9 Aralık 2009 Çarşamba
GRİ ALANLAR
Yine bir Frank Rijkaard yazısı olacak bu ama mümkün olduğunca kısa tutmaya çalışacağım. Kamuoyu, puan kayıpları yapıldıkça ve sözüm ona "duayen" bazı adamların "ben olsam ben de Barcelona'yı şampiyon yapardım" çıkışlarına kapıldıkça Hollandalının futbol bilgisini, teknik direktörlük yetisini ve futbolu bilip bilmediğini konuşmaya başladı. Ya da birileri bunu konuşturmaya çalışıyor. Rijkaard'ın futbol bilgisini bırakın teknik direktörlüğünü sadece futbolculuğuna bakıp bile anlamak mümkün, orasını konuşmanın hiçbir anlamı yok. Gheorghe Hagi'nin Rijkaard ile karşılaştırıldığında yerlerde sürünen bir teknik direktörlük kariyeri var. Ama bu onu futbol bilgisi yoksunu bir adam yapmıyor. Dolayısıyla bizim tartışmamız gereken onun Galatasaray'daki teknik direktörlüğünün son birkaç aydaki gelişimi.
Nerede okudum hatırlayamıyorum ama birisinin klavyesinden şöyle bir fikrin döküldüğünü görmüştüm. "Son 3-4 maçta oynadığımız futbolu bir başkası oynatsa tefe koyup çalmıştık"...Doğru buluyorum bu lafı, bir durum saptaması açısından, yoksa olması gereken için değil. Hollanda, İngiltere, Belçika, İskoçya ve hatta Almanya gibi ülkelerden gelen teknik adamlar her ne kadar Türk futbolunda teknik direktörlere alınan tavrı meslektaşlarından veya çevrelerinden aldığı bilgilerden öğrenseler de buraya gelip işe başladıklarında ortamı tam olarak tecrübe ediyorlar ve çoğu zaman da hayrete düşüyorlar. Zira kendi ülkelerinde çok sık gördüğümüz teknik adamlara gösterilen sabıra burada rastlanmıyor. Dün yazdık Tolunay'la ilgili, son 10 yılda görevde aralıksız 3 sene kalan sadece 3 teknik adamımız var. Skibbe'nin ve Broos'un daha şaşkınlıklarını üzerinden atamadan ülkede karga tulumba gönderilmesinin sebebi budur. Ne diyordu Broos? "Gelmeden önce benden başarı beklendiğini biliyordum ama benden her maçı kazanmamı istiyorlardı". Skibbe de ayrılırken üzgün ve şaşkındı. Komşuda dün Ten Cate'nın kovulma haberinde ağzından yazdığımız demeci hatırlayın. "Puan tablosuna bakıldığında bu karar ancak gülünç olarak nitelenebilir, bazılarına yaptıklarınızı beğendirmek zor oluyor". Dolayısıyla Frank Rijkaard'ın yerine başka bir teknik adam örneğin Skibbe veya Bülent Korkmaz olsaydı bugün gazetelerde, devre arasında yerine gelecek veya Galatasaray yönetiminin görüşme yaptığı teknik direktör listesi şu an çift basamaklı rakamlara ulaşmıştı. İsim Rjikaard olduğu için şimdilik bu haberleri göremiyoruz, bu tabii ki spekülatif spor gazeteciliğine şahit olmadığımız için gayet iyi. Ama bu isim, yapılması gereken bazı eleştirileri de engellememeli. Yani ne 3 maymunu oynayıp, bir adama tapınırcasına bağlanmak ne de işler kötüye gidiyor diye onun futbol bilgisine varacak kadar süren sorgulamalara girmek lazım. Gri alanlarda konuşmak daha mantıklıdır.
Biz de onu yapalım. Meşhur B planı hadisesine kısaca atıf yapayım, oradan bağlayacağım çünkü. Pek bu konuda yazmadım. Bu B Planı'nı ağzına dolayanlar şunu sormalı kendisine. Sir Alex Ferguson'un B Planı var mı mesela? Bana sorarsanız yok. 30 yıldır böyle gidiyor, tek bir planla. Baskın bir kaleci, güçlü bir tandem, hücumcu bekler, hücuma sürekli katkı yapan kanat adamları, fantaziden çok iş yapan 2 orta saha oyuncusu ve birisi daima daha baskın olan ikili forvet. Değişti mi bu 30 senedir? Hayır. Kaleciler gelip geçti, Schmeichel, Barthez, Van der Sar, defans adamları geçti, Steve Bruce, Gary Pallister, Laurent Blanc, Jaap Stam, Rio Ferdinand, Nemanja Vidic. Orta saha oyuncuları geçti. Nicky Butt, Djemba-Djemba, Paul Scholes, Roy Keane. Hücumcu bekler. Dennis Irwin, Patrice Evra, son dönemde yaşadığı değişimle John O'Shea. Kanat adamları. Ryan Giggs, Andrei Kanschelkis, Karel Poborsky. Baskın forvetler. Mark Hughes, Lee Sharpe, Eric Cantona, Ruud Van Nistelrooy, Wayne Rooney. Dikkat ederseniz isimler değişiyor sadece. Bu adamların hepsi inanılmaz derecede başarılı olmadı ama Ferguson'un planı hep aynıydı. Dolayısıyla dünya futbolunda her başarılı olan teknik adamın birden fazla planı yoktur. 30 yıldır aynı planla giden efsaneler de dahil. Ama onların kriz yönetimi hamleleri vardır. Örneğin geçtiğimiz yıl Old Trafford'da Liverpool'dan 4 gol yedikleri maçta Ferguson'un aynı anda 3 oyuncu değiştirmesi gibi, dün Wolfsburg maçında Fletcher ve Carrick'i elinde defans adamı kalmadığından defansa çekmesi gibi, Fatih Terim'in Kopenhag gecesinde Hagi'nin yediği kırmızıdan sonra 2 dakika içinde 2 adamı oyuna sokup takıma bir tokat atması gibi. Ve gelelim konuya. Aynen 2006 Şampiyonlar Ligi finalinde Rijkaard'ın 1-0 geride iken Edmilson, Van Bommel, Oleguer'i çıkarıp Iniesta, Larsson ve Belletti'yi oyuna sokup maçı alıp gitmesi (dikkat edin biri defansa dönük 2 orta saha, 1 defans oyuncusu çıkarıp, 1 forvet, 1 hücuma dönük orta saha oyuncusu ve 1 hücumcu bek almış oyuna, her yerde söylendiği gibi forvet çıkarıp forvet almamış) ve bir teknik adam nasıl giden maçı alır dersini vermesi gibi. Kritik teknik direktör hamlelerinde yazmışız bunu. Tartışılması gereken bu kritik hamleleri henüz göremediğimiz.
Rijkaard kariyeri boyunca 4 takımın başındaydı. Dünyanın son 20 yılda sürekli olarak en iyi 10 takımından birisi olan Barcelona, Hollanda'nın üçüncü sınıf takımlarından Sparta Rotterdam, Türkiye'nin birinci sınıf takımlarından Galatasaray ve Hollanda milli takımı. Euro 2000'deki Hollanda-İtalya maçını hatırlayın. Çok başka bir maçtı (benim ömrümde gördüğüm en iyi 2 maçtan biridir araya soayım) ama Rijkaard'ın Hollandası aynen bu sezonun başındaki Galatasaray gibi hücum ediyordu. Sağdan, soldan, ortadan, paslaşarak, driblinglerle adam kaçırarak. 90 dakika 10 kişi oynayan bir rakibi 120 dakika boyunca açamadılar. Rijkaard 120 dakika boyunca taktiğini değiştirmedi. Hep aynı şekilde oynadı. Çünkü takım bu oyunu ezberlemişti, bunu biliyordu, bir ülke futbolunun ekolüydü bu zaten. Penaltılarda elendiler. O maçta maç içinde penaltı atamamış Frank De Boer'a bir de maç sonu penaltılarında penaltı attırılması çok önemli bir göstergeydi benim için, Rijkaard'ın o zamanki teknik direktörlük kararları açısından. O gün kriz anında Del Piero'yu sol beke çeken Dino Zoff, Rijkaard'ın ezberlenmiş, oynatabildiği tek sisteme galip geldi. O turnuvada aynı sistemle 6 gol atmıştı Yugoslavya'ya Hollanda, İtalya'ya gol atamadı. 5-6 gol atarak sezona başlayan bir takımın gidişine benziyor. Fikir vermek için bu örneği verdim, yoksa dediğim gibi çok ekstrem bir maçtı. Ama İtalya oynatmamaya çalıştı maç boyunca, bugün Türkiye Ligi'nde Galatasaray'ı oynatmamaya çalışan bir çok takım gibi.
Bağlayalım yavaştan.Şampiyonlar Ligi finalinde kendini geliştirdiğini açıkça gösteren Rijkaard'ın, benzer kriz hamlelerini Galatasaray'da da yapması lazım. Bu, sistemden vazgeçmesi anlamına gelmiyor. Kariyeri boyunca, tek bir hedef forvetin üzerinden giden 4-3-3 sistemini benimsemiş bir adamın, bazı anlarda, bu sistemin sadece orta saha ve forvet tarafında ufak değişiklikler yapması sistemden ödün vermesi anlamına gelmiyor. Bu aynı zamanda onun takıma kafasındaki sistemi oturtmasına ve bu sisteme alıştırmasına olanak veren uzun aralara girene kadar, (devre arası veya milli maç araları gibi veya bu seneki Ankaraspor'un durumundan doğan 15 günlük ara gibi) zaman kazandırabilir. Zira Galatasaray kanedisine önlem alındıkça bunu aşamayan, aşamadıkça da yavanlaşan bir takıma dönüşmeye başladı. Buna çare bulabilecek, bulabileceğini de geçmişte kanıtlamış bir teknik kadrosu var Galatasaray'ın. Herkesin biraz üzerine düşeni yapması gerekiyor. Yönetimin gerekli sabra, taraftarın gerekli hoşgörüye, futbolcuların gerekli konsantrasayona, teknik ekibin de gerekli kriz yönetimini uygulamasına ihtiyaç var. Bizim de siyah-beyaz zıtlığında olayları değerlendirmek yerine bir gri alanları da görüp, övgü ve yergiyi aynı anda yapabildiğimizin farkına varmak lazım.
Not: Bugün bazı yayın organlarında De Telegraaf ve Limburger gibi Hollanda gazetelerinde Rijkaard'ın İstanbul'da zor durumda olduğu, kötü gidişin tek sorumlusu görüldüğü ve eve döneceği gibi haberler çıktığını gördüm. Siz de gördüyseniz inanmayınız, bu gazetelerde bu tür haberler yer almadı.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
12 yorum:
F.Rjkrd u.dogu felsefesiyle ilgileniyo mu? Zen ile ilgilendigini okumustum snki bi yerde.
hollanda-italya maçında, hatta euro 2000'in genelinde zoff bugün rijkaard'ın yaptığından çok fazlasını yapmadı aslında. takıma ezberlediği, 10 yaşından beri oynadıkları oyunu oynattı: top akipteyken herkes topun arkasında olacak. del piero'yu sol beke çekmesinin sebebi de bozmak istememesi. tarihin en zayıf almanya kadrosu japonya/kore 2002'de sadece ezberledikleri oyunu oynayarak finae çıkmıştı mesela. ferguson beyrtn munih'e 1-0 yenilirken bile sistemini değiştirmedi, sadece yedekleri ve oyuncuların yerini değiştirdi. sonunda da o güne kadarki en güzel şampiyonlar ligi finalini kazandı.
örnekler çoğaltılabilir.
rijkaard doğru olanı yapıyor. bir takımın ilk ihtiyaç duyacağı şey sistem ve alışkanlıktır.
Gri alanın içinden yapılabilecek en büyük iki eleştirim;
Keita'yı disiplin sorunları yüzünden cezalandırırken şu bir gerçek o yokken takımın hızı çok düştü.Ve tüm yük Arda'ya bindi.Halbuki Keita bence hücum gücümüzün büyük bir bölümü.Şu ceza olayını bitirsek de bu hafta oynasa bari.
Bir de rotasyon konusunda Serdar Eğlik,Emre Çolak ve Caner Erkin'i artık görsek zarar ediceğimizi sanmıyorum.Çünkü Hakan Balta,Ayhan ve Aydın sanki iflas bayrağı çekmişler.Hatta Aydın hiç bir olumlu hareket etme gayretinde değil.Çok gamsız.
Nonda yerine Kewell forvet üçlüsünün ortasında oynayabilir.Arda Solda Keita sağda.Ortasahada Barış,Elano,Sarp oynarsa sol bekte de Caneri görürsek bence sezon başı oynadığıız oyuna geri dönebiliriz.
Rijkaard'ın bu tür kriz hamlelerini yapabilmesi için takımı tam olarak tanıması lazım. Daha yarım sezon bile dolmadan bu kadar takıma, ülkeye ve oyuncuların kişiliklerine alışması olanaksız. Fakat önce hücumcu orta üçlü sonra defansif orta üçlü ve sonunda melez orta üçlü denemeleri bu takımı tanıma yolunda hocanın yol katettiğini gösteriyor.
"Euro 2000'deki Hollanda-İtalya maçını hatırlayın. Çok başka bir maçtı (benim ömrümde gördüğüm en iyi 2 maçtan biridir "
kişisel merak, diğer maç hangisi?
@kutay
1991, Inter-Sampdoria: 0-2
yakında yazacağız o maçı
italya maçında 2 penaltı kaçtı maç içerisinde..açamadı demek ne kadar doğru bu anlamda bilmiyorum:))
diğer söyleyeceğim de şu. Rijkaard'ı ve aslında tüm teknik direktörü şu anlamda eleştirebiliriz:
biri çıkıp 4-3-3 kötü bir taktik diyebilir. sistemi,mantaliteyi eleştirir bunu mantıklı gerekçelerle destekleyebilirse
eyvallah ama futbolu bilmiyor demek saçmalık. futbolu farklı yorumluyor demek daha doğru olur sanırım.
B planı hadisesi için ise bence temel olarak sisteme alışkanlığı kazandırdıktan sonra alternatiflere geçecektir ki o alışma süreci ne kadar sürer bilinmez.
"Tartışılması gereken bu kritik hamleleri henüz göremediğimiz."
demişsiniz
Kritik hamle yapmamasının nedeni... Takımın uyum problemi yaşıyor olması olabilir mi?
Yani forvet çıkarıp forvet alıyorsa, pek sistem değişikliğine gitmiyorsa.
Bu zaten esas, ana sistemimizi özümseyemediğimiz için olabilir mi?
Rijkaard, Galatasaray A planını yeterince idrak edebildiğinde geçecek belki de B planına.
Çünkü A'yı öğrenmeden B'yi öğrenmeye çalışırsak biliyor ki hiç birşey öğrenmemiş olacağız.
Gri alanlara girmeden önce ben Rijkaard tercihinin niye yapıldığının tartışılmasını isterim yani Barcayla şampiyonlar ligini alırken ki oyunu oynatsın diye mi ya da 2000'deki Hollanda gibi oynamak için mi yada ısrarla söylenen Total futbol için mi?
Tartışılması gereken bu bence...
Bu adamın iyi bir hoca olduğunu tartışmak yada ispatlamak bize düşmez ki bahsettiğimiz adam şampiyonlar ligini almış...ama Cimbom ve Türkiye için iyi bir tercih olmuş mu ya da olacak mı onu konuşmak lazım...
Plan B olayına gelince bence bu konu ısrarla yanlış anlaşılıyor bahsedilen Rijkaard'ın oyun içi aktivitesi ve yaratıcılığı...
Yani iyi oynamayan forvetin yerine bir başkasını koymaktan ziyade rakibi ve oyunu okuyup ona göre planlarını değiştirme ve yenileme ya da giden bir maçı dönüştürmek için risk alma...
Bunları yapınca sistem bozuluyor yada yapmıyor futboldan anlamıyor çizgisinin dışında günümüz futbolu ve liginde ne kadar kabul edilebilir bir durum bu, onu tartışmak gerek.
Ferguson'un, B planı konusunda da biriki laf etmek isterim...
Bence, sadece b değil alfabenin bütün harflerince planı olan bir adam kendisi.
O kadar oyuncu saymışsınız ben sorayım o zaman, Ronaldo'lu Manu'yla, Beckham'lı Manu aynı oyunu mu oynuyordu yada Cantona'lı ve Rooney'li takımlar...Evet kanat oyunu, 4-4-2'de...Cantona oyuna hükmederdi, Rooney sol açık oynuyordu, Beckham ha babam ters top atar oturduğu yerden uzun oynardı, Ronaldo topu alıp kusturup bir de gol kralı oldu...
Bence Plan B olayı 4-4-2 den 4-3-3 e geçmek falan filan gibi diziliş değişikliğinden çok elinde ki yetenekleri maksimum kullanıp onların neler yapabileceğini bilip ona göre maça müdahale etmek...Bunun da kralını Ferguson yapardı.
değişiklik yapınca da günü kurtarıyor oluyor zaten, ne yapsa yaranamıyor bu adam.
ha bence böyle oynayalım, yenileceksek de zoff'a yenilelim.
kriz hamleleri yapması veya anlık kararlar alması toplamda bakıldığında neyi değiştirecek veya neye yaracak? o maçı kurtarılmasına veya günün kurtarılmasına mı? rijkaard'dan mustafa denizli, fatih retim tarzı birtakım süprizlerle ve cinlikle tek tek maçları alıp gitmesini mi istiyorum yoksa bize bir ekol getirmesini mi?
bence hiç o işlere girmesin. bildiği yoldan devam etsin. şu anlama ve analiz süreci yaşıyor. bırakalım ve adama bu zamanı verelim. benim için ibb, manisa, eskişehir, ankaragücü ve fenerbahçe maçlarının da kaybedilen puanların hiç önemi yok. öenemli olan saha içerisinde geleceğe dair bazı şeyleri görebilmek. bu değişim şu an çok yavaş oluyor ki bu da doğal. zira eldeki malzeme hepimizin gönlünde yatan akışkan pas oyunu için müsait değil. ayrıca takımın birlikte geçirdiği zaman da buna yetmez.
ama duthman diyorsan ki büyük hedeflere ve ideallere koşmak için rijkaardın biraz zaman ve kredi kazanmak adına önündeki maçları bir takım anlık ve palyatif çözümlerle geçmenin yollarını aramalı o da bir görüştür.
ama olaya benim penceremden baktığında o maçları alıp almamak toplamda bir anlam ifade etmez.
Yorum Gönder