13 Ocak 2010 Çarşamba

İSPANYA FUTBOLUNA İSKOÇ ETEĞİ




















İspanya futbolunda Real Madrid ve Barcelona, birileri İspanya'da ilk kez futbol topuna vurduğundan beri ülke futbolunun lokomotifi durumundalar. Bu 2 kulübü İspanyol futbolunun lokomotifi olarak görmemek ve önemlerini gözardı etmek imkansız. Ancak son yıllarda, özellikle paranın futbola etkisinin giderek artmasıyla beraber bu 2 kulüp diğerlerine büyük bir fark atmaya başladılar. Manchester United, Arsenal ve Roman Abramovich'in başını çektiği bu kulüp=ticarethane mantığı İspanyolların 2 devinin de onlarla yarışmak için ceplerinden çıkardıkları parayı artırdı (bununla ilgili geniş bir raporu yakında yayınlayacağız, perşembe günü de BirGün gazetesindeki köşeden okuyabilirsiniz). 2004 yılından beri La Liga'da sadece bu 2 kulüp şampiyon oluyor. Dahası geçtiğimiz 5 sezonda ilk 2 sırayı baz alırsak, bu ikilinin hegemonyasını bozan tek bir takım var. O da 2007-08 sezonunda ikincilik koltuğunu alan Villarreal. Bu sene de işler değişmedi. İki dev ilk iki sırada ve arkalarındaki takımlarla arayı giderek açıyorlar. La Liga son 5 yılda İskoçya'daki Celtic-Rangers hegemonyasına benziyor giderek. Hatta La Liga için "İskoçya'nın Ayçiçeği görmüş hali" diyorlar La Liga'ya. Bununla ilgili Simon Kuper'in bu ayın başında Financial Times'da yayınlanan makalesindeki notlardan yola çıkıp bir kaç görüş bildirelim.

Ekim ayında, Nou Camp'ta, Barcelona'nın 1-0 mağlup ettiği Almeira'nın yıllık geliri 21 milyon euroydu ki bu Barcelona'nın beşte biri neredeyse. Bu eşitsizliğin en önemli faktörlerinden birisi her kulübün kendi TV haklarını kendisini pazarlaması. Barcelona ve Real Madrid, toplam TV gelirlerinin % 47'sine sahipler. Korkunç bir rakam. Toplamda 1,8 milyar euroluk bir geliri ceplerine atıyorlar. Aslında bakıldığında İspanya, İngiltere'nin girdiği yola girebilirdi. Örneğin İngiltere'de Manchester United, en zayıf takımın aldığı TV gelirinin aşağı yukarı 5 katını kazanıyor. İspanya ekonomisinin ve ülkedeki futbol kazanından çıkan gelirin sadece 2 takımın hegemonyasına yetebilmesi de zaten İngiliz futbolundaki (son yıllardaki) "dev" sayısı ile İspanyollar arasındaki farkı açıklıyor. Bunun olumlu yönde gelişmesi yönünde bir eğilim de yok. La Liga'yı da içinde bulunduran İspanyol Profesyonel Futbol Ligi Birliği'nin başkanı José Luis Astiazarán'ın "büyük kulüpler için, yüksek TV gelirleri de önemlidir. Kimse Çin'de bir geceyarısı Almeira'nın maçını izlemek istemez" demeci de bunun göstergesi.

Sevilla ve Valencia bu sezon, ligin başlarında bu iki deve rakip olabilecekleri sinyallerini verseler de haftalar ilerledikçe geriye düştüler. Zaten bu iki kulübün sahadaki sonuçlardan önce kasalarını da düzeltmesi gerekiyor. Hele Valencia'nın durumu tam bir facia. Kulübün toplamda 424 milyon euro gibi bir borcu var. Bu durum, görece daha ufak kulüplerin yıldız adaylaırnı da büyük kulüplere satmasına yol açıyor. David Villa ve David Silva'nın Valencia'daki günleri sayılı. Racing Santander'in genç yıldızı Sergio Canales'i aralık ayında bloga yazdığımızda pek az kişi tanıyordu. Şimdi talipleri sırada. Santander'de çok kalmayacak.

Medya da dikkatini tamamen Real Madrid-Barcelona ikilisine vermiş durumda. El Classico'nun olduğu hafta gazetelerde Valencia ve Sevilla adına haberler yok denecek kadar azdı. Hatta basın artık bu iki takımın Avrupa mücadelelerine, La Liga takımlarından daha fazla yer veriyor. Bu durum tabii, taraftarların başarı önceliğinin yurt içi mi yoksa yurt dışı mı olacağı konusunda da değişimlere yol açıyor. Tabii bunun bir de ters tepkisi var. David vs. Goliath durumu. Yani mazlumun yanında olma. Taraftar sayısındaki artış kadar yüksek oranda olmasa da, ufak ölçekli takımları destekleyip bu büyük ikilinin karşısında olmayı seçenlerin sayısında da artış var.

Kim ne derse desin, İspanya Ligi 2000'li yılların ortası ile beraber, öncesini aratacak bir yola girmiş durumda. Çekişme ve rekabet giderek azalıyor. Ancak milli takımın da aynı dönemde yükselişe geçip dünyanın zirvesine oturmasını da gözden kaçırmamak gerek. İspanyollar yıllardır milli takımlarının "bekleneni verememesi" sendromundan şikayet ettiler. Ülke içindeki futbolun iki kulübün etrafında toplanması ile bekleneni vermeye başladılar...Yorum sizin...

4 yorum:

Mustafa Akkaya dedi ki...

Merhaba,

Hoş bir yazı olmuş tabii bu blogdaki çoğu yazı gibi. Yalnız Simon Kuper'in Fİnancial Times'taki yazısından çok fazla bire bir çeviri koymuşsunuz; David vs. Goliath bile. Alıntı yaptığınızı belirtmeniz gerekmez miydi? Bunu sormamdaki amaç karalamak falan değil, bilhassa öğrenmek. Ben de kendi çapımda bir blog yazarıyım. Zaman zaman özellikle Kuper'den alıntı yapıyorum ve bunu sonunda belirtme gereği hissediyorum. Malum benden çok daha tecrübelisiniz; sizce doğrusu hangisi? Teşekkür ederim...

Flying Dutchman dedi ki...

yukarıdaki yorumdan sonra o kısmı alıntıladığım siteye baktım

tepede "door Simon Kuper" yazıyor :)))

düzeltelim hemen, cidden yazıyı yazdığımda bu makaleden hiç haberim yoktu

uyarı için teşekkürler, doğrusu bu tabii ki

mrt309 dedi ki...

Galatasaray'ın iyi bir yerli futbolcu nesli yakalayarak UEFA şampiyonu olması ve aynı futbolcuların Türk Milli Takımı ile önemli başarılara ulaşmasına benzer bir durum var bence İspanya'da. Puyol, Pique, Xavi ve Iniesta gibi oyuncular hem Barcelona hem de İspanya Milli Takımı adına başarıyı getiren oyuncular bence. Yanlarına Barcelona'da Messi, Ibra, Alves, Toure, milli takımda Silva, Torres, Villa, Casillas ekleniyor ve ortaya çok güzel futbol oynayan iki takım çıkıyor. Yani milli takımdaki durumun ligte iki takımın egemen olması ile çok alakalı olduğunu düşünmüyorum.

joaquinsanchez dedi ki...

biraz alakasız olacak ama barça-real-figo ile alakalı enteresan bir "fffffuuuuu" karikatürü buldum, paylaşmak istedim..

http://i.imgur.com/H0BAW.jpg