14 Ocak 2010 Perşembe

FRINGE

Diziler hakkında pek yazmıyorum, devam eden bir süreçte oldukları için. Nihayete erdikleri zaman yazarız hepsini. Ama not düşeyim, House MD, Lost, How I Met Your Mother ve Flashforward'ı tam zamanlı takip ediyorum. Dexter'ın ikinci sezonuna yeni başladık evcek, benim için House'un ense köküne yapıştı lezzet olarak, daha gider böyle, onu ayrıca ele almak lazım etraflıca. Ama, Sympathy for Lady Vengeance'ı izledikten hemen sonra başladığımız için kaç gündür "kahramanlık", "toplum yararı", "insan ruhundaki şiddeti meşrulaştırma", "iyi-kötü" kavramlarını sorgulayaduruyoruz. Zamanında bir yerde söylemiştim, bu bireysel adaletle ilgili tüm eserler belli bir kaliteyi tutturuyor. Seven, V, Taxi Driver, Dexter vs. 5. sezonunun başlamasına yanlış bilmiyorsam 6-7 ay var, o zamana kadar haydi haydi yetişirim. Bir de benim tek başıma seyrettiğim Fringe denen dizi var. Bugün dedim ondan bahsedeyim. İkinci sezonun üçüncü bölümüne gelebildim. Şimdi JJ Abrams'ın 2 dizisini de izliyorum ama 2 dizi de bana çerez pozisyonundalar. Asla bir House ve Dexter seviyesine gelemeyecekler, çünkü orada daha kısıtlı kadrolu, karakterleri daha derinlemesine gördüğümüz ve insanın kendi düşüncelerini sorgulatan bir konu var ve zaten 2 diziye de ismini veren karakterler müthiş işlenmiş karakterler. Bunlar bir yana ilaveten hem Lost, hem Flashforward hem de Fringe, bilim kurgunun, hatta bilimi geçtim kurgunun dibine vurulduğu diziler. Beni bile zorluyor bazen, itiraf edeyim.

Biliyorsunuz, X-Files etkisinin fazlasıyla hissedildiği bir dizi Fringe. Aynen Lost ve Flashforward gibi "bir kere başladık bitirelim" havasındayım an itibarı ile, zira ben bir diziyi izlerken aynı zamanda dalga geçiyorsam o moda girmişim demektir. Şimdi Fringe'de Olivia Dunham isimli bir kızımız var ki kendisini Avustralyalı Anna Torv canlandırmaya çalışıyor. Canlandırmaya çalışıyor diyorum, zira maalesef kızımızın oyunculuk kabiliyeti berbat. Hele hele 2. sezonun 1. bölümünde hasta yatağındaki hareketleri beni artık güldürmeyi geçti üzdü, kız kendini parçalıyor resmen ama potansiyel belli. Bunun bir arkadaşı var ki "Scully-Mulder" arasındaki o tatlı-sert, aşk olmayan ama hep kafalarda soru işareti bırakmış havaya benzer bir hava verilmek istenmiş ama pratikte sonuç sıfır. X-Files'ın bir bölümü sadece bu ikilinin evde TV izlemesi üzerindeydi ki o bile oldukça ilgi çekiciydi. Fringe'de Bu Olivia ile Peter'ı koy bir odaya 5 dakika sonra senaryo tıkanır. Zaten Allahın Dawson's Creek bebesinden geleceğin bilim adamı yaparsan böyle olur. Diziyi götüren adam LOTR'in Denethor'u John Noble. Gerçi o da her olaya "bak sen böyle diyorsun, böyle sanıyorsun ama, bilimde şöyle bir şey vardır....mesela yani" şeklinde yaklaştığı için kurgu dibine vurmuş durumda. Böyle olunca da bir dolu mantık hatası ortaya çıkabiliyor. Benim dizideki favori karakterim Phillip Broyles'dur. Lost'un Matthew Abbadon'u Lance Reddick'in canlandırdığı karakter. Zira Reddick'in öyle bir yüzü var ki adamı güpegündüz Disneyland'da görsem, ardıma bakmadan 5 kilometre koşarım.

(Burası spoiler içerebilir) Dizinin, diğer dizilerden özgünlüğüyle ayrılan tek yanı, mekan isimlerinin yazılış biçimi ama o da Panic Room'dan arak. Bindik bir alamete gidiyoruz bir kıyamete bakalım. Bir de son notum. Şu Peter denyosu, o kadar bölüm sonra bile hala babası "paralel evren, paranormal aktivite" derken "ya Walter bırak ya, kafayı mı yedin?" demesin. Olivia, öbür tarafa gitti geldi lan, daha ne olsun, insan bir ders çıkarır gördüklerinden.

7 yorum:

hayalperest dedi ki...

2. paragrafta "Fox-Mulder arasındaki..." demişsin. Herhalde Scully-Mulder demek istemişsin orada. :)
Önemsiz bir ayrıntı ama X-Files hastası biri olduğum için baya dikkatimi çekti.

gulphi dedi ki...

keşke yazının başına spoiler içerir yazzaymışsın, daha izlemeyenler olabilir son paragarafı, hatta izlemek isteyenler de olabilir (kendimden biliyorum)

Eliza Doolittle dedi ki...

Hollandali yazar bloglarinda bir dizi/film furyasidir gidiyo :) Malum buzul cagi'ndayiz ya, aktivite belli!
Ben de daha bugun bi Guy Ritchie yazisi, toplu blogumuz istasyon cafe'ye de biz dizi yazisi yazmistim...

Atilla Çelik dedi ki...

Bilim kurgu filmleri adı üstünde bilim kurgu. Fazla mantık aramamak lazım. Gerçi ben çok severim bilim kurguları. Babylon 5, BSG, Farscape gibi diziler beni zamanında çok etkilemiştir. Stargate Atlantis ise eğlencelik bir tat olmuştur. Fringe de eğlencelik bir dizi. Kurgu denen şeyde mantık arayamıyoruz.

Tür olarak hiç uyuşmuyorlar ama ben o kadar dizi izledim, Six Feet Under gibisini izlemedim arkadaş. Hele aradan biraz zaman geçsin de yine izleyeyim şu SFU'yu. :)

serdar dedi ki...

Fringe, dün akşam seyrettiğim son bölümüyle beni kaybetti. Ana kurgudan saptıkça sapıyorlar, saçmaladıkça saçmalıyorlar. Bilim kurgu klişelerinin tamamını yaşatacaklar bize.

benden bu kadar dedi ki...

@fd

abi kız oynayamıyor demişsin de bazen bilerek seçiyorlar böyle tipleri. ruhsuz suratlara sahip oyuncular bu tip roller için var. mesela ezel'de de bir eyşan var, cansu dere oynuyor karakteri, kimse beğenmiyor ama o karakterin yaptıklarına bakınca harbi ifadesiz bir surat canlanıyor gözünde.

yani naapsalardı şu kız mı oynasaydı bu gacının yerine?

http://www.pudram.com/wp-content/uploads/2009/04/reese_witherspoon_avon_cosmetics.jpg

(çok tatlı lan)

Flying Dutchman dedi ki...

şimdi düşündüm de Nihat Doğan da Walter'ın deneylerinin sonucu böyle olmuş olmasın lan