgili cümleyi okurken bi an geçici hafıza kaybı yaşadım... Sonra "tek bildiğim, bir çoklarına sıradan gelen detaylarda gizli olan yalan dünyamızı, bu detayları birbir, ilmek ilmek işleyerek nasıl yüzümüze vurduğudur." cümlesine okuyunca sol tarafıma bi inme geldi....ve kendimi sorgulamaya başladım...Niye yaşıyorum lan ben...
deney cümlesi:
primitiv yaşam formlarının kendileriyle dilemmaya düşüp de akıl illüzyonlarının yarattığı harikulade emosyon, bir sincabın palamudunu saklaması kadar impresiv olunca, Kafka'nın ayak izlerini takip eden homosapienslere evrilmek, gökkuşağının kaçınılmaz olarak zengin yedi rengi kadar kapsayıcı, bir o kadar alaşağı edici oluyor.
deney öznesinin tepkisi: bızzztttt!!!
Freudyen psikanalistin deney notları:
- daha ilk deneyde hepsi mavi ekran verdi. yine de bazılarının espiri anlayışı olduğuna dair veriler elde edebildik. öngörmediğimiz bir tespit ise kendilerini olduklarından daha basit görme gibi bir eğilimleri olduğu... araştırmalarımıza devam ediyoruz.
Yorum Gönder