3 Mayıs 2010 Pazartesi

BİR ŞAMPİYONLUK HİKAYESİ Bölüm I

















Bir tarihi değiştirdi Twente. Twente'de 3 sezon forma giymiş olan, Schalke 04 tarihinin önemli Hollandalılarından Youri Mulder, saha içinde maç sonu verdiği demeçte "bu her yönüyle insanlara sempatik gelen bir şampiyonluktur" dedi. İşin özeti de budur aslında. Twente NAC Breda deplasmanında Bryan Ruiz'in golü ile öne geçtiğinde Utrecht-Vitesse, AZ-PSV, Feyenoord-Heerenveen, Groningen-Sparta ve geri kalan tüm maçlardaki seyirciler bayram ettiler. Tabii bunda Ajax'a karşı ülke çapında duyulan nefretin de payı vardı ki Ajax hocası Martin Jol, maç sonunda "herkesin bizde nnefret etmesi bize ekstra motivasyon veriyor, kimsenin desteğine zaten ihtiyaç duymuyoruz" açıklaması yaptığını da hatırlatmak lazım. Hollanda'nın 3 büyüğünden 2'si Ajax ve PSV'nin aynen geçtiğimiz sezon gibi önemli paralar harcadığı bir sezonda, geçtiğimiz yıl çizmeye başladığı istikrarlı çizgiyi devam ettiren, yerinde ama nokta transferler yapan, camia çapında hedefe yönelik oldukça temkinli adımlar atan, son 5-6 yılın Hollanda'daki en hızlı gelişen kulübü Twente'nin şampiyonluğu birçok orta karar takım içni örnek oldu tabii ki. Yıllardır ucuza oyuncu alıp satan ancak başarı tarafında Hollanda Kupası'ndan öteye gidemeyen Heerenveen, Groningen gibi takımlar artık bu işi yaparken aynı zamanda başarı eldeetmenin de imkan dahilinde olduğunu görecekler. Bu hikayeyi aslında birkaç parçaya ayırmak lazım. O yüzden bugün yeşil sahanın dışında, perde arkasındaki kahramanları inceleyelim

















Joop Munsterman


Kendisiyle ilgili her yazıda aynı şeyi söylüyorum. Bu görüşümde elbet Hollanda'da yaşıyor olmamın payı vardır, zira yaşamayan birisinin kendisinin isminden bile haberdar olduğundan şüpheliyim ama Twente başkanı Joop Munsterman benim ömrümde gördüğüm en iyi 3 kulüp başkanından birisidir ve son 5 yıllık süreçte de en iyisidir. Kendisi hakkındaki ayrıntılı yazımızı şuradan okuyabilirsiniz. Munsterman 2004 yılında Twente kulübünün başına geçmeden önce medya sektöründe çalışıyordu. Enschede kentinin günlük gazetesi TC Tubantia'nın genel yayın yönetmeni idi. Gazetenin yayın yönetmenliğini yapan Blues düşkünü bu adam medya sektöründeki ilk iş görüşmesinde, mülakatı yapan yöneticiler tarafından ideallerine düşkün ve megaloman birisi olarak değerlendirilmişti. O adam 2002 yılında Twente'nin yönetimine dahil oldu ve 2 sene sonra da başkanlık koltuğuna oturdu. Kulübü satın aldığında ödediği rakam 1 milyon euroydu. Sadece 1 milyon euro. Twente borçlarla boğuşan, stadyumunu yenilemesi gereken, 2001'deki kupa şampiyonluğu dışındaki en son başarısını 1974'te lig ikincisi olarak elde etmiş bir takımdı. Takımın arkasındaki şirket FC Twente '65 2002-2003 sezonunda iflasını açıklamıştı.

Kolları sıvayan Munsterman çok sıkı bir ekonomik plan belirledi. Amacı 5'er yıllık önlem planları çerçevesinde kulübü her yıl bir öncekinden daha üst noktaya taşımaktı. Bunu yaparken gözünü dışarıya çevirdi. Kendileri gibi Avrupa çapında çok fazla nüfuza sahip olmayan ama önemli yatırımlarla yavaş yavaş büyüyen ve ekonomisini her anlamda refaha kavuşturan, aynı zamanda başarılı da olan bir kulübü örnek almak istiyordu. Yolu İstanbul'a Kadıköy'e düştü. Fenerbahçe kulübün ve stadyumunu ziyaretlerinde kararını vermişti. Aziz Yıldırım başkanlığındaki kulübü büyüme stratejisi olarak örnek alacaktı.

2004'te iflastan kurtardığı takımın 10 milyon euro civarında borcu bulunuyordu. Munsterman kulübü düzlüğe çıkardı ve 3 yılda 16 milyon euroluk bir bütçeye ulaştı. Bu bütçe 2 sene önce 28 milyon euro olarak açıklandı. 2008 ocak ayında başlayan ve Eylül'de biten stat inşaatı ile kapasiteyi 25.000'e çıkarttı. Munsterman bu rakamı istikrarlı olarak artırıp 2011'de 40.000'e çıkarmayı hedefliyor. Bu anlamda maddi destek sağlamak amacı ile Hollandalı bira firması Grolsch ile bir sponsorluk anlaşması yaptı ve stadın adını değiştirdi. Takım son 2 sezon bütün maçlarını kapalı gişe oynadı ve piyasaya sürdüğü tüm kombineleri satmayı başardı. Bu sırada yukarıda bahsettiğimiz "al-işlet-sat" yöntemini de uygulamaktan vazgeçmedi. Eljero Elia, Orlando Engelaar, Edson Braafheid, Marko Arnautovic oldukça ucuza mal edilip önemli fiyatlara satıldılar. Munsterman son yıllarda futbol dünyasının gördüğü en başarılı başkanlardan birisi. İstikrar, ekonomik denge, yerinde transferler, iyi bir araştırma ekibi ile neler yapılabileceğinin kanıtı. Saydığımız bu özelliklerin nerede ise hiçbirine sahip olmayan Türk takımları için de canlı örnek. Orta halli takımlar için Şampiyonlar Ligi vizesi almak ya da üst mevkilere ulaşmanın yolu buradan geçiyor. Türkiye'de yıllardır İstanbul'un 3 büyüklerine rakip olabilecek bir Anadolu takımı aranıyor. 2-3 yılda bir, sürpriz takım çıkarabiliyoruz. Ancak hiçbiri çıkışını istikrara çeviremiyor. Bataktan alınan bir takımın, nerelere geleceği ile ilgili FC Twente çok iyi bir model olabilir.

Munsterman'ın dün kendisine yöneltilen nasıl şampiyon bir takım yarattığı ile ilgili sorulara "ben hiçbir şey yapmadım, sadece tribünden izledim, bu eser sahadakilerin" diyecek kadar da mütevaziydi.


















Steve McClaren

"Ajax'ın şerifleri karşısında Twente'nin Robin Hood'unun zaferi" şeklinde verdi The Times onun zaferini. 1996'da Porto ile şampiyonluğa ulaşan Sir Bobby Robson'dan sonra ilk kez bir İngiliz hoca yurt dışında şampiyonluğa ulaşmış oldu. Başkan Munsterman onun için "Cantona Manchester United için ne kadar önemliyse o da bizim için o kadar önemli" diyor. İngiltere'den "şemsiyeli aptal" başlıklarıyla kovulmuştu o meşhur yağmurlu Wembley akşamında. David Beckham'ı milli takımdan uzak tutmasının ardından Euro 2008 elemelerinin son maçında Hırvatistan'a evlerinde mağlup olup turnuvanın dışında kaldıklarında İngiliz milli takım tarihinin en kötü menajeri olarak gösteriliyordu. 6 ay sonra Twente'nin başına geçeceği ihtimali üzerine şöyle demişzi blogda: "....Twente ne yapıyor. Olabilecek en kötü seçeneğin peşinde koşuyorlar. İngiltere'yi 2008 Avrupa Şampiyonası'ndan eden adam şemsiyeli katil Steve McClaren büyük bir ihtimalle Twente'nin başına geçecek...."

Yedirdi bize laflarımızı McClaren. İlk sezonunda takımı lig ikincisi yapıp Şampiyonlar Ligi ön eleme turlarına gönderdiğinde, AZ'in müthiş formuna ayak uyduramamıştı. Bunun üzerine bir de 2 kanat oyuncusunu kaybetti. Hem de neredeyse takımın en iyi 2 oyuncusunu. Eljero Elia ve Marko Arnautovic. Sezon başlarken Hollanda'daki otoritelerin hiçbirisi onları şampiyonluk adayı olarak görmüyordu. McClaren Elia'nın sol kanattaki boşluğunu Chelsea'den kiraladığı 20 yaşında bir Slovakla doldurdu: Miroslav Stoch. Bu arada forvet hattına 5 milyon euro gibi kulüp için önemli bir yatırım yapıldı. Belçika'nın Gent takımında oynayan, çok fazla adı sanı duyulmamış bir Kosta Rikalı Bryan Ruiz. Devre arasında da bonservisi elinde olan Surinam asıllı Hollandalı Dwight Tiendalli takıma eklendi. Bunun dışında takımın iskeleti 2 yıldır hep aynı kaldı. Geçen yıl Şampiyonlar Ligi vizesinin alındığı AZ maçı ile, dün oynanan NAC Breda maçında sahaya çıkan onbirin 6 oyuncusu aynıydı ve kalan 5 isimden birisi Ronnie Stam geçtiğimiz yıl sakat olduğu için forma giyememiş, diğer 4 oyuncu da ayrılan oyuncuların yerine transfer edilmişti. Yani McClaren iskeletini bozmamış, yeni gelen oyuncuları da kadroya çok iyi şekilde yedirebilmişti.

Psikolojik olarak da büyük bir savaştan galip çıktı McClaren. Sezonun ilk yarısında ne şampiyonluğu tamamen hedef dışı bırakıyordu ne de çok iddialı konuşuyordu. Takım ilk yarıda liderlik koltuğunda iken "hedefimiz öncelikli Şampiyonlar Ligi" gibi şeyler söylemiyordu ama "eğer 25-26 haftalar civarı hala zirvede olursak o zaman şampiyonluğu konuşuruz" diyecek kadar da temkinliydi. Söz konusu haftalar geldiğinde de takımını hedefe kitledi ve adım adım mutlu sona ilerledi. Örneğin sadece 3 hafta önce AZ deplasanında 1-0 mağlup olduklarında ve Ajax'la puan farkı 1'e indiğinde momentumu kaybedecekleri düşünülüyordu. Ancak o yenilgiyi gemiyi hafifçe sallayan bir dalga olarak atlattılar ve limana ulaştılar.
















Enschede Halkı

Geçtiğimiz yıl lig ikinciliği geldiğinde eminim onlar da ulaşabilecekleri en iyi dereceyi yaptıklarını düşünüyorlardı. 35 yıl sonra yineleyebildiler bu dereceyi. Kulüp 1965 yılında 2 takımın birleşmesiyle kuurulmuş ve bu 2 takımdan birisi olan SC Enschede de 1926 yılında sadece 1 kez şampiyonluk elde edebilmişti. Yani Enschede halkı arasında bugün hala hayatta olup şampiyonluk görebilmiş olanlar 80'li yaşların sonlarını yaşıyordu. Buna rağmen umutlarını kesmediler. 3 sezon boyunca Grolsch Veste'de olağanüstü durumlar dışında boşluk bırakmadılar. Bu şampiyonluk onların da eseri elbette....

devam edecek

6 yorum:

Temur dedi ki...

Yazı çok hoş lakin şöyle bir durum var Sir Bobby Robson dışında yurt dışında şampiyonluk yaşayan ilk İngiliz antrenör deyimi biraz sakat. Büyük ligler için doğru olabilir ama Brian Birch, Gordon Miln, Oscar Hold gibi örnekler var Türkiye cephesinden.

Flying Dutchman dedi ki...

Cümleyi yanlış anlamışsınız sanırım..

"1996'da Porto ile şampiyonluğa ulaşan Sir Bobby Robson'dan sonra ilk kez bir İngiliz hoca yurt dışında şampiyonluğa ulaşmış oldu"

yurt dışında şampiyonluk yaşayan ilk İngiliz teknik direktör demiyor orada, 1996'dan sonra dışarıda şampiyon olmuş ilk "İngiliz" hoca diyor...İngiliz ifadesi de önemli misal Souness İngiliz değil İskoç...zaten bizde şampiyonluk yaşamadı...

Seatue dedi ki...

bir de Ajax'ın 106 gol atıp sadece 20 gol yemesine rağmen şampiyon olamamasına dair bir post bekliyorum sizden...ben hala bu istatistiklerle bir takım nasıl şampiyon olamaz inanamıyorum...saygılar...

Temur dedi ki...

@ F.D.

1996'dan sonra ifadesi gözden kaçmış pardon. Ama Oscar Hold, Brian Birch ve Gordon milne isimlerini ysazdım. Bildiğim kadarıyla onlar İngiliz asıllı.

Mert dedi ki...

Güzel bir yazı olmuş gerçekten. Türkiye'deki çoğu kulübün örnek alması gereken bir hikaye dediğim gibi.. küçük anekdot ekleyeyim başkanı ile. maç sonrası röportajında ağlamaktan konuşamıyordu televizyon gördüğüm kadarıyla.. bu kadar da içten bir başkana sahip olmak da güzel olsa gerek. son olarak da 106 gol atıp son 14 maçını kazanıp 85 puan alan Ajax'ın şampiyon olamaması ile ilgili ben de bir postbekliyorum buradan:) saygılar

mre dedi ki...

Seviyorum böyle peri masallarını. Hele ki parası olanın başarıyı öyle ya da böyle elde ettiği günümüz futbolunda çok daha etkileyici bir masal. Benim merak ettiğim McLaren'in seneye çalışmayacağını okudum bizim basında, doğru mu merak ediyorum? Şampiyonlar Ligini yaşamadan bırakmasaydı.

Bir de herkes yazmış ama ben de soracağım, bu rakamlarla Ajax nasıl şampiyon olamadı gerçekten???