Bilgisayar oyunlarında FPS denilen, First Person Shooter, yani etrafınızı karakterin gözünden gördüğünüz oyunları pek seven bir şahıs değilim. Bu yüzden Half-Life, Counter-Strike, Unreal Tournament gibi bu türün efsaneleri benden geçer not alamamıştır. Hatta o oyunları internat kafelerde, kulaklıkla oynadığınızda ve eve döndüğünüzde feci bir baş dönmesi yapar. Bir de bu oyunların sevmediğim özelliği 9 tane hayvan gibi silahı bir bünyeye nasıl sokabildiğinizi merak etmemdir. Eleman, M5, ağır makineli, Rambo bıçağı, roketatar, bazuka, tonla el bombası, mayın şu bu hepsini bir vücuda sokmayı başarır bir de onlarla hızlı hareket edip oradan oraya atlar. Zaten son birkaç yılda bu mantıksızlığı aşmak için bir insan vücudunun taşıyabileceği maksimum silahtan fazlasını abartmıyorlar. Hem benim daha çok tercih ettiğim TPS, Third Person Shooter yani karakterin arkasından etrafı gördüğümüz, hem de yukarıda bahsettiğim mantıksızlığı aşmış, tüm zamanların en atmosferik, en karizmatik, en korkutucu oyun serilerinden Thief'e geleyim.
Thief, Garrett isimli bir hırsızı canlandırdığınız oyun. "Stealth" olarak adlandırılan ve yine Eidos'un bir başka oyunu Hitman'deki gibi asıl amacınızın düşmanlarınızı alt etmek, yani ortalığı kan golüne dönüştürmek değil, farkedilmemek olduğu türe dahil. Oyunda ana senaryonun etrafında dönen müthiş bir örgü var. Kimi zaman bir cinayet çözümüne, kimi zaman da pagan efsanelerine kadar gidiyor. Gölgeler, kanalizasyon tünelleri, sessiz evler, kuytu, ıssızlık en büyük dostlarınız. Oyun boyunca hiçbir insanı öldürmeden sona ulaşmanız mümkün.
1998 yılında birçok aşmış oyunun dağıtımcısı Eidos Interactive tarafından piyasaya sürülen ilk oyun The Thief: Dark Project dünya çapında 500 bin kopya satarak firmanın o seneki en büyük ticari başarısı haline geldi. Hatırı sayılır oyun dergilerinin ortalama 90 puan verdiği oyun büyük bir beğeni kazandı. Bunun üzerine 2 yıl sonra Thief II: The Metal Age çıktı meydana. Bu oyun da büyük beğeni topladıktan sonra, 2004'te asıl yazıyı yazma sebebim, müthiş oyun Thief III: Deadly Shadows bomba gibi düştü oyun dünyasına. Oynanabilirlik, grafikler, karakterlerin çizimi, senaryo, seslendirme, şehir planları, ışık oyunlarıyla bir efsane yarattı adeta. Bu oyunun sonuna doğru yer alan ve terkedilmiş bir akıl hastanesinde geçen "Robbing the Cradle" bölümü birçok otorite tarafından, oyun tarihinin en korkutucu anlarından birisi olarak kabul edilir. İnsanı psiklojik açıdan zorlayan, kasvetli bir bölümdür. Kore korku filmlerindeki, dingin gerilimi sonuna kadar hissedersiniz.
Serinin 4. parçası için Eidos müjdeyi verdi 2009 yılında. Oldukça kapsamlı bir proje olacağı ve yine insanları monitor başına kilitleyeceği söyleniyor. Henüz başlangıç aşamasında, dolayısıyla piyasaya çıkışı 2012'yi bulacaktır. Bu tür sakinlik ve sabır gereken oyunların kaçırmaması gereken bir seri. Özellikle serinin üçüncü oyununu bütün oyun sevdalılarına tavsiye ediyorum.
2 yorum:
painkillerda vardı bide böyle bi bölüm akıl hastanesinde geçiyodu (asylum level in adı)ama sanki öğrenci(ölü) yurdu öyle acayip bi mekan, herkes zombi zaten, ışık bitek silahtaki küçük fenerden geliyo, bide tavanda dolanan bastı bacak veletler üstünüze atlıyo, ilk oynadığımda sıçıyodum neredeyse. 2. oynayışımda tavana bakmaktan zor bitirdim.
Sukullaci senin yorumu okudum simdi painkiller universe kurdum direk hatirlamak icin. cidden fena bi bolum o. Vampire the Masquerade:Bloodlines'da da House on the Haunted Hill bolumu saglamdir, King's Road'da olan. Call of Cthulhu:Dark Corners of the Earth'un neredeyse her ani cok cok saglam. Undying yine ayni sekilde ama Thief baska tabi...
Yorum Gönder