Bugün ajansa düşen bir haberde okuduğumuza göre, Halis Karataş "Kaç yarış kazandığımı bilmiyorum. En son 2006 yılında 3.300 tane olduğunu söylemişlerdi" diye beyanat vermiş.
"Akınsız altılı, akılsız altılı" veya "Sülo'nun binişi, Kazım'ın itişi" gibi darbımesel örnekleri bir yana, ganyan yakın tarihinin en isabetli cümlesi herhalde başlıkta yazılı olandır. 1996'dan başlayarak verilen TJK resmi sitesi rakamlarına göre, katıldığı 11.130 yarışta;
3.096 birincilik
2.121 ikincilik
1.670 üçüncülük
1.187 dördüncülük kazanan Halis Karataş sayesinde "Bugün de çorba parasını çıkardık" diyerek, ganyan bayiinden mutlu ayrılanların sayısı gerçekten de çok fazladır.
Gerçi bizim gibi, çocukluğundan itibaren "Eski zamanlar bir başkaydı" nağmelerine maruz kalarak büyüyen nostalji ve maneviyat bağımlılarının gönlünde Süleyman Akdı'nın yeri her zaman Karataş'tan yukarıda olmuştur ama ortada inkar edilemeyecek gerçekler var. Ekrem Kurt ve Mümin Çılgın gibi, bizim nesil için "eski zaman jokeyi" olan ustalardan sonra "Süleyman Akdı İmparatorluğu" tüm haşmetiyle sürerken, genç bir prens olarak piste çıkan Halis Karataş ortalığı silip, süpürdü. Selef Akdı'nın, Halef Karataş'a pisti devretme sürecinde, iki ayrı yarış karakteri ve iki ayrı insana dair hatıralarla doldu ganyan maceramız.
Şevket Süreyya Aydemir kitaplarındaki gibi olacak ama... Bu hatıralara dair en keskin bir gün hala hatırımdadır. Arz edeyim.
Geçmiş senelerde bir zamanlar, kışın ortası... Yar yine, bir ara tatilde daha, uzaklara gittiğinden mütevellit "Estergon Kâl’ası bre dilber aman, su başı durak aman. Kemirir gönlümü bre dilber aman, bir sinsi firak" diye çığrına çığrına, tek başıma arşınlıyorum Küçükyalı sokaklarını. Yine böyle bir gün, sabahın kör vaktinde, ahmak ıslatan eşliğinde, yarışseverin akademik ve ansiklopedik bilgi kaynağı olan "Yarış Dünyası" mecmuasını satın alacağım gazete bayiine doğru seyirtirken bir korna sesi duyuyorum. Kafayı kaldırıp, sesin geldiği yöne bakmamla, ağabeylerin camdan sarktığı beyaz Kartalı ve bana doğru sallanan nev-i şahsına münhasır "Ferudun Demir Enteresan Atlar" bültenini görmem bir oluyor. "Günaydın..." diye başlayıp, "Napıyosun lan g.t?" şeklinde devam ederek, sabah sabah şok etkisi yaratan selam faslından sonra, "Bursa'ya gidiyoruz, gelsene" teklifine "Ehe ehe..." diye balıklama atlayan bir halet-i ruhiyeye bürünüyorum.
Yolu uzatıp, döne dolaşa giderken Karacabey Tarım Hara'nın da önünden geçiyoruz. Aramızdaki en yaşlı zat olan, 50 küsur yaşındaki, evli ve iki çocuk babası emekli banka müdürü ağabeyimizin, sabah birasının da etkisiyle "Aslında var ya, buralarda ev yapacaksın bir tane. Sabah akşam tayları izleyeceksin. Çocukluktan tanıyacaksın hayvanları. Uzun vadeli düşünün lan" şeklinde dillendirdiği analitik ötesi bakış, "Abi 30 yıldır oynuyorsun, toplamda 3 tane altılı buldun mu, onu söyle sen" denerek küçümseniyor. Akabinde, bir yandan yola devam edip, bir yandan da her biri yüksek eğitim seviyeli ağabeylerimizin "Bursa altılısı adamın donunu alır donunuuuuu" ve "O at fotoya birinci girsin, gelsin bir de bana girsin" sesleri eşliğinde hipodrom mahalline varıyoruz.
Sekiz koşulu bir yarış günü... Halis Karataş'ın tek koşusu var. Süleyman Akdı da farklı bir koşuda, sadece bir kez at biniyor. Fakat anlatacağım şey, bizim altılı maceramız değil. Zira seneler boyunca Bursa'da değil altılı, en küçük bir ikili bahis bile yakalayamamış olan bendenizin hayli yüksek meblağı haiz o günkü kuponu, iki boş koşuyu üst üste kazanan Yemen Tunç'u "Bunu da mı alacak lan? Yedirmezler" diyerek yazmamam sonucunda ilk ayaktan yatıyor ve geri kalan beş ayağı haplanmış gibi izliyorum.
Bizim konumuz Karataş'ın ve İmparator'un halleri üzerine... Yukarıdaki paragrafın son cümlesinde belirttiğim üzere, uğradığım şok yüzünden, "Karataş'ın hatır için bindiği ve tabelaya bile giremeyeceği" söylenen atın ismini anımsamıyorum ama yarışı kazanışı dün gibi aklımda. O zamanlar Arap atı yarışları şimdiki gibi yaş üzerinden değil, grup üzerinden koşuluyordu. Handikap puanlarına dair bir ayrıştırma uygulanırdı; C grubu düşükten başlayarak, B grubu orta kalite ve sonunda A grubu sınıf safkanlara doğru açılan bir grup cetveli vardı. Halis'in at bindiği yarış B grubunundu. Karataş, kısa mesafede, iki kere dışarıya savrulan ve bir kere de önü kapanan atı o kadar ustalıkla getirdi ki yatanlar bile kuponlarını yırtarken sükunetle davrandılar. Hoş, sonradan "Karataş yok oğlum benim kuponumda. Geliri yok burada. Kopil miyim ben a.ına koyım. Biliyoruz bu işleri" havası atan bu vatandaşların, sonuca dair asil kabullenişinde (!) gün sonunda cepten çıkan Halisli kontra kuponların etkili olduğu anlaşılınca "Söverim gelmişine geçmişine, ayıpsa ayıp" nidalarıyla çınlamıştı ortalık...
"Empire Strikes Back" yani İmparator Sülo'nun vuruşu ise son ayakta geldi. Bol sürprizli, ortalama yarışseverin kuponunu çoktan yatırmış bir Bursa günü daha kapanırken, son koşu kıran kırana geçti. Erhan Yavuz, Yemen Tunç ve Musa Demir potaya çok az farklarla girdiler. Yarışın sonucu foto finişte belli olacaktı. Herkes merakla beklerken jokeyler de atların üzerinde, seyircilerin önünden geçmeye başladılar. Bir yandan da yüksek sesle tartışıyorlardı. Ta ki arkalardan tırıs gelen atının üzerinde İmparator bağırana kadar:
"Heeeeyyyyttt"
"Tıp" diye sesini kesip, başını öne eğen jokeyleri ve saha kenarında önünü ilikleyecek pozisyona gelen yarışseverleri hala olanca netliğiyle hatırlıyorum. Hadi jokeyleri bir yana koyalım, izleyenlerin dahi o hale gelmesi Süleyman Akdı hakkında sağlam bir referans olur herhalde. Öyle ki İmparator Sülo tribüne dönüp, "Sen, sen, sen... Üçünüz, girin çim pistte mıntıka yapın lan" dese, kimse itiraz etmeyecek gibiydi o anda.
Bir nevi ustalara saygı kuşağı olarak geçen bu yazının yan fikri de hipodromda yarış izlemenin ufku genişlettiğidir. Halim selim bir jokey olan Ahmet Atçı'ya yarıştan önce "Ahmet Abi..." diye seslenen ve göz göze gelince "S.k anasını bunların" diye ekleyen yarışseverin, yarıştan sonra kazanamayan Atçı'ya "Sepeeeet, anamızı s.ktin, Sepeeeet" diye bağırması ne kadar ufuk açar, orası okuyucunun takdirine kalıyor ama ne demiş Atatürk?
"At yarışları, modern toplumların sosyal bir ihtiyacıdır"
by Canarino
by Canarino
6 yorum:
Ne desem az, son yıllarda okuduğum en keyifli yazılardan, harika. Ellerinize sağlık.
at yarışıyla ilgili efsaneler serinizi de ihmal ettiğinizi hatırlatır bu kadar keyifli yazılardan bizi mahrum bırakmamanızı istirham ederim =) saygılar.
bu vesile ile artık pek bu işlere takılmayan, son 20 senede sahanın gördüğü en büyük delikanlı olan engin yalçın'ı da saygıyla anmak lazım.. bizim yarış camiasına 2 numara büyük adamdı.. sessizce köşesine çekildi ama biz unutmadık.. derin izler kaldı..
At yarışı hikayeleri gibi ama anlatış tarzı ile gerçekten çok güzel bir hale geliyor ki tadından yenmiyor. Devamını bekleriz...
ahmet atçı bizim komşumuzdu, kızı da mahalleden arkadaşımız ama biz tüyo almak yerine bakkaldan elvan alıyorduk... ne olacak bizi ataköy'ün anca kaykaya binen zengin veletleri bizi!
okuduğum en keyifli at yarışı yazısı diyebilirim. mutlaka devamını görmek isteriz haliyle
Yorum Gönder